Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaÖyküÇeviri ÖykülerYuva | Hayvan Öyküleri - Franz Kafka

Yuva | Hayvan Öyküleri – Franz Kafka

Yuvamın inşaatını tamamladım, sanırım güzel de oldu. Dışarıdan bakıldığında sadece büyük bir delik görünüyor ama aslında bu deliğin bir yere vardığı yok, birkaç adımda kayalarda son buluyor. Bu aldatmacayı bilinçle yaptım diye övünmek istemem, daha önceki pek çok başarısız yapı denemelerimden miras bu, bu deliği kapamadan bırakmak bana çok yararlı gibi geldi. Kimi aldatmacaların yapılırken kapıldıkları aşırı incelik yüzünden kendi başlarına bela açtıkları doğrudur, herkesten çok farkındayım bunun. Diğer yandan, bu delikle buralarda araştırılması gereken bir şeylerin varlığını ilan etmem de fazla cesurca bir davranış. Nedir, korkak olduğumu, bu yuvayı korkaklığımdan dolayı inşa ettiğimi sananlar beni hiç tanımamışlar demektir. Bu delikten yaklaşık bin adım ötede, istendiğinde kaldırılabilecek bir yosun parçasıyla örtülü durumda, yuvanın gerçek kapısı var; yerin üstünde bir şey ne kadar güvenli olabilirse o kadar güvenlikte. Birinin yosunlar üzerine basabileceği ya da tökezlenip yosunların içine düşebileceği doğru, ancak bunun için sık rastlanmayan kimi hünerlerin de gerektiği unutulmasın, bu durumda yuvam açığa çıkıp isteyen içeriye girebilir, içeridekileri bir daha kullanılamayacak biçimde parçalayabilir. Bunu farkındayım elbette, yaşamımın en verimli dönemini yaşadığım şu günlerde bir saat bile rahatla tanışamayışım bu yüzden; canım o karanlık yosunların altına gizlenmiş deliğin elinde, düşlerimde sık sık bu deliğe yanaşmış açgözlü bir ağzın çevreyi hiç durmadan kokladığını görüyorum. Bu deliği de gerçekten kapatabileceğimi söyleyebilirsiniz bana, üzerini ince bir toprak tabakasıyla örtebilirim, aşağıları gevşek toprakla tıkayabilirim, beni her seferinde toprakla uğraşarak dışarı çıkmak zorunda bırakmayacak bir düzen kurabilirim. Fakat bunu gerçekleştirmek olanaksız, önlemler almak zorunluluğu benim her istediğim an hemen dışarı çıkabilme olanağını elimde tutmamı gerektiriyor, önlemler almak zorunluluğu denen şey, çoğu zaman yaşamın tehlikeye atılmasını da gerektiriyor. Kılı kırk yaran hesaplamalar ve zekâ dolu bir kafanın kendi kendisiyle övünmesi nedeniyle, tüm bunları bir sonuca ulaştırmak mümkün olmayabiliyor. Hemen dışarı çıkabilme olanağını elimden bırakmamam gerek, çünkü tetikte beklememe karşın hiç beklemediğim bir yandan saldırıya uğrayamaz mıyım? Yuvamın ortasında huzur içinde yaşarken düşmanım bir yerden yavaş ve sessizce toprağı kazarak yaklaşabilir. Onun sezgileri benimkilerden güçlü olmayabilir, ben nasıl ondan habersizsem o da benden habersiz olabilir. Fakat toprağı kör gibi oyarak ilerleyen açgözlü serseriler vardır, yuvamın devasa boyutları içindeki bir dehlizime bir noktada rastlayıverirler. Kendi yuvamda olmak, her yöne ilerleyen yolların hepsini avucumun içi gibi bilmek gibi bir üstünlüğe sahip olduğum doğru, bu serserinin kurbanım olması işten bile değil, üstelik çok tatlı bir kurban! Ama giderek yaşlanmaktayım, benden daha güçlü olanlar çoğaldı, düşmanlarımsa sonsuz, bir bakarsın, birinden kaçayım derken bir başkasının kucağına düşüvermişim. Ah, aklıma neler geliyor! Bir yerlerde çabucak varabileceğim bir çıkış kapısı bulunmasının güvencesiyle yaşamak gerek, dışarı çıkmam gerektiğinde beni hiç zorlamayacak bir kapı, demem o ki, ben yumuşak toprak içinde umutsuzca dışarı çıkacak bir delik açmaya çabalarken, Tanrı korusun, ardımdan sessizce gelen düşmanımın dişlerini gerimde duymayayım. Yetmezmiş gibi, düşmanlarım sadece toprağın üzerinde değil, yerin altında da düşmanlarım var. Onları henüz görebilmiş değilim ama tüm söylenceler onlardan söz ediyor, ben de varlıklarına tüm kalbimle inanıyorum. Toprağın içinde yaşayan yaratıklar, söylenceler bile onların tam bir tarifini vermiyor. Kurbanları bile onları tam olarak görememişlerdir, birden ortaya çıkıverirler, hemen altınızdaki, sizin eviniz olan toprağı pençeleriyle oyduklarını işitirsiniz, o anda yaşamla vedalaşıyorsunuz demektir. “Kendi evimdeyim” iddiası bu nedenle pek doğru değildir, “onların evindeyim” demek daha doğrudur. Şu çıkış deliği bile beni onların elinden kurtaramaz. Belki beni kurtarmak geri dursun, yok olmama neden olacak bir şeydir ama yine de bir umuttur işte, bu umut olmadan da yaşanmaz ki. Bu büyük yol dışında, beni dışarıya bağlayan dar, görece tehlikesiz diğer yollar soluyacağım temiz havayı bana ulaştırıyor. Bunlar orman farelerinin açtığı yollar, inşaat sırasında onları da yuvamın içine almayı başardım. Bu yolların bir yararı daha var, çok uzaklara dek kokuları izlememi sağlıyorlar, bu yolla savunmamı güçlendiriyorlar. Dahası var, binlerce küçük yaratık bu yolları izleyerek bana dek geliyorlar, bunlardan yemek gereksinimimi sağlıyor, yuvamdan hiç çıkmadan yaşamamı sürdürecek kadar avlanabiliyorum, bu da az şey değildir sanırım.

Yuvamın en güzel yanı, sessizliği. Aldatıcı bir sessizlik olduğunu kabul ediyorum, bu sessizlik birden bozulabilir, her şey sona erer ama o an şimdilik uzakta. Saatler boyunca yuvamın dehlizlerinde sessiz dolaşıyorum, bazen dişlerimin arasında sesine hemen son verdiğim küçük bir hayvanın çıtırtısını ya da bir yerlerde onarım gerektiğini haber veren toprağın patırdayarak dökülüşünü işitiyorum, başka ses yok, ortalık hep sessiz. Orman havası dehlizlerden içeri esiyor, hem sıcak hem serin oluyor dehlizler. Kimi zaman sere serpe yere uzanıyor, zevkle yerde yuvarlanıyorum. Kapıya dayanan yaşlılık günlerimde bu yuvada yaşamak, güz geldiğinde başını sokabilecek bir deliğin bulunması ne güzel! Her yüz metrede bir dehlizleri genişletip küçük, daire biçimde alanlar inşa ettim; buralarda rahatça yatabiliyor, kendi sıcaklığımla ısınıp dinlenebiliyorum. Gönül huzuruyla, isteklerim doyurulmuş, içimde yaşattığım amaca kavuşmuş, yani bir yuvaya sahip olmuş durumda, tatlı bir uyku çekiyorum. Belki eski günlerin alışkanlığı, belki bu yuvadaki tehlikelerin de beni uyandırabilecek denli büyük olmasından, düzenli aralıklarla bir korku geliyor içime, sıçrayarak uyanıyorum, çevreme kulak kabartıyorum, gece gündüz yuvamda hüküm süren sessizliğin derinliklerini dinlemeye çalışıyorum. Ancak sonra yatışıp gülümsüyorum, gevşeyerek az öncekinden de derin bir uykuya dalıyorum. Yollarda, ormanlardaki gezgin soydaşlarım, bir yaprak kümesi altına sinmiş, belki bir soydaşlar kümesi halinde toplaşmış, yerin göğün tüm musibetleri çevrelerini kuşatmış! Ama ben, burada her yandan güvenlik içinde yatıyorum, yuvamdaki elliden çok alandan birini seçip uyuklamalar ve deliksiz uykularla günümü gün ediyorum.

Yuvamın merkezine biraz uzakta, en kötü tehlikede, yani kovalanmada değil de bir kuşatmada yararlanılmak üzere düşünülmüş ana alan var. Yuvamdaki hemen her şey bedensel değil zekâ ile çalışmanın sonucuyken, bu kale alanı tüm organlarımın zorlu çabası sonucu inşa edildi. Birkaç kez yorgunluktan umutsuzluğa kapılıp her şeyi bırakmaya karar verdim, sırtüstü yatıp yuvaya lanet ettim, sürünerek dışarı çıkıp yuvayı terk etmeye kalktım. Neden olmasın, bir daha yuvaya dönmek bile istemiyordum. Fakat saatler, günler geçince aradan pişman oldum, geri döndüm, yuvanın el değmemiş beklediğini görünce sevinçle bir şarkı tutturdum, kıvançla yeniden işe sarıldım. Planıma göre alanın bulunacağı yerde toprak yumuşak ve kumluydu, bu nedenle çalışmam boşa güçlük taşıyordu; boşa diyorum, çünkü bu zorlu çalışmanın yuvanın bütününe hiç yararı yoktu. Kubbeli, yuvarlak alanın açılabilmesi için, toprağın sertleşinceye dek dövülmesi gerekiyordu. Ama bu iş için elimdeki tek alet alnımdı, gece gündüz demeden, geri çekilip hız aldım, koşarak gelip toprağa kafa attım, toprağa vurmaktan alnım kanadığında, ancak o zaman mutlu hissediyordum kendimi, çünkü bu kan duvarın sertleştiğinin kanıtıydı. Herkes bunu kabul edecektir, kale alanını sonuna kadar hak ettim.

Bu alana yiyeceklerimi depoluyorum, yuva içinde avladıklarımdan yiyeceklerimi yeyip arta kalanları ve yuva dışında avladıklarımı biriktiriyorum burada. Alan öylesine büyük ki, altı aylık yiyecek bile burayı dolduramaz. Bu nedenle yiyecekleri rahatlıkla ortalığa dağıtabiliyor, aralarında dolaşıp canımın çektiğiyle oynayabiliyor, miktarları ve kokularıyla zevkleniyor, yuvamdaki tüm yiyecekleri bir arada görebiliyorum. Ayrıca her istediğimde yığdığım yiyeceklerin sırasını değiştirebiliyor, mevsimin gerektirdiği düzenleri yapabiliyor ve yeni avlanma tasarıları kurabiliyorum. Öyle günler var ki, yiyeceğimin bolluğundan, içime sinen doymuşluk duygusundan dolayı sağa sola kaçan küçük hayvanlara saldırmıyorum; elbette öngörebileceğiniz nedenlerden dolayı bu yaptığım sakınımsız bir davranış. Hemen her zaman savunma hazırlıklarıyla uğraşmam yuvanın bu konudaki kullanımıyla ilgili görüş değişikliklerine kapılmama yol açıyor, küçük çapta değişiklikler yapabiliyorum. Örneğin, savunmamın temeline kale alanımı almak sakıncalı gözüküyor. Çünkü yuvamdaki olasılıkların bolluğu bana değişik olanaklar sağlıyor, bu yüzden yiyeceklerimi diğer küçük alanlara dağıtmayı güvenceyi arttırıcı bir davranış sayabiliyorum. Böylece harekete geçiyorum, örneğin sırada gelen üçüncü alanlara yedek yiyecek yığıyorum ya da sırada gelen dördüncü alanları ana alan ve sırada gelen ikinci alanları tali alan olarak tasarlıyorum, buna benzer yeni düzenlemelere gidiyorum. Bunu yapmazsam, kimi alanları yiyecekten yoksun bırakıp şaşırtmacalar veriyorum ya da sıra gözetmeden alan seçip çıkış deliğine göre az sayıda alanı belirliyorum. Bu türden her yeni tasarım bana büyük bedensel çalışma zorluğunun çıkması demek; zorunluluk sonucu başka yollar deniyorum, yiyecek yüklerini oradan oraya taşıyorum. Bu işleri aceleye getirmeden, serinkanlılıkla yapabileceğim doğru, leziz yiyecekleri ağzımda taşımak, istediğim yerde dinlenmek, canım çektiğinde taşıdığım yiyeceklerin tadına bakmak keyifli işler kuşkusuz. Tek kötü olan, kimi zaman uykudan korkuyla uyandığımda yiyeceklerin alanlara dağıtımını tamamen yanlış, büyük dertlere yol açabilecek, uykusuzluk ve yorgunluk dinlemeden bir an önce düzeltilmesi gereken bir hata gibi görmem. O anda koşuyor, hatta kanatlanıp uçuyor, düşünerek çalışmaya zaman bulamıyorum; yeni bir tasarıyı yaşama geçirmek için rastgele tutuyor, sürükleyerek taşıyor, yorgunluktan inliyor, tökezliyorum. Son derece tehlikeli görünen böylesi durumlarda, her nasıl olursa olsun bir değişikliğe razı oluyorum. Ancak yavaşça uyandığımda serinkanlılığa yeniden kavuşuyorum, o anda gereksiz telaşıma şaşıp kalıyorum. Yuvamın kendi kendime bozduğum huzurunu yeniden içime çekiyorum, yattığım yere dönüyorum, yeni yorgunluğumla hemen uyuyakalıyorum; uyandığımda artık bir düş gibi gelen gece çalışmasının tartışmasız kanıtları olarak, küçük bir farenin hâlâ ağzımda durduğunu fark ediyorum. Yine kimi zamanlar, tüm yiyeceklerin bir araya toplanması bana en doğru yöntem olarak gözüküyor. Küçük alanlara dağıttığım yiyeceklerin işe yaramayacağını düşünüyorum. Üstelik buralara ne kadar yiyecek depolanabilir? Depolanan miktar ne kadar olursa olsun yolu tıkar, kendimi savunmam gereken bir gün gelir, koşmam gerektiğinde bu yiyecekler ayağıma takılırlar. Birçok akılsızca işe karşın doğruluğundan kuşkum yok ki, yiyeceklerin tümünü bir araya toplayıp görmediğinizde, özgüveniniz hemen sarsılıveriyor. Zaten yiyecekleri bölüp dağıtmada başkaca sorunlar da yok mu? Her an dehlizlerde koşarak yiyeceklerimin yerlerinde durduğunu denetleyemem. Yiyeceklerin bölünmesi konusundaki temel düşünceye yanlış denemez ama kale alanım gibi birden çok alan varsa. Birden çok kale alanı. Evet, gerekli!

Fakat buna kimin gücü yeter? Bu alanları yuvamın içine, hem de yuvanın inşası tamamen bittikten sonra yerleştirmek mümkün mü? Saklamak gereksiz, yuva inşaatımın temel yanlışı bu, bir şeyden elde bir tane varsa, orada zaten büyük bir yanlışlık oluşmuş demektir. Yuvamın inşası sırasında birden çok kale alanı yapmak bilincimde belirsiz de olsa, itiraf etmeliyim ki aslında epeyce açık seçik biçimde yaşadığını söyleyebilirim; fakat bunu bilerek yapmadım, bu devasa tasarı için kendimi yeterince güçlü bulmadım, giderek bu işi kafamda tasarlama gücünü bile bulamadım; genel olarak yetersiz bulunabilecek bir şeyin benim için bir lütuf sayılabileceğini, balyoz görevi gören alnımın korunmasının benim için ileride daha olumlu sonuçlar doğurabileceğini kendi kendime söyleyerek avundum. Sonuç olarak tek bir kale alanım var ama tek kale alanının yetersiz kalacağına dair hislerimi sildim artık. Ne olursa olsun, bu tek kale alanıyla yetinmeliyim. Küçük alanlar kale alanının yerini tutamaz ki! Bu görüşü yeterince olgunlaştırdıktan sonra, küçük alanlardaki yiyeceklerin tümünü kale alanına geri taşıyorum. Bütün alanlar ve dehlizleri serbest olarak tutmak, yiyeceklerin kale alanında istiflendiğini görmek, her biri tek başına beni büyüleyen ve çok uzaklardan bile ayırt edilebilen koku karışımının en uzaktaki dehlizlere dek yayıldığını hissetmek beni bir süre mutlu ediyor. Bu günler huzurla dolu olarak geçiyor, yattığım yerleri dış bölgelerden merkeze doğru kaydırıyorum, her an kokulara daha çok yaklaşıyorum; dayanma gücümün kalmadığı anlarda, bir gece kale alanına dalıyorum, yiyeceklere saldırıyorum, en sevdiğim çeşitlerle esriyene dek kendime bir ziyafet çekiyorum. Mutlu ama tehlikeli anlar bunlar, bu fırsatı kullanacak biri hiçbir kendisi tehlikeye bile girmeden beni haklayıverir. Bu durumda ikinci, hatta üçüncü kale alanının yokluğu büyük bir tehlike olarak belli ediyor kendini, bu büyük ve sessiz yiyecek kümesi beni baştan çıkarıyor. Bu nedenle değişik yöntemlerle savunma oluşturmaya çalışıyorum; yiyeceklerin küçük alanlara dağıtılması da bu savunma yöntemlerinden biri işte, bu yöntem de, çaresiz, diğer yöntemler gibi yiyeceklere karşı açgözlülüğümü arttırıyor, açgözlülüğün sonu da mantığın susması ve savunma tasarılarımda bencil isteklerimin egemenliğini göstermesi.

Bunlardan sonra genellikle yuvayı yeniden gözden geçiriyorum, gerekli tadilatı yapıp kısa süre için de olsa dışarı çıkıyorum. Böyle zamanlarda, kısa süre için bile olsa yuvadan ayrı kalmak bana büyük bir ceza olarak geliyor, yine de kısa bir gezinti zorunluluğuna ikna oluyorum. Kapıya yaklaştığım anlarda, içimde yüce duygular uyanıyor. Yuvamda yaşadığım zamanlar kapının yanına bile yaklaşmıyorum, hatta kapıya giden dehlizlere girmekten bile kaçınıyorum. Üstelik kapı çevresinde dolaşmak kolay değil, çünkü bu bölgede birbirlerinin içine giren dolambaç dehlizler inşa ettim, yuvamın inşaatına bu bölgeden başlamıştım, o günlerde yuvamı kafamdaki tasarıya uygun biçimde tamamlamaya ömrümün yeteceğini sanmıyordum, bu bölgenin inşasına oyun gibi başlamıştım; bu yüzden, bu bölgedeki çalışma aşkım kendisini bir dolambaç olarak dışavurdu. Dolambaç o günlerde tüm yapıların şahı gibi görünüyordu bana, bugünse dolambaca yuvanın geri kalanıyla uyumsuz, fazla süslü bir yapı olarak bakıyorum. Kuramsal olarak mükemmel bir yapı elbette, o günlerde görünmez düşmanlarıma seslenerek işte yuvamın girişi demiştim, hepsinin bu çıkmaz dehlizlerde ölüp gittiklerini görür gibiydim ama gerçekte, dolambacım gerçek bir saldırıya ya da ölümüne savaşan bir düşmana karşı dayanması olanaksız, incecik bir oyuncaktan başkası değil. Pekiyi, yuvamın bu bölümünü yeniden mi inşa edeyim? Bu kararı her gün erteliyorum, sanırım, bu bölüm olduğu gibi kalacak. Bu işe girişmem büyük sorunlar yaratacak, ayrıca çok da sakıncalı olacak. Yuvayı inşa etmeye başladığımda rahatça çalışabiliyordum, tehlike diğer yerdekilerden fazla değildi ama bugün bu işe başlamam yuva üzerine tüm dünyanın dikkatini çekecektir, bu yüzden şimdi bu iş yapılamaz. Buna nerdeyse seviniyorum, çünkü bu ilk eserime karşı bir hassasiyetim var. Üstelik, gerçek bir saldırıya karşı beni koruyabilecek bir kapı var mı? Kapılar aldatabilir, saldırganın dikkatini dağıtabilir, sıkıntıya sokabilir, gerektiğinde bunları benim kapım da yapabilir. Nedir, gerçekten büyük bir saldırıya karşı yuvamdaki bütün olanakları kullanarak, tüm bedensel ve ruhsal güçlerimi toplayarak direnmek zorundayım, bu da doğal bir şey; öyleyse kapının şimdiki yapısını değiştirmek de gerekli değil. Yuvamın doğal koşullardan kaynaklanan zayıflıkları o denli çok ki, benim çalışmamın eseri olan ve sonradan oluşan bu hata da gözardı edilebilir. Kuşkusuz bunu söylerken, kapıdaki hatanın beni sürekli rahatsız etmediğini kastetmiyorum. Sıradan gezilerimde yuvamın bu bölümüne yaklaşmaktan kaçınıyorsam, burada gördüklerim hoşuma gitmiyorsa, buradaki hatayı bilincime karşın görmezden gelmeyi başaramadığım içindir. Yuvanın yukarısında, kapıdaki hata ne denli büyük olursa olsun, görüntüsünden kendimi sakınabilirim. Kapıya doğru hareketlendiğim anda, yoldaki birçok dehliz ve alanın varlığına karşın, sanki bir tehlikeye ilerliyormuşum duygusuna kapılıyorum. Postum giderek incelecekmiş, kısa sürede çıplak etimle kalacakmışım, tam bu anda düşmanlarım uluyarak bana merhaba diyeceklermiş sanıyorum. Bu duyguları yaratan yuvanın çıkış noktasının ta kendisi, diğer deyişle yuvanın koruyuculuğunun sona erdiği nokta, başka bir bakışla, bu kapının inşası benim dertlerimden birisi. Gördüğüm düşlerde bu kapıyı yeniden inşa ediyorum, en baştan başlıyorum, acil ve büyük çalışmayla kimse farkına varmadan kapıyı tamamlıyorum, artık kimsenin buradan geçemez diyorum. Bu düşe neden olan uyku en tatlısı, uyandığımda sevinç ve feraha kavuşma nedeniyle bıyıklarıma dek sızmış gözyaşlarımı fark ediyorum.

Ben dışarı çıkmak istediğimde de bu dolambaç işkencesine katlanmam gerekiyor, kimi zaman kendi yuvamda yolumu şaşırmam, kendisine dair bir düşüncem olsa da yuvamın bana yeni düşünceler esinlemek için çabasını sürdürmesi canımı sıksa da, beri yandan duygulandırıyor beni. Bir süre hiç hareket etmediğim için elimi bile sürmediğim yosun örtünün dışındaki orman zeminiyle birleşiyorum birden. Sadece başımı bile kımıldattığımda, yabancı bir kucaktayım demektir. Bu küçük harekete kalkışmam bile uzun süre alıyor, girişteki dolambaçla yeniden uğraşmak zorunluluğu olmasa, kuşkum yok, hiç çabalamaz, vazgeçip geri dönerdim. Nasıl mı? Yuva tehlikeden uzakta, kendi kendine yeten bir bütünlük. Huzurlu, sıcak, aç kalma tehliken yok; birçok dehliz ve alanın tek hükümranısın, bunlardan vazgeçmek gibi bir niyetin yok ama belki de tehlikeye atmak gibi bir niyetin var; bunların tümünü yeniden elde edeceğine de güveniyorsun ama yine de tehlikeli, hem de çok tehlikeli bir oyun değil mi bu? Bunun için akıl sınırları içinde sayılabilecek nedenlere de mi sahipsin? Hayır, bu nedenlerin hiçbiri akla uymaz. Ne var ki, bu düşünceler içinde kapıyı kaldırıyorum, sakınarak dışarı kayıyorum, bu kalleş yerden hızla uzaklaşıyorum.

Fakat boşlukta kalmış değilim, dehlizlerde eğilerek koşturmak bitti, ormanda özgürce hareket ediyorum artık. Yuvamda, şimdikinden on kat büyük olsa da kale alanında duyamayacağım yeni güçlerimin farkına varıyorum. Dahası var, dışarısı yiyecek açısından daha zengin, avlanmak biraz daha güç ve başarı şansı daha az da olsa, sonuçlar yuvadakinden daha verimli; bunları inkâr ettiğim yok, tersine yararlanıyorum tüm bunlardan, hatta keyifleniyorum da; en azından başkaları gibi, belki onlardan bile fazla; çünkü serseriler gibi zevkten ya da umutsuzca bir çabayla avlanmıyorum, bir amacım var ve avlanırken serinkanlı davranıyorum. Üstelik, ben özgür bir yaşam içinde yaratılmış, bu yaşam içinde biçimlenmiş değilim; zamanımın sonsuz olmadığını, burada kısa bir süre avlanabileceğimi, istediğim zaman ya da buradan sıkıldığımda birinin yanına çağrısı gibi bir sesiz bana ulaşacağını, bu çağrıya uymadan edemeyeceğimi biliyorum. Bu yüzden burada yaşadıklarımın tadını çıkarabilir, kaygı tasa bilmeden yaşayabilirim, doğrusu yaşayabilirdim ama yaşayamıyorum. Yuva yine uğraştırıyor beni, girişten ayrıldıktan az sonra geri dönüyorum. Gizlenecek uygun bir yer arıyorum, yuvanın girişini bu kez dışarıdan günler ve geceler boyunca gözetliyorum. Buna aptallık deseniz de, yaptığım iş zevk veriyor ve beni rahatlatıyor. O kadar ki, uyuduğumda yuvamın değil kendi önümdeyim, hem deliksiz uyumak hem de kendi kendime nöbetçilik etmek keyfini sürüyorum. Gece hortlaklarını uykunun saf çaresizliği içinde değil, aynı zamanda uyanık olmanın getirdiği serinkanlı yargı gücüyle de karşılama ayrıcalığım var sanıyorum. Benim için tuhaf olan, durumum sık aralılarla sandığım, yuvama indiğimde belki yine inanacağım denli kötü değil. İster bu ister başka bakımdan ama özellikle bu bakımdan dışarıda yaptığım gezintiler zorunlu. Yuvamın girişini bilinçli olarak gözden uzakta seçmeme karşın, dışarıdaki bir haftalık gözlemlerim gösteriyor ki, buradaki trafik epeyce yoğun ama belki yerleştiğimiz her yerde durum değişik değildir. Ayrıca, tamamen yalnızlık içinde kalıp yavaşça çevresini araştıran bir saldırganın eline düşmektense, kalabalık bir trafik içinde kalmak daha iyi olabilir, hiç olmazsa böyle yoğun bir trafik saldırganları da sürükleyebilme kudretine sahiptir. Bu trafikte saldırganlar çoktur, onların sayısından da çok yardımcıları vardır, nedir, hepsi birbirleriyle savaşım halinde trafikte geçip giderler. Son zamanlarda yuvanın girişinde özellikle oyalanarak çevreyi araştıran bir canlı görmedim, bu hem onun hem benim için iyi oldu, çünkü yuvam için endişelendiğimden önünü ardını düşünmeden koşar gırtlağına sarılırdım.

Kimi zamanlarda öyleleri geliyordu ki, onları henüz uzaktan gördüğümde kaçtığım doğru, bunların yuva çevresindeki davranışları hakkında kesin bir şey söyleyemem ama çok geçmeden yuvamın yakınına dönmem yatışmam için yeterliydi; oralarda kimseyi göremiyor, giriş kapısının çevresinde bir başkasına ait bir iz bulamıyordum. Kimi zaman öyle mutlu oluyordum ki, dünyanın düşmanlığı bitmiş ya da en azından azalmış, güçlü yuvam beni yüceltiyor ve ezelden beri sürüp giden yaşama savaşının üzerine taşıyor sanıyordum. Yuva öngördüğümden de çok koruyordu beni. Bu duygu içimde kimi zaman çok güçleniyor, çocukça bir duyguya kapılıyor ve yuvaya asla dönmemek, giriş çevresinde yerleşmek, geriye kalan yaşamımı girişi gözleyerek geçirmek, içinde olduğum takdirde yuvamın beni nasıl güvenlik içinde tutacağını hayal edip mutluluğumu böyle elde etmek istiyorum. Bu çocuksu düşlerden nasıl da ayılıyorum, bu yuva nasıl bir güvenlik sağlayabilir bana? Yuva içinde beni bekleyen tehlikelere dair bir yargıyı burada, dışarıda edindiğim deneyimlere dayanarak nasıl söyleyebilirim? Yuvada olmadığım dönemlerde, düşmanlarım kokumu nasıl alabilirler? Kokumu aldıkları kesin ama tam aldıkları söylenemez. Bir kokunun tam olarak alınması, gerçek bir tehlikenin önkoşulu değil midir? Demem o ki, burada yaşadığım deneyimler yapmacık, fazla bir değerleri yok; ancak beni yatıştırmak ve bu yalan güvenlik içinde büyük tehlikelerin içine sürüklemek için elverişli. Hayır, uykumu denetim altında tuttuğum da yalan, yaşamımı sona erdirecek yaratık uyanıkken ben uyuyorum. Yaşamıma son verecek düşman umursamaz bir tavırla yavaşça kapımın önünden geçenlerden biridir; kapının sağlam bir biçimde durup benim ardında onların saldırılarını beklediğime emin olmaya çalışanlarla yuvanın sahibinin içerde olmayıp yakınlardaki bir çalının ardında pusuya yattığını bilenler, tüm bunlar kapının önündeki trafiğin içinde olabilir. Çok geçmeden açıkta yaşamaktan sıkılıyor, gözetleme yerinden ayrılıyorum, dışarıda öğrenebileceğim bir şey kalmamış sanki, şimdi ve sonra da…

Buradaki her şeyi bırakıp yuvaya ineyim, bir daha hiç geri dönmeyeyim, dışarıdaki trafiği kendi işleyişine bırakıp işe yaramayan gözetlemelerimle olacakları engellemeyeyim diyorum. Giriş kapısının dışında olup bitenleri incelemekten kabarmış, kendi başına bile büyük bir iş olan yuvaya inişi gerçekleştirmek, kapıyı eski haline koyup ardımda bıraktığım dünyaya dair bir şey bilememek üzüyor beni. Önce kötü havaların hüküm sürdüğü gecelerde avladıklarımı içeri almayı deniyorum, başarıyorum da. Fakat gerçekten başarıp başaramadığım ancak yuvaya indiğimde anlaşılacak, ben anlayamayacağım, belki anlayacağım ama iş işten geçmiş olacak. Bu yüzden hemen vazgeçiyorum, yuvaya inmiyorum. Asıl girişten uzakta bir deney çukuru açıyorum, ancak benim boyumda ve üzeri yosunla kaplı bir çukur. Çukura sürünerek giriyor, yosunları üzerime çekerek bekliyorum. Gün içinde değişik saatlerde kısa-uzun süreler çukurda kalıyorum, sonra yosunları üzerimden atıyorum, ortaya çıkıp gözüme çarpanları kaydediyorum. Birbirinden değişik iyi-kötü deneyimler ediniyorum ama yuvaya inmek için başvurulacak temel bir yasaya ulaşamıyorum. Bu nedenle asıl girişe yönelmiş, yuvaya girmeyi denemiş değilim ama her şeye karşın yakın zamanda bunu denemek zorunda olmam elimi kolumu bağlıyor. Her şeyi terk edip uzaklara gitmek, ne huzur verici ne de güvenli olan, pek çok tehlikenin kol gezdiği, yuvamın güvenliğiyle kıyaslandığında tek bir tehlike gibi görünen yaşamı düşündüğümde, tehlikesiz gibi duran eski yaşamımla yüzleşmekten de çok uzak sayılmam. Bu karara varmak, ancak özgürlük içinde yaşanmış uzun bir yaşamın sağlayacağı akıldışılık içinde mümkün, yuva da bana ait henüz, ilk adımımı attığım anda güvenlik içindeyim. Bu yolda tüm kuşkularımdan arınıyorum, gündüz zamanı, hiç duraksamadan, ne olacaksa razı olarak giriş kapısına gidiyorum ama devamı elimden gelmiyor, kapıyı koşarak teğet geçiyorum, bile isteye dikenli bir çalılığa dalıyorum, ne olduğunu bilemediğim bir suçtan dolayı kendimi cezalandırmak amacındayım. Bu durumda bile haklılığımı yitirmediğimi, elimdeki en değerli şeyi çevredekilere, dağdakine taştakine sunmadan yuvaya inilemeyeceğini bir kez daha kendi kendime itiraf ediyorum. Sözünü ettiğim tehlike hayal ürünü değil, tamamen gerçek. Peşime düşmesi için ayartacağım düşman varlığı da gereksiz, pek küçük, zararsız sayılabilecek bir yaratıkta da bu isteği uyandırabilirim; içinde kötülük olan küçük bir yaratık peşime düşer, kendisi de farkına varmadan tüm dünyayı ardından sürükleyerek getirir. Bu yaratığın varlığı bile zorunlu değil, olasılıkların en kötüsü olarak benim soyumdan biri bile olabilir bu yaratık, yuvaların değerini anlayabilen biridir, ormanda inzivaya çekilmiş bir barış düşkünüdür ama beri yandan yuva inşa etmekle uğraşmadan bir yuvada oturmak isteyen kötü huylu bir serseridir de. Ne olurdu şimdi gelseydi ve girişi bulup yosunları eşelemeye çalışsaydı, hatta kaldırsaydı yosunları, benim yerime o sıkışarak dalsaydı girişten, içerde ilerlemeye çabalarken bir an ardı açıkta kalsaydı, bunlar gerçekleşse de ben hızla yerimden fırlayıp hiçbir şeyi gözüm görmeden üzerine çıksaydım, etine dişlerimi geçirip tüm gövdesini paralasaydım, kanını içseydim, cesedini diğerleri gibi doldursaydım, bunların hepsinden önce yeniden yuvamda olsaydım, bu kez içten gelen bir hoşnutlukla dolambacımı seyretsem ama önce yosun örtümü çekip bir dinlensem, geri kalan ömrüm boyunca dinlenebilsem!

Fakat gelen giden yok, sadece kendimden medet umabilirim. İşin zorluğunu düşünerek duraklayışlarım artık bitti, giriş dışında daireler çiziyorum ama girişten kaçmıyorum. Handiyse ben düşman oldum da yuvaya dalmak için fırsat kolluyorum. Bana güven verecek, benim yerime gözetleme yerine geçecek birini bulabilsem, Tanrı biliyor, gönül rahatlığıyla yuvaya inebilirdim. Bu güven verici kimseyle anlaşma yapardım, yuvaya indiğim andan itibaren uzun bir süre gözetleme işini üstlenir, bir tehlike belirdiğinde yosun örtüye vururdu ama sadece gerçek bir tehlike belirdiğinde. Bu durumda yukarıdaki tüm sorunlar bir çözüme kavuşurdu, bana dert olacak bir yaratık kalmazdı, bana güven verenle yalnız kalırdık. Fakat yaptıklarına karşılık istemez miydi bu kimse? Hiç olmazsa yuvayı görmek istemeyecek miydi? Ona yuvaya girme iznini kendim vermem bile tatsız bir şey. Yuvayı konuklar değil kendim için inşa ettim, sanırım ona izin vermezdim, yuvaya inmeme yardımcı olmayacaksa olmasın. Asla yuvama sokmazdım. Onu tek başına yuvaya inmesi için bırakacaktım ki, olacak iş değildi ya da birlikte yuvaya inecektik ki, bu durumda da bana sağladığı ardımdan gözetleme görevini yapmamış olacaktı. Hem güvenmek de ne demek? Yüz yüze baktığımızda güvendiğim birine onu görmediğim, yosun örtü bizi ayırdığı zaman da güvenebilir miyim? Bir kimseyi gözünün önünden ayırmadığında ya da en azından bu olasılığı elinde tuttuğunda, güvenmek zor iş değildir. Giderek yavaş yavaş da olsa bir güven ortamı sağlanabilir ama yuvanın içinde, apayrı bir dünyadan dışarıdaki birine güvenebilmek olanaksızdır. Ne var ki, böyle kuşkulu düşünceleri sürdürmek bile gereksiz, yuvaya inme sırasında ya da indikten sonra, yaşamda sayısız kez rastladığım sürprizler güvenilir kimsenin görevini yapmasını engelleyebilir, bunu düşünmek yeterli, görevdeki ufak engeller bile benim için öngörülmedik sonuçlara yol açabilir. Uzun sözün kısası, yalnız yaşıyorum diye hayıflanmamalıyım. Bir yardımdan yoksun kaldığım yok, belki birtakım zararlardan kurtulmuş bile olabilirim. Aslında sadece kendime ve yuvama güvenebilirim. Bunları daha önceden düşünüp, şu anda beni böyle meşgul eden duruma karşı önlemlerimi almam gerekirdi. Yuvamı inşa etmeye başladığım zamanlarda bunu başarmak mümkündü. Birbirinden ayrı iki girişi olan bir ilk dehliz açmalıydım, ben girişin birinden yavaşça içeri süzüldüğümde başlangıç dehlizini bir koşu geçip ikinci girişe varayım, bu durum öngörülerek oraya konulmuş yosun örtüyü kaldırıp birkaç gün olan biteni gözleyeyim! Yapacağım en doğru iş buydu. Aslına bakılırsa, iki giriş tehlikeyi iki kat arttırırdı ama bu sakınca da giderilemez değildi, gözetleme yeri olarak seçilen giriş yeri daracık inşa edilebilirdi. Böyle derken teknik ayrıntılarda boğuluyor, mükemmel yuva düşlerine yeniden dalıyorum. Bu beni biraz olsun sakinleştiriyor, kimse fark etmeden içeri dışarı işleyebileceğim belirgin ya da bulanık yapı biçimlerini kapalı gözlerimle, zevkten esrimiş düşünüp duruyorum.

Olduğum yere uzanıp bu olasılıkları değerlendirirken değerlerini fazla abartıyorum ama gerçek yararlarını değil, yalnız teknik birer buluş olarak değerlerini, neden derseniz, hiçbir engelle karşılaşmadan içeri dışarı işlemek nasıl da saçma! Tedirgin düşüncelerin, özgüven eksikliğinin, küçük düşürücü özlemlerin, bir araya toplanmış kötü özelliklerin bir bileşkesi; bütün bu özellikler hemen şurada bekleyen ve sadece ona güvenmenizle yüreğinize rahatlık duygusu veren yuvanın önünde olduklarından da kötü gözüküyorlar. Şu anda yuvanın dışında olduğum bir gerçek, dönebilmenin bir yolunu aramaktayım, yuvada bunu sağlayacak teknik bazı önlemleri almış olsaydım çok iyi olacaktı. Nedir, belki iyi olmayacaktı. Yuvayı sadece girince güvenlik sağlayacak büyük bir delik olarak algılamak, şu sinirli halimle onun değerini küçümsemek olmuyor mu? Yuva elbette güvenilir bir deliktir, böyle olması da gerekir, varsayalım büyük bir tehlikeyle karşılaştım, o anda kendimi sıkarak tüm direncimi toplar, yuvanın canımı kurtarmak amacıyla inşa edilmiş büyük bir delik olmasını ve bu görevini milim şaşmadan yerine getirmesini isterim; bu tehlike anında yuva üzerindeki diğer görevleri bağışlamaya hazırım. Ne yazık ki, gerçek her istenen anda görülemiyor, hele tehlikeli anlarda gerçeği görebilmek daha da güçleşiyor, böyle gerçek anlarında yuvam bana oldukça güvenlik sağlıyor ama asla tam bir güvenlik değil bu, çünkü kaygılarım yuvada son buluyor mu? Yuvada duyumsadıklarım daha asil ve içerik bakımından daha zengin kaygılar, bunu kabul ediyorum ama yine de, yuvada beni yeyip bitiren kaygıların dışarıdaki kaygılardan aşağı kalır yanı yok. Yuvamı inşa ederken tek amacım güvenlik olsaydı yanılgılara yer yoktu, ne yazık ki, o büyük çabaya karşılık olarak sağlayabileceğim güvenlik, en azından benim duyumsayacağım güvenlik birbirine denk düşmezdi. Bunu kendi kendime itiraf etmek acı verici ama şu anda bana, kendisini inşa edene kapısını kapatan, giderek kendi içine doğru büzülen giriş karşısında bunu itiraf etmem zorunlu.

Gelgelelim, yuva sadece güvenlik için inşa edilmiş bir delik değil. Kale alanımda dikilip çevremdeki tepelenmiş et yığınlarına bakıyorum, yüzüm alandan uzaklaşan on tane dehlize dönük, her bir dehliz yuva içinde kapladıkları yerle orantılı olarak alçak, yüksek, uzun ya da yuvarlak, geniş ya da dar, tümü biraz sessiz, boş, belli ölçülerde yiyecekle dolu diğer alanlara uzanan dehlizler, gittikleri alanlar tamamen sessiz ve boş, işte o anda güvenlik düşüncesi önemini yitiriyor, o anda buranın tırnaklarımla kazıyarak, dişlerimi kullanarak, kan ter içinde çalışarak topraktan yarattığım kale, benden başkasının olamayacak kendi kalem olduğunu biliyorum; bu kale öylesine benim ki, düşmanımdan gelecek son ölümcül darbeyi burada kabullenebilirim, sonuçta kanım kendi toprağıma akar ve sonsuza dek yitmemiş olur. Yarı tatlı uykuda yarı neşeli uyanıklıkta, dehlizlerde geçirdiğim tüm o zamanın anlamı başka ne olabilir? Hazla gerinmelerim, yerlerde çocuk gibi debelenmelerim, düşler görerek yatmalarım düşünüldüğünde, bu dehlizler benim bir kez uyuyup bir daha uyanamayışım göz önüne alınarak inşa edilmiş. Her birini en ince ayrıntısına dek tanıdığım, hepsi benzer olmasına karşın duvarlarındaki girinti-çıkıntılara bakarak hemen ayırt edebildiğim küçük alanlar beni huzur veren bir sıcaklıkla kucaklıyor, hiçbir yuva bir başkasını böyle saramaz. Sonrası sessizlik, sessizlik ve boşluk.

Pekiyi öyleyse, bu duraksamam neden? Yuvamı görememe olasılığından daha büyük olan düşman korkusunun kaynağı nedir? Yuvamı bir daha görememe olasılığı, Tanrıya şükür, gerçekleşecek değil, yuvamın benim için anlamına varabilmek için uzun boylu düşünmem gereksiz, onunla ben bir bütünüz, rahatça, tüm korkulara karşı rahat davranarak buraya yerleşebilirim; kötü olasılıkları gözardı ederek girişi zorlamayabilirim, hiçbir şey yapmadan beklemem bile yeterli olabilir, sonuçta yuvamla ben aynı şeyiz ve bizi hiçbir şey ayıramaz, birbirimize kavuşacağımıza kuşku yok. Fakat o ana dek aradan çok uzun süre geçebileceği doğru, bu sürede hem aşağıda hem yukarıda kim bilir neler gelir başımıza. Bu zamanı kısaltıp yapılacağı yapmak, sadece benim elimde.

Yorgunluktan düşünme yeteneğimi yitirmiş durumda, başım önümde, titrek bacaklarımla yarı uyur halde, yürümekten çok sürünmeye benzer bir hareketle girişe yaklaşıyorum, yosun örtüyü kaldırıyorum, usulca aşağı süzülüyorum ama dalgınlıkla girişi açık bırakıyorum, unuttuğumu yapmak için yeniden yukarı çıkıyorum. Ama neden çıkıyorum yukarı? Yapmam gereken sadece yosun örtüyü çekip girişi kapatmak, tamam, yeniden aşağıya, sonunda yosun örtüyü çekmeyi başarıyorum. Sadece bu yolla, bu yolu kullanarak aklımdakileri yapabilirim. İşte yosun örtünün altında yatıyorum, yuvama taşıdığım avların üzerinde serilmişim, etlerin kanları ve özsuları çevremi sarmış. Beni rahatsız eden yok, peşime düşen yok, yosun örtü üzerinde en azından şimdilik sessizlik var, sessizlik sürmese de benim bununla ilgilenecek zamanım yok, yerim değişti, dünyadan yuvama indim, yuvamın üzerindeki etkisini hemen duyumsamaya başladım. Bu yeni dünya bana güç veriyor, yukarıdaki yorgunluk burada yok, geziden dönmüş gibiyim, katlandığım zorlukların getirdiği yorgunluktan aklım karıştı. Yuvamı yeniden görmem, yeniden yerleşme zorluklarımı düşünmem, bütün alanları en azından gelişigüzel gözden geçirmem, bir an önce ileriye atılıp kale alanına ulaşmak zorunda olmam, bunların tümü yorgunluğumu telaşlı bir çalışkanlığa çeviriyor, sanki yuvaya adım attığım anda uzun ve derin bir uykuya dalmışım. İşin başlangıcı yüksek yoğunlaşma isteyen bir çalışma, avlarımı giriş dolambacının incecik duvarlı dehlizleri arasından taşımalıyım. Bütün gücümle avları önümde sürüklemeye başlıyorum, ilerletiyorum da ama pek yavaş bir hızla, hızlanmak için etlerden birazını geride bırakıyorum, aralarından güçlükle sıyrılabiliyorum. Artık önümde avların sadece bir kısmı var, bunları ileriye taşımak daha kolay ama bu daracık dehlizlerde etlerin arasında öyle sıkışmış durumdayım ki, tek başımayken bile sıyrılmak zor, yiyeceklerimin arasında boğulmam işten bile değil, bu baskıdan kurtulmak için şimdiden yiyeceklerimi yemeye başlıyorum. Yine de taşıma işi başarıya ulaşıyor, uzun sayılamayacak bir sürede bitiyor, dolambacı yeniyor, kıvançla soluklanarak bir dehlizde duruyorum. Ufak bir bağlantı dehlizinden yararlanarak yiyecekleri, özellikle bu durumlar için inşa edilmiş bir ana dehlize taşıyorum; dehliz belirgin bir eğimle kale alanına iniyor.

Yapacak çok iş kalmadı, iş kendiliğinden ilerliyor, önümde yuvarlanıyor işte. Sonunda kale alanına ulaşıyorum. En sonunda dinlenebilirim. Değişiklik yok, her şey yerli yerinde duruyor, ben yokken büyük bir felaket olmamış, ilk bakışta ayırt edilen küçük hasarlar da hemen onarılacak şeyler. Yine de, dehlizler içinde uzun bir yolculuğa çıkmalıyım ama bu da çok zorlu olmayacak, eskiden yaptığım gibi ya da, şu anda çok yaşlanmış olmadığım halde belleğim zayıfladığı için tam bilemiyorum, dostça gevezeliklerle zaman geçirme benzeri bir şey. Kale alanını gördükten sonra ikinci dehlizi dolaşmak bile içimden gelmiyor, kale alanını gördükten sonra sonsuz zamanım var önümde, zaten yuvamın içinde zaman sonsuzdur, çünkü yuvamda yaptığım her hareket olumlu ve önemlidir, beni koruma özelliği vardır. İkinci dehlizi dolaşıyor, gözden geçirme işini hemen kesip üçüncü dehlize atlıyorum, fakat ikinci dehlizi yine dolaşmadan edemiyorum, böyle davranarak elimdeki işi üretiyor, eğleniyor, kendi kendime gülüyor, sevinçten oynuyor, biriken bir dolu işten şaşakalıyor, yine de çalışmayı savsaklamıyorum. Çünkü dehlizler ve kale alanının bendeki anısı nedeniyle dönüp geldim, uzun süre kendimi düşünüp bekledikten ve dönüşümü geciktirme aptallığını yaptıktan sonra artık canımı bile umursamadım. Eğer buradaysam, tehlike önemli mi? Ben ve yuvam birbirimize bağlıyken, kim bize ne yapabilir? Düşmanlarım yukarıya, girişin tam önüne toplanmış olsunlar, yosun örtüyü parçalayıp geçecek ağız orada hazır beklesin isterse! İşte bu anda yuvamın sessizliği ve boşluğu beni selamlıyor, düşündüklerimi pekiştiriyor. Bu coşkunluk içinde bir uyuşukluk geliyor bana, sevdiğim alanlardan birinde kıvrılıp uyuyorum, her şeyi gözden geçirme geri dursun, gelecekte bu işi sonuna dek götüreceğim, istediğim de burada uyumak değil, sadece içimden gelen dürtüye karşı gelemeden uyuma benzeri bir durum almak istiyorum, anlamak istediğim, yuvamda eskisi denli rahatça uyuyup uyuyamayacağım. Evet, uyunabiliyor ama bu uykudan alamıyorum kendimi, derin bir uykuya dalıyorum.

Birden bir sesle uyanıyorum. Birbiri ardına dizilen uykuların sonuncusundayım sanırım, uyku kendi kendine bitiyor. Son anlarda tamamen hafiflemiş olmalı, aslında hiç de işitilir olmayan bir ıslık uyandırıyor beni. Anladım, pek dikkate almadığım, gözetir derecede ihmal ettiğim o küçük yaratıklar bir yerde yeni bir yol açtılar, bu yol eski bir yolla birleşti ve hava bu boşlukta sıkıştı, bu da işittiğim gürültüye yol açtı. Nasıl çalışkan, durmadan hareket eden yaratıklardır bunlar! Dehliz duvarlarını iyice dinleyip deney delikleri açarak hasar gören yeri belirlemem gerek, ancak ondan sonra gürültüyü kesebilirim. Belki bu yeni çalışma işe yarar bir hava yolunun açılmasına neden olur, bu yolu seve seve kullanabilirim. Ne var ki, bu küçük yaratıkları bundan böyle daha dikkatli izlemeliyim.

Bu tür araştırmalarda deneyimli olduğumdan hemen işe koyulabileceğimi ve işin uzun sürmeyeceğini sanıyorum. Başka işlerle de ilgilenmem gerektiği doğru ama bu tüm işlerden acil, çünkü dehlizlerimin sessizliği bozulmamalı. Aslında bu masum bir gürültü, yuvaya geri döndüğümde hiç işitmedim ama o anda bile vardı kuşkusuz. Gürültüyü işitebilmem için yuvaya tamamen yerleşmem gerekiyordu, bu sadece gerçek bir ev sahibinin kulaklarına gelebilecek bir gürültü. Sürekli bile değil, oysa bu türden gürültüler süreklidir, bu ise büyük aralar veriyor, hava akımının bir yerde toplanmasından oluşan aralar. Araştırmaya başlıyorum ama bir türlü işe başlayacak noktayı bulamıyorum; birkaç yeri üstünkörü kazıyorum, bu yolla bir şey bulabilmem olanaksız, bu yüzden büyük çabam ve kazdığım yeri yeniden düzeltmem için harcadığım daha da büyük çaba boşa gidiyor. Gürültünün geldiği yere bir türlü ulaşamıyorum, değişmeyen bir incelikte, kimi zaman keskin bir ötüş kimi zaman ıslık gibi çınlıyor. Bu işi şimdilik beklemeye alabilirim, gürültünün çok rahatsız edici olduğu kesin ama kaynağına dair öngörümün doğruluğunda kuşkum yok, demem o ki, gürültünün daha da büyüyeceği yok; şimdiye dek uzun süre beklemedim ama bu gibi gürültüler onları yaratanların çekip gitmeleriyle kendiliklerinden bitebilirler. Ayrıca, tüm araştırmalarınız boşa gider ama bir gün rastlantıyla hasarlı yeri buluverirsiniz. Kendimi böyle avutuyor, dehlizlerde mutlu dolaşmak, geri döndüğümden bu yana ulaşamadığım alanları gezmek, arada sürekli kale alanına dönüp oyalanmak istiyorum ama kendimi tutamıyorum, araştırmalarımı sürdürüyorum. O küçük yaratıklar, başka bir işte çok daha olumlu değerlendirebileceğim zamanımı alıp götürüyorlar. Böyle durumlarda işin teknik yönü bana daha çok çekici geliyor, örnek olarak kulaklarıma gelen seslerin ufak ayrımlarını algılama gücüm var, bunu kullanarak tamamen kayıt edebileceğim bir gürültünün kaynağını kestirmeye çalışıyorum, içimde kestirdiklerimin doğru olup olmadığını araştırma isteği beliriyor. Boş yere araştırmıyorum, bu konuyu çözüme ulaştırmadan güvenlik içinde yaşayamam ama asıl önemli olan, bir duvardan dökülen ufacık kum zerrelerinin bile yerlerini bilmek zorunluluğu. Üstelik bu gürültü küçümsenecek bir şey değil.

Yine de araştırmaya ne kadar süre ayırırsam ayırayım, önemli-önemsiz hiçbir şey bulamıyorum ya da bulabildiklerim kendilerinden daha önemli anlamlar taşıyor. Bu gürültü neden güzelim alanımı seçti diyorum, buradan uzaklaşıp bir sonraki alana geliyorum. Olup bitenler kötü bir şaka gibi, huzursuzluğumun sadece kale alanımda değil diğer alanlarda da belirdiğini kanıtlamam gerek. Gülümseyerek dinlemeye başlıyorum ama çok sürmeden gülümsemem siliniyor, çünkü o keskin ötüş burada da işitiliyor. Aslında yok denecek denli az, sanki benden başkasının işitemeyeceği denli az. Sürekli dinlemenin hassaslaştırdığı kulaklarımla sesi çok daha net işitiyorum, kıyaslamalar yoluyla güvenimi yenileyebileceğim, çünkü bu ses yanda aynı şiddette işitiliyor. Duvara kulağımı dayayarak değil de dehlizin ortasında dikilerek dinlediğimde çok zor, başımı nerdeyse kuma gömerek dinlediğimde ise açıkça bir soluma sesi işitiyorum, aslında nerdeyse işitir gibi oluyorum. Nedir, gürültünün hep aynı yerde kalışı sinirlendiriyor beni, çünkü ilk öngörümle uyuşmuyor bu bilgi; gürültünün kaynağını doğru öngörebilsem, kaynağın bulabileceğim bir yerde belirmesi ve sonunda gücünü yitirmesi gerekirdi. Fakat öngörüm doğru değilse, bu ses nasıl açıklanabilir? Geriye kalan olasılık şu: Belki iki ayrı gürültü kaynağı vardır, şu ana dek ikisinin de uzağında dinlemeye çalıştım, birine yaklaştığımda ondan gelen gürültüler artarken diğerinden gelen gürültüler azaldı. Yeniden dinlemeye girişince, yeni öngörümü doğrulayabilecek sesleri az ve belirsiz olarak işitebiliyorum. Sanırım araştırma yaptığım bölgeyi genişletmem zorunlu. Bu nedenle dehlizden aşağıya, kale alanına inip dinlemeye başlıyorum. Gariptir, aynı gürültü burada da işitiliyor. Haklıyım, bana düşmanlık yapmak niyetinden uzak küçük yaratıklardan kaynaklanan bir gürültü bu, önlerine bir engel koymadıkça hareket doğrultularını değiştirmeyecek küçük hayvancıklar bunlar, kendi uğraşlarıyla ilgililer, bunları biliyorum ama kale alanıma dek yaklaşmalarını aklım almıyor, çok kızıyorum, oysa yapacağım işler için sakin ve akıllı kalmalıyım. Kale alanımın epeyce derinde olması mı, yoksa alanın genişliği dolayısıyla oluşan güçlü hava akımı mı buradan uzaktan çalışmalarını sağladı, acaba deştikleri bölgenin kale alanı olduğunu her nasılsa anlayıp küçük beyinlerinde değerlendirerek mi buradan kaçtılar, bu soruların yanıtlarını bulmak zorundayım.

Şimdiye dek kale alanımın duvarlarının deşildiğini hiç işitmemiştim. Çeşitli hayvanların kale alanından yayılan kokuların ayartısına dayanamayarak buraya sürüyle geldikleri olmuştu elbette, burası avladıklarımı sakladığım yerdi ama onlar toprağı yukarıdan kazarak dehlizlerime dalmış, sonra ürkerek ama kapıldıkları cazibenin etkisinde dehlizlerden aşağı inmişlerdi. Öyleyse şimdi de dehlizlerin duvarlarını oymaya başlamışlardı. Yeniyetmelik ya da gençlik dönemlerinin tasarılarını gerçekleştirmiş olsaydım keşke! Ne çok tasarım vardı. En beğendiğim tasarılarımdan biri, kale alanını kendisini çevreleyen topraktan koparmak, duvarlarını hemen hemen benim boyumda bir kalınlıkta bırakmak ve alanı dört yanındaki topraktan, ne yazık ki ayrılamayacağı bir toprak temel dışında, duvar genişliğinde bir boşluğun ortasında kalmasını sağlamaktı. Bu boşluğu benim için en güzel oturma yeri olarak tasarlamıştım, sanırım bu düşüncem haklı nedenlere dayanıyordu. Bu dairesel boşlukta asılı durmak, yukarı-aşağı hareket etmek, taklalar atıp ayaklarımın altında yeniden toprağı duyumsamak, tüm bu eğlenceleri gerçek kale alanında değil onun gövdesi üzerinde yapabilmek, gözlerimi başka yönlere çevirip dinlenebilmek, eserimi seyretme kıvancımı erteleyebilmek ama bu kıvançtan büsbütün yoksun kalmamak, tam tersine onu pençelerimin arasından asla bırakmamak, ki böyle bir tasarıda bu olmayacak iş değildir, değil mi ki alanın tek bir kapısı olacak, bunların hepsinden önce alanı gözümün önünde tutabilmek, onu görmekten yoksun kaldığım anların acısını böyle çıkarabilmek, alan ya da boşlukta oturma arasında bir seçim yapmak gerektiğinde, ömür boyu oralarda dolaşabilmek için boşluğu seçmek. Bunu yapabilseydim, ne duvarlardan gelen gürültüler ne de kale alanımın dibine dek sokulan toprağı kazma çalışmaları olurdu, kale alanımın huzuru güvence altına alınmış olur, ben sadece bekçilik yapmakla yetinirdim. Küçük yaratıkları sağı-solu kazmalarını dinlemekten kurtulur, hazla esriyerek başka bir şeyi, şu anda yoksun olduğumu, kale alanımın huzurlu sessizliğini dinlerdim.

Ne yazık ki, şu anda bu huzurdan eser yok, hemen kalkıp işe başlamalıyım. Yapacağım işin doğrudan kale alanıyla ilgili duruma gelmesinden mutluluk duymalıyım, çünkü beni kamçılıyor bu, handiyse kanat takıyor bana. Zorunluluğu giderek daha çok anlaşılan biçimde, tüm gücümü sıradan gözüken bu işe harcamalıyım. Şimdi kale alanımın duvarlarına yaslanıp dinliyorum, yukarılar, aşağıları, duvarları, zemini, girişleri ve yuvamın derinliklerini, kulaklarımı hangi yöne çevirirsem çevireyim, her yönde aynı gürültü var. Bu aralıklarla sürüp giden gürültüyü dinlemek ne zaman ne de çaba gerektiriyor. Kale alanım büyüklük bakımından dehlizlerden farklı, bu yüzden kulaklarımı duvarlardan uzaklaştırdığımda gürültüyü işitmeyişim geçici bir avuntu sağlayabilir. Fakat ben kendimi zorluyor, sık aralıklarla dinleme deneyleri yapıyorum, hiçbir şey işitmeyince mutlu oluyorum. Pekiyi de, gürültüyü yapan ne? Bu yeni gelişme karşısında ilk açıklamaların geçerliliğini yitiriyor. Aklıma düşen diğer açıklamaları da istemeyerek reddediyorum. Bu sesin çalışkan küçük yaratıkların sesi olduğu düşünülebilirdi ama bu deneyimlerimle doğru olmadığını bildiğim bir şey, her zaman var olduğunu bildiğim bir sesi yeni işitmeye başlamış olamam. Yuvamdaki rahatsızlık verici gürültülere karşı hassasiyetim zaman içinde giderek artmış ama kulaklarımın hassasiyeti artmamıştır. Küçük yaratıkların seslerinin işitilmemesi, onların doğasının gereği. Yoksa bu duruma şu ana dek katlanmam ne mümkün? Açlıktan ölmeyi göze alır, onların tümünü yok ederdim. Kimi zaman bir düşünce beliriyor kafamda, yuvada henüz tanımadığım bir canlının yaşadığını sanıyorum. Aşağıda, yuvamdaki canlıları uzun süredir gözlemliyorum ama dünya üzerinde sayısız canlı var, kötü sürprizlere hazırlıklı olmalı. Nedir, bunun tek bir hayvan değil de bir sürü olduğuna da kuşku yok, bölgeme saldıran bir küçük hayvan sürüsüdür bu. Seslerinden anladığım kadarıyla küçük yaratıklardan daha ileridirler ama aslında onlardan daha üstün özellikleri de yoktur, çünkü çıkarabildikleri gürültü aman aman bir ses değildir. Demem o ki, tanınmadık hayvanlardır bunlar. Yolculuk eden bir sürüdür, sadece geçip gitmektedirler, beni şu an için rahatsız ediyorlardır ama kısa sürede geçişleri bitecektir. Beklemem ve boşa çabalamayı bırakmam akıllıca bir şey olabilir. Pekiyi de, bu yabancı hayvanları neden göremiyorum? Birini olsun ele geçireyim diye onca toprak kazdım, hiçbir şey bulamadım. Böyle düşünürken, bunların pek minik hayvancıklar olabileceği aklıma geliyor, benim tanıdığım hayvanlara kıyasla küçük gövdeli ama çıkardıkları gürültü boylarından büyük. Hemen toprağı incelemeye başlıyor, kazdığım toprakları havaya savuruyorum, kum zerreleri havada dağılıyor ama aralarında gürültücü minik hayvancıklardan iz yok. Aklıma bu yöntemlerle bir sonuca ulaşamayacağım yavaşça dank ediyor, bu yolla sadece yuvamın duvarlarını harap etmiş olacağım. Hızla sağı-solu deşmekten açtığım delikleri kapatmaya zaman bulamıyorum, pek çok yerde toprak yığınları görüşü de geçişi de engellemeye başladı. Bunlardan rahatsız olduğum yok, artık gezinmek ve çevremi seyretmek yok çünkü, dinlenmek de yok, belki sadece bir delikte çalışırken ayaküstü bir uyku, pençelerim yerden sökmek istediğim toprakta gömülü dalınan bir uyku.

Artık çalışma yöntemlerini değiştireceğim, gürültünün geldiği yönde büyük bir delik açacağım, diğer varsayımları göz önüne almadan sadece kazacağım, gürültünün kaynağını bulmadan bu kazma işini bırakmayacağım. Bulduğumda, gücüm yeterse gürültünün kaynağı varlığı ortadan kaldıracağım, eğer gücüm yetmezse, bu sorun yine de çözülmüş olacak. Ulaşacağım kesin sonuç ya beni yatıştırır ya da tamamen umutsuz bırakır, artık hangisi olursa, en azından kuşkulu düşünceler de sona ermiş olacak. Bu kararla rahatlıyorum, daha önceki çalışmalarımı aceleyle alınmış kararlar olarak niteliyorum artık, yukarıdaki dünyanın tasalarından arınmamış bir dönüş heyecanı içinde, yuvamdaki huzurun ayrımına tam varamamış, yuvamdan uzun süren ayrılığım yüzünden fazla hassas, böyle tuhaf bir durumla karşılaşınca şaşkınlığa düşmüş biri olarak görüyorum kendimi. Ne var yani? Alçak bir ses, uzun aralıklarla işitilebilen bir ötme, nerdeyse bir hiç. Bu sese alılabilirdim demek istemiyorum, hayır, alışamazdım, şimdilik kaydıyla harekete geçmeden bir süre gözetlemeye devam ederdim, birkaç saatte bir dinler ve sonuçları kayda geçirirdim, nedir, benim gibi duvarlar boyunca kulaklarımı gezdirmek, gürültüyü her işittiğinde kazmaya başlamak, bir şey bulmak için de değil, sadece rahatsızlıktan ötürü bir şeyler yapıyor olmak için çalışmak neden? Sanırım artık her değişecek. Sandığım da yok, gözlerimi kapayıp kendi kendime kızarak itiraf ediyorum bunu, çünkü içimdeki tedirginlik saatlerdir hiç kıpırdamadan duruyor, aklım beni engellemese, rastgele bir yeri, sesin gelip gelmediğine aldırmaksızın, inatla, sadece kazmış olmak için kazmaya başlardım; anlamsız bir iş olurdu bu ya da küçük yaratıkların toprağı kazmasına benzerdi. Akla uygun yeni tasarım hem hoşuma gidiyor hem de gitmiyor. Tasarıda benim görebildiğim bir aksaklık yok, beni doğrudan hedefe götürebilecek bir tasarı. Yine de ona inancım zayıf, öyle az ki ortaya çıkarabileceği kötü sonuçlardan bile korkmuyorum, bu korkunç sonuçlara bile inanamıyorum. Gürültüyü işittiğim andan itibaren toprağı bu yönetme uygun olarak kazmayı tasarlamışım ama sonuçlarından çekindiğim için kazmaya girişememişim gibi geliyor şimdi. Yine de kazmaya başlayacağım, yapacak başka bir şey yok ama hemen işe girişmeden biraz erteleyeceğim. Akıl denen şeye saygınlığını vermek gerekirse, tasarım eksiksiz olmalı, doludizgin işe atılmayacağım. En azından kazıp durarak yuvaya verdiğim zararı onarmalıyım. Bu da çok uzun sürecek ama yapılmalı. Gerçek bir hedefe ulaşmak amacındaysam, sanırım devasa bir delik kazmalıyım, eğer bir hedefe ulaşamazsam sonsuza dek uzanacak bir hendek. Bu durumda yuvamdan uzun süre uzak kalacağıma kuşku yok. Bu yuva dışında istek dışında kalınan kötü bir süre değil elbette, her istediğimde çalışmama ara verip yuvamı ziyaret edebilirim, bunu yapmasam bile kale alanımın kokusu delik boyunca bana dek gelecek, ben çalışırken çevremi kuşatacaktır. Yine de, yapacağım şey yuvamdan uzak kalmak ve onu hâkim olamayacağım bir kadere terk etmektir.

Bu yüzden yuvamı derli toplu bırakmak istiyorum, yuvamın huzuru için bu kadar çabaladıktan sonra, kendim huzuru bozmuş ve yeniden sağlamamış bir duruma düşmek istemem. Hemen çıkardığım toprağı yerine yerleştirmeye başlıyorum, bu iyi bildiğim bir iş. Bu işi sayısız kez, handiyse bir iş gördüğüm bilincinden uzak halde yaptım, kendimi hiç övmeden gerçeği söylersem, toprağı sıkıştırıp düzleme işinde büyük bir ustayım. Fakat bu kez iş güç geliyor. Çünkü aklım çok karışık, tam çalışırken ara verip kulağımı duvara dayıyorum, dinliyorum, büyük bir umursamazlıkla toprağı yerden bile kaldırmadan eğim aşağı yuvarlıyorum. Büyük yoğunlaşma gerektiren son düzleme işine başlayacak gücü bulamıyorum, toprakta çirkin bombeler ve çatlaklar kalıyor, bütünüyle böyle onarılmış bir duvar eski güzelliğini hepten yitiriyor. Bunun geçici bir iş olduğunu yineleyerek avunmaya çalışıyorum, geri döner ve huzuru sağlamış olursam her şeyi bir güzel onaracağım, her iş bir solukluk sürede biter o zaman. Masallardaki gibi tüm iş bir an sürer, bu avunmamın yeri de masallardır ancak. Sık aralıklarla işe ara vereceğime, dehlizlerde dolanıp yeni gürültü kaynakları araştıracağıma, asıl işimi hemen yapıp bitirsem çok daha iyi olacak, yeni gürültü kaynakları bulmam kolay bir iş, gelişigüzel bir yerde dikilip biraz dinlemek yeterli olur. Bu sırada başka keşifler de yapıyorum. Kimi zaman gürültünün kesildiğini sanıyorum, çünkü uzun süreli aralar veriyor; kimi zamanlarda ise ötüş sesi hiç işitilmiyor, sadece kendi damarlarımda dolaşan kanın gürültüsünü işitiyorum, böyle anlarda her iki gürültü kaynağının verdiği molalar birleşip tek bir büyük dinlenme anını oluşturuyor, çok kısa bir süre için sesin bir daha hiç işitilmeyeceği sanılıyor, sanki tüm yaşam bir dönüşüme uğramış gibi oluyor, bir kaynak yerden bitivermiş de bu kaynaktan yuvamın sessizliği akıyor sanki. Bu keşfi denetlemek istemiyorum, bu keşfi kendisine emanet edebileceğim biri olsa ne güzel olurdu, bir koşu tutturup kale alanına geri dönüyorum, yepyeni bir yaşama doğum yaptığımdan bu yana tek lokma yemediğimi anımsıyorum birden. Toprakla üzeri yarı örtülmüş yiyeceklerden birini çekip çıkarıyorum, hem yeyip hem keşfi yaptığım yere geri koşuyorum, önce tek başıma, yemek yerken tek başıma yaptığım keşiften emin olmak istiyorum, dinliyorum ama bu dinleyiş hemen gösteriyor ki beni rezil eden bir yanılgının içindeyim, çünkü orada, uzaklarda ötüp duruyor ses. Ağzımdan yiyeceğimi tükürüp atıyorum, yiyeceğimi ezip yerin dibine sokasım geliyor, hemen işimin başına dönüyorum ama hangi işi yapacağımı da bilmiyorum. Çalışma gerektiren yerlerde, nasılsa böyle yerler az değil, herhangi bir çalışma yapılmalı, sanki bir denetleyici gelmiş ve onun önünde bir çalışma komedisi sergileniyor. Bu çalışma taklidini uzun süre yapamadan yeni bir keşifte bulunuyorum, gürültü biraz olsun daha güçlü gibi, çok da değil, zaten hep ince ayrıntılar geçerli bu işte ama biraz güçlenme de kesin, kulağım bunu açıkça algılıyor işte. Bu güçlenme sanki bir yaklaşmanın işareti, güçlenmeden çok güçlenmeyi sağlayan ayak seslerini işittiğimi sanıyorum. Bir sıçramayla duvardan ayrılıp bu yeni saptamanın doğuracaklarını tek bir hamlede değerlendiriyorum. Yuvam bir saldırıya karşı direnmek için inşa edilmemişe benziyor, bu amaç vardı elbette ama yaşamdan edindiğim deneyimleri gözardı ederek saldırı, dolayısıyla savunmayla ilgili ayrıntıları savsaklamışım, tam tersini yapmam gerekirken huzurlu bir yaşam için gerekli önlemler denli önemsememişim, yuvamın inşasında huzura güvenlikten fazla değer vermişim. Genel tasarıyı bozmadan bu önlemleri almak mümkünse de, artık bu olanak yoktur. Bu yıllar boyunca mutlu yaşadım, hatta mutluluktan şımardım, aslında içimde bir tedirginlik vardı ama mutluluk içindeki tedirginlik insanı rahatsız etmiyor.

Şu anda yapılacak ilk şey, yuvamı genel bir savunma tasarısı açısından gözden geçirmek, savunma olanaklarını belirlemek, yuvamın yapısını bu yeni tasarıya göre değiştirmek ve sonra, gençliğimdeki gibi zinde bir bedenle işe koyulmaktır. Zorunlu olan budur, itiraf etmeliyim ki bu iş için zaman epeyce geçtir ama yine yapılması zorunlu olan budur; tehlike bana bu denli yaklaşmamış gibi tüm zamanımı tehlikeye yaklaşacak bir delik kazmaya harcayıp savunmayı düşünmeden edemem. Birden eski tasarımı anlamaya başlıyorum, önceleri çok akla yakın gelen bu tasarının mantığa uygun tek yanını bulamıyorum, tüm işimi ve dinlemelerimi bırakıyorum. Gürültünün güçlendiğine dair başka kanıt istemiyorum, araştırmalar bitti, bu işlere paydos. İçimdeki çatışmayı bitireyim, başka isteğim yok. Kendimi yeniden dehlizlerin yönetimine bırakıp durduğum yerden ayrılıyorum, daha ilerideki dehlizlere, yuvaya döndüğümden beri girmediğim, toprağı kazan pençelerimle henüz yeniden tanışmamış dehlizlere yöneliyorum. İçlerine adım atmamla birlikte, dehlizlerin sessizliği üzerime yıkılıyor ama buna teslim olmadan dehlizlerin içinden geçiyorum. Ne aradığımı bilmiyorum, belki sadece zaman kazanıyorum. Böyle ilerken çok uzaklara gidiyorum ve kendimi girişteki dolambacın içinde buluveriyorum, içimde yosun örtüye kulak verip dinleme isteği kabarıyor, içinde bulunduğum duruma bu denli yabancı bir istek duyabiliyorum. Yukarıya sokulup dinliyorum, büyük bir sessizlik var. Burası nasıl da güzel, kimsenin yuvamla ilgilendiği yok, herkes kendi derdinde, benimle ilgisi olmayan işlerde, nasıl da bu sonuca ulaşabildim. Bu yosun örtü, yuvam içinde saatlerce dinleyip de tek ses işitemeyeceğim tek yer, yuvamın içinde her şey tersine döndü, eskiden bir tehlike kaynağı olan yuvamın girişi artık bir huzur bölgesi ama kale alanım dünyanın ve onun içerdiği tehlikelerin gürültüsü içine girdi. Aslında şu anda bulunduğum yerin güvenli olduğu da söylenemez, hiçbir şeyin değiştiği yok, ister sessiz ister gürültülü, yosun örtü ardında tehlike yine pusu kurmuş bekliyor. Sadece benim bu tehlikeye hassasiyetim yitti, yuvamın duvarlarından gelen sesle öyle çok uğraştım ki. Uğraştım mı? Ses güçlenip yaklaşıyor ama ben yosun örtü altındaki dolambaçta dolanıyor, burada kıvrılıp yatıyorum, sanki yuvamı ötüp duran yaratığa terk ettim, burada, yukarıda kafamı dinlendirmekten başka isteğim yok sanki. Ötüp duran yaratık mı dedim? Gürültünün kaynağı konusundaki düşüncem değişti, yeni bir düşüncem mi var? Bu gürültü küçük yaratıkların kazı çalışmalarından gelmiyor muydu, buna inanmıyor muydum?

Henüz bu düşünceden tümüyle uzaklaşmış değilim. Gürültünün kaynağı, doğrudan değilse de dolaylı olarak küçük yaratıkların kazılarıydı. Bunlarla ilişkisi yok diyelim, öyleyse baştan itibaren hiç öngörüde bulunmamak gerek, bu durumda gürültü nedenini buluncaya ya da bu neden kendisini gösterinceye dek beklemekten başka çare yoktur. Öngörüler üzerinde değişiklikler yapılabilir, örneğin bir yerde suların duvarları delip içeri girdiği söylenebilir, ıslık ya da ötüş gibi işitilen ses sadece su çağıltısıdır. Fakat bu konuda hiç deneyimim yok, inşaat sırasında rastgeldiğim ilk suyun yolunu çevirip dışarı vermiştim, bir daha da kumlu zeminde suya rastlamadım, bunlar bir yana işittiğim kesinlikle bir ötüş, çağıltı denemez bu sese. Yine de, serinkanlılığımı yitirmemek için kendi kendime yaptığım telkinlerin hiç yararı yok, düşgücüm bastırılmak istemiyor, kendi kendimi yadsıyamam, ötüşün bir hayvandan geldiğine inanmak istiyorum, küçük hayvancıklardan değil tek bir hayvandan. Bunun gerçek olmadığını gösteren kanıtlar var aslında: Ses her yerden aynı güçle ve gece gündüz sürekli işitiliyor. Küçük hayvanları merkeze alan ilk öngörüme dönsem daha iyi olur ama kazılarımda onlarla karşılaşmam gerekmez miydi, oysa tek ize rastlamadım, öyleyse geriye kalan seçenek tek ve kocaman bir hayvan; yetmezmiş gibi, bu hayvanın varlığına karşı öne sürülebilecek kanıtlar, hayvanın yokluğunu değil onun tüm tasarımlarımın ötesinde güçlü olduğunu gösteriyor. Ben, sadece bu nedenden ötürü bu varsayımı yadsımıştım. Artık bu yanılsamayı terk ediyorum. Kafamda büyütüp durduğum bir düşünce var: Gürültüyü böyle çok uzaklardan işitebiliyorsam, bunun nedeni hayvanın çılgınca bir çalışma ritmi tutturmasıdır, toprağı öyle hızla oyuyor ki, yolda rahat adımlarla dolaşan biri sanki. O toprağı oyarken yer titriyor, bu titreme oymaya ara verdiğinde de sürüp gidiyor, oymadan kaynaklanan titreme ve ardından sürüp giden titreme çok uzaklarda birleşiyor, gürültünün bu son durumunu işiten ben, sesin her yerde aynı şiddette olduğunu sanıyorum. Hayvanın bana doğru ilerlememesi de bunda etkili oluyor, gürültü bu yüzden değişmiyor, sanki bir türlü anlayamadığım bir tasarı var, bu hayvanın benim varlığımdan haberli olduğunu söylemek istemem ama sanırım çevremi kuşatmak amaçlı bir kazı tasarımı uyguluyor, onu dinlemeye başladığımdan beri Tanrı bilir kaç kez yuvamın çevresini turladı. Gürültünün türü de kafama takılıyor, ıslık mı ötüş mü? Toprağı ben kazsam, gelen gürültü çok başka olurdu. Ötüş ancak şu yolla açıklanabilir: Hayvan oyarken pençelerini kullanmıyor, pençeler sadece kazıda sonradan yardımcı olan organlar, kullandığı araç ağzı ya da varsa hortumu olabilir; nedir, devasa gücü bir yana, bu ağız ya da hortumun bir keskinliğe de sahip olması gerekir. Hayvan tek bir güçlü hareketle hortumunu toprağa saplıyor, büyük bir parçayı koparıp alıyor, bu sırada hiçbir şey işitmiyor olabilirim, bu anda bir sessizlik vardır, fakat yeni bir hareket için yeni bir soluk alıyor birden. Bu soluk yeri göğü inleten bir gürültü niteliği taşımalı, sadece hayvanın gücü yüzünden değil, çabucak iş görmesinden dolayı da; ancak bu soluklanmayı küçük bir ötüş gibi işitiyorum ben. Fakat bu hayvan böyle aralıksız çalışma gücünü nerden alıyor, bunu anlamıyorum. Şu kısa sessizlikler hayvanın kısa dinlenme süreleri olabilir ama büyük bir ara vermedi hiç, gece gündüz kazıyor toprağı, gücünü ve zindeliğini hep koruyarak, gerçekleşmesi için sabırsızlandığı ve gerçekleştirmek için her gücü elinde bulundurduğu tasarısını gözden yitirmeden. Böyle bir düşmanın karşıma çıkacağını nasıl öngörebilirdim!

Düşmanımın özelliklerini bir yana bıraksam bile, şu anda gerçekleşen bir şeyi önceden düşünmem ve önlemini almam gerekirdi: Yaklaşan biri var! Her şeyin bu kadar uzun süre sessiz ve sorunsuz sürmesi doğal değildi zaten. Düşmanlarımın yuvamın çevresinden eğriler çizerek geçip gitmelerini sağlayan kılavuz kimdi acaba? O uzun süre boyunca kollanıp şimdi böyle bir tehlikeyle yüzleşmemin nedeni neydi? Beni çok meşgul eden diğer ufak tehlikelerin tümü, bu tehlikenin yanında nasıl bir önem taşıyabilir? Yuvanın sahibi olarak, yuvaya yaklaşacakların tümünden büyük bir güce de sahip olduğum duygusuna mı kapıldım? Bu ince yapıya sahip yuvanın sahibi olarak, herhangi bir saldırıya karşı kendimi savunma gücünden yoksun olduğumun bilinmesini isterim. Bu yuvaya sahip olmanın mutluluğuyla şımardım, yuvanın hassas yapısı hassasiyetimi arttırdı, onun bir yeri incinse benim de canım yanıyor. Bunu da öngörmem, savsaklanmış ve başarısız kişisel savunmamın ötesinde, yuvamın savunmasını tasarlamam gerekirdi. En baştan önlem almalı, yuvamın ayrı ayrı ama mümkün olabildiğince çok bölümünü bir saldırı anında diğer bölümlerde toprakla ayrılabilecek hale getirmeliydim, bunu öyle çok toprak kullanarak yapmalıydım ki, saldırgan bu kadar toprağın ardında bir yuvanın gizlendiğini asla sezemesin. Giderek bu toprak yığını savunmanın yanı sıra saldırganı gömmeye de yeterdi. Fakat bu yönde hiç çalışmadım, çocuksu bir züppelikle yaşamayı sürdürdüm, oyunlar oynayıp durdum, tehlike düşüncelerini bile oyun konusu yaptım, gerçek tehlikelere karşı önlem alabilme olanaklarını hep kaçırdım. Oysa uyarılar hep var olmuştu.

Başıma şu andakine benzer bir şeyin gelmediği doğru ama yuvamı inşa ettiğim ilk günlerde bunu az da olsa andıran bir durumla karşılaşmıştım. Yine de arada önemli bir fark vardı, yuvamın inşasına henüz başlamıştım ve o günlerde ancak bir çırak olarak adlandırılabilirdim; ilk dehlizde çalışıyordum, dolambaç genel hatlarıyla tasarlanmış durumdaydı, hepi topu küçücük bir alanı oymuştum ama ne büyüklük ne de duvarların işçiliği açısından içime sinmişti; sözün kısası, henüz her şey başlangıç aşamasındaydı, bunların tümünü sadece bir deney, sabrım tükendiğinde hiç üzüntü duymadan terk edebileceğim bir heves olarak bakılabilirdi. Yaşamda sürekli aralar verişim gibi, bir gün bu çalışmaya bir ara vermiş, yığdığım toprak kümeleri arasında serilip yatmıştım, birden uzaklardan bir gürültü işittim. O günlerde gençtim elbette, korkudan çok merak uyandı içimde. İşi gücü bırakıp dinlemeye başladım, sonuçta sadece dinliyordum, çekinecek bir durum yoktu, o günlerde altına sinip yatmak ve yukarıyı dinlemek için yosun örtünün altına koştuğum yoktu, sadece dinliyordum işte. Benimkine eş bir toprak kazma işinin yapıldığını anlamıştım, ses benimkine kıyasla biraz güçsüzdü ama uzaklığın ne kadar olduğu kestirilebilecek gibi değildi. Merak etmek dışında, serinkanlı bekliyordum. İçimden, belki ben yabancı bir yuvada inşaat işerine giriştim ve yuvanın asıl sahibi toprağı oyarak bana yaklaşıyor dedim. Bu olasılık doğru olsaydı, oraları ele geçirme ya da ev sahibine saldırma isteğini asla duymaz, hemen çeker gider, yuvamı başka yerde inşa ederdim. Çok gençtim, henüz yuvamı inşa etmemiştim, serinkanlılığımı yitirmeyebilirdim. Bu yargıya varmak kolay olmasa da, işin ilerleyen evrelerinde bir telaş gösterdiğim söylenemezdi. Toprağı oyup gelen yaratık, benim çalışma sesimi işiterek bana ulaşmaya çalışmış, sonra, şimdi olduğu gibi, yarı yolda yön değiştirmişse bile; bunu neden yaptığı belirsizdi; çalışma aralarımda benim sesimi mi yitirmişti, izlediği yolda nirengi olarak alacağı bir nokta mı bulamamıştı, yoksa birden niyetinden mi vazgeçmişti, bilmek mümkün değil. Belki en başta yanılmıştım, bana doğru yönelmemişti bile. Yine de, gürültü yaklaşıyora benziyordu, çünkü güçleniyordu. Henüz bir delikanlı olan ben, bu yaratığın toprakların arasından birden belirdiğini görsem bundan mutlu olmaz değildim ama bu gerçekleşmedi; toprağı uyan yaratığın sesi bir yön değişikliğini işaret eder gibi yavaşça zayıflamaya başladı, giderek zayıfladı ve toprağı oyma yönünü benim tam ters istikametime çevirmiş gibi birden kesildi. Ardından uzun süre sessizliğin içinden bu sesi işitmeye çalıştım, sonra çalışmama geri döndüm. Bu bana yapılmış açık bir uyarıydı ama kısa süre içinde belleğimden silinip gitti, inşaat tasarılarımı da hiç etkilemedi.

O günle bugün arasında yetişkinlik çağım var ama sanki arada hiçbir şey olmamış gibi. Bugün de sık aralıklarla çalışmamı durduruyorum, duvarlara dayanıp dinliyorum, işte toprağı oyan yaratık yine niyetini değiştirdi, tam ters yöne döndü ve yaptığı yolculuktan döndüğünde hak ettiği karşılamayı hazırlamam için bana zaman kazandırdı. Fakat burada her şey her zaman olduğundan daha kötü, büyük yapı savunmasız bekliyor, ben de artık bir çırak değil kocamış bir mimarım, elimdeki güç ve kararlılık bir anda uçuveriyor. Ne kadar yaşlanırsam yaşlanayım, şu andakinden de yaşlanmayı dilediğimin farkındayım, yosun örtünün altından kalkmayı hiç istemeyecek denli yaşlanabileyim hatta, çünkü buranın rahatlığını şu anda yaşayamıyorum, en ufak gürültüde hemen aşağı koşturmaya başlıyorum. Son durum nasıldı? Ötüş zayıflamış olabilir miydi? Ne zayıflaması, daha da güçlenmişti. Kulağımı gelişigüzel yerlere dayayıp dinliyorum, yine yanılmışım, ötüş nasılsa öyle, hiç değişmemiş. Dışarıda değişiklik azdır, zamanın üzerine çıkılarak sakinlik korunabilir ama burada, aşağıda her an sağa-sola kulak kabartmayı gerektirir tehlikeler. Geri dönüp kale alanına inen uzun yola giriyorum, çevremdeki her şey bana tedirgin ve telaşlı gibi görünüyor, bana bakar ve beni rahatsız etmemek için gözlerini kaçırıyorlar sanki, sonra vazgeçip kurtarıcı kararlarımı anlayabilmek için gözlerimin içine bakıyorlar. Başımı sallıyorum, çünkü tek bir karar bile almış değilim, kale alanına gidişim bir tasarıyı yaşama geçirmek için değil. Tam o anda araştırma deliğimin önünden geçiyor, burayı bir kez daha inceliyorum, gerçekten de delik için uygun bir yer; delik havayı ileten yolların olduğu yöne doğru açılır, bu yollar işimi kolaylaştırırdı, deliği çok ilerilere götürmek zorunda kalmaz, gürültü kaynağının burnunun dibine dek kazmazdım, hava iletim yollarını dinlemem sonuç için yeterli olabilirdi. Artık hiçbir düşünce, bu deliği açmak için bana cesaret veremez. Delik bana hangi kesin kanıtı sağlayacak? Şu anda kesin kanıt aramıyorum. Kale alanındaki derisi yüzülmüş pembe et parçalarından birini seçiyorum, toprak yığınlarının birinin altına kıvrılıyorum, gerçek sessizlikten geriye kalan kadar sessiz burası. Eti yalar gibi tadına bakıyorum, aklım yine uzaklardaki hayvana gidiyor, henüz yiyebiliyorken yiyeceklerimi yemeyi düşünüyorum.

Bu, gerçekleştirebileceğim tek tasarı! Öte yandan yabancı hayvanın tasarısının ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir yolculuk üzerinde mi, yoksa kendi yuvasını mı inşa ediyor? Eğer yolculuktaysa bir anlaşmaya varmak mümkündür, bana gerçekten yaklaşırsa yiyeceklerimden birazını ona vererek yola devam etmesini sağlayabilirim. Bu toprak yığınları içinde düş kurmakta özgürüm, bu anlaşma da kurduğum düşlerden biri, bunun gerçekleşebilecek bir düş olmadığını çok iyi biliyorum, birbirimizi gördüğümüz, görmek ne demek, yakın bir hayvan olarak sezdiğimiz an aklımız uçup gidecek, aylarca yemek istemeyecek denli tok olsak da yeni bir açlığa kapılacağız, ikimiz de aynı anda pençelerimizi ve dişlerimizi kullanmaya başlayacağız. O anda, her an olduğumuzdan daha haklı olacağız, kim bir yolculuğa çıksa da hazır bir yuvayı gördüğünde gelecek tasarımlarını gözden geçirme gereksinimi duymaz? Hayvanın kendi yuvasında inşa çalışması yapması durumunda, anlaşmanın düşünü bile kurmak olanaksız. İsterse komşu yuvalarda yaşamamız mümkün olan tuhaf bir hayvan türü olsun, benim yuvam bu komşuluğu kaldıramaz. Hayvanın hâlâ uzakta olduğu belli, biraz olsun geri gitse bu ses hepten kesilebilir hatta, her şey eski günlerdeki düzenine geri döner, yaşadıklarım kötü ama gelecek için yararlı bir deneyim olur, yuvada hatırı sayılır bir tadilata kalkışmama neden oluşturur, huzur içinde yaşayabilirsem ve beni engelleyecek yeni bir tehlike belirmezse, pek çok işe yetecek gücüm var; belki bu yabancı hayvan elindeki çalışma gücünü göz önüne alarak inşa tasarımlarını başka bir yönde devam ettirir. Bunu da anlaşma çabaları değil, hayvanın bizzat kendi kararları ya da benim zora başvurmam sağlar. İki seçenekte de, hayvanın bana dair bildiklerinin miktarı yaşamsal önem taşıyor. Bu yüzden düşüncelerim hangi yönde ilerlerse ilerlesin, hayvanın beni işitmiş olabileceğini akıl almaz bir şey olarak görüyorum. Düşüncelerimde tam olarak tasarlayamasam da, hayvanın benim hakkımda bazı düşünceleri olsa da beni işittiğine inanamıyorum. Ondan habersizken beni işitmiş olamaz, çünkü hiç sesim çıkmamıştı, yuvama yeniden kavuşmam kadar sessiz bir şey olabilir mi? Sonra, araştırma deliklerimi kazdığım sırada, gürültü çıkarmamaya özen göstermeme karşın beni işitmiş olabilir. Ama beni işitmiş olsa, bunu fark etmem gerekmez miydi? Çünkü çalışma sırasında durup onun da beni dinlemesi gerekirdi, oysa olup bitenlerde en ufak bir değişiklik olmamıştı.

Yuva | Hayvan Öyküleri – Franz Kafka

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments