Alman “solları” bu soruya, tereddütsüz olumsuz cevap verilmesi gerektiği kanısındadırlar. Onlara göre “gerici” ve “karşı-devrimci” sendikalara karşı öfkeyle savrulan küfürler ve bu cinsten parlak beyanlar, devrimcilerin sarı sendikalarda, karşı-devrimci sendikalarda, sosyal-şovenlerin, uzlaşıcıların, Legien’lerin sendikalarında mücadele etmelerinin gereksizliğini “tanıtlamaya” yeter (K. Horner, bu görüşü, özel ve ahmakça bir “ağırbaşlılıkla” doğrulamaktadır).
Ama Alman “solları”, bu taktiğin devrimci niteliğine ne kadar inanmış olurlarsa olsunlar, bu taktik, gerçekte temelden yanlıştır ve bir iki boş laftan gayrı hiç bir öz taşımamaktadır.
Bunu açıkça göstermek için, amacı, bolşevizmin tarihinde ve bugünkü taktiğinde genel olarak uygulanabilir, genel olarak anlamlı, genel olarak izlenmesi zorunlu ne varsa onu, Batı Avrupa’ya uygulamak olan bu yazının genel planına uygun olarak, burada da, bizim kendi tecrübemizden hareket edeceğim.
Liderler, parti, sınıf, yığınlar arasındaki ilişkiler ve öte yandan proletarya diktatörlüğünün ve onun partisinin sendikalara karşı tutumu, bugün bizde somut olarak şöyledir: diktatörlük, sovyetler içinde örgütlenmiş ve son kongresinde bildirildiğine göre (Nisan, 1920), 611.000 üyesi bulunan Komünist (Bolşevik) Partisinin yönettiği proletarya tarafından gerçekleştirilmiştir. Partinin üye sayısında, Ekim devriminden önce ve sonra hissedilir değişiklikler oldu; üye sayısı, eskiden, hatta 1918 ve 1919’da bile çok daha az önem taşıyordu. Biz, partinin ölçüyü aşan bir genişlemesinden korkmaktayız, çünkü kariyeristler ve (idam sehpasına layık) sahtekar takımı, şüphesiz ki, iktidar partisinin saflarına sızma çabasındadırlar. Yalnız işçilere ve köylülere olmak üzere partinin kapılarını son defa ardına kadar açmamız, Yudeniç’in Petrograt’tan birkaç verst uzaklıkta olduğu ve Denikin’in de Orel’de bulunduğu (Moskova’ya yaklaşık olarak 350 km.) 1919 kışındaydı; yani Sovyetler Cumhuriyetini, korkunç bir tehlikenin, bir ölüm tehlikesinin tehdit ettiği bir anda, komünistlere katılmakla, maceracıların, kariyeristlerin ve sahtekar takımının ve genel olarak istikrarsız unsurların, çıkar sağlayacakları bir kariyer umamayacakları, tam tersine, bu yüzden işkenceyi ve ölümü beklemeleri gerektiği bir anda. Her yıl kongresini toplayan partiyi, kongrenin seçtiği 19 üyeden kurulu bir Merkez Komitesi yönetir (son kongreye, 1.000 üye, bir delege göndermiştir); günlük çalışmalar, Moskova’da “Örgbüro” [Örgütlenme Bürosu] ve “Politbüro” [Siyasi Büro] diye adlandırılan Merkez Komitesi tarafından seçilen ve herbiri beş üyeden kurulu bulunan daha da sınırlı komiteler tarafından yürütülür. Demek ki, bundan çıkan sonuç, “oligarşi”nin en hakikisidir. Ve bizim cumhuriyetimizde, Partinin Merkez Komitesinin direktifleri alınmadan, hiç bir siyasi sorun ya da örgütlenme sorunu, bir devlet kurumu tarafından çözüme bağlanmaz.
Çalışmalarında parti, son kongrenin verilerine göre (Nisan, 1920) bugün 4 milyondan çok üyesi olan ve resmen partisiz bulunan sendikalara doğrudan doğruya dayanır. Gerçekte sendikaların büyük çoğunluğunun yönetici kurumlarının tümü ve başta Rusya Sendikalar Merkezi ya da Bürosu (Rusya Sendikaları Merkez Şûrası) komünistlerden kuruludur ve partinin bütün direktiflerini uygular. Böylelikle elde edilmiş olan, resmen komünist olmayan daha esnek ve daha geniş olan çok güçlü bir proleter cihazıdır, partiyi sınıfa ve yığınlara sıkı sıkı bağlayan ve partinin yönetimi altında sınıf diktatörlüğünü gerçekleştiren bir cihaz. Sendikalarla en sıkı bağlar kurulmadan, sendikaların enerjik desteği olmadan, sadece iktisadi kuruluşta değil, ama aynı zamanda askeri örgütlenmede de ve sendikaların feragatle çalışmaları olmadan, besbelli ki, ikibuçuk yıl değil, ikibuçuk ay bile ülkeyi yönetemezdik. Pratikte böyle sıkı bağların çok çeşitli ve çapraşık bir propaganda ve bilinçlendirme çalışması gerektirdiğini, sadece yöneticilere değil, genel olarak sendikanın etkili militanlarıyla zamanında ve sık sık konferanslar gerektirdiğini; bugün bile sayıları az olmakla birlikte, aramızda taraftarları bulunan ve (burjuva) demokrasinin ideolojik savunmasından, sendikaların “bağımsızlığından”, (proleter devlet iktidarı karşısında bağımsızlık!) proleter disiplininin vb. baltalanmasına kadar her türlü karşı-devrimci hilelere başvuran menşeviklere karşı, kesin bir savaşı gerektirdiğini anlamak kolaydır.
“Yığınlarla” bağlantı kurmanın sendikalar aracılığıyla yeterli olmadığını kabul ediyoruz. Pratik, bizde, devrim sırasında, bütün olanaklarımızla muhafaza etmeye, geliştirmeye ve genişletmeye çalıştığımız bir kurumu meydana getirmiştir: bu, bize, yığınların ruh haletini gizleme, yığınlara yaklaşma, onların ihtiyaçlarını karşılama, içlerindeki en iyi unsurları devlet görevlerine çağırma vb. olanağını sağlayan partisiz işçi ve köylü konferanslarıdır. Devlet Kontrol Halk Komiserliğini, “İşçi ve Köylü Denetlemesi” olarak yeniden örgütlendirmeyi hedef tutan son bir kararname, bu partisizler konferanslarına, birçok işleri vb. yeniden gözden geçirecek olan devlet denetleme hizmetleri üyelerini seçme hakkını tanıyor.
Bundan başka, bilindiği gibi, bütün parti çalışması, meslek ayrımı yapmaksızın, emekçi yığınları bağrında toplayan sovyetler aracılığıyla yapılmaktadır. Bölge sovyet kongreleri, burjuva dünyasının en iyi demokratik cumhuriyetlerinde bile şimdiye kadar görülmemiş olan ölçüde demokratik bir kurumdur; (partinin çalışmalarını büyük ve sürekli bir dikkatle izlemeye çalıştığı) bu kongreler aracılığı suretiyledir ki, ve aynı zamanda köylere, orada çeşitli görevleri doldurmak için bilinçli işçileri durmadan yollamak suretiyledir ki, proletarya, köylüye karşı yönetici rolünü yerine getirmektedir; şehir proletaryasının diktatörlüğü gerçekleşmekte, zengin köylülere, burjuvalara, sömürücülere, spekülatörlere vb. karşı sistemli savaş yürütülmektedir.
“Yukardan” bakıldığında, proleter devlet iktidarının, diktatörlüğün pratikte uygulanması bakımından, genel mekanizması böyledir. Okurun, bu mekanizmayı tanıyan, küçük illegal gruplardan başlayarak yirmibeş yıl içinde doğup geliştiğini görmüş olan Rus bolşeviğine, niçin bütün bu “tepeden inme” mi yoksa “tabandan gelme” mi diktatörlük üzerine, lider mi yoksa yığınlar mı vb. üzerine tartışmaların, örneğin insan için sol bacağının mı, yoksa sağ kolunun mu daha gerekli olduğu konusundaki bir tartışma kadar çocukça ve gülünç göründüğünü anlayacağı umulabilir.
Devrimcilerin gerici sendikalar içinde mücadele etmemeleri gerektiğini, bu çalışmadan vazgeçilebileceğini, sendikalardan çıkıp, yepyeni, tertemiz, pek sevimli (ve çoğunlukla herhalde gencecik) vb. bir “işçi birliğini” ihmal etmeden örgütlendirilmesinin gerektiğini iddia eden Alman “sol”larının pek bilgili ve korkunç derecede devrimci ciddi beyanları da, bize daha az çocukça ve gülünç gelmeyecektir.
Kapitalizm, sosyalizme, zorunlu olarak, bir yandan işçiler arasında yüzyıllar içinde yerleşmiş olan eski mesleki ve lonca ayrımlarını miras bırakırken, öte yandan (sadece tek zanaat ve meslek kuruluşları değil, bütün sanayii kucaklayan) daha geniş sanayi sendikaları haline gelebilmeleri için, yılların ve yılların geçmesi gereken sendikaları da miras bırakmıştır. Bu sanayi sendikalarının aracılığıyla, ilerde, insanlar arasındaki işbölümü ortadan kaldırılacaktır; her yönden gelişmiş evrensel bir hazırlıktan geçmiş ve her şeyi yapabilen insanların eğitimine, öğretimine ve şekillenmesine geçilecektir. Ve o zaman komünizme varılmış olunacaktır, ama ancak uzun yıllardan sonra. Bugün pratik olarak tam gelişmiş olan, kök salmış, şekillenmiş, açılıp serpilmiş ve olgunlaşmış bir komünizmin gelecekteki sonuçlarını gerçekleşmiş sayarak hareket etmek, dört yaşındaki bir çocuğa yüksek matematik öğretmeye benzer.
Biz, sosyalizmi kurma işine, hayali ya da bu maksatla özel olarak teşkil ettiğimiz insan malzemesiyle değil, kapitalizmin bize miras bıraktığıyla girişebiliriz ve girişmeliyiz. Hiç şüphe yok ki, bu, çok zor bir iştir; ama soruna bunun dışında bir yaklaşış, o kadar ciddiyetten uzaktır ki, bunun sözünü bile etmek gereksizdir.
Sendikalar, kapitalizmin gelişmesinin başlangıcında işçi sınıfına pek büyük bir ilerleme sağladılar; bu örgütler, işçilerin dağınık ve güçsüz durumuna son verip onların ilk sınıf gruplaşmalarını gerçekleştirdiler. Proleterlerin en yüksek sınıf bileşmesi biçimi, proletaryanın devrimci partisi gelişmeye başladığı zaman (ki bu parti önderleri, sınıfı ve yığınları homojen ve bölünmez bir bütün içinde birbirine bağlamayı başarmadan böyle bir ada layık olamaz), sendikalar kaçınılmaz olarak bazı gerici özellikler: bir çeşit meslek örgütü dar görüşlülüğü, siyaset dışı kalma eğilimi, rutinlere saplanma vb. eğilimi göstermeye, başladılar. Ama dünyanın hiç bir yerinde proletaryanın gelişmesi, sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi sınıfının partisinin karşılıklı aksiyonu olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez. Siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi, bu sınıf için ileriye doğru atılmış muazzam bir adımdır. Onun için parti, eskisinden daha çok ve eski tarzla yetinmeyerek yeni bir biçimde sendikaları eğitmeli ve yönetmelidir; ama bunu yaparken sendikaların uzun süre “proleter komünizm okulu” olarak ve proleterlerin kendi iktidarlarını uygulamaya yarayan hazırlık okulları olarak, ülkenin bütün ekonomisinin yönetimin derece derece, ilkönce işçi sınıfının eline (şu ya da bu mesleğin değil, tüm işçi sınıfının eline) ve sonra da emekçilerin tümünün eline geçmesi için gerekli işçi gruplaşmaları olarak varlıklarını sürdüreceklerini unutmamalıdır.
Sendikaların bu anlamda belirli bir “gerici zihniyet” göstermeleri, proletarya iktidarı altında, kaçınılmaz bir şeydir. Bunu anlamamak, kapitalizmden sosyalizme geçişin temel koşullarını anlamada tam bir yeteneksizlik göstermektir. Bu “gerici zihniyet”ten korkmak, ondan kaçınmak, onu görmezlikten gelmek, büyük yanılgıya düşmek olur; çünkü bu, proletaryanın öncü olarak rolünü, işçi sınıfının ve köylünün en geri kat ve yığınlarını eğitme, aydınlatma, yeni bir yaşantıya çağırma rolünü benimsemekten çekinmek anlamını taşır. Öte yandan proletarya diktatörlüğünü, meslek dargörüşlülüğüne tutulmuş tek bir işçinin kalmayacağı, trade-unionist önyargılara kapılmış tek bir işçinin bile kalmayacağı zamana bırakmak daha vahim bir yanılgı olur. Politika sanatı (ve bir komünistin görevlerini doğru olarak anlaması) proletaryanın öncüsünün iktidarı ele geçirebileceği koşulların ve anın, iktidarı alırken ve aldıktan sonra işçi sınıfının ve proleter olmayan emekçi yığınların yeteri kadar geniş tabakalarının yeterli desteğinden yararlanabileceği, ve iktidara geçince gittikçe daha geniş emekçi yığınlarını eğiterek ve kendine çekerek egemenliğini genişletebileceği koşulların ve anın tam ve doğru olarak değerlendirilmesini gerektirir.
Devam edelim. Rusya’dan daha ileri olan ülkelerdeki sendikalarda, belirli bir gerici zihniyet bizdekinden daha güçlü olarak belirdi ve belirmesi de kaçınılmazdı. Rusya’da, menşevikler, bu lonca dargörüşlülüğü, mesleki ve oportünist bencillik yüzünden sendikalarda bir destek sağlamışlardı (ve şimdi bile az sayıda bazı sendikalarda böyle bir desteğe kısmen sahiptirler). Batının menşevikleri sendikalarda daha derinden “kök salmışlardır”, ve bu ülkelerde bizdekinden daha güçlü, dargörüşlü, bencil, yüreksiz, çıkarcı küçük-burjuva ve emperyalist zihniyetli, emperyalizmin satın aldığı, ahlaksız bir “işçi aristokrasisi” ortaya çıkmıştır. Bu, tartışma götürmez Gompers’lere karşı, Batı Avrupa’da Jouhaux, Henderson, Merrheim, Legien ve şürekasına karşı mücadele, siyasi ve toplumsal bakımdan tam olarak benzerleri bir tip olan bizim menşeviklerimize karşı mücadeleden çok daha zordur. Bu mücadele, amansız bir mücadele olacaktır ve mücadeleyi bizim yaptığımız gibi oportünizmin ve sosyal-şovenizmin islah olmaz liderlerinin ipliğini tam olarak pazara çıkarana ve böylelerini sendikalardan kovana dek sürdürülmelidir. Bu mücadele belirli bir noktaya vardırılmadan siyasi iktidarı elde etmek olanaksızdır (ve bu yapılmadan iktidarı alma yolunda bir çaba gösterilmemelidir de); ve bu, her yerde bir değildir, mücadelenin hangi dereceye kadar vardırılacağını, ancak her ülkenin proletaryasının aklı başında, tecrübeli ve yetkili siyasi yöneticileri tayin edeceklerdir. (Rusya’da bu mücadelenin ne ölçüde başarılı olacağı konusunda ipucunu bize 25 Ekim 1917 proleter devriminden birkaç gün sonra, 1917 Kasımında Kurucu Meclis seçimleri verdi. Bu seçimlerde, menşevikler, tam bir yenilgiye uğradılar, bolşeviklerin elde ettikleri 9 milyon oya karşılık 700 bin –Vladi-Kafkas oylarını da eklersek 1 milyon 400 bin– oy aldılar. Bu konuyla ilgili Komünist Enternasyonal dergisinin 7-8. sayılarındaki “Kurucu Meclis Seçimleri ve Proletarya Diktatörlüğü” başlıklı yazıma bakınız.)
Ama biz, mücadeleyi, “işçi aristokrasisi”ne karşı mücadeleyi, işçi yığınları adına, bu yığınları kendi tarafımıza kazanmak için yaparız: işçi sınıfını kendi yanımıza çekmek için oportünist ve sosyal-şoven liderlerle savaşırız. Bu kadar açık ve belli bir ilkel gerçeği görmemek saçmalık olur. Sendika yönetici çevrelerinin gerici ve karşı-devrimci zihniyetinden, komünistlerin sendikalardan çıkmaları gerektiği!! ve sendikalarda çalışılmaması!! sonucuna varan ve kendi keşifleri!! olan yeni işçi örgüt biçimleri yaratmak isteyen “sol” Alman komünistleri işte bu hatayı işliyorlar. Bu, burjuvaziye hizmet etmeye eşit affedilmez bir saçmalıktır. Çünkü, bizim menşeviklerimiz olsun, sendikalardaki bütün oportünist sosyal-şoven ve kautskici liderler olsun, (bizim, menşevikler için her zaman dediğimiz gibi) “işçi sınıfının içinde burjuvazinin ajanları”ndan, ya da Daniel de Léone’un Amerikalı taraftarlarının güzel ve son derece doğru deyişiyle “kapitalist sınıfın işçi kahyaları”ndan (labour lieutenants of the capitalist class) başka bir şey değillerdir. Gerici sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri olan işçi yığınlarını, gerici liderlerin etkisine, burjuvazi ajanlarının, aristokrat işçilerin ya da “burjuvalaşmış işçilerin” etkisine terketmek demektir (bu konuyla ilgili Engels’in Marx’a İngiliz işçilerinin durumuyla ilgili mektubuna başvurunuz, 1858 ).
Komünistlerin gerici sendikalara katılmamasını savunan gülünç “teori”, “sol” komünistlerin “yığınlar” üzerinde etki sorununu nasıl hafiflikle ele aldıklarını ve bu yüzden “yığınlar” kelimesini nasıl kötüye kullandıklarını gösterir. “Yığınlara” yardımcı olabilmek için, onların sevgisini kazanabilmek için, davaya katılmalarını ve desteklerini sağlayabilmek için, oportünist ve sosyal-şoven olarak, çoğunlukla –doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak– burjuvaziyle ve polisle bağlantıları olan “liderlerin” önümüze çıkaracakları güçlüklerden, başvuracakları hilelerden, kuracakları tuzaklardan, hakaretlerden, baskılardan yılmamak gerekir. Ve mutlaka yığınların olduğu yerde çalışmak gerekir. Asıl, kurumlarda, derneklerde, örgütlerde, proleter ya da yarı-proleter yığınların bulunduğu her yerde (bunlar en gerici eğilimde olsalar bile) yöntemli, azimli, inatçı,ve sabırlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla bütün fedakarlıkları göze almak, en büyük engelleri göğüslemeyi bilmek gerekir. Sendikalar ve (bazı durumlarda) işçi kooperatifleri ise, yığınların bulunduğu örgütlerin ta kendileridirler. 10 Mart 1920 tarihli Folkets Dagblad Politiken adındaki İsveç gazetesinin yazdığına göre, İngiltere’de sendika üyeleri sayısı, 1917 yılı sonundan 1918 yılı sonuna kadar, %19 bir artış göstererek, 5.500.000’den 6.600.000’e ulaşmıştır. 1919 yılının sonunda bu sayı, 7.500.000’e varmıştır. Fransa ve Almanya için bu konuda elimde rakam yok, ama herkesin bildiği tartışma götürmez gerçekler, bu ülkelerde de sendikalı işçilerin önemli ölçüde artışına tanıklık etmektedir.
Bu gerçekler başka binlerce belirtinin de doğruladığı bir şeyi açıkça göstermektedir: proletarya yığınlarının geri “alt katlarında” beliren bilinçlenme ve örgütlenmeye doğru artan bir eğilim, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da milyonlarca işçi ilk defa olarak tam bir örgütsüzlük durumundan, ilkel, aşağı, en basit ve burjuva demokratik önyargılardan henüz kurtulmamış olanlar için en kolayca ulaşılabilir örgüt biçimine, sendikalara geçmektedirler. Ve devrimci, ama akılsız olan “sol” komünistler, “yığınlar! yığınlar!” diye bağırırlarken, öte yandan, “gerici zihniyet”lerini!! bahane ederek sendikalar içinde mücadeleyi reddediyorlar!! Ve yepyeni, tertemiz, burjuva demokratik önyargılardan, mesleki dargörüşlülük günahlarından arınmış bir “işçi birliği”ni ileri sürüyorlar, – iddialarına göre bu birlik geniş bir örgüt olacaktır (“olacaktır” diyorum) ve buna katılmak için sadece (sadece!) “Sovyet sistemini ve diktatörlüğü kabul etmek” gerekiyor, (yukarda aktarılan pasaja bakınız)!!
“Sol” devrimcilerin bundan daha büyük akılsızlık etmeleri, devrime bundan daha çok zarar getirmeleri düşünülemez! Ama biz, Rusya’da, Rusya’nın ve Antantın burjuvazisine karşı ikibuçuk yıl süresince sağladığımız emsalsiz zaferlerden sonra bile, bütün sendikalara girmek için “diktatörlüğün tanınması” şartını koşsaydık, büyük akılsızlık ederdik, yığınlar üzerindeki etkimizi zayıflatırdık, menşeviklerin oyununa gelmiş olurduk. Çünkü komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan “sol” sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir.
Hiç şüphe yok ki, Bay Gompers gibileri, Henderson, Jouhaux, Legien ve şürekası Alman “ilke” muhalefetindekiler gibi (tanrı bizi böyle “ilkeler”den korusun!), ya da IWW (Dünya Sanayi İşçileri) örgütündeki bazı Amerikalı devrimciler gibi, gerici sendikaların terkedilmesini savunan ve bunlarda çalışmayı reddeden o “sol” devrimcilere pek minnettardırlar. Hiç şüphemiz olmasın ki, oportünizmin “liderleri” olan baylar, sendikaların kapısını devrimcilere kapamak için, onları her çareye başvurarak sendikalarda safdışı edebilmek için, komünistlerin sendikalarda çalışmalarını mümkün olduğu kadar tatsız hale getirebilmek için, onları hakaretlere uğratmak, rahatsız etmek ve baskı altında tutmak için, burjuva diplomasisinin bütün manevralarına başvuracaklar, burjuva hükümetlerin, papazların, polisin, mahkemelerin yardımını bu yolda sağlamak için ellerinden geleni yapacaklardır. Sendikalara girebilmek, sendikalar içinde kalabilmek ve her ne pahasına olursa olsun devrimci eylemi bu örgütler içinde yürütebilmek için bütün bunlara göğüs vermek gerekir, her türlü fedakarlığa razı olmak, (eğer gerekirse) savaş hilelerine başvurmak, gizli eylem yöntemlerini uygulamak gerekir. 1905’e kadar çarlık düzeninde “hiç bir legal olanağımız” yoktu; ama Zubatov adındaki polis, devrimcileri tuzağa düşürmek ve yenilgiye uğratmak için aşırı gerici işçi toplantılarını yaptığı ve işçi derneklerini örgütlendirdiği zaman, bu toplantılara ve bu derneklere partimizin üyelerini biz yolluyorduk (bunlar arasında yaman bir militan olan ve 1906’da çarın generalleri tarafından kurşuna dizilen Petersburglu işçi Babuşkin’i hatırlarım), bunlar, yığınlarla bağlantı kuruyorlardı, propaganda eylemlerini ustaca yürütüyorlardı ve işçileri Zubatov’un adamlarının etkisinden kurtarıyorlardı. Hiç şüphe yok ki, kök salmış, legalci, anayasacı, burjuva demokratik önyargıları iyice benimsemiş olan Batı Avrupa ülkelerinde aynı şeyi yapmak daha zordur. Ama gene de bu yapılabilir ve bunu sistematik olarak yapmak gerekir.
Bence III. Enternasyonalin Yürütme Komitesi, gerici sendikalara katılmama politikasını açıkça suçlamalı ve Enternasyonalin önümüzdeki kongresinde bu politikanın genel bir tarzda suçlanmasını sağlamak için harekete geçmelidir (böyle bir katılmama politikasının akılsızca ve proletarya devrimine niçin son derece zararlı olduğu bütün ayrıntılarıyla açıklanarak gösterilmelidir), ve Yürütme Komitesi bu yanlış politikayı –doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak, açıkça ya da üstü örtülü bir biçimde tam olarak ya da kısmen, bu önemli değildir– desteklemiş olanların davranışını da suçlamalıdır. III. Enternasyonal, II. Enternasyonalin taktiğini kırmalıdır, çözümü zor sorunlardan kaçmamalıdır, bunları örtbas etmemelidir, tam tersine, bunlara cepheden açıkça karşı koyabilmelidir. “Bağımsızlara” (Almanya Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisine) bütün gerçeği, hem de yüzlerine karşı söylemiş bulunuyoruz; bu gerçeği, “sol” komünistlere de aynı şekilde söylemeliyiz.
Vladimir İlyiç Lenin | “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı