“Korkuyorum, diyor. O eve geldiği anda her yanım titriyor.”
Asansörü beklerken apartmanın demir kapısı yavaşça açıldı. İçeri dolan soğuk hava anında içime işledi. Gelen oydu. Altıncı kata çıkmak için merdivenleri kullanmayacaktır. Yani üstündeki karı temizlemeyi bitirdikten sonra yanıma gelecek, birlikte şu kutunun gelmesini bekleyeceğiz sonra da onunla uzun bir yolculuğa çıkacağız, ta altıncı kata kadar. “Merhaba” ve kedi yavrusu miyavladı. Evde aslan dışarıda yavru bir kedi. Bilmesem kesin aldanırdım şu yüze. Yarım ağızla karşılık veriyorum selamına. Başı hep önde. Yüzüme baksa düşüncelerimin yansısıyla karşılaşacak, bundan kaçıyor belki de. Sütünü dökmüş, öylece duruyor.
“Çocuğum için ona katlanmak zorundayım. O daha çok küçük. Hem içkisi, kumarı da yok.”
“ Ya dayak?”
“ Çocuğunu da öyle çok seviyor ki.”
“Ya seni?”
Sağ eli bandajlı. Bir kavgadan aldığı darbeyle yaralanmış ya da cama yumruk atmış belki de karısını bıçaklamaya çalışırken elini kesmiş… Düşüncelerimi ele geçirmeye çalışıyorum, ipini koparınca delice koşmaya başlıyorlar. Birazdan asansör gelecek, 7-6 yavaşça yaklaşıyor bize. Biz, onunla tek bir zamirde birleşmeye, küçücük bir kutunun içine girip onun bıraktığı havayı içime çekmeye nasıl katlanacağım. Ellerimi ne yapacağımı şaşırdım. Biraz önce nasıl duruyorlardı. Otuz yıldır onları ne yaptığımı anımsamaya çalıştım nafile. En iyisi birbirlerinden destek almaları, el ele tutuşuyorum. Gerilimi boşaltmanın en iyi yolu kendi tenine dokunmaktır. Bütün insanlar böyle yapmıyor mu?
“Şu yüzünün haline bak, yanağın morarmış.”
“Bilmez gibi konuşuyorsun abla.”
“Neden? Bir türlü anlamıyorum.”
“Korku.”
“Peki ama neden?”
asansör katlardan birer birer geçiyor. Bir yolunu bulup uzaklaşsam buradan, ama o zaman korktuğumu düşünür. Böyleleri korkuyla beslenir, kokusunu bile alırlar korkunun. Duyargaları başka türlü çalışır bunların. Ellerine bak, nasıl da büyükler.
“Geçen yıl kardeşlerim bana sahip çıkmak için bir araya geldiler. Bizi boşamaya kararlılardı.”
“Ne güzel işte, bir de yalnızım diyorsun.”
“Dur hele. Ağabeyim bunu kenara çekti, böyle böyle, bu işin sonu yok, boşanın bitsin bu iş dedi.”
“İyi demiş, yok tabi.”
“Bu eğmiş başını peki demiş.”
“Bak sen, eee sonra?”
“Sonrası tam bir felaket. El sıkışmışlar, ağabeyim memnun arkasını dönmüş, döner dönmez de bu çıkarmış bıçağı, her zaman çorabında sakladığı bir çakısı vardır, ağabeyimin omzuna saplamış.”
“Ve sen hâlâ.”
“Evet, ben hâlâ. Artık sahip çıkan kimse de yok.”
Dışarısı karanlık ve soğuk. Rüzgârın uğultusu kulaklarımda. Asansör birazdan gelecek ve kapısının açılmasıyla içinden yüzlerce kuş saldırıya geçecek. Birden metal kapıda yüzünün soğukluğuyla karşılaştım. Gözlerini dikmiş, sabit bana bakıyor. Düşüncelerimi okuyor olabilir mi? Yüzümdeki ifadeyi görmek için kendime bakmak istiyorum, ama buna cesaretim yok. Kaşlarım çatık ya da ağzım kımıldamış olmalı. İçimden geçenleri sesli söylemiş olamam, eğer öyleyse. İyice kendimi kaybettim. Nesrin’e söylediklerimden haberi olduysa. Bizim ilişkimizden sana ne, karı koca arasına neden giriyorsun deyip, çakısını çıkarırsa. Saçmalama. 1-0 Asansörün kapısı yavaşça açıldı. İlk adım atan ben oluyorum, adeta zıplayarak. Ardımdan binip bana arkasını dönüyor, bu durum az da olsa rahatlatıyor beni. Kapı artık kapalı, o ve ben aynı havayı solumaya başladık işte. Altı numaraya basıyor. Aynı katta oturduğumuzu biliyor. Katları geçtikçe evime biraz daha yaklaşıyorum. Bunu düşünmek bile biraz olsun rahatlatıyor beni.
“Biliyor musun, aslında seninle görüşmemi istemiyor.”
“Nedenmiş o?”
“Sen yalnız yaşıyorsun ya.”
“ee ne olmuş yani?”
“ Bilmem, aklıma girersin diye herhalde.”
“Bu adamdan sana hayır yok.”
Bir kat sonra evimde olacağım. Asansörde hep karşıya boşluğa bakılmalı, karşıdakinin yüzüne bakmak ayıptır, ama ensesine bakılabilir, görgüye aykırı değil bu durum. Gözlerimi uzamış ense tıraşından alamıyorum, artık berbere gitme vakti gelmiş. İçerinin havası azaldı sanki, tüm oksijeni tüketti. Artık saniyeler kaldı, dayan biraz. Gözlerim ayaklarından paçalarına kayıyor. Hiçbir şey belli olmuyor. Bir insan neden hep yanında çakı taşır? Demek ki o da. Sonunda durduk, artık evime çok yakınım. Kapının açılmasıyla büyük bir soluk alıyorum. O aceleci ben ise son derece ağırdan alıyorum. Çantamı karıştırma numarası, kadınların son sığınağı. Anahtarın şıkırtısı, kilit tıkırtısı ve işte son nokta kapının çarpılışı. O artık evinde. Çantamdan hızla anahtarımı çıkarıp iki denemeden sonra doğru anahtarı yerleştiriyorum kilide, gözüm sürekli arkamda. Ve işte onun sesi, adeta kükrüyor. Kapımı hızla açıp giriyorum içeri. Ardımdan kapatıp üç defa kilitliyorum sonra.