Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Kasım 21, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeAntonio GRAMSCİSiyasal Mücadele ve Askeri Savaş | Antonio Gramsci

Siyasal Mücadele ve Askeri Savaş | Antonio Gramsci

Askeri savaşta düşman ordusunun imha ve toprak­larının işgal edilmesiyle stratejik amaca varınca başarı­ya ulaşılır. üstelik şu da belirtilmelidir ki, savaşın sona ermesi için stratejik amaca sadece potansiyel olarak ula­şılması yeterlidir. Yani düşman ordusunun artık savaşa­mayacağının ve zafere ulaşmış ordunun düşmanın top­raklarını işgal «edebileceğinin» şüphe götürmemesi ye­terlidir. Siyasal mücadeleyse çok daha karmaşıktır : bir bakıma koloni savaşları ya da, zafere ulaşmış ordu­nun kazandığı toprakların bütününü ya da bir bölümünü kalıcı bir biçimde zaptettiği, eski fetih savaşlarıyla bir tutulabilir. Bu durumlarda mağlup ordu silahlarından arındırılıp dağıtılır ama mücadele siyasal alanda ve as­keri “hazırlık”, alanında sürer.

Böylelikle Hindistan’ın ingilizlere karşı siyasal mü­cadelesi (bir dereceye kadar Almanya’nın Fransa’ya ya da Macaristan’ın Küçük Antanta karşı mücadelesi) üç savaş biçimini ortaya koymaktadır : yayılma savaşı, mev­zi savaşı ve yeraltı savaşı. Gandhrnin pasif direnişi bazı rnomentlerde yayılma bazı momentlerde yeraltı savaşı biçimine dönüşebilen bir mevzi savaşıdır. Boykot mevzi savaşı, grevler yayılma savaşı, silah ve savaşçı böIüklerin gizlice hazırlarırnasıysa yeraltı savaşıdır. Bir tür koman­do taktiği de(1) söz konusudur ama bu yalnızca büyük bir ihtiyatla kullanılır.

Eğer İngilizler kendi mevcut strate­jik üstünlüklerini (ki bu bir bakıma, iç iletişim hatları­nın kontrol yoluyla manevra ve kendi kuvvetlerini “mün­ferit” en tehlikeli noktaya yoğunIaştırma imkânıyla il­gilidir) kitlesel bastırma —yani, eşzamanlı olarak genelleşen bir savaş sahnesinde kuvvetlerini yayma zorunda bırakma— yoluyla yok edecek baş kaldırma hareketinin hazırlandığına inansalardı, genel hareketi belirlemek ve imha etmek için, Hintli savaşkan ‘kuvvetlerin vaktinden önce ortaya atılmasını kışkırtmak işlerine gelirdi. Aynı şekilde Alman ‘milliyetçi sağ’ının, Fransız bakış açısın­dan zamanında bir müdahaleye imkan verecek biçimde, şüpheli yasadışı askeri örgütünün, vaktinden önce ken­dini göstermesini zorlayacak, maceracı bir hükümet dar­besine karışmış olması Fransa’nın işine gelirdi. İşte bu biçimlerdeki, temelde askeri ve başat olarak siyasal alanda sürdürülen (ama her siyasal mücadelenin daima askeri bir dayanağı söz konusudur) melez mücadelelerde komando birliklerinin kullanımı üzgün bir taktik geliş­tirimi gerektirir ki, savaş deneyimi, bu geliştirinin dü­şüncede oluşturulması için, bir örnek değil de yalnızca bir uyarıcı görevi görür.

Bölgesel fizik – coğrafi özel koşullara, kırsal sınıfların oluşumuna ve hükümetlerin gerçek etkinliklerine de bağlı Balkan komiticaları(2) sorunu ayrıca ele alınmalıdır. Savaş ve örgütlenme tarzı Irlanda toplumsal ya­pısına bağlı bulunan Irlanda çeteleri de(3) aynı konum­dadır. Komitacılar, Irlandalılar ve diğer partizan sava­şı biçimleri, her ne kadar ortak noktalara sahip olduk­ları görülüyorsa da, komando sorunundan ayrı tutulma­lıdır. Bu savaş biçimleri iyi örgütlenmiş çoğunluklara karşı zayıf ama inatçı azınlıklara özgüdür. Çağdaş ko­mandoysa, aksine ,kendisini bireysel katkılarla besleye­cek ve destekleyecek, değişik nedenlerle hareketsiz du­rumda ama potansiyel olarak etkili büyük bir yedek kuv­veti önceden gerektirir.

1917 -18″de komando birlikleriyle bir bütün olarak ordu arasında var olan ilişkiler siyasal yöneticileri ha­talı savaş planları hazırlamaya götürebilirdi ve götürmüştür de. Şunlar unutulmuş bulunuyordu :

1) koman­dolar basit taktik birimleridir ve gerçekte çok etkili ol­mayan ama bütünüyle de hareketsiz olmayan bir ordu gerektirirler; çünkü askeri disiplin ve ruh yeni bir tak­tik düzenlemenin öğütlenebilir olduğu noktaya kadar gevşemişse de, bu [disiplin ve ruhun] varlığı gene bir dereceye —ki işte buna yeni taktik birimler denk düş­mektedir— kadar söz konusudur. Yoksa ‘kaçınılmaz ola­rak bozgun ve kaçışlar gündeme gelecektir.
2) Komando olgusunu askeri kitlenin genel savaşkanlığının bir işa­reti olarak değil .de tersine edilgenliğin ve nisbi moral bozukluğunun bir işareti olarak da almak gerekir. Ama bütün ‘bunlar ileri sürülürken, askeri sanat ile politika arasındaki .karşılaştırmaların büyük bir ihtiyatla yapıl­masına ilişkin, yani düşünceyi harekete geçirici ve sanki tersinin yalan olduğunu ispatlayarak bir düşüncenin doğru olduğunu göstermek gibisinden, basitleştirici öğe­ler biçiminde ortaya çıkabilecek genel ölçütün hep akılda tutulması gerekir. Gerçekten de siyasal saf tutmanın askeri saf tutmayla uzaktan bile karşılaştırılmamasının ötesinde, siyasal milis kuvvetlerinde, hata yapan ya da tam anlamıyla itaatte kusur edenler için ne acımasız ce­zai yaptırım ne de harp divanı söz konusudur.

Siyasal mücadelede, yayılma savaşı, kuşatma ya da mevzi savaşının da ötesinde, başka biçimler vardır. Ger­çek yani modern komando, 1914-18’de görüldüğü biçi­miyle, mevzi savaşıyla ilintilidir. Önceki dönemlerin ya­yılma ve kuşatma savaşlarının da, bir bakıma, koman­doları vardı. Hafif ve ağır .süvari, usta nişancı birlikle­ri,(4) vb., kısacası genelde hareketli kuvvetler bir ölçüye kadar komandoların işlevine sahiptirler; aynı biçimde keşif kolu örgütleme sanatı da çağdaş komandoculuğun filizlerini içermekteydi. Yayılma savaşından çok kuşat­ma savaşı, daha yaygın keşif .kolu ve devriye görevleri ve özellikle seçme elemanlarla beklenmeyen huruç ve saldırılar düzenleme sanatı bakımından, bu filizleri içermekteydi.

Dikkatten kaçırılmaması gereken bir başka öğe şu­dur : siyasal mücadelede egemen sınıfIarın mücadele yön­temlerini taklitçiliğe yeltenilmemelidir, yoksa kolay tu­zaklara düşebilir. Günümüzdeki mücadelelerde bu olay çoğu kez gerçekleşmektedir. Zayıf düşmüş bir Devlet ör­gütü sanki gevşek bir ordu gibidir; sahneye iki görevi olan komandolar, yani özel silahlı örgütler girer: [gö­revleriyse], Devlet yasallık çerçevesinde kalır gibi görünürken, aynı Devleti yeniden örgütlemek ve bunun aracı olarak yasadışılığa başvurmaktır.

Yasadışı özel faali­yetlerin karşısına benzer bir başka faaliyetin çıkarıla­bilineceğine inanmak, yani komandoculuğa başvurarak komandoculukla savaşmak budalaca bir .davranıştır; Dev­letin sonsuza dek hareketsiz kalacağına inanmaktır ki, başka farklı koşullar bir yana, bu hiç söz konusu olmaz. Sınıf özelliği temel bir farklılığı gündeme getirir her­gün belirli saatlerde çalışmak durumunda olan bir sınıf, geniş mali olanaklara sahip ve ‘bütün üyeleri bakımın­dan, belirli bir işe bağlı olmayan bir sınıf gibi, uzman­laşmış ve sürekli saldırı örgütlerine sahip olamaz. Bu profesyonelleşmiş örgütler gündüz olsun gece olsun her vakit ;kesin ve beklenmedik darbeler indirebilir. Demek oluyor ki komando ‘taktiği bazı sınıflar için, başkaları için olduğu kadar öneme sahip değildir. Bazı sınıflar için yayılma ve manevra savaşı bunlara özgü olduğun­dan ötürü, zorunludur ve bu durumsa, siyasal mücadele halinde, komandolara özgü taktiğin yararlı ve belki de vazgeçilmez kullanımını içerebilir. Ne var ki aklı askeri modele takmak budalalara özgüdür : burada da siyaset kendi askeri yanına üstün olmalıdır ve sadece siyasettir ki manevra ve harekat olanağını yaratır.

Tüm belirtilmiş olanlardan ,askeri komando olgu­sunda, siyasal askeri işlevle, çağdaş mevzi savaşına bağ­lı özel kuvvet olarak, teknik işlev arasında bir ayırım yapma gereği ortaya çıkmaktadır. Dünya Savaşı’nda özel bir kuvvet olarak komandolardan bütün ordular yarar­lanmıştır. Komandoların siyasal – askeri işlevindense, si­yasal bakımdan dağınık ve zayıf düşmüş ve dolayısıyla az savaşkan bir ulusal orduyla, bürokratlaşmış ve hiz­mette fosilleşmiş bir genel kurmayın söz konusu olduğu ülkelerde yararlanılmış bulunulmaktadır.[1929 – 30].
Askeri sanatta manevra ve mevzi savaşı kavramla­rıyla siyaset sanatında bunlarla ilintili kavramlar ara­sındaki karşılaştırmalar konusunda, 1919’da (Fransızca’- dan) italyanca’ya C. Alessandri tarafından çevrilen Ro­sa’nın(5) kitapçığı hatırlanmalıdır.

Kitapçıkta, biraz aceleci ve hatta yüzeysel bir bi­çimde, 1905’in tarihsel deneyimleri üzerine teorisyenlik yapılmaktadır. Rosa aslında, o olaylarda kendisinin bir tür “ekonomizmci” ve kendiliğindenci ön yargısından ötü­rü inanmaya eğilim gösterdiğinden daha yaygın ve etkili olan “iradi” ve örgütsel öğeleri göz ardı etmektedir, Gel- gelelim (aynı yazarın başka makaleleri yanısıra) bu ki­tapçık ,siyaset sanatına uygulanmış manevra savaşının teorileştirilmesine ilişkin en anlamlı belgelerden biri­dir. Dolaysız ekonomik öğe (bunalım, vb.), düşman sa­vunmasında bir gedik, [yani] kendi birliklerinin hızla akmasına ve kesin (stratejik) bir başarıya ulaşmasına ya da stratejik düzen :bağlamında hiç olmazsa önemli bir başarı sağlanmasına yetecek derecede bir gedik aça­cak saha topçusuna benzetilerek ele alınmaktadır. Tabii dolaysız ekonomik öğenin etkileri, tarih biliminde, ma­nevra savaşının ağır topçusunun etkilerinden çok daha karmaşıktır. Gerçekten bu öğe ikili bir etkiye sahipmiş gibi kavranmıştır 1) bozguna uğratıp kendine, kuvvet­lerine ve geleceğine güvenini kaybettirip, düşman savun­masında gedik açmak: 2) şimşek hızıyla kendi birlikle­rini örgütlemek, kadrolar yaratmak ya da anında (o vak­te kadar ekonomik süreç tarafından oluşturulmuş bulu­nan) mevcut kadroları, kendi dağınık kuvvetlerini topar­layacak yerlerine getirmek; 3) ulaşılacak amaca ilişkin gerekli ideolojik yoğunlaşmayı şimşek hızıyla oluştur­mak. Bu kavrayış şaşmaz bir ekonomizmci gerekircilik biçimine bürünmüş ve, üstelik daha da abartılmış bir biçimde, etkilerin zaman ve mekan içinde şimşek hızıyla sonuç vereceği  düşünülmüştür. Bu yüzdendir ki bu kavrayış tam anlamıyla tarihsel bir mistisizm, bir tür mucizevi aydınlanma bekleyişi olmaktadır.

General Krasnov’un (doğu sorununun Çarlık lehine ke­sin olarak çözümlenmemesi için Kraliyet Rusya’sının bir zaferini istemeyen) itilâf [Devletlerinin] Rus genel kur mayına, aslında aslında tek mümkün olan manevra savaşıyken, (cephenin Baltık denizinden Karadenize büyük ormanlık ve bataklık bölgelerle yayıldığı düşünülürse, anlamsız) mevzi savaşını zorla kabul ettirdiğini (romanında)(6) ileri sürmesi sadece saçmalıktır. Gerçekte Rus ordusu özel­likle Avusturya bölümünde (ama bu arada doğu Prus­ya’da da) manevra ve göçertme savaşına kalkışmış, ge­çici olsa da pek parlak başarılara ulaşmıştır, Düşman üzerinde hemen ezici bir üstünlük sağlanmadıkça, iste­nen savaş biçiminin seçilemeyeceği bir gerçektir. Çar­pışan kuvvetler hakkındaki genel raporlarca “zorunlu kılınan” mevzi savaşını kabullenmeyen genel kurmayla­rın ısrarlarının ne kadar kayba mal olduğu bilinmekte­dir. Mevzi savaşı, aslında, yalnızca basit tarafından sa­hici siperlerden değil de mevzilenen ordunun ardındaki topraklarda oluşturulan tüm örgütsel ve endüstriyel sis­temden ileri gelir. Bu savaş türü özellikle toplam, ma­kineli tüfeklerin ve tüfeklerin süratli ateşinin, kuvvetle­rin belirli bir noktada yoğunlaştırılmasının ve bir saf yarılmasından ya da geri çekilmeden sonra kaybolan malzemenin yerine yenisini hızla sağlayabilecek ikmal olanaklarının genişliğinin gündeme getirdiği bir türdür.

Bir başka öğeyse silah altındakilerin oluşturduğu büyük kitledir silah altına alınanlar tek tek eş değerli olma­dıklarından aslında sadece kitlesel bir kuvvet olarak gö­rev yapabilirIer. Doğu cephesinde Alman kesimine hücum etmenin başka, Avusturya kesimine saldırmanın başka şey olduğu ve aynı biçimde seçkin Alman birlik­lerince güçlendirilip Almanlarca komuta edilen Avustur­ya ‘kesiminde de saldırgan taktiğin felaketle sonuçlandığı görülmüş ,bulunuyor. I920’deki Polonya savaşında, karşı konulmaz sanılan ilerlemenin Varşova önlerinde General Weygand tarafından Fransız subaylarının emri altındaki hatta durdurulduğunda aynı duruma şahit olunmuştur.(7) Daha önceki manevra savaşına kafalarını taktıkları gibi, şimdilerde akılları, fikirleri mevzi savaşında olan askeri uzmanlar doğaldır ki manevra savaşının [askerlik] bili­minden atılmış olması gerektiği düşüncesini taşımamak­tadırlar. Aksine öne sürdükleri sadece, endüstriyel ve sosyal bakımdan daha ileri ülkeler arasındaki savaşlar­da, manevra savaşının stratejik olmaktan çok taktik iş­leve indirgendiği ve daha önceleri manevra savaşına kar­şı kuşatma savaşı ne konumda ise o konumda ele alın­ması gerektiği olmaktadır.

Hiç olmazsa «sivil toplum»un çok karmaşık ve do­laysız ekonomik öğenin felaket getirecek patlayışlarına (bunalımlar, durgunluklar, Vb.) dirençli bir yapı haline geldiği daha gelişkin Devletler açısından, siyaset sanat ve bitiminde aynı indingenme söz konusu olmalıdır, Si­vil, toplumun üst yapıları çağdaş savaştaki siperler sis­temi gibidir. Tıpkı savaşta şiddetli bir topçu hücumu­nun düşmanın savunma sistemini imha etmiş gibi gö­rünmesine karşın, aksine, sadece dış çevresini yok et­mesi ve hücum edenlerin ilerleme ve saldırı sırasında karşılarında daha etkili bir savunma bulmaları gibi bir durum büyük ekonomik bunalım dönemlerinde siyaset­te olur; saldırgan birlikler bunalım nedeniyle zaman ve mekan içinde bir anda örgütlenemedikleri kadar saldır­gan bir ruhsal duruma ulaşamazlar, benzer bir biçimde, kendilerine ,saldırılanlar moral güçlerinden birşey kay­betmeyip, yıkıntılar arasında bile ne savunma hatlarını terk ederler ne de kendi güç ve geleceklerine olan güvenlerinden bir şey kaybederler. Tabii [çevredeki] nes­neler oldukları gibi kalmazlar ama eksik kalmayan, si­yasal Cadornizm’in(8) stratejicilerinin bekleyebilecekleri gi­bi, sürat öğesi, hızlandırılmış zaman ve kesin ilerlemedir.

Siyaset tarihinde bu türden son olay 1917’de olan­lardır. Bunlar siyaset sanat ve biliminin tarihinde .kesin bir dönüş noktasını simgeler. Bu durumda sorun, mevzi savaşındaki savunma sistemlerine denk düşen sivil top­lum öğelerinin hangileri olduğunu «derinlemesine» in­celeme. sorunudur. Bile isteye «derinlemesine» denmek­tedir, çünkü öğeler incelenmiştir ama tıpkı gelenek ve görenek tarihçilerinin kadın modasının acayipliklerini inceledikieri gibi ya da «ussalcı» yeni bazı olguların, sanki halkın boş inançlarıymış gibi (kaldı ki bunlarda açık­landıklarında ortadan kalkmazlar), «gerçekçi bir biçim­de» açıklandıklannda ortadan kalkacaklarına kanaat ge­tirilmesi gibi yüzeysel ve bayağı bir biçimde! [1933 – 34 1. yazım 1930 -32 ]

Bronstein(9) anılarında kendisine, kendi teorisinin , manevra savaşının siyasal yansıması (Kazakla­rın generali Krasnov düşüncesi hatırlanmalı), son çö­zümlemede ulusal yaşamın ‘kadrolarının çekirdek halin­de ve gevşek olduğu ve «siper ya da istihkam» olma yeteneğine sahip olmadığı bir ülkenin genel-ekonomik – kültürel -toplumsal koşullarının bir yansıması olup ol­madığına bakılmalıdır. Bu konuda, bir «batıcı» gibi gö­rünen, Bronstein’in aslında kozmopolit, yani yüzeysel bir biçimde ulusal ve gene aynı biçimde batıcı ya da Avru­palı olduğu söylenebilir. Oysa İlyiç(10) esaslı bir biçimde ulusal ve gene aynı biçimde Avrupalıydı.

Bronstein anılarında kendisine, kendi teorisinin doğ­ruluğunun onbeş yıl sonra ortaya çıktığını söylendiğini hatırlar ve nükteye bir başka nükteyle cevap verir. Gerçekteyse teorisi, içinde bulunduğu ,biçimiyle, ne on­beş yıl önce ne de onbeş yıl sonra geçerlidir;., tıpkı Guicciardianin sözünü ettiği dediğim dedikçiler gibi doğruluğu az ya ,da çok bir öngörüde bulunmuştur, yani en genelinden pratik öngörüsünde haklı çıkmıştır. Bu, dört yaşında bir kız çocuğunun anne olacağı ,kahanetinde bulunup, yirmi yaşında anne olduğunda «ben bunu ön­ceden bilmiştim» demesine-benzer; ama ‘burada, kız çocu­ğunun dört yaşındayken ırzına geçildiğinde anne olabileceğine olan kesin inancının da görmezlikten gelindiği hatıra getirilmemektedir.

Sanıyorum ki ilyiç 1917’de Do­ğu’da(11) başarılı bir biçimde uygulanan yayılma savaşın­dan mevzi savaşına geçişin gerekliliğini kavramıştır. Kaldı ki mevzi savaşı, Krasnov’un belirttiği gibi, ordu­ların kısa bir sürede sonsuz nicelikte savaş gereçleri bi­riktirebildiği, toplumsal kadroların kendiliğinden çok iyi donatılmış siperler haline gelmeye yetenekli Batı’da mümkün olan tek savaş biçimidir. Sanıyorum ki bu, itilâf Devletlerinin tek başına Foch’un komutasında tek bir cephe oluşturmaları anlayışına denk düşen «tek cephe» formülü anlamına gelmektedir.

Ne var ki, temel görev ulusaIken, alanın keşfini, sivil toplumun, vb. öğelerince simgelenen, siper ve istihkam öğelerinin belirlenmesini gerektirirken, her ne kadar sa­dece teorik olarak geliştirebileceği hesaba katılsa da, ilyiç’in kendi formülünü geliştirmeye vakti yoktu, Do­ğu’da Devlet herşeydi, sivil toplumun başlangıç dönem­lerinde saydam ve şekilsizdi; Batı’daysa Devletle sivil toplum arasında doğru bir ilişki vardı ve Devletin tö­kezlemesinde sivil toplumun sağlam yapısı hemen gö­rülüyordu. Devlet sadece ileri bir siperdi, bunun ardın­da güçlü bir istihkam ve tabya zinciri bulunuyordu. İs­tihkâm ve tabyaların sayısı, tabii, Devletten Devlete de­ğişebilirdi ama asıl bu farklılık tek tek ülkeler hakkın­da dikkatli bir araştırma ve incelemeyi zorunlu kılmak­taydı.

Bronstein’in teorisi, bazı Fransız sendikacıların ge­nel greve ilişkin teorisi ve Alessandri tarafından çevri­len kitapçıktaki Rosa’nın teorisiyle karşılaştırılabilir. Aslında Rosa’nın kitapçığıyla teoriIeri, «Vie Ouvriere» (işçi Yaşamı)’deki (fasiküller biçimindeki ilk seri) Rosmer’in(12) Almanya üzerine bazı makalelerinde görüldüğü gibi, Fransız sendikacılarını etkilemiştir. [Fransız sendi­kacılarının] teorisi bir bölümüyle kendiliğindenlik teo­risiyIe de ilintilidir [1930 -32]

Modern Prens | Siyasal Mücadele ve Askeri Savaş – Antonio Gramsci

Dipnotlar:

(1) .Arditismo». I. Dünya Savaşı sırasında ardito (cesur) lar, Italyan ordusundaki gönüllü komando birlikleriydi. Bu terim (yani arditi) şair d’Anunzio tarafından kendi milli­yetçi lejyonları için kullanılmıştır. Aynı terim 1921 yazında faşist çetelere mücadele etmek üzere oluşturulan «ardili del popolo» (halkın cesurları) için de kullanılmıştı. Bu son hareket soldaki partilerin Içinden doğmuştur; yerel önder­Ieri ve üyelerinin çoğunluğu komünist ya da sosyaIisttir. O sıralarda faşistlerle bir «uzlaşma paktı» imzalayan Ital­yan Sosyalist Partisi bu örgiitlennaeyi ınahküm etmiştir; adı geçen parti direnmeci olmayan bir siyasetten yanaydı. Italyan Komünist Partisi de aynı hareketi mahkünı etmişti, ama hizipçi nedenlerle. gerçekten bu parti kendi saf komü­nist üyelerince oluşturulacak savunma birliklerini meyda­na getirmek istiyordu. Gramsci, Italyan Komünist Partisi­nin bu hareketi resmen mahküm etmesinden önce, hareketi olumlu karşılamakta ve bu yönde yazılar yazınaktayken, daha sonraları, Italyan Sosyalist Partisinin tavrını eleşti­rerek, üstü kapalı da olsa, aynı hareketi iyi karşıladığını belli etmekten geri kalmamıştır. Ne var ki daha sonraları işçi sınıfı ‹,ardita»lannın faşist çetelere karşı koyannya­cağun hissetmiştir, çünkü faşist çeteler Devletin desteği ve anlayışına ulaşmış bulunuyordu. Bu durumda, Grarnser­ye göre tek çıkar yol gönüllü faşistlere kitlesel biçimde karşı çıkma ohnaktaydı.

(2) Xlx. yüzyılın son döneminde, şimdi Arnavutluk, Kuzey Yunanistan, Güney Yugoslavya ve Güney Bulgaristan’a denk düşen bölge Osmanlıların egemenliğindeydi, Bu bölgeye ay­nı zamanda, şimdi Yugoslavya, Yunanistan ve bir ölçüde Bulgaristaıdca bölünmüş bulunan, Makedonya da elden­melidir. 1.93de Sofya’da Makedonyalı devrinıciler Dekev ve Gruev tarafından bir devriınci Makedonya komitesi ku­rulmuş ve bu komite marifetiyle Osmanlı toprağına çeteler, «komitacılar» sevk edilmeye başlanmıştır. Bu ko­mitacıların, Genç Türklerce şiddetle karşı çıkılan, amacı Ma­kedonya’nın hiç olmazsa bir ölçüye kadar özerkliğiydi. Da­ha sonraki yıllarda çevredeki ülkeler —Bulgaristan, Sırbis­tan ve Yunanistan—, daha önce Ulahların yaptığı gibi, bölgede kendi çıkarlarını korumak için kendi birliklerini. (çete) kurmuşlardır. Bu çeteler bir yandan Osmanlılara karşı çarpışken öte yandan da birbirleriyle mücadele içindeydiler.

(3) Muhtemelen Fenn çetelerine göndermede bulunulmaktadır”.Bunlar 1867 yılında Ingiliz yönetimine, başarısızlıkla sonuçlansa da, baş kaldırmışlar ve XIX. yüzyılın daha sonraki yılları da münferit ve dağınık faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

(4) Bersaglieri, 1936’da Lamarnora tarafından oluşturulan Italyan ordusunun seçkin birlikleri,
(5) Rosa Luxernburg, La sciopero generale — il parrito e i sinclacati, (Genel Grev — Parti ve Sendikalar), Sociefa Edittice «Avanti!», Milano, 1919.
(6) P. N, Krasnok, Dairaquila impeHaie atla &andiera rossa (Ktraliyet Kartartndam KIM Bayrağa), Salani, Firenze,e 1928,
(7) Pilsudski’nin Sovyetler Birliği’ni işgalinin ardından karşı saldırısında Tuchachevskyenin komutasındaki Kızıl Ordu 1920 Ağustosunda Varşova kapılarında durduruhnuştur. Bu yenilginin ardından, yerel halkın desteği olmadan «dev­rimi ihraç» girişimi tartışma konusu olmuştur. Ama yenil­ginin özgü’ sorumlululdarı da tartışıldığından Stalin’in des­teklediği, Budyenny ile Bgorov genel komutan Kamenevein emrine uymayarak, Varşova önünde Tuchachevskyle birleş­mek yerine, Lvov üzerine yiiriimüşlerdir.
(8) Bkz. yukarda «Siyasetin öğeleri» Bişurrıa 2, dipnot
(9) Lev Davidovitch Bronstein, Troçki’nin asıl adıdır. Sürek­li devrim kuramından söz edilmektedir.
(10) Vladimir İlyiç Lenin.
(11) Rusya’da.
(12) Alfred Rosmer I. Dünya Savaşı sırasında devrimei sen­djkalisttir ve Pierra Monatte ile birlikte La Vie Ouvrier2 (işçi YaşatnO’in editörlüğünü yapmıştır. Her ikisi Fransız Komünist Partisinin ilk önderleri arasındadırIar. Rosrner 1923 -24 arasında litynanit ( Insanlık) ’11 in editörlüğünü yap­mıştır. Rus Partisinde Ortak Muhalefeti desteklediğinden 1926 yılında Partisinden atılmıştır

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments