Cezaevi dalgalandı, haber bütün koğuşlarda çalkalandı:
Yahu, Vazelin İhsan enselenmiş be…
Deme!
Namussuzum…
Ulan, herif töbe etmişti bu dalgalara…
Ne zamandır kahve işletiyordu.
Belki on sene var deliğe girdiği yoktu. İnanmayın, yalandır.
Yalan değil arkadaşım, akşam postasında Adliyeden getirmişler, kapı altında gördüm. Hamama girdi çıktı da, karantinaya soktular bile…
Bak ulan bak bee..Herif hapisanenin yolunu unutmuştu, tutup getirdiler ha…
Abi, kim bu Vazelin İhsan?
Siz onu tanımazsınız. Onun zamanına yetişmediniz. Ben Mehterhanenin sübyan koğuşundayken tanırım onu…
O zaman daha bu hapisane yapılmamıştı bilem… Mehterhane vardı, annıyo musun… Biz orada yatardık…
Çok hızlıdır haaa, üstüne yoktur… Vazelin İhsan’ı on beş gün kaldığı karantina koğuşundan, cezaevinin ikinci kısım koğuşlarından Dirine verdiler. Bütün yaşlı sabıkalılar, Vazelin İhsan’ı tanıyorlardı.
Geçmiş olsun ihsan aabi…
Hoş geldin ihsan aabi…
Hangi işten düştün İhsan aabi?
Koğuş ocağından çaylar içildi. Vazelin İhsan çay tepsisine, tam raconuyla bir yüz liralık attı. Demli çaylar tazelendi.
Vazelin ihsan nasıl piyastos olduğunu anlatmaya başladı. Beyler koğuşunun, zimmet suçundan sekiz yıla hükümlü Nuri Bey’i, Vazelin Ihsan’ın karşısındaydı. Ellisini aşkın Vazelin İhsan, çevresinde sanki başka hiç kimse yokmuş gibi, karşısında oturup sedef tesbih çeken, ayakları pan- tuflulu, vişneçürüğü renginde ropdöşambrlı Nuri Bey’e anlatıyordu.
Nasıl oldu bu iş İhsan Bey kardeşim?..
Valla beyabi, şimdi ne desem yalan, inanmıyacaksınız… Çünkü, bu başıma gelenlere, ben de inanamıyorum. Bunca senedir bu yolda saçımın kılını ağarttım, annıyo musun, bööle bi dalga başıma gelmemişti. Şimdi siz «Camiden tutup getirmişler» diye alay edeceksiniz benimle ama, ondan beter namussuzum… Ben buraya bu seter vatanî vazife dolayısiyle düştüm, annıyo musun… Benim bi kahvem var, kahvecilik yaparım, annıyo musun… Bigün iki sivil geldi kahveye «Az bişey Müdüriyete kadar geleceksin » dediler. Eski polisleri ben hep tanırım… Bunlar yeni yetişme, annıyo musun, ben tanımıyorum… Acı patlıcan yemedim ki karnım ağrısın… Tabiî gittik beyabi… Baktım, Tatlı Haydar… Bizim hızlı zamanımızda, annıyo musun, sivil polisti, şimdi başkomser olmuş… Gözü biraz hafif şehlâ olduğundan baygın baygın bakar da, ondan Tatlı Haydar derler… Yoksa, Allah inandırsın beyabi, Arnavut biberinden acıdır, annıyo musun… Tatlı Haydar’a, Bir emrin mi var aabi, beni emretmişsin… dedim. Buyur otur İhsan dedi.
«Buyur, otur!» diye yer gösterdiğine göre, başka bir dalgası var. Yoksa benim bildiğim Tatlı Haydar tekme sille, ana avrat girişir adama.
Oturdum gösterdiği yere,
Aabi, biliyorsun, dedim, bana artık bu yollar kesik; ben töbe islâh ettim, eski zenatı terkle-dim.
Senden istediğim bişey var, deyince ben bozuldum. Benden hiçbi istediği olamaz. Çünkü ben son işimde, herkesin payım helâlinden vermiştim de kendi payımla da kahveyi açmıştım. Aaabi, dedim, biliyorsun, ben o voliyi vurduğum zaman herkesin hakkını bi tamam ödemiştim, eksik olma, sayende paçamı kurtarıp eski dalgalardan elimi ayağımı çekmiştim. Geçmiş hesap-lar müruru zamana uğrayıp kapandı, şimdi benden ne istiyorsun?
Ben böyle nezaket dairesinde diklenince, Eski hesaplar kapandı, şimdi o defterleri açma! dedi, benim seni buraya çağırmamın sebe bi şu ki, sen şimdi memlekete vatanî vazife yapa caksın. Bizim bildiğimiz vatanî vazife nedir beyabi; askerlik dii mi? Tamam! Demek beni askerlik dalgası için çağırtmışlar.
Tatlı Haydar’a, Aman aabi, dedim, ayağını öpeyim, ben bu vatanî vazifeyi bahriyede yaptım, hem de tama mı tamamına altı sene. Kasımpaşa Divanhane sinin camialtında hapis yattığım aylan da hesaba katmıyorum. Çok firarlı olduğumdan, Allahıma şükür, altı senede vatanî vazifemi bitirdim. Yaş elliyi geçti aabi, şimdi benden daha ne vatanî vazifesi istiyorsunuz?
Ben böyle söyleyince, annıyo musun, Tatlı Haydar bana bi kahve söyledi, bi de cıgara verdi. Ossaat çakız oldum, annıyo musun; bunlar benden, vatanî vazife dalgasıynan, zarlarına bakmamı istiyorlar. Benim kahve ocağı işliyor ya, herkesin gözü bende…
Aabi, dedim, vatanî vazife diyerekten baş ka bi emrin varsa, açık et, buyur, canbaşüstüne…
Kahve ocağı benim değil, senin…
Tatlı Haydar, Sen yanlış anladın, dedi, bu seferki vatanî vazife askerlik işi değil, başka bi iş… Bu bir memleket vazifesi… Sen simdi, memleketimizin ve de hükümetimizin yüzünü akedeceksin evelal-lah… Hükümetimizin sana gayetle ihtiyacı var ki, anlatılır gibi değil…
Aman aabi, dedim, benimle kıyak dalga geçiyorsun, kurban olayım aabi, ben kimim ki, koca bi hökûmat benim gibi bir eski yankesici parçasına muhtaç kalsın!
Tatlı Haydar, Hükümettir bu, dedi, hükümetin işi hiç belli olmaz, sırası gelir, her bir vatandaşına muhtaç olur. Simdi sen de bir vatandaş olaraktan, hükümet senden bir vatanî vazife bekliyor.
Buyur aabi, dedim, madem işin içinde vatan dalgası var, annıyo musun, boynum kıldan ince, öl de öleyim…
Bunun üzerine beyaabi, Tatlı Haydar bize durum vaziyetini açık etti.
Efendime söyliyeyim, annıyo musun, bizim memlekete gayetle kalabalık bi ecnebiye heyeti gelmiş. Bunların içinde Amerikan, Alaman, Dani- markadan, Fransiyadan her bi yandan adam varmış… Ondan sonra, tüccarı, doktoru, müvendizi, porofesürü, her bi çeşit adam varmış içinde… Bunlar bizim memleketin her bi yanını inceliyorlarmış da ona göre hükümete mangır yardımına gelmişler, annıyo musun… Velâkin, bu heyet her nereye gitmişse, bizim işlerin hiçbirinden memnun kalmamış. Orman demişler, orman işimizi beğenmemişler, annıyo musun… Fabrika demişler, fabrika işlerimizi beğenmemişler, annıyo musun… Bunun üzerine hükümet çok fena bi halde mahcup kalmış ecnebiyyeye karşı…
Hükümet demiş ki, aman demiş, biz bu ecnebiye heyetine bişiyimizi beğendirelim, demiş…
Bunları Tatlı Haydar bana anlattıktan sonra, îşte, dedi, şimdi iş sana düşüyor îhsan’-cım; bu bir vatanî vazifedir.
Benim anladığım kadarı, bizim hükümet bu ecnebiye heyetine hiçbişey beğendiremeyince, demek bi de hırsızlarımızı görün demeğe getiriyor ki, bana iş düşüyor…
Tatlı Haydar’a, Çaktım aabi, dedim, bizde gayet hızlı hır sızlık olduğunu göstereceğiz yani ki, ecnebiye he yeti de «Herbişiy kötüyse de hırsızlıkları gayet-nen kuvvetli» desinler ve de hırsızlığımızdan mem nun kalsınlar…
Aşağı yukarı öyle bişiy, dedi, şimdi biz bu adamlara bizde polisin çok kuvvetli olduğunu, çok iyi çalıştığını isbat edeceğiz.
Biraz zor aabi… dedim.
Evet, zor… dedi, biz de seni onun için çağırdık ya… Sen şimdi bize eski bir sabıkalı olarak, namlı bir yankesici olarak, usta bir hırsız olarak yardım edeceksin ve de vatanî vazife yapacaksın…
Tatlı Haydar’ın lâflarından iyice aklım karıştı benim.
Ne gibi yani aabi? dedim.
Açık etti. Bana heyetin kaldığı oteli gösterecek. Heyetin adamlarını tanıtacak, annıyo musun… Ben de heyet adamlarını çarpacağım, Allah ne verdiyse üstlerindekileri yürüteceğim, annıyo musun… Tabiî herifler «Vay yandım…» diyerekten bizim polise gidecekler. Bizim polis de onlara «Hiç merak etmeyin, bizde polislik gayetnen kuvvetlidir, şimdi beş dakkada şıp diye enseleriz!» diyecekler, annıyo musun… Ben heriflerden çarptığımı getirip polise vereceğimden, çalınan malını adama verip «Buyrun, işte malınız!» diyecekler. Onlar da, annıyo musun, vay anasını amma da polis be… diye apışacak enayiler!
Nah şu nimet gözüme dursun aabi, Tatlı Haydar’a,
Yapamam aabi, dedim.
Neden? dedi.
Bi kerem, dedim, ben bu zenatı terkliyeli çok oldu, antrenmanım yok bir…
Anlamam, araklıyacaksın… dedi.
Töbe ettim, iki… dedim.
Tavuk götü tövbe tutmaz oğlum İhsan… dedi.
Yeni bitme gayetnen hızlı yankesiciler var aabi, bu vatanî vazifeyi onlara verseniz daha kıyak olur… dedim.
Yeni yetmelerin sütü bozuk oluyor, dedi, onlara hiç güvenemeyiz. Çünkü herifler çarpar, soyar, sonra malı getirmez bize, tüyerler… Artık işin yoksa ara dur… Heriflere polisi beğendirelim derken, bir de üstelik rezil oluruz. Bize senin gibi namuslu bir hırsız lâzım!
Affet aabi, ayağım öpeyim aabi, yapamam aabi… dedimse de,
Sen bilirsin îhsan, dedi, bak benden günah gitti, sen bu vatanî vazifeyi yapmazsan, kahvene baskın vereceğim. Senin kahvede «keriz» olduğunu biliyoruz, «nefes» sattırdığını biliyoruz… Düşün artık, sen bilirsin…
Baktım yollar kesik, mecburî kabul ettim.
Yalnız aabi, dedim, mangırsız olmaz vata nî bir vazife… Ben arakladığımı getirip verdim di yelim, biz ne anlıyacağız bu işten?
Tatlı Haydar kızıp da,
Vatanî vazife dedik sana, utanmıyor muslin para istemeye? diye bağırınca,
Aabi kızma, dedim, bak meselâ sen de polislik ederek vatanî vazife yapıyorsun, ama, aydan aya mangırını da alıyorsun. Mangırını almasa meselâ, milletvekilleri vatanî vazifelerini yapar mı? Arkadaşlık başka, vazife başka… iş başka, şaka başka… Din işleri başka, dünya işleri başka… Vatanî vazife başka, mangır dalgası başka…
Peki, dedi, madem öyle, kahvende serbestsin, her istediğini yaparsın… Yalnız, unutma, «heyetten birinden bişey arakladın mı, hiç vakit kaybetmeden hemen buraya damla ki, biz de adamlara, çalınan malını şıp diye bulmuşuz gibi, geri verelim.
Olur aabi…
Bana ecnebiye heyetin kaldığı otelin adresini verdi, adamların eşkâlini de anlatıp resimlerini gösterdi, Haydi Allah rastgetire… Göreyim İhsan, bütün ümit sende. Heyetin Başkanını çarpabilîrsen daha da iyi… Güle güle… dedi.
Beyabi, bizim için bu işler lokum yemekten kolay… Otelin önüne durdum, dikize geçtim. Akşama doğru bunlar çıktı. Elimdeki resimlere baktım, tamam, heyetin reizi, madaması da yanında…
Reizi bi göğüsledim, göğüslememle çarığın yerini şavulladım. Tamam diyorum sana… İkinci göğüslemede çarptım, tam aldım çarığı… Demek zenatı unutmamışız. Hemen voltamı aldım, doğru Taksim’deki umumî helalara… Çarığı açtım beyabi, içi silme gâvur parası… Allah seni inandırsın, şeytana uymadım, içinden bi kapik almadan, annıyo musun, götürdüm müdüriyete… Tatlı Haydar beni görünce,
Nerdesin be kardaşım… diyerek boynuma sarıldı. Çarığı verince, alnımdan öptü,
Ulan aşkolsun, şerefimizi kurtardın… dedi.
Ecnebiye heyetinin reizi de, aman cüzdan gitti diyerek beş dakka önce gelmiş… «Hiç merak etme, yarma kalmaz buluruz, bizde polis gayetnen kuvvetlidir» demişler. Tatlı Haydar’a, Vatanî vazifemi yaptım, hadi bana eyvallah… dedim.
Aman dur, dedi, bu bi kereylen olmaz, durmadan çarpacaksın herifleri…
Aabi, yapma, elim alışacak, sonra kendimi tutamam… dedimse de dinletemedim, annıyo musun. ..
Başladım ben bu ecnebiye heyeti adamlarını çarpmaya… Hele bikerem, heyetten birinin bütün ceplerini boşalttım… Çarığı bırak efendi, herifin anahtarlarını, mendilini, çakmağını, cıgarasını, pantalon cebindeki bozuk paraları, ceket yakasındaki rozeti aldım, enayi hâlâ uyuyor.
Beyabi, herifin patalonunu ayağından söküp alsam, ruhu duymayacak… Ondan sonra, kendi kendime ulan îhsan dedim, annıyo musun, şu herifin sök düğmelerini… Adamın elbisesinde düğme bırakmadım.
Verdim, Kazancı Yokuşundan aşağı… Doğru Müdüriyet… Tatlı Haydar’ın önüne malı yığdım. Aferin ulan İhsan, gözüme girdin, sana bu yollar helâl… dedi.
Aabi, dedim, heriif otelin önünde hamama girmiş gibi çıplak bırakacaktım, ama acıdım fukaraya.. . Uzatmıyalım beyabi, ben bunların erkeğini, karısını onbeş gün sövüşledim. Evelallah, operatör doktor ameliyatı gibi, ben bunların ciğerini söker yürütürüm de, röntgene girmezlerse haberleri bile olmaz, annıyo musun, ciğersiz yaşar enayiler.
Tatlı Haydar’a,
Aabi, izin ver, şu ecnebiye heyeti reizinin ciğer ve dalak takımını ameliyat edeyim… dedim. Gülüyor Tatlı Haydar… Sonra beyabi, heyette bi de karı var affedersin, ben bu karının elindeki çantasını açıp, içindekileri sövüşledim. Götürüp Tatlı Haydar’a verdim. Velâkin, kadın gelip de polise, benim bişeyim çalındı demiyo… Bunun üzerine, ecnebiye lisanı bilen bi polis açtı telefonu bunlara,
Acaba bişeyiniz çalındı mı? diyerekten sordu.
Çalınmadı… demişler. Polis de,
İyice arayın her yanınızı, çalınmış olması lâzım… demiş.
İyice aranınca, ,
Evet, bizden bir hanımın çantası boşalmış… demişler.
Çantada pembe bir bez var mıydı? demiş.
Evet vardı… Ama siz nerden biliyorsunuz? demişler. ,
Bizde polis gayet kuvvetlidir, biz biliriz demiş.
Sen şu bizim polisin kuvvetine bak beyabi, malın sahibine, daha malı çalınmadan, senin malını çalacak hırsızı yakaladım, diye haber verecek… Heyet giderken, bizim gazeteciler,
En çok neyimizi beğendiniz? diye sormuşlar. Ecnebiye heyetinin reizi, terbiye icabı cevap vermeyince, gazetecinin biri lâfa çanak tutup, Bizde polis çok kuvvetlidir… demiş. Adam da bunun üzerine dayanamayıp,
Biz dokuz kişiyiz, İstanbul’da onbeş gün kaldık, her birimiz doksan kere soyulduk… Sizde polis kuvvetli ama, hırsızlar polisten daha kuvvetli… demiş.
Adamın bu lâfı gazetelerde çıktı mı: Ecnebiye heyeti reizi, Türkiye’de hırsızlık çok kuvvetli ve gelişmiş, dedi.
Benim bunda kabahatim var mı, ayağının altını öpeyim… Bizimkiler kızmış buna. Vayy… Enselediler mi beni… Yahu, arakla dediniz arakladım. Vatanî vazife dediniz, annıyo musun, eyvallah dedik… Beni piyastos ettiler. Tatlı Haydar’a,
Ben bu dalgayı anlatırım hâkime… dedim.
Ulan, böyle bişey yaparsan, faili meçhul yüz hırsızlık var, hepsini yıkarım üstüne, bir de itiraf ettirip zabıt tutarım, bin sene çıkamazsın kodesten… dedi.
Tamam mı beyabi, ben mahkemede dut yemiş bülbül… Yedik iki sene cezayı annıyo musun… Vazelin Ihsan’ı dinleyenlerden biri,
Sen iki sene cezayı peynir ekmek gibi yer sin aabi, dedi, sağ yanından sol yanına dönünceye kadar iki sene geçer.
Vazelin İhsan,
Orası öyle, dedi, velâkin bu yaştan sonra koyuyor adama… Bereket versin, yalnız bi işten mahkemeye verdiler de, iki seneyle kurtuldum. Kendi payıma ben vazifemi yaptım, vatan sağolsun…