Lâkin yetişir ey kamer, ey hüzn-i leyâlî
Ruhum o kadar oldu ki mehtâb ile mâlî,
Artık yetişir cûşiş-i pür-nûr-ı hayalin…
Yorgun bu dumanlarda duran leyl-i mehâsin,
Enhâr-ı sükût, ufku saran sâye-i rü’yâ;
Her hiss-i hafî, şübheli bir gölgede gûyâ
Muğşı yatıran lems-i sükût-ı ebediyet,
Sevdâya emel, rûha ziyâ, gözlere minnet
Bahşeyleyerek şimdi bu sesizce esen bâd,
?
Bir fâcia-î hisse bütün oldu mübeddel:
Gûyâ ki kamer şimdi uzattın bana bir el,
Bir el ki onun dest-i şifâ bahşine benzer;
Onlar gibi sâkit, o dudaklar gibi bî-fer,
Çehrende gülen bir mütefekkir leb-i şefkat
Gönderdi bu hummâlara bir bûse-i hürmet:
Elhân-ı kevâkib gibi, geşy-aver ü mühdî,
Bir savb-ı ziyâ[11] hüznümü tadil için indi.
Sendin bu bakan çehre, bu sâkin nazar-î gam,
Rü’yâ-yi mehâsinle bu âvâre gülen fem,
Eller, bu benim şi’rimi tâhrik eden eller;
Sendin bu inen ses ki ziyâlar gibi titrer;
En sonra bu nûrun ki sarar ruhu melâle,
Benzer o kadar ağladığım, âh, o hayâle.
Artık yetişir cuşiş-i tûfân-ı hayâlin!
Ruhum o kadar oldu ki mehtâb ile mâlî,
Artık yetişir cuşiş-i tûfân-ı hayâlin!
Ahmet HAŞİM