Carl Gustav Jung’a göre, insanın dış dünyayla uzlaşma çabası üzerine taktığı bir maskedir persona. Persona kolektif bilinçdışına ait bir parça olmakla birlikte ayni zamanda kişiliğimizin dış dünyaya ait olan bölümüdür. Aslında ne olmadığımızdır. Adını antik çağda aktörlerin oynadığı rolü belirtmek için yüzlerine taktığı maskeden alır. Bilinçli ya da bilinçsizce taktığımız bu maske ile kendimize bir vitrin oluştururuz ve bu vitrine yapay parçalar ekleriz. Dış dünyadaki ilişkilerimizi bu maskeyle düzenleriz. Toplum da bizden bunu ister, böylece toplumda neysek o oluruz. Bir öğretmen gibi davranır, bir rahip ise rahip gibi. Herkes vitrinine göre davranır. Persona insan için iki tehlike de oluşturur. Gelişimi önemsenmediğinde dünyada konumunu belirlemekte sıkıntı yaşayan huzursuz insan ortaya çıkar.
Persona bir anlamda toplumun beklentilerine göre şekillenir. Diğer yandan kişinin nasıl biri olmak istediği veya nasıl biri olarak görünmek istediğiyle de ilgili karmaşık bir sistemdir. Ancak bu gerçek kişilik değildir, kişi istediği kadar bunun gerçek ve samimi olduğunu iddia etsin yine de değildir. Personanın kendisini göstermesi de başlı başına bir sorun değildir, yeter ki göründüğün gibi olduğun fikrine kapılma. Ancak bunun ayrımına varamıyorsak tatsız çatışmalarla karşılaşmak sürpriz olmaz.
GÖLGE:
Carl Jung’un analitik psikolojisine göre, gölge arketipi kişiliğimizin ‘karanlık tarafını’ temsil eder. Kendimizin en ilkel kısmını sakladığınız ruhsal bir alem dünyasıdır. Bencillik, bastırılmış içgüdüler ve bilinçli zihninizin reddettiği ‘yetkisiz’ benlik. Bu varlığımızın en derin girintilerine gömülmüş olan bölümdür.
Hayat yolculuğunda kendini keşfetmeye cesaretliysen, kendinle ilgili kabul etmekte zorlanacağın, hatta seni rahatsız edecek birçok yönün ile karşılaşacaksın. Analitik Psikolojinin kurucusu Carl Jung, insanın kendinde kabul etmekte zorlandığı bu karanlık yönüne ‘gölge arketipi’ der. Persona (maske), olmayı arzu ettiğin ve dünyanın sende görmesini istediğin tarafın ise, gölge bunun tam tersidir. Gölge arketipi bilinçdışı veya bilinçaltının bir parçasını oluşturan ve bastırılmış fikirlerden, içgüdülerden, dürtülerden, zayıflıklardan, arzu ve isteklerden, toplumun kabul görmeyeceği eğilimlerden ve utanç verici korkulardan oluşan tarafındır. Gölge, insan doğasının vahşi, karmaşık ve bilinmeyen karanlık yüzüdür. Arketip ise, toplum tarafından oluşturulan şablonun içinde şekillenerek sistemin istediği gibi bir hayat sürmektir.
Çocukluğumuzdan itibaren şekillenmeye başlayan personada aile ya da toplum tarafından onaylanmayan, kabul görmeyen şeyleri bastırma, benimsenenleri ise parlatma ihtiyacında oluruz. Bastırılanlar kişisel bilinçdışına itildiğinde ortaya gölgemiz çıkar. Tıpkı bedenimize vuran gün ışığının yerde gölge yaratmasına benzer şekilde egomuzda bilincimizin ışığında bir gölge oluşturur. Gölge, içimizde engellenenleri yapmak isteyen, olamadığımız her şeydir. Bazen ne yaptığımızı bilmeyecek kadar kontrolden çıktığımız anlar vardır. ‘Bu ben değilim’ deriz böyle anlarda. İşte bu anlar gölgemizin kapının altından süzüldüğü ya da camımıza taş attığı zamanlardır. Gölge bir yanıyla kişisel bilinçdışında yer alır. Dizginlemek zorunda olduğumuz vahşi isteklerimizdir. Ne topluma ne de ürettiğimiz personaya uymayan istek ve duygularımızdır. Aslında gölgeyi en iyi iş yaşamında uyumlu başarılı bir imaj sergileyen birinin aile yaşamında ortalığı kırıp geçiren aksi ve katlanılmaz birine dönüşmesi üzerinden anlatabiliriz. Ancak burada önemli bir soru cevaplanmak üzere beklemektedir. Bu iki kişilikten hangisi gerçektir? Gölge aynı zamanda kolektif bilinçdışıyla da ilgilidir. Hem çocukluktan itibaren eklenenler hem de ta ilk insandan aktarılan parçalar vardır. Hem kişisel hem de İnsan var oldukça gölgesi de olacaktır olmalıdır da. Çünkü ışık varsa gölge vardır. Burada bize düşen karanlıkla bütünleşmektir. Onu yok saymak faydasız aksine tehlikelidir. Onun dilini anlayıp uzlaşmaktır çözüm. Fakat gölgeyle yüzleşmek cesaret ister, en aşağılık ve vahşi tarafımızla bir masada karşılıklı oturmak ve onun gözlerine bakmak… O masadan el sıkışarak kalkmak ‘büyük bir manevi güç’ ister.
Toplum baskıcı ve kısıtlayıcı olduğunda gölgemiz de bastırılır, bastırılan şey ise daha fazla büyür ve genişler. Kişilerin olduğu gibi toplumların da gölgeleri vardır. Toplumsal ayaklanmalarda, salgınlarda, savaşlarda toplumsal gölgenin davranışlarını daha net görürüz. Özellikle bastırılan ve yadsınan taraflar iyice su yüzüne çıkar. Gölgeyi sadece bastırmayız aynı zamanda onu yansıtırız da. İnsanın, kendi bilinçdışı eğilimlerini başka insanda görmesine yansıtma (projeksiyon) denir. Klasik bir söz vardır, eleştirdiğiniz her şeyde biraz da sizden bir parça bulunur. Savaşlar toplumsal gölgenin birer yansımasıdırlar, bastırılan tüm düşmanca eğilimler böylelikle vücut bulur. Her türden nefret ve düşmanca eğilim gölge üzerinden harekete geçer. Gölgenin bu çalışma mekanizması pek çok siyasi lider tarafından araç olarak da kullanılmıştır. Hitler buna örnektir.
Kaynak: canakkalekalem.com