Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Kasım 21, 2024
No menu items!
Ana SayfaİdeolojiDinSağduyu - Tanrısızlığın İlmihali | Jean Meslier

Sağduyu – Tanrısızlığın İlmihali | Jean Meslier

Cehalet, rahiplere ve insan türünün ezicilerine yararlıysa da, toplum için çok zararlıdır. Aydınlık kültürden yoksun olan insan, muhakeme yetisini kullanamaz. Muhakeme ve kültürden de yoksun olan kimse ise, her an cinayete sürüklenebilen bir vahşidir. Ahlak ya da görevler bilimi, insanın ve ilişkilerinin incelenmesiyle kazanılır. Kendi kendine asla düşünmeyen kimse, gerçek ahlakı bilmez ve erdem yolunda pek emin olmayan adımlarla yürür, insanlar ne kadar az muhakemede bulunurlarsa, o kadar kötüdürler. Vahşiler, hükümdarlar, makam sahipleri, halkın ayaktakımı, insanların en kötüleridir. Çünkü, insanların en az düşüncede, en az akıl yürütmede bulunanlarıdır. Sofu asla düşünmez ve kendini akıl yürütmekten korur. Bir görüş ileri sürmekten, her inceleme ve araştırmadan korkar, her sultayı izler. Ve çoğunlukla toplumdan uzak bir vicdan, hatalı bir vicdan, ona, kötülük yapmayı kutsal bir görev kılar. İnanmayan, körü körüne iman etmeyen kimse akıl yürütürse tecrübeye başvurur ve tecrübeyi, inceleme yapılmaksızın verilen karara tercih eder. Eğer iyi akıl yürütür, iyi muhakemede bulunursa vicdanı aydınlanır. Ham hayallerinden başka nedenleri olmayan ve aklı asla dinlemeyen sofudan çok gerçek nedenler; iyilik etmek, dürüst davranmak için gerçek gerekçeler bulur. İhtiraslarını dengelemesi, ihtiraslarına karşı durması için, yeterli ölçüde güçlü değil midir? Kendisini zaptetmesi gereken en gerçek çıkarları tanımayacak kadar dar kafalı mıdır? Bu durumda, beğenilmeyen tabiatlı ve kötü olur. Ancak, bu durumda, dine ve yüksek ahlak kurallarına rağmen, bu dinin yasakladığı yaratılış yolunu izlemekten geri kalmayan birçok müminden ne daha kötü, ne daha iyi olur. Bundan dolayı; mümin bir katil, hiçbir şeye inanmayan katilden daha az mı korkulu ve sakıncalıdır? Sofu bir zorba, sofu olmayan bir zorbadan daha az mı zorbadır?

Fikirleri ve sözleri, eylemlerine uygun kimseler kadar, dünyada ender hiçbir şey yoktur. Görüşler, yaratılış üzerinde, ancak bu görüşler mizaçlarına, ihtiraslarına, çıkarlarına uygun olduğunda etkili olur. Dini görüşler, her günkü tecrübeye göre, az iyiliğe karşılık pek çok kötülük ortaya çıkarırlar. Dini görüşler zararlıdır, çünkü bu görüşler çoğu kez zorbaların, açgözlülerin, bağnazların ve rahiplerin ihtiraslarına uygun düşer. Dini görüşlerin hiçbir yararlı etkisi yoktur. Çünkü, insanların büyük çoğunluğunun çıkarlarına denk gelmeye, bu çıkarların kuvvetlerine tekabül edecek bir kuvvet olmaya yeteneksizdirler. Ateşli arzularla karşılaşıldığında, dini ilkeler hep bir yana atılır. O zaman, bir mümin olunduğu halde, hiçbir şeye inanmıyormuş gibi davranılır.

İnsanın yaratılışı aracılığıyla görüşü hakkında, ya da görüşü aracılığıyla yaratılışı hakkında karar verilmek istenirse, hep yanılma tehlikesine düşülür. Çok dindar bir adam; kan dökücü bir dinin toplumdışı ve acımasız ilkelerine rağmen, mutlu bir mantıksızlıkla, bazen acıyan, hoşgörülü, ılımlı olur. O zaman, dinin ilkeleri karakterinin yumuşaklığıyla uygun düşmez. Bir çapkın, bir külhanbeyi, bir zina eden, bir dolandırıcı, ahlak hakkında en doğru fikirlere sahip olduklarını çoğu kez bize gösterirler. Niçin bu fikirleri uygulamazlar? Şunun için: Mizaçları, çıkarları ve alışkanlıkları yüksek teorileriyle asla uyuşmaz. Birçok kimsenin tanrısal saydığı Hıristiyanlık ahlakının sert ilkeleri, bu ilkeleri başkalarına vazedenlerin mizaçları üzerinde ancak çok zayıf bir etki yapar. Bunlar, vazettiklerini yapmamızı ve yaptıklarını yapmamamızı bize hep söylemezler mi?

Din taraftarları, körü körüne inanmayanlara çoğu kez “zındık” derler. Mümin olmayan birçok kimsenin tavır ve davranışı bozuk olabilir; bu tavır ve davranış bozukluğu onların görüşlerinin değil, yaratılışlarının eseridir. Ama yaratılışları bu görüşlere ne yapar? Dolayısıyla ahlaksız bir adam, iyi bir tabip, iyi bir mimar, iyi bir astronomi bilgini, iyi bir mantıkçı, iyi bir metafizikçi, iyi bir tartışmacı olamaz mı? Söz götürmez bir yaratılışla, birçok noktalarda cahil bulunabilir ve çok kötü muhakeme yürütebilir. Gerçek söz konusu olunca, bize kimden gelirse gelsin önemi yoktur. İnsanlar hakkında görüşleriyle karar vermeyelim, eylemleri ve davranışlarıyla da görüşleri hakkında karar vermeyelim. İnsanları yaratılışlarıyla (yapılarıyla) değerlendirelim ve görüşlerini de, bunların tecrübeye, akla uygunluğuyla ve insan türüne yararıyla değerlendirelim.

Her düşünen, her muhakeme eden insan, çarçabuk inançsız olur. Çünkü, muhakeme ona kanıtlar ki, ilahiyat bir hayal uykusu dokumasından ibarettir. Din ise, sağduyunun bütün ilkelerine karşıdır; insanlığın bütün ürünlerinde bir eğrilik, bir yanlışlık, renkten renge giren bir kararsızlıkla kendini gösterir. Korku ve endişeden uzak rahat bir duyguya sahip olan insan, inanmaz olur. Çünkü görür ki, din, insanları mutlu etmek şöyle dursun, insan türü üzerine düşmüş en büyük karışıklıkların, en büyük felaketlerin birinci kaynağıdır. Refahını ve kişisel huzurunu arayan kişi, dini inceler ve kendisini aldanmaktan kurtarır. Çünkü kadıncağızları ve çocukları korkutmak için yapılmış hayaletlerin önünde titreyerek yaşamını geçirmenin rahatsız olduğu kadar, yararsız olduğunu da anlar.

Evet, hemen hemen hiç muhakeme etmeyen külhanbeylik bazen din yokluğuna sevk ederse, sağlam ahlaklı insan da dinini araştırır ve onu zihninden uzaklaştırmak için çok sayıda yasal neden ve gerekçelere sahip olabilir. Kötü ahlakın derin kökler saldığı kötü adamları etkileyemeyecek ölçüde zayıf olan dini vaatler; endişeli hayalgüçlerini aralıksız tedirgin eder, bıktırır, ezer. Ruhlar cesaret ve kuvvete sahip olunca, ancak titreyerek taşıdıkları boyundurukları çabuk sarsar ve atarlar.

Ruhlar zayıf ya da korkak olursa, bütün hayatları boyunca bu boyunduruğu taşır, titreyerek yaşlanır ve her durumda ezici sıkıntılar, rahatsızlıklar içinde yaşarlar. Rahipler, Allah’tan o kadar kötü, o kadar korkunç, o kadar yasakçı bir zat
yapmışlardır ki, gizli vicdanlarında Allah’ın var olmamasını istemeyecek pek az insan vardır. Hep titrenildiği zaman, asla mutlu yaşanmaz. Ey sofular, ey ibadet edenler! Korkunç bir Allah’a tapıyorsunuz. Pekala! Onu sevmiyorsunuz, onun olmasını istiyorsunuz. Fikri, ruha acıdan ve rahatsızlıktan başka bir şey vermeyen bir hüdavendin yok olmasını, mahvolmasını istememek mümkün müdür? Yürekleri isyan ettiren ve düşmanlığı reddetmeye yürekleri mecbur kılan, rahiplerin tanrısallığı tasvir etmek için kullandıkları kara renklerdir.

Korku, ilahları yarattığı gibi, onların insan ruhundaki saltanatını da yaşatır. İnsanlar, tanrısallığın adından, o kadar erkenden titremeye, korkmaya alıştırılmışlardır ki, tanrısallık; onları usandıran bir cin, bir ifrit, bir gulyabani olmuştur. Bu korkudan bir an kurtulurlarsa, gerçekte olmayan hayaletlerin kendilerini çarpmasından korkarlar. Sofular, içtenlikle sevemeyecek ölçüde Allah’larından korkarlar. Büyüklük ve kuvvetinin pençesinden kurtulmak olanaksızlığı karşısında dalkavukluk etmek zorunda olan ve yalan söyleye söyleye, sonunda efendilerini sevdiklerine kendilerini ikna eden esirler gibi Allah’a ibadet ederler. Kaçınılmazlığı erdem yaparlar. İbadet edenlerin mabutlarına ve kölelerin efendilerine sevgisi, kuvvete sunulan ve kalbin asla katılmadığı tutsakça ve ikiyüzlü bir bağlılıktan başka bir şey değildir.

Nasraniyet (Hıristiyanlık) dininin bilginleri, Allah’larını sevilmeye o kadar az layık olarak oluşturdular ki, bunlardan birçoğu, Allah’ı sevmek yükümlülüğünün kaldırılması gerektiğine ikna oldu. Bu ise, daha az samimi bazı bilginleri titretecek bir küfür oldu. Saint Thomas aklını kullanmaya başlar başlamaz insanın Allah’ı sevmek zorunda olduğunu öne sürdüğünden, cizvit Sirmont ona, “bu çok erkendir” diye cevap verir. Cizvit Vasquez temin eder ki, “can çekişirken Allah’ı sevmek yeterlidir”. Daha az asanpesent (kolay beğenen) olan Hurtado, “Allahyılda bir kez sevilmelidir” diyor. Henriquez “Her beş yılda bir kez sevmekle”, Sotus ise, “her pazar sevmekle” yetiniyor. Suarez “Allah’ın arada sırada sevilmesini istediğini” ek olarak açıklıyor, P. Sirmond bunların hangi esas üzerinde kurulmuş olduğunu soruyor. Ancak ne zaman sevmeli?

Bunun belirlenmesini size bırakıyor. Kendisi de bu konuda bir şey bilmiyor. “Bu kadar dinbilgini ve üstadının bilemediği kuralları kim bilebilir?” diyor. Aynı cizvit Sirmond şöyle devam eder: “Allah, kendisini aşk muhabbetiyle sevmemizi bize emretmez ve kendisine gönlümüzü vermek şartıyla, bize rahatlık vaat etmez. Ona itaat etmek ve emirlerini uygulayarak sevmek yeterlidir. Ona borçlu olduğumuz tek sevgi budur. O zaten kendisini sevmeyi ve kendisine hiç düşmanlık etmemeyi bize pek emretmemiştir.” Kendisine atfettikleri başkaldırıcı sertlikle, Allah’ı, düşmanları olan cizvitlerden daha sevimsiz hale getiren “Jansenist”lere, bu inanç tarzı, “dinsizlik ürünü, küfür, tiksinmeye değer” görünür. Cizvitler kendilerine taraflar çekmek için, Allah’ı, en bozuk insanları inandırmaya elverişli çizgiler ve mizaçla tasvir ederler. Bu şekilde, Hıristiyanlar için, “Allah sevilebilir mi, ya da Allah’ı sevmeli mi, sevmemeli mi?” önemli meselesi kadar, karara varılamamış, kesin olmayan bir şey yoktur. Hıristiyanların ruhani rehberlerinden bazıları, “bütün sertlik ve şiddetlerine rağmen, Allah bütün yürekle sevilmelidir” derler. P. Daniel gibi ötekilerse, Allah’ı sevmenin Hıristiyanlık erdeminin en kahramanca hareketi olduğunu ve insanoğlunun zaaflarının bu kadar kolay artamayacağını söyler. Cizvit Pintereau daha uzağa gider, “Allah sevgisinin üzücü boyunduruğundan kurtulmak ‘yeni ittifak’ın (yani İseviliğin) bir ayrıcalığıdır.” der.

Allah’ın karakterini belirleyen, hep insanın karakteridir. Herkes kendisine göre bir Allah yapar. Eğlenceye, hazlara dalan neşeli adam, Allah’ın ciddi, yüzü gülmez olabileceğini tasavvur edemez. Kolay ilişkiye girebilmek için, ona, elde edilmesi kolay bir Allah gereklidir. Ciddi, haşin, neşesiz, hırçın, sert mizaçlı adam, kendine benzeyen, “titreten” bir Allah ister; yumuşak ve elde edilmesi kolay bir Allah kabul edenlere gözlemci gözüyle bakar. Dinden dönmeler, çekişmeler kaçınılmazdır. İnsanlar tümüyle birbirinin aynı olmayacak şekilde düşmanlık içinde olduklarından ve değiştiklerinden, yalnız dimağlarında mevcut olan bir ham hayal hakkında müttefik olabilirler mi!

Allah’ın göstericileri (yani din imamları) arasında, sürekli olarak artan ve kıyıcı olduğu kadar da bitmez tükenmez olan çekişmeler, kendilerini tarafsız bir göz sayanların güvenini sağlayacak içerikte değildir. Başkalarına öğretenlerin bile, üzerinde asla ittifak edemediği ilkeler karşısında, en tam inançsızlığa ve imansızlığa, insan nasıl sarılmaz? Fikri, rahiplerinin kafalarında bu kadar açık bir şekilde değişen bir Allah’ın varlığı hakkında nasıl kuşkuya düşülmez? Şekilsiz çelişkiler yığınından başka bir şey olmayan bir “Allah”, işin sonunda nasıl tümüyle atılmaz; red ve inkar edilmez?Dünyaya bildirdiklerini öne sürdükleri söz konusu gerçeklerin anlamı konusunda sürekli birbirini çürütmekle, birbirini küfür ve dinsizlikle
suçlamakla, birbirini acımasızca kahretmekle meşgul gördüğümüz rahiplere, Allah hakkında bilgi almak için, nasıl başvurulur?!

Sağduyu – Tanrısızlığın İlmihali | Jean Meslier

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments