Bir gün yine biçâre kadın hasta uzanmış
Tüllerde…
Uzaklıkları bir sâye-i müthiş
Bir dul gibi örterdi dumanlarla, elemle,
Hep gölge adımlar bir âheng-i ademle
Vâdileri kaplardı serâpa gece sessiz.
Eb’âdı boğan reng-i tehassüs gibi bir sis,
Bir lerziş-i sâkinle günün na’şını örter…
Titrek, karışık, hasta, hayâlî, sarı gözler
Yerlerde açılmıştı; semâlar ölü, durgun,
Olmuştu bütün hâb ü hâyâlât ile meskûn.
Bir vâlide, bir zevc-i mükedder, sonu mübhem
Bir ince çocuk çehresi, ben muzlim ü ebkem
Bi-his uzanan hastayı durmuş düşünürken
Akşam mütemâdi dolarak pencerelerden
Vermişti o sâkin odanın hüznüne bir renk,
Bir reng-i küdûret ki eder bizleri dil-tenk.
Zulmet o kadar doldu ki âfaak silindi
Elvâha, mesâfâta, yere gölgeler indi.
Solmuştu o gölgeyle o sâkit ser-i müşfik,
Tüllerde yatan hastayı sarmıştı karanlık;
Gözler, ölü gözler gibi bî-lem’a ü hâlî,
Olmuştu bütün mevt-i mûhîtat ile mâlî…
Lâkin o zaman doğdu senin çehre-i lâlin,
Ey mâh ki tüllerde yatan rûh-ı melâlin,
Bir hemser-i ulvî-i semâvîsi idin sen,
Bir safha-i rü’yâ gibi bî-renk idi çehren!
Yükseldin ufuklarda ağır, mübhem ü mahmûr;
Zulmette ipek, ince dumanlar gibi bir nûr,
Âfa’aka yayarken mütedmâdi sarı bir fer,
Birden o donuk gözlerle dolmuştu kamerler…
Ahmet HAŞİM