Başlamak. bunu söyleyen sensin, ludmilla. ama bir hikâyenin kesin olarak başladığı an nasıl saptanabilir? her şey zaten daha önce başlamıştı, her romanın ilk sayfasının ilk satırı daha önceden kitabın dışında zaten olmuş bir şeyden söz eder. ya da gerçek hikâye on ya da yüz sayfa sonra başlayan hikâyedir, ondan önceki her şey yalnızca bir öndeyiştir. insan bireylerinin hayatları tek, kesintisiz bir öykü örgüsü oluşturur, bu örgü içindeki her şeyden bağımsız olarak bir anlamı bulunan bir yaşama parçasını –örneğin, iki insanın, her ikisinin de yazgılarını etkileyecek karşılaşmasını– yalıtma konusunda atılacak her adımda, her iki insanın da kendisiyle birlikte birtakım olaylar, çevreler, başka insanlarla dokunmuş bir örgü getirdiği ve bu karşılaşma sonucunda onların ortak hikâyesinden kopup ayrılacak başka hikâyeler çıkacağı unutulmamalı.
*
İkiniz, siz iki okur birlikte yataktasınız. böylece size ikinci çoğul şahıs olarak seslenmenin zamanı geldi, çok ciddi bir işlem çünkü bu, ikinizi tek bir özne saymakla eşit bir iş. buruşuk çarşafın altında oldukça tanınmaz bir düğüm oluşturmuş olan siz, ikinize sesleniyorum. belki de biraz sonra her ikiniz de kendi yolunuza gideceksiniz ve öykü gene erkek sen ile kadın sen arasında gidip gelmek için zahmete girip vites değiştirmek zorunda kalacak; ama şimdi gövdeleriniz, deri deriye, daha cömert daha duyarlı bir ilişki bulmaya, titreşimler, dalgalar alıp vermeye, boşlukları dolulukların arasına sokmaya çalıştığına göre, zihinsel etkinlik bakımından en yüksek düzeyli anlaşma üzerinde anlaştığınıza göre, ikinizi, iki başlı tek bir insan kabul eden açık bir söylem kullanılabilir. her şeyden önce ikinizin oluşturduğu bu çift varlığın eylem ya da varlık alanı saptanmalı. karşılıklı özdeşleşmeyle nereye kadar götüreceksiniz işi? sizin çeşitlemelerinizde yinelenen temel izlek hangisi olacak? kendi gizilgücünüzden hiçbir şey yitirmemek, tepkisellik durumunu uzatmak, kendi elektrik yükünü arttırmak için ötekinin istek birikimini kullanmaya dayanan bir gerilim mi? yoksa kendini bırakışın en yumuşakbaşlısı mı, okşanabilir, bunun karşılığında da okşayan uzamların sınırsız boyutlarını araştırış mı, yüzeyi sonsuz dokunsal bir gölde kendi varlığını eritiş mi? her iki durumda da kuşkusuz birbirinizle ilişkiniz dışında var olmuyorsunuz ama bu durumları olası kılabilmek için karşılıklı benlerinizin kendilerini silmek yerine zihinsel uzamın bütün boşluklarını hiç duraksamadan kaplaması, kendine en yüksek faizle para yatırması ya da son kuruşuna kadar kendini harcaması gerekiyor. kısacası yaptığınız iş çok güzel ama dilbilgisi açısından hiçbir şeyi değiştirmez. en çok birleşmiş bir siz, bir ikinci çoğul şahıs olarak göründüğünüz şu anda bile siz daha öncesine göre daha ayrı, daha kapalı birer sen’siniz.
Şu anda her biriniz yalnızca ötekinin işgali altındayken bu zaten doğru. alışkanlık sınavından geçen gövdelerinizin buluşmasına eşlik eden, birbirleriyle rastlaşmayan hayaletler biraz sonra kafanıza doluşunca ne olacağını düşünün siz.
*
Ludmilla şimdi sen okunuyorsun. gövden, dokunsal, görsel, kokusal, biraz da tatsal tomurların işe karışmasıyla edinilen bilgilerin açtığı kanallar aracılığıyla dizgeli bir okuma altında. işitmenin de rolü var, senin soluksuz kalışlarına, kuş gibi ötüşlerine karşı o da tetikte. senin içinde okuma nesnesi olan yalnızca gövde değil: gövde ancak, hepsi görünür, hepsi şu anda var olmayan ama görünür ve şu anki somut olaylarda ortaya çıkan karmaşık ögeler topluluğunun bir parçası olduğu sürece önemlidir: gözlerinin bulutlanışı, gülüşün, söylediğin sözcükler, saçlarını toplayış yayış biçimin, girişkenliklerin, suskunlukların; kullanım, alışkanlık, bellek, tarihöncesi ve moda ile arandaki sınırda duran bütün işaretler, bütün düzgüler, bir insanın belli anlarda bir başka insanı okumak için kullandığına inandığı bütün o zavallı abeceler toplamı.
Bu arada sen de, ey Okur, bir okuma nesnesisin: Öteki Okur şu anda fihriste göz atar gibi senin gövdeni gözden geçiriyor, kimi anlar sanki birden bir şey merak etmiş gibi gövdene başvuruyor, bir karara varamayıp sorguluyor, kendisine sessiz bir yanıt ulaşıncaya kadar bekliyor, sanki her sınırlı denetleme ancak çok daha geniş bir uzamı tanımak açısından kendisini ilgilendiriyormuş gibi. şimdi çok küçük ayrıntılar üzerinde duruyor, belki de küçücük biçemsel kusurlar üzerinde, örneğin gırtlak çıkıntısına ya da başını onun omuz boşluğuna gömüşüne, şimdi onları araya bir marj, bir uzaklık, eleştirel bir çekince ya da şakalı bir yakınlık koymak için kullanıyor; bazan, tam tersine, rastgele bulunuveren bir ayrıntı çok değerli oluyor –örneğin, çenenin biçimi ya da onun omuzunu kendine özgü bir biçimde ısırışın– o bundan hız alıp, a’sından z’sine, tek virgülünü bile atlamadan ardarda sayfalar deviriyor (ikiniz birlikte deviriyorsunuz). bu arada onun seni okuyuş tarzından, fiziksel nesnelliğinden yaptığı metinsel alıntılardan duyduğun doygunluğun içine bir kuşku sızmaya başlıyor: onun okuduğu şey, gerçekte olduğun gibi tek ve bütün olarak sen değilsin, o seni, senin bağlamından koparılmış parçalarını kullanarak, yarıbilincinin yarı karanlığından yalnızca kendisinin tanıdığı hayalet bir yatak arkadaşı yaratıyor kendisine, şifresini çözdüğü şey de bu uydurma konuk, sen değilsin.
Aşıkların birbirlerinin gövdelerini (birlikte yatağa girmek için kullandıkları o gövde ve ruh yoğunlaşmasını) okumaları, çizgisel olması açısından, yazılı sayfaların okunmasından ayrılır. herhangi bir yerden başlar, atlamalar yapar, kendi kendini yineler, geri döner, bir şeyin üzerinde durur, eşzamanlı ya da farklı iletilere ayrılır, dallar yeniden birleşir, huzursuzluk anları olur, sayfayı çevirir, yerini bulur, kaybeder. bu işte bir yönün bulunduğu söylenebilir, bir amaca, bir doruğa doğru gidiş ve bu sona ulaşmak için programlanan ritimli evreler, kesimlemeler, motif tekrarları. ama doruk gerçekten bir son mudur? yoksa bu sona doğru yapılan yarışa, ters yöne işleyen, anların akışına karşı yüzen, zamanı geri döndüren başka bir akım karşı mı durur?
İnsan hepsini bir çizelge ile betimlemek isteseydi, doruğuyla birlikte her öykücüğün üç boyutlu, belki de dört boyutlu bir model oluşturması gerekirdi, ya da hiç model istemez çünkü her deneyim yinelenmesi olanaksız bir şeydir. sevişmek ile okumanın birbirlerine en çok benzedikleri nokta ikisinde de, ölçülebilir zaman ve uzamdan farklı zamanların ve uzamların açılmasıdır.
*
İlk buluşmanın bu şaşkın doğaçlamasında olası bir ortak yaşamın geleceği şimdiden okunuyor. bugün her biriniz ötekinin okuma nesnesisiniz, her biriniz ötekinde yazılmamış olan öyküyü okuyor. yarın ikiniz, Okur ile Öteki Okur, birlikte olursanız, evli barklı bir çift gibi aynı yatağa girerseniz, her biriniz yatağın başucundaki lambayı yakıp kendi kitabınıza gömüleceksiniz; iki koşut okuma yaklaşan uykuya yol arkadaşlığı edecek; ilkin sen, sonra da sen ışığı söndüreceksin; birbirinden ayrılmış evrenlerden geri dönüp, farklı düşler birinizi bir yana birinizi öteki yana çekmeden önce, bütün ayrılıkların silindiği karanlıkta kısa bir an birbirinizi bulacaksınız. ama bu evlilik uyumu görüntüsüne gülme: bundan daha mutlu bir çift imgesi düşünebiliyor musun?(s.155-159-178-182)
*
“Sen insanın içine gireceği en iyi beklentinin, en kötüden sakınmak olduğunu biliyorsun. Genel, hatta bütün dünyaya ilişkin konularda olduğu gibi kişisel yaşantında da vardığın sonuç budur. Ya söz konusu kitaplar olunca? İşte, bütün alanlarda beklentisizliği seçtiğin halde, kitap gibi çerçevesi iyice belirlenmiş bir konuda bu gençlik hazzına hala ayrıcalık tanıyabileceğini düşünüyorsun; evet bu alanda şansın yaver gitmeyebilir, ama yaşayabileceğin hayal kırıklığı çok da büyük olmayacaktır.” (s.20)
“Seni en çok çıldırtan şey, nesnelere ilişkin durumlarda ya da insan eylemlerinde rastlantısalın, yazgısalın, olasının insafına kalmış olmak, senin ya da başkalarının umursamazlığının, üstünkörülüğünün, özensizliğinin kurbanı olmak. Bu gibi durumlarda sana egemen olan tutku o dalgınlığın ya da umursamazlığın huzursuz edici etkilerini silmek; olayları olağan akışına döndürmek sabırsızlığıdır.” (s.41)
“Okuduğum şeylerin öyle ayan beyan ortada olmasından hoşlanmam, kimbilir neyin işareti olan, şimdilik ne olduğu bilinmeyen şeylerin varlığının belli belirsiz hissedildiği konuları yeğlerim.” (s.57)
“Hayalinin ve hayatının yarattığı büyün bu gölgelerin peşine düşmüş durumdasın.” (s.62)
“Gün içinde karşıma çıkan olayların birbirlerini izleyişinde dünyanın benden yana niyetlerini çözmeye çalışıyorum ve nesnelerde gizlenen karanlık imaların ağırlığını sözcüklere dökecek bir sözlük olmadığını bilerek el yordamıyla ilerliyorum.” (s.71)
“Yazar, kitapların geldiği görünmez noktaydı, hayaletlerin dolaştığı bir boşluk, çocukluğumun kümesiyle öteki dünyaları birbirine bağlayan yeraltı dehlizleriydi…” (s.107)
“Bunlar senin dış dünyayı kendinden uzak tutmak için kullandığın bir kalkan mı, uyuşturucu misali içibe battığın bir hayal mi, yoksa dışarıya, kitaplar aracılığıyla boyutlarını genişletmek ve çoğaltmak istediğin dış dünyaya uzattığın bir köprü mü?” (s.144)
“Her şey daima daha önceden başlamıştır, her romanın ilk sayfasının ilk satırı, kitabın dışında olmış bir şeye göndermedir.” (s.153)
*
“okumak,” diyor, “hep budur: elinin altında olan bir şey vardır, yazıdan oluşan somut, maddesel, değiştirilmesi olanaksız bir şey, bu şey aracılığıyla yalnızca düşünülebilip düşlenebildiği için ya da bir zamanlar var olup da şimdi olmadığı geçmişte kaldığı, yittiği, erişilmezleştiği, ölüler ülkesinin malı olduğu için varlığı, maddesi olmayan bir dünyaya özgü başka bir şeyle ilişki kurabiliriz…” (s. 80)
“bir çizgi var: çizginin bir yanında kitabı oluşturanlar, öteki yanında okuyanlar. ben okuyanlar tarafında kalmak istiyorum, bu yüzden de çizginin kendime ait olan yanında kalmaya özen gösteririm.” (s. 101)
“kitabın sen, okur’u unuttuğunu sanma. öteki okura kaymış olan sen seslenişi herhangi bir cümlede gene sana dönebilir. sen her zaman olabilecek bir sensin. kim seni sen’i yitirmeye mahkum etmeyi göze alabilir, ben’in yitmesi kadar korkunç bir felakettir bu. ikinci şahıs için bir söylemin bir roman olabilmesi iki sen’in varlığını gerektirir, dişi ve erkek o’lar, onlar kalabalığının içinden sıyrılıp sivrilen, ayrı ayrı ve birlikte var olan iki sen.” (s. 155)
“başlamak. bunu söyleyen sensin, ludmilla. ama bir hikayenin kesin olarak başladığı an nasıl saptanabilir? her şey zaten daha önce başlamıştı, her romanın ilk sayfasının ilk satırı daha önceden kitabın dışında zaten olmuş bir şeyden söz eder.” (s. 161)
“bana kuramlarını açıklamayı sürdürdü, bu kuramlara göre her kitabın yazarı uydurma bir kişiymiş, var olan yazar onu düşsel yapıtlarının yazarı olarak uydururmuş.” (s. 188)
“okurların kitaplarımda benim bilmediğim bir şey bulmalarını beklerim ama bunu ancak, daha önce bilmedikleri bir şey okuma beklentisi içinde olan okurlardan bekleyebilirim.” (s. 193)
“… böyle diyerek sheila-alfonsina-gertrude kendisini senin üzerine attı, mahpusane pantolonunu çekip çıkardı; çıplak kol ve bacaklarınız elektronik bellek dolaplarının altında birbirine dolanıyor.
n’apıyorsun, okur? direnmeyecek misin? kurtulmaya çalışmayacak mısın? ah, katılıyorsun demek… sen de kendini atıyorsun içine… bu kitabın başkişisi kesinlikle sensin, iyi hoş da bu sana romandaki bütün kadınlarla cinsel ilişki kurma hakkını verir mi?”* (s. 227)
“her şeyi yadsımak insanların sandığından daha da az zor bir şey: bütün sorun bir kez başlamakta. gerekli olduğunu düşündüğünüz bir şeyden bir kez vazgeçtiniz mi, bir başka şeyden de, başka pek çok şeyden de vazgeçebileceğinizi anlarsınız. işte böylece burada, dünya denen bu boş yüzeyde yürüyorum.” (s. 257)
Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu | Italo Calvino