İçinizden farklı politik eğilimlere sahip birçok kişi, dün sordukları gibi, yarın soracakları gibi, bugün de soruyorlar Küba devrimi nedir? İdeolojisi nasıldır? Hemen ardından da dostun-düşmanın bu durumda sorduğu şu soru gelir: “Küba devrimi, komünist bir devrim midir?” Kimisi umutla evet diye cevap verir, ya da komünizm yolu üzerinde ilerlediğini söyler, kimisi belki biraz düşkırıklığı içinde evet diye düşünür, daha başkaları yine düşkırıklığıyla ”hayır” der, bazıları da umutlu, ”hayır” diye düşünür. Bu devrimin komünist olup olmadığı bana sorulsaydı, komünistliğin ne olduğunu iyice belirledikten sonra, herşeyi birbirine karıştıran emperyalizmden ve sömürgeci güçlerden gelen suçlamaları da bir yana bırakarak, bu devrimin marksist olduğunu -dikkat ederseniz marksist, diyorum- çünkü kendi yöntemleriyle Marx’ın gösterdiği yolu bulduğunu söylerdim.
Sovyetler Birliği’nin seçkin kişiliklerinden, öteden beri marksist olan Başbakan Yardımcısı Mikoyan, daha geçenlerde, Küba Devrimi’nin sonsuza kadar varolması dileğinde bulunurken, bunun, Marx’ın önceden göremediği bir tarihi olay olduğunu kabul ediyor, hayatın, en bilimsel kitaptan, en derin düşünürden daha çok şey öğrettiğini belirtiyordu.
Küba devrimi, sloganlarla uğraşmaksızın, kimin ne söylediğini öğrenmeye çabalamaksızın, Küba halkının isteklerini her an gözönüne alarak ilerledi ve birdenbire, halka mutluluk getirdiğini (ya da bu mutluluğu gerçekleştirmek üzere olduğunu) ayrıca, dost-düşman herkesin meraklı bakışlarının, tüm kıtanın umut dolu, tekel krallarınınsa öfke dolu bakışlarının adanın üzerine çevrildiğini farketti.
Bütün bunlar, bugünden yarına gerçekleştirilebilecek şeyler değildir. İzin verirseniz, size, güncel devrimci düşüncenin nasıl doğduğu konusunda dinamik bir düşünce kazandıracak ve benzeri koşullarda başka halklara fayda sağlayacak olan kendi deneyiminden sözedeyim. Gerçekte bugünkü Küba devrimi, zaferden sonra bile, dünkü Küba devrimine benzemez. Dibi su alan bir gemiyle Sierra Maestra’ya varmak için Meksika Körfezi’nin tehlikeli bölgelerini aşmak üzere denize açılan, seksen iki gençle bugünkü Küba’nın temsilcileri arasındaki uzaklık yıllarla ölçülemez, en azından, yirmi dört saatlik günlerle, altmış dakikalık saatlerle hesaplanamaz. Küba Hükümeti’nin bütün üyeleri, yaş bakımından da, karakter bakımından da, coşku bakımından da gençtiler , ama deneyimin olağanüstü üniversitesinde, ve halkla, onun ihtiyaçları ve özlemleriyle kurdukları canlı bağlar sayesinde olgunlaşmışlardı. Hepimiz de, günün birinde Küba topraklarının herhangi bir parçasına varmayı, bağırışlar ve kahramanca eylemler, ölümler ve gösteriler arasında iktidarı almayı, diktatör Batista’yı yurttan kovmayı istemiştik. Tüm dünyanın en büyük sömürgeci gücünün desteğindeki katiller ordusunca desteklenen bir hükümeti yenmenin hiç de kolay olmadığını tarih bize öğretti.
Böylece, tüm görüşlerimiz yavaş yavaş değişti. Biz, kent çocukları, köylüye, onun bağımsızlık isteğine ve dürüstlüğüne saygı duymayı öğrendik; yüzyıllardan beridir elinden koparılıp alınan toprağına duyduğu özlemi haklı bulmayı, dağların binlerce patikasında dolaşarak edindiği deneyimine değer vermeyi öğrendik. Köylüler de bizden, elinde tüfek tutan ve yanında kaç tane tüfekli adam bulunursa bulunsun, birinin üzerine ateş etmeye hazır bir adamın değerini öğrendiler.
Köylüler bize bilgeliklerini öğrettiler, bizse onlara isyancılığımızı öğrettik. O gün bu gündür, Küba köylüleriyle Küba Direniş Güçleri, bugün Küba Devrimci Hükümeti’nin de beraberliğinde, yekvücut olmuşlardır .
Devrim gelişti, diktatörlüğe bağlı birlikleri Sierra Maestra’nın dik yamaçlarından püskürttük. Sonra yeni Küba gerçeğiyle karşı karşıya geldik: Tarım işçisinin olsun, sanayi emekçisinin olsun, işçinin, emekçinin de bize öğreteceği birşeyler vardı, biz de ona, belirli bir anda isabetli bir atışın, en güçlü ve en olumlu barışçı gösterilerden daha güçlü ve daha olumlu olduğunu öğrettik. Örgütlenmenin değerini öğrendik ve isyanın değerini öğrettik; bu birleşmeden, tüm Küba toprakları üzerinde örgütlü ayaklanma doğdu.
Aradan çok zaman geçmişti, artık kimisi savaşçı, kimisi sivil halktan suçsuz insanlar olan pek çok şehit zafer yolunu belirliyordu. Emperyalist güçler, Sierra Maestra tepelerinde bulunanların yalnızca bir eşkıya grubu, yalnızca iktidara geçmek isteyen bir takım hırslı kimseler olmadığını anlamaya başladılar. Bombalarını, mermilerini, uçaklarını, tanklarını diktatörlüğe cömertçe verip bu öncüyle son bir kez yeniden Sierra Maestra’ya tırmanmayı denediler.
Zaman geçmiş ve Direniş Güçlerimizin yürüyüş kolları Küba’nın başka yerlerini işgal etmeye gitmişti. “Frank Pais” adını taşıyan İkinci Doğu Cephesi, Komutan Raul Castro’nun komutanlığı altında oluşmuştu bile. Tüm bu avantajlara, kamuoyu karşısında sahip olduğumuz güce ve tüm dünya basınında, dış haberler sayfalarında bize ayrılan sütunlara karşın rejimin onbin asker görevlendirdiği, her çeşit ölüm aracını devreye soktuğu son saldırıya karşı koymak için Küba devriminin yalnız ve yalnız ikiyüz tüfeği vardı, ikiyüz kişi değil de, ikiyüz tüfek. Bu ikiyüz tüfeğin herbirinin öyküsü, özveriyle ve kanla yazılmış birer destandır, çünkü bu silahların herbiri, emperyalizmin tüfekleriyken şehitlerimizin kanı ve inancıyla onurlandırılmış, halkın silahlarına dönüştürülmüştü. Ordunun “kuşatma ve yoketme” adını verdiği büyük saldırının son aşaması işte böyle başladı.
Tüm Latin Amerika kıtasının öğrencileri, burada marksizmi uyguluyorsak nedeni budur, marksizmi burada keşfetmemizdir. Askeri birlikler geri çekildiğinde, onlara binlerce kayıp, bizim toplam savaşçı güçlerimizin beş katı kadar kayıp verdirttikten, altıyüzden fazla silah ele geçirdikten sonra, elimize, rastlantı eseri olarak, Mao Tse-tung’un küçük bir broşürü geçti… Çin’deki devrimci savaşın stratejik sorunlarını inceleyen bu küçük broşürde, diktatör Çan Kay-şek’in halk güçlerine karşı buradaki gibi “kuşatma ve yoketme” diye adlandırdığı saldırısı anlatılıyordu. Dünyanın iki ucundaki iki diktatörün saldırı harekâtlarına verdikleri adlar aynı olmakla kalmıyor, halk güçlerini yoketmeyi denemek için bu iki diktatörün giriştiği saldırıların biçimi bile birbirine benziyordu. Halk güçlerine gelince, gerilla savaşı strateji ve taktiklerini anlatan el kitaplarını okumadıkları halde, dünyanın öbür ucunda öngörülen yöntemleri benimsemişlerdi. Gerçekten de, bir deneyim ortaya atıldığında, bundan kim olursa olsun herkes yararlanabilir, fakat daha önce yaşanmış olan deneyim zorunlu olarak bilinmeden de tekrarına başka yerde rastlanabilir.
Çinli savaş birliklerinin, ülkelerinde yirmi yıl boyunca sürdürdükleri mücadelenin kazandırdığı tüm deneyimi bilmiyorduk, ama burada, ülkemizde, düşmanımızı tanıyor ve kullanmasını bilen için çok değerli olan, insanın omuzları üzerinde taşıdığı bir şeyden faydalanıyorduk: Kısacası, düşmanımızı yenmek için kafamızı kullanıyorduk. Böylelikle bozguna uğrattık düşmanı.
Sonra, batıya doğru yürüyüş başladı. Haberleşme bağlantıları kesildi, ardından da diktatörlüğün kimsenin beklemediği anda, büyük bir gürültüyle çöküşü geldi. Arkasından da 1 Ocak. Ve devrim, bir kez daha, okuduklarını hatırına getirmeksizin, ne yapması gerektiğini halkın ağzından öğrendi: Herşeyden önce suçluların cezalandırılması kararlaştırıldı ve cezalandırıldılar .
Sömürgeci güçler derhal bu cezalandırma eylemlerini cinayet diye nitelendirip, emperyalistlerin her zaman yaptığı gibi bölücülük tohumları ekmeye çalıştılar. “Burada cinayet işleyen, katil komünistler vardı, oysa ki Fidel Castro adındaki suçsuz yurtseverin bu olaylarla hiçbir ilgisi yoktu, o kurtarılmalıydı.” Sahte bahane ve kanıtlarla, aynı dava uğruna mücadele etmiş insanları bölmeye çabalıyorlardı. Bir süre bunu başardıklarına inandılar. Ama, günün birinde, reform yasasının akıllı uslu hükümet danışmanlarının önerdiği biçimden çok daha ciddi, çok daha köklü olduğunu farkettiler. Söz açılmışken, bu danışmanların, Diario de La Marina’daki Pepin Rivero ve Prensa Libre’deki Medrano’nun, bugün Miami’de, ya da Amerika Birleşik Devletleri’nin bir başka köşesinde yaşadığını belirtelim. Hatta hükümetimin başında “Bu tür işlerde ılımlı hareket etmek gerekir” diyerek, çok ılımlı davranmayı öneren bir başbakan bile vardı.
“Ilımlılık” da sömürgecilik ajanlarının kullanmayı sevdiği kelimelerden biridir. Korkanlar ya da herhangi bir biçimde ihanet etmeyi düşünenler hep ılımlıdır. Halk ise, kesinlikle, hiçbir zaman ılımlı değildir .
Bu baylar, kırsal bölgelerde, üzerinde yabani otlar yetişen toprakların köylülere dağıtılmasını, köylülerin bu yabani otları ayıklamasını öneriyorlardı; köylüler bataklıklarda, ya da latifundiya(1) sahiplerinin açgözlülüğünden kurtulan birkaç parça devlet toprağı üzerinde yaşayabilirlerdi; ama latifundiya sahiplerinin toprağına el sürmek, işlenebileceğini onların akıllarının almadığı bir günahtı. Fakat, buna rağmen, bu da yapıldı.
O dönemde, 900 caballeria’dan fazla toprağı olmadığı için Devrimci Hükümetle hiçbir sorunu olmadığını söyleyen bir bayla konuşmuştum. 900 caballeria onbin hektardan fazla eder. Elbette, bu bayın sonradan devrimci hükümetle bir takım sorunları oldu, topraklarına el konup küçük köylüye dağıtıldı. Ayrıca, tarım işçisinin ücret karşılığında ortaklaşa işlemeye alıştığı topraklar üzerinde kooperatifler kuruldu.
Burada, Küba Devriminin incelenmesi gereken bir özelliğiyle karşılaşıyoruz. Bu devrim, feodal olmayan toplumsal mülkiyet biçimlerine ulaşmayı hedef alarak, Amerika kıtasında ilk tarım reformunu gerçekleştirdi. Gerçi tütünde ve kahvede feodal kalıntılar hâlâ sürüp gidiyordu, bu nedenle bu tarım dalları, küçük toprak parçaları üzerinde yaşayan ve bu toprağa sahip olmak isteyen küçük üreticiye devredildi. Fakat, şeker kamışı, pirinç, hatta sürü hayvanları, Küba’da sömürüldüğü için, tüm topraklara ortaklaşa sahibolan işçiler tarafından ortaklaşa üretilmeye başlandı. Bu emekçilerin bir karış bile toprağı yoktur, bunların kurduğu büyük ortaklığa kooperatif denir. Bu önlemler, tarım reformumuzu hızla kökleştirmemizi sağladı. İçinizden her biri, burada, Latin Amerika’da hiçbir devrimci hükümetin, ilk iş olarak tarım reformunu gerçekleştirmezse kendini devrimci hükümet diye adlandıramayacağını bilmelidir. Sınırlı bir tarım reformu uygulayacağını açıklayan herhangi bir hükümet, devrimci hükümet olamaz. Devrimci hükümet, tarım reformu yaparken, köylüye sadece fazlalık toprakları vermekle kalmaz, asıl fazlalık olmayanları, latifundiya sahiplerinin elindeki en iyi, en verimli, zaten, eskiden köylüden çalınmış olan toprakları yine köylüye devredip toprak mülkiyeti düzenini kökünden değiştiren bir yöntem uygular .
Tarım reformu işte budur, tüm devrimci hükümetler bu hareket noktasından yola çıkmalıdır. Tarım reformu temeli üzerinde çok daha karmaşık olan sanayileşme savaşı başlar. Artık, çok çapraşık olaylara karşı mücadele yürütmek zorunluluğu kendini göstermiştir, küçük ulusların dostu çok büyük güçler olmasa kolayca batabiliriz bu çarpışmalarda. Şu sıralar, Küba gibi hiç de ılımlı olmayan devrimci ülkeler, Sovyetler Birliği ve Halk Çin’inin onlarla dost olup olmadığını kendi kendilerine sorabilirler. Bu soru karşısında ılımlı davranmayıp, Sovyetler Birliği’nin, Çin’in ve tüm sosyalist ülkelerin, sömürge, yarı-sömürge ve kurtulmuş ülkeler gibi dostumuz olduğunu var gücümüzle tekrarlamalıyız. Latin Amerika devriminin gerçekleştirilmesi ancak bu dostluğu temel alabilir. Gerçekten de, Sovyetler Birliği bize petrol verip şekerimizi almayacak olsaydı, karşılaştığımız ekonomik güçlere katlanmak için halkımızın tüm gücü, tüm inancı ve tüm özverisi gerekecekti. Bunun ardından da “Kuzey-Amerika demokrasisi”nin aldığı önlemlerin, tüm Küba halkının yaşam düzeyi üzerinde verdiği sonuçlardan kuvvet kazanan bölücü güçler işbaşına geçecekti. Bazı Latin Amerika hükümetleri hâlâ, bize darbe indirmek isteyenlerin ayaklarını öpmemizi, bizi savunmaya çalışanların yüzüne tükürmemizi öneriyor. Cevap olarak, XX. yy’da aşağılanmayı öğütleyen böylelerine, önce, Küba’nın kimsenin önünde eğilmeyeceğini ve daha sonra da, bu hükümetlerin zayıflıklarını deneyimiyle bilen Küba’nın, bu ülkelere tüm hainlerini kurşuna dizmelerini ve tüm tekellerini devletleştirmelerini önermeyi hiçbir zaman aklından geçirmediğini söyleyebiliriz.
Küba halkı, içinden çıkan katileri kurşuna dizmiş, diktatörlüğün ordusunu dağıtmıştır. Ama, tutup hiçbir Latin Amerika hükümetine aynı şeyi siz de yapın dememiştir. Oysaki, Küba bu ülkelerin tümünde katiller olduğunu iyi bilir. Dost bir ülkede, kendi hareketimizin üyesi Kübalıları katleden eski diktatörlük kalıntısı hafiye bozuntularından sözetmeye bile değmez…(2)
Militanlarımızın katilinin idamını istemedik, ama, burada olsaydı öldürülürdü… Büyük sömürücümüzle ittifak kurmamız gerektiği artık tekrarlanıp durmasın bize. Çünkü bu, bir Latin Amerika hükümetinin söyleyebileceği en alçakça, en alçaltıcı yalandır. Küba devrimini yapan bizler, tüm Küba halkı, dostlarımıza dost, düşmanlarımıza düşman deriz. Bu ikisinin ortası olmaz. Bizler, Küba halkı, dünyanın başka hiçbir halkına, örneğin Uluslararası Para Fonu’na karşı nasıl tavır alması gerektiğini öğretmiyoruz, bize de gelip öğüt vermelerini hoş görmüyoruz.
Yapılması gerekeni biliyoruz, bunu yapmak istiyorlarsa çok güzel, istemiyorlarsa kendileri bilir. Ama, öğüt kabul etmiyoruz, çünkü biz son ana kadar yalnızdık. Kapitalist dünyanın en büyük gücünün doğrudan saldırısını ayakta beklerken, kimseden yardım istemedik. Biz ve halkımız, ayaklanmamızın sonuçlarına katlanmaya hazırdık.
Bu nedenle, bugün, dünyanın dört bir bucağından kardeşlerimizin toplandığı tüm kongrelerde, tüm kurullarda alnımız ak, başımız dik konuşabiliyoruz. Küba Devrimi konuştuğunda yanılabilir, ama asla yalan söylemez. Konuşmak durumunda olduğu tüm kürsülerde, Küba Devrimi, toprağının evlatlarının gerçeğini dile getirir, dostlarının da, düşmanlarının da karşısında, herzaman bu gerçekten sözeder. Asla taş atmak için saklanmaz, asla kadifeler içinde hançer gizleyen önerilerde bulunmaz.
Böyle olduğumuz için bize saldıran çok, ama Latin Amerika halklarının her birine ne olabileceklerini gösterdiğimiz için daha da çok saldırıya uğruyoruz. Bu durum, emperyalizm için Küba’nın nikel madenlerinden, şeker fabrikalarından, Venezüella’nın petrolünden, Meksika’nın pamuğundan, Şili’nin bakırından, Arjantin’in kesimlik hayvanlarından, Paraguay’ın matesinden, Brezilya’nın kahvesinden daha önemlidir, tekelleri besleyen bu hammaddelerin tümünün önemi de çok büyüktür halbuki.
Emperyalistler yolumuzun üzerine ellerinden geldiğince engel koymaktan çekinmezler. Kendi elleriyle engel koymayı başaramadıkları zaman, ne yazık ki, Latin Amerika’da bu işe aday olanlar ortaya çıkar… İsimlerinin önemi yok, kimseyi suçlamak istemiyoruz. Burada, Cumhurbaşkanı Betancourt’un yurttaşlarımızın ölümünden sorumlu olduğunu söyleyemeyiz, o sadece, kendine demokratik diyen bir düzenin tutsağıdır. Bu demokratik rejim, Amerika için bir başka örnek olabilecekken, idam mangasını zamanında kullanamamak gibi büyük bir beceriksizlik yapmıştır. Bugün Venezüella demokratik hükümeti, Latin Amerika’nın büyük bir kısmında görüldüğü ve eskiden Küba’ da olduğu gibi, eski hafiyelerin elinde tutsaktır .
Cumhurbaşkanı Betancourt’u cinayetle suçlayamayız, burada yalnızca, devrimci tarihimizin ve devrimci inancımızın desteğinde, bir gün, halkı tarafından seçilen Cumhurbaşkanı Betancourt kendini artık bir adım atamayacak kadar tutsak hissedip kardeş bir halkın yardımını isterse, Küba’nın, Venezüella’ya devrim alanındaki deneylerinden birini göstermek üzere, orada hazır olacağını; Cumhurbaşkanı Betancourt’un, ölümle sonuçlanan karışık işi başlatanın bizim diplomatımız olmadığını bilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. İşin ucunda Amerika Birleşik Devletleri ya da ABD hükümeti vardı. Daha yakından bakıldığında, işi çevirenler Batista’nın yandaşları, daha da yakından incelendiğindeyse, bu ülkede ABD hükümetinin yedeklerini oluşturan, Batista’nın düşmanı kılığına bürünen, Batista’yı kovmak, fakat sistemi korumak isteyen Miro’lar, Quevedo’lar, Diaz Lanz’lar, Hubert Matos’lardı… ve Venezüella’da operasyonlara başlayan gericiliğin emrindeki güçler. Venezüella hükümetinin daha geçenlerde, tuzağa düşürülen otomobil olayında olduğu gibi kendi ordusu tarafından öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylemek ne kadar acı. Bugün, Venezüella Cumhurbaşkanı kendi baskı güçlerinin elinde tutsaktır.
Bu yüzden büyük üzüntü duyuyoruz, çünkü Venezüella, Sierra Maestra günlerinde Küba halkına en güçlü yardımı, en güçlü dayanışmayı sağlamıştı. Bu yüzden üzüntü duyuyoruz, çünkü Venezüella, bizden çok önce, Perez Jimenez’in temsil ettiği, dünyanın en tiksinti verici gaddarlık sisteminden kurtulmayı başarmıştı. Bu yüzden üzülüyoruz, çünkü, ilk olarak Fidel Castro, daha sonra da Cumhurbaşkanımız Dortics, Venezüella’ya gittiğinde, heyetimiz en büyük bağlılık gösterileriyle karşılandı.
Venezüella halkı gibi yüksek politik bilince, büyük savaşçı inanca erişen bir halk birkaç süngüye, birkaç mermiye uzun süre tutsak olmaz. Süngü ve mermiler el değiştirebilir, caniler kurbanlara dönüşebilir .
Benim görevim burada bize zarar vermeye çalışan hükümetleri sayıp dökmek, arkamızdan indirilmek istenen zavallı hançer darbelerini bir bir anlatmak, ayaklanma ateşlerini körüklemek değil. Benim görevim bu değil, çünkü, herşeyden önce, Küba henüz tehlikeyi atlatmadı, dünyanın bu köşesinde emperyalist saldırıların hedefi olmaktan kurtulamadı. Henüz hepinizin dayanışmasına ihtiyacı var. Sömürgecilerin korktuğu kesin. Onlar da, herkes gibi füzelerden, bombalardan korkar. Yıkıcı bombaların kendi karılarının, çocuklarının, öylesine sevgiyle oluşturdukları herşeyin üzerine düşebileceğini bugün ilk kez gördüler. Elektronik makineleriyle hesaplara girişip sistemin iyi olmadığı sonucuna vardılar. Ama, bu Küba demokrasisini ortadan yoketmekten vazgeçtikleri anlamına gelmez. Tartıştıkları yöntemler arasından, Küba Devrimine karşı en iyi saldırıyı gerçekleştirmeye hangisinin uygun olduğunu bulup çıkarmak için yine bitmez tükenmez hesaplara giriştiler. Önlerinde İdigoras yöntemi var, Nikaragua yöntemi, Haiti yöntemi var. Şimdi, Saint-Domingue yöntemine de sahipler, ayrıca Florida kiralık asker yöntemi, OAS yöntemi de var. Doğrusu, pek çok yöntemlere ve bunları geliştirmek için çok büyük güce sahipler .
Cumhurbaşkanı Arbenz ve halkı bu deneyimden geçti. Ne yazık ki, Guatemala’da Cumhurbaşkanı Arbenz’in eski tarz bir ordusu vardı, halkların dayanışmasının herhangi bir saldırıyı geriletebileceğini de pek iyi anlayamamıştı.
Gerekli anda, Küba Devrimini savunmak için, tüm hiziplere ulusal siyasi mücadeleleri unutturan bu dayanışma, bizim en büyük güçlerimizden biridir. Bunun bütün Latin Amerika gençliğinin de görevi olduğunu söyleyebilirim, çünkü burada olup bitenler yeniliği içerir ve incelenmeye değer. İyi olduğunu sizlere ben söyleyecek değilim, kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Kötü yanları var… biliyorum; örgütlenmede birçok eksiklerimiz var, biliyorum. Sierra’ya gitseydiniz, hepiniz de belki bunları görecektiniz. Hâlâ “gerillacılık” var… biliyorum. Ulaşmak istediğimiz sayıya bakarsanız korkunç teknisyen açığımız var. Ordumuzun henüz gerekli mükemmelliğe erişmediğini, milislerin henüz bir ordu oluşturacak biçimde örgütlenmediğini biliyorum. Ama bildiğim ve sizin de bilmenizi istediğim birşey varsa, o da devrimin, her zaman Küba halkının iradesi hesaba katılarak yapıldığı; her köylünün, her işçinin silahı iyi kullanamıyorsa, her yeni günden silahını daha iyi kullanmayı öğrenmek için yararlandığıdır. Eğer şu anda, teknisyeni Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiğinden, makinasının karmaşık aygıtının işleyişini anlayamıyorsa, işçimiz her gün, bunu öğrenmek için, fabrikasının daha iyi çalışması için inceler, araştırır, çaba harcar. Köylümüz, mekanik güçlükleri yenmek için, kooperatifinin tarlasından en iyi verimi almak için traktörünü inceler.
Kentsel ve kırsal kesimde tüm Kübalılar, tek bir kardeşlik duygusuyla birleşerek, kesin ve kararlı bir düşünce birliği içinde, katıldığı her savaşta, karşılaştığı her fırsatta, özverisini, zekasının gücünü ve açık görüşlülüğünü kanıtladığı için en mutlak bir güvenle bağlandıkları şefin yönetiminde geleceğe doğru yol alıyorlar.
Şimdi karşımızda bulunan bu halk, yeryüzünden silinmesi gerekse bile, ilk hedefi olacağı bir atom savaşının patlamasına neden olsa bile, bu ada tüm üzerinde yaşayanlarla birlikte yok olsa bile, her biriniz ülkenize döndüğünde şunları söylerse bu halk, kendini mutlu ve ödülünü almış sayacaktır:
“İşte döndük. Sözlerimizde, henüz Küba ormanlarının nemi seziliyor. Sierra Maestra’ya çıkıp şafağı gördük. Ruhlarımız ve ellerimiz şafağın tohumlarıyla dolu, bunları toprağa ekmeye, meyva versinler diye bekçilik etmeye hazırız.”
O zaman, tüm kardeş Latin Amerika ülkelerinden, tüm toprağımızdan, halkların sesi artık sonsuza kadar şu cevabı verecektir:
“Öyle olsun, Latin Amerika’nın her karış toprağında özgürlük fethedilsin!”
Ernesto Che Guevara
(28 Temmuz 1960) Latin Amerika Gençliği Birinci Kongresi’inin açılışında yapılan konuşma.
Dipnot:
1. Latifundiya: Latin Amerika’da, ilkel yöntemlerle ve yarı-köle özellikte ırgatlık ve çobanlık yapılan, sahibi çoğu kez başka yerde oturan büyük çiftlik.
2. Sürgünlerin, Venezüella’da Kübalı diplomatlara karşı giriştikleri eylemden sözediliyor .