Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cumartesi, Kasım 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeMarksizmSosyalizm ve İnsan Ruhu | Oscar Wilde

Sosyalizm ve İnsan Ruhu | Oscar Wilde

√ Yoksulluk sorununu, yoksulların hayatta kalmalarını sağlayarak çözmeye çalışıyorlar –tıpkı en kötü köle sahiplerinin kölelere iyi davrananlar olması ve bunların kölecilik yüzünden acı çekenlerin, köleciliğin gerçek yüzünü görmelerini ve köleciliğin düşünenler tarafından anlaşılmasını engellemeleri gibi- ; ya da çok daha ileri bir ekolün yaptığı gibi, yoksulları oyalayarak. Gerçek çözüm, yoksulluğu ortadan kaldıracak bir toplum düzeni kurmak, buna çalışmaktır.

√ Hayırseverlik, çok sayıda günahın anasıdır. Sık sık yoksulların hayırseverlik karşısında gönül borcu duydukları söylenir.Bazıları öyledir ama, yoksulun kalitelisi hiçbir zaman gönül borcu duymaz. Onlar nankör, hoşnutsuz, dikbaşlı ve asi olurlar. Böyle olmakta da son derece haklıdırlar. Hayırseverliğin, gülünç derecede yetersiz bir kısmi borç ödeme yolu ya da duygusal sadaka olduğunu düşünürler. Zenginlerin sofrasından dökülen bir-iki kırıntı için neden gönül borcu duysunlar ki – onlar da sofraya oturmalıdır.

√ Tarih okumuş herkes bilir ki itaatsizlik insanın asıl erdemidir. İlerleme itaatsizlik yolu ile kaydedilir, itaatsizlik  başkaldırı yoluyla.

√ Bazen yoksullar tutumlu oldukları için övülürler. Oysa yoksullara tutumluluk önermek hem kaba bir şaka, hem de hakarettir. Açlıktan ölen bir adama daha az yemesini öğütlemektir. İnsan kötü beslenen bir hayvan gibi yaşamaya dünyada razı olmamalıdır. Öyle yaşamayı reddetmelidir, ya çalmalı ya da öfkesini dile getirmelidir, k, bazıları bunun hırsızlığın-uğursuzluğun bir biçimi olduğunu düşünürler. Dilenmeye gelince, o elini uzatıp almaktan daha güvenlidir ama uzanıp almak, dilenmekten daha şıktır. Erdemli yoksullara gelince, insan onlara acıyabilir elbette, ama hayranlık duyması olacak şey değildir. Onlar düşmanla özel koşullarda bir anlaşma yapmışlardır ve doğuştan hakları olan şeyi pek sefil bir kap yemeğe satmışlardır.

√ Sefalet ve yoksulluk o kadar aşağılayıcı şeylerdir, insan doğası üzerine öyle felç etkisi yaratmaktadırlar ki, hiçbir sınıf kendi çektiği ıstırabın gerçekten bilincine varamamaktadır. Bunu onlara başkasının anlatması gerekir, çoğunlukla da bunu söyleyenlere kesinlikle inanmazlar. Amerika’da kölelik, köleler tarafından girişilen bir hareket sonucu, hatta onların özgür olmak yolunda açıkça bir istek belirtmeleri dolayısıyla ortadan kaldırılmış değildir. Kölelik, kendileri köle sahibi ya da köle olmayan , hatta konuyla hiçbir ilgileri olmayan birtakım provakatörlerin ağır biçimde yasadışı davranışları sonucu kaldırılmıştır. 

√ Sosyalizmin kendisi, sırf insanı bireyselliğe götürceği için değerli olacak.Halihazırda özel mülkiyetin varlığı, bir sürü insana çok kısıtlı bir bireyselliğini geliştirme imkanı veriyor. Bu kişiler ya hayatlarını kazanmak için çalışmak zorunda değiller, ya da onlara kendilerine gerçekten uygun olan, zevk aldıkları etkinlik alanını seçme fırsatı veriliyor. Bunlar şair, düşünür, bilim ve kültür insanları – özetle gerçek insanlar, kendilerini gerçekleştirebilmiş insanlar ve onların şahsında insanlık da kısmen kendini gerçekleştirebiliyor. Bir insanın, bu yasalar altında kendisine güzel ve entellektüel bir hayat biçimi sağlayabildiği sürece, özel mülkiyeti koruyan ve mülk edinmeye izin veren yasaları kabul etmesini anlarım. Ama hayatı böyle yasalarla bozulup çirkinleştirilmiş birinin onların devamına ses çıkarmaması bana neredeyse inanılmaz geliyor.

√ Yaşadığımız toplumun bir kısmının hemen hemen köle gibi yaşaması esef edilecek bir şeydir; ancak otoriter bir sosyalizmin, toplumun tümünü köleleştirerek sorunu çözmeye çalışması çocukçadır.

√ Özel mülkiyetin tanınması, gerçekte insanla onun sahip olduklarını birbirine karıştırarak bireyselliğe zarar vermiş, onu gölgelemiştir. Bireyselliği tamamen yolundan saptırmıştır. Hedefi gelişme değil kazanç olmuştur. Öyle ki, insanevladı, önemli olanın varolmak değil, sahip olmak olduğunu düşünmüştür. İnsanevladının gerçek kusursuzluğu, sahip olduklarında değil, insan olarak ne olduğunda yatar. İngiliz yasaları, her zaman, kişinin mülküne karşı işlenen suçları onun şahsına karşı işlenen suçlardan daha şiddetli cezalandırmıştır. İnsanın gerçekten sahip olduğu, içindeki cevherdir, dışında duran şeyler önemsiz olmalıdır. Hiç kimse hayatını nesneler ve nesnelerin semboller olan şeyler biriktirmekle ziyan etmeyecektir. İnsan yaşayacaktır. Yaşamak dünyada en ender bulunan şeydir. Çoğu insan “vardır”, o kadar.

√ Hayıflanılacak olan, toplum düzeninin, insanın kendindeki harikulade, çekici ve hoş yanları serbestçe geliştiremeyeceği bir kanalda ilerleyecek biçimde kurulmuş olmasıdır.

√ İnsana, kendinden başka hiçbir şey zarar vermemelidir.

√ Otorite uygulayan birinin olduğu yerde, otoriteye karşı koyan biri olacaktır. Otorite, şiddet aracılığıyla ve acımasızca uygulandığında, kendisini öldürecek olan başkaldırı ruhunu ve bireyselliği doğurarak, en azından bunları ortaya çıkaracak hayırlı bir işe yarar. Demokrasi, sadece, halkı halk tarafından sopalanması demektir. Belli ölçüde yumuşakbaşlılıkla uygulanıp yanısıra ödüller ve mükafatlar verildiğinde son derece gayriahlakidir. İnsanlar bu durumda kendilerine uygulanan korkunç baskının daha az farkına varırlar ve hayatlarını, başları okşanan hayvanlar gibi, bir çeşit nasırlaşmış rahatlık içinde sürdürüp giderler. 

√ Çoğu kişilik sahibi insan, başkaldıran olmak zorunda bırakılmıştır. Güçlerinin yarısı çekişmeye harcanmıştır.

√ Toplumda zenginlerden daha çok para düşünen tek bir sınıf vardır, o da yoksullar. Yoksullar paradan başka bir şey düşünemez. Yoksul olmanın sefaleti budur.

√ İnsanlığı yalnız bırakmak diye bir şey vardır, insanlığı yönetmek diye bir şey yoktur.

√ Bir toplum, arasıra işlenen suçlardan değil, cezanın düzenli olarak uygulanmasından daha çok yara alır. Ceza çoğaldıkça, suç artar. Ceza azaldıkça, suç da azalır. Modern suçun anası günah değil, açlıktır. Bizim suçlularımızın, bir sınıf olarak, psikolojik bir ilginçlik taşımamaları tam da bu yüzdendir. Onlar şahane Macbeth’ler değillerdir. Onlar yeterince yiyecek bulamamış, sırada, saygın, kendi halinde insanlardır.

√ Modern yaşamda önemli bir suç kaynağı olan kıskançlık, sahiplenme kavramlarımızla sıkı sıkıya ilişkilidir ancak sosyalizm ve bireysellik ortaya çıkınca kökü kuruyacaktır.

√ Devlet, işgücünü örgütleyecek ve gerekli malların üreticiliği ile dağıtıcılığını üstlenecek gönüllü bir birliktelik olmalıdır. Devlet yararlı olan şeyleri yapmalıdır. Birey ise güzel olanı. İnsan, sadece isteyerek giriştiği işlerde kendini iyi hisseder. El emeği ille de onurlu bir şey değildir ve el emeği büyük ölçüde insanı alçaltan bir şeydir. İnsanın haz almadığı bir şeyi yapması zihnen ve ahlaken incinmesi demektir ve çalışma dediğimiz şeyin birçok biçimi haz vermekten olduça uzak etkinliklerdir, bu böylece bilinmelidir. Buz gibi bir rüzgar eserken günde sekiz saat sulu karla dolu bir kavşağı temizlemek iğrenç bir uğraştır. 

√ Beş yüz insanın işini gören makinenin sahibi tek bir insandır. Bunun sonucunda beş yüz kişi  işten atılır ve yapacak işleri olmadığı için de aç kalıp çalarlar. Bu tek bir adam makinenin yapımını tekeline alır ve tekelinde tutar, bu yüzden de sahip olması gerekenin beş yüz misline sahip olur ve hatta belki de daha önemlisi, sahip olmak istediğinden katbekat fazlasına sahip olur. Makine herkesin ortak malı olsaydı, herkes ondan kazanç elde ederdi. Bütün bir topluluğun işine yarardı hem de çok. Halihazırda makine insanla rekabet etmektedir. Doğru koşullarda makineler insanlara hizmet edeceklerdir.

√ Uygarlığın kölelere ihtiyacı olduğu hakikattir. Yunanlılar bu konuda çok haklıydılar. İlginç olmayan,  çirkin, korkunç işleri yapacak köleler olmadığı sürece, kültür ve düşünsel faaliyet neredeyse imkansızlaşır. İnsanın köleliği yanlış, güvenilmez ve ahlaken yıpratıcıdır.

√ Gelişme, ütopyaların gerçek olmasıdır.

√ Sanat, dünyanın tanıdığı en yoğun bireysellik biçimidir. Bir sanat eseri, benzersiz bir mizacın benzersiz bir ürünüdür. Güzelliği, onu yapanın özgünlüğünden, kendisi oluşunda ileri gelir. Sanatçı, başkalarının şunu ya da bunu isteğini fark ettiği ve talebi karşılamaya çalıştığı an, sanatçı olmaktan çıkar ve sıkıcı ya da eğlendirici bir zanaatkar, namuslu ya da namussuz bir tüccar olur. Sanat bireyselliktir ve bireysellik de bozucu ve yıkıcı bir güçtür.

√ Aslında geniş okur kitlesinin sağlıklı dediği popüler roman, her zaman, tamamen sağlıksız bir üründür; okur kitlesinin sağlıksız dediği ise her zaman güzel ve sağlıklıdır.

√ Kaba gücün bir sav olmadığı söylenir oysa bu tamamen bireyin neyi kanıtlamak istediğine bağlıdır. Bir devrimdeki şiddetin ta kendisi, kitleyi bir anlığına büyük ve görkemli kılabilir.

√ Kamuoyu her şeyi bilmek konusunda doymak bilmez bir merak sahibidir, bilinmeye değer şeyler hariç. Bunun farkında olan ve tüccarca alışkanlıkları olan gazetecilik, onların taleplerine cevap verir.

√ Seyirci neden daha uygar olamıyor? Bu yeterliliğe sahipler. Onları durduran nedir? Onları durduran – bir kere daha vurgulamak gerekir – sanat ve sanatçı üstünde otorite uygulama arzusudur. Sanat eserinin işi, seyircisini hükmü altına almaktır: Seyirci sanat eserini hükmü altına almayacaktır. Namuslu seyirci yerinde sessiz sakin oturmalı, şaşkınlık, merak ve gerilim gibi sn derece lezzetli duyguları tatmalıdır. Oyuna kabasaba bir mizacı galeyana getirmek için gitmemelidir. Oyuna sanatsal bir mizac edinmek için gitmelidir. Seyirci, sanat eseri hakkında hakemlik edecek kimse değildir. O, sanat eseri üzerinde tefekküre dalmasına izin verilmiş kişidir ve eğer eser iyiyse, bu tefekkür içinde kişiliğini lekeleyen tüm bencillikten soyunmasına da fırsat verilir – cehaletinin bencilliğinden ya da malumatının bencilliğinden.

√ Sanatçı için en uygun olanı, hiçbir yönetim altında yaşamamaktır. Ona ve sanatına otorite uygulamak maskaralıktır.

√ Üç çeşit despot vardır: Beden üzerinde zorbalık kuran despot. Ruh üzerinde zorbalık kuran despot. Beden ve ruh üzerinde zorbalık kuran despot. Birincisine prens denir, ikincisine papa, üçüncüsüne ise halk.
√ Otoritenin olağanüstü zorbalığının sonuçlarından birinin de, sözcüklerin kendi gerçek ve sade anlamlarından çarpıtılmaları ve dile getirdikleri şeyin tersini ifade etmekte kullanılmaları olduğu söylenmiştir.

√ Kırmızı bir gül, kırmızı bir gül olmak istediği için bencil değildir. Eğer bahçedeki bütün diğer çiçeklerin hem gül hem de kırmızı olmasını isteseydi, o zaman korkunç bir bencillik olurdu.

√ Her türlü sempati soyludur fakat acı çekenlere duyulan sempati en az soylu olanıdır.

√ İsa, toplumun yapısını değiştirmekle ilgili bir girişimde bulunmadı, bu yüzden de onun insana vaaz ettiği bireysellik, sadece acı yoluyla ya da yalnızlık içinde gerçekleştirilebilirdi. İsa, otoriteye de başkaldırmadı. Toplum yapısının değiştirilmesi için bir planı yoktu. Oysa modern dünyanın planları var. Yoksulluğu ve onun çektirdiği ıstırabı ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Acıyı ve acının sonucu olan ıstırabları ortadan kaldırmayı arzu ediyor. Yöntem olarak sosyalizm ve bilime güveniyor. Hedeflediği, kendini sevinç yolu ile ortaya koyan bir bireyselliktir, bu bireysellik, her türlü bireyselliklerden daha geniş, daha güzel ve daha dolu olacaktır. Acı, kusursuzluğa ermenin nihai yolu değildir. Sadece geçicidir ve bir karşı çıkıştır. Yanlış, sağlıksız, adaletsiz bir çevreyle ilintilidir. Hatalı olan, hastalık olan, adaletsizlik olan ortadan kaldırıldığında, artık ona gerek kalmayacaktır. Görevini yerine getirmiş olacaktır. Bu önemli bir görevdi, ama miadı hemen hemen dolmuş gibidir. Etki alanı gün geçtikçe daralmaktadır. Çünkü insanın peşinde olduğu ne acıdır ne de haz, sadece hayattır: İnsan, yoğun, dopdolu, kusursuz yaşamak ister. İnsan mutlu olduğunda kendisi ve çevresi ile ahenk içindedir. Sosyalizmin istese de istemese de hizmetkarı olduğu yeni bireycilik, kusursuz bir ahenk olacaktır. O, eski Yunanlıların aradığı fakat, köle sahibi oldukları ve kölelerini açlığa mahkum ettikleri için, düşünce dışında tam olarak gerçekleştiremedikleri şey olacaktır; Rönesans’ın aradığı fakat köle sahibi olduğu ve onları açlığa mahkum ettiği için sanat dışında tam olarak gerçekleştirmediği şey olacaktır. O eksiksiz olacaktır ve onun aracılığıyla her insan kendi kusursuzluğuna erişecektir. Yeni bireyselcilik, yeni Helenizm olacaktır.

Kitaptaki seçkiler

√ Erdemin ilk şartı, burjuvalardan nefret etmektir.

√ Yoksulların devlet yardımı alanlar olarak ‘doğallıktan çıkarılması’, tüketiciliğin ‘doğallaştırılmasının’ vazgeçilmez bir koşuludur. Tüketicilerin kendilerine özgü bir kimliği koruması tüketici olmayanların, o kimliğin itici ve nefret edilmesi gereken karşıtı – ve sakınılması gereken bir tehdit – olarak kurulmasını gerektşrmektedir. Yoksullar olmasa, onları icat etmek gerekirdi.

√ Özel mülkiyet hakkı, sömürme ve eziyet etme hakkı demektir. Özel mülkiyeti savunanlar, ekonomik adaletizliği umursamayanlardır.

√ Bireylerin işbölümüne ve kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiye kölece oyun eğişleri sona erdiği zaman, emek yalnızca bir geçim aracı olmadığı zaman, bireylerin çeşitli gelişmeleriyle üretici güçlerin arttığı ve bütün kollektif zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman, ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları kesin olarak aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üstüne şunu yazabilecektir: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre.’

√ Devletçi sosyalistlere göre kapitalizmin kötülüklerinin tek çaresi, bankaları, toprağı ve sanayiyi devletleştirmek, yani ekonomik ve siyasi ikktidarı merkezileştirmektir. Otokratik veya oligarşik sosyalizm, sosyalizm değildir; olsa olsa müşfik bir despotizmdir ve herhangi bir despotizmin şefkatini uzun süre sürdürdüğü tarihte görülmüş şey değildir.

√ Emek, zenginler için harikalar yaratır, ama işçi için yoksulluk üretir. Saraylar yapar ama işçi için inler üretir. Güzellik yaratır ama işçi için solup sararma üretir. Makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik ve törel bakımdan alçaltır; zihin alanını genişletirken alıklığı ve budalalığı işçinin yazgısı durumuna getirir.

√ Özel mülkiyet çerçevesinde şeyler ters bir anlam kazanırlar. Herkes bir başkasında yeni bir gereksinme yaratıp onu yeni bir bağımlılığa sokmaya, yeni fedakarlıklara sokmaya, yeni doyum yoluna alştırmaya, herkes başkasının üzerinde dışsal bir egemenlik kurup kendi bencil gereksinimlerini doyurmaya bakar. Her yeni ürün, karşılıklı dolandırıcılık ve karşılıklı soygunculukta yeni bir potansiyeli temsil eder. İnsan, insan olarak yoksullaşır.

√ Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğurur.

√ Siyahlar arkada oturuyorlar. Bir beyaz adam çıkmış, “ben siyahlarla yan yana oturmak istiyorum” demiş, arkaya oturmuş. Sen misin arkaya –siyahların yanına oturan – adamı bir güzel dövüp indirmişler bir dahaki durakta. Bunu NTV’de bir belgeselde gördüm. Adamın kendisi çıktı. Artık yaşlanmış tabi, bunu anlatıyor. Yerel gazetelerde de çıkmış adam, hastanelik edilmiş hali var. O kadar sevdim ki o adamı, tanımıyorum, ismini bilmiyorum, hiçbir zaman görmeyeceğim. İşte benim kardeşim o, hepimizin kardeşi o.

√ Sen çalışıp çabalarsın, çoluk çocuğunun karnını doyuramazsın,; o yan gelip yatar, elini ılık sudan soğuk suya vurmaz, bir eli yağda bir eli baldadır. Bir de sen götürrü de arkadaş reyin bu padişah hayatını sürenlere verirsin. Olur mu? Benim bu fukara kısmının gidişine de davranışına da aklım ermedi gitti. / Yaşar Kemal

√ Doğanın denetim altına alınması, daha çok ve daha değişik şeyler üretilmiş olması, sanki hayattaki en önemli amaçmış gibi ele alındı. İnsan bu süreç içinde kendini bir eşya durumuna dönüştürdü. Değer sıralamasında, yaşamak mülkiyetten daha alt sıraya geçti, sahip olma var olmanın üstüne çıktı.

√ İnsanın eşya üzerinde iktidar kurma isteği ne kadar yoğun olursa, eşyanın onun üzerindeki tahakkümü de o kadar yoğun olur ve insan da gerçek bireysellik özelliklerinden o derece uzaklaşır.

√ İtaat eken, isyan biçer.

√ Nerede iktidar varsa, orada iktidara karşı direnç vardır.

√ Modern özgürleşme hareketleri, özellikle işçi ama aynı zamanda da kadın hareketleri bu soruyu sordular: İktisadi iktidar ve siyasal iktidar karşısında olağanüstü bir eşitsizliğin mevcut olduğu ve bu eşitsizliğin sürekli yeniden üretildiği bir toplumda – ya da birkaç onyıl önce kadınlara “siyasal haklar” tanınmış olmasına karşın, fiiliyatta onlara edilgen vatandaş muamelesi yapan bir toplumda – demokrasi, yani her isteyenin iktidara fiile katılabilme olanağı olabilir mi?

√ Önce uyum gösterirsiniz, sonra alışkanlık edinirsiniz.

√ Şu özlü sözü yürekten kabul ediyorum: “En iyi hükümet, en az hükmedendir.” Bunu uygulayacak olursak, benim de inandığım gibi eninde sonunda şuraya varırız: “Hükümetlerin en iyisi hiç hükmetmeyendir.”

√ İktidara sahip olmak, aklın özgürce fikir yürütmesini sekteye uğratır.

√ Özgürlük efendisizdir. / Epikür

√ Emek, en yüce değer değildir. / Marx

√ Mekanizasyonun ve standardizasyonun teknolojik ilerlemesi, bireysel enerjiyi, ihtiyaç ötesi bugün için bilinmeyen yepyeni bir özgürlük dünyasına götürebilir. İnsanın öz yapısı değişebilir ve birey salt kendisinin olacak bir yaşam üzerinde özerklik kurma özgürlüğüna sahip olur. Üretim cihazı hayati ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlense ve buna yönelse, bireysel özerkliği önlemek yerine onu daha bir olanaklı kılar. Oysa bunun tam karşıtı bir eğilim yürürlüktedir. – Çağdaş endüstriyel toplum, teknolojik temelini düzenleme biçimiyle totaliter olma yolundadır. Çünkü totaliterlik sadece toplumun terörle işleyen bir siyasal düzeni demek değil, aynı zamanda bir ekonomik teknik düzendir. Sadece belirli bir hükümet ya da parti hakimiyeti totaliterliğe yönelmez; aynı zamanda çok partili, çok gazeteli bir üretim ve dağıtım sistemi de totaliterliğe yol açabilir.

√ Toplum, işsizlik yoluyla küçük insanın normal işlevini ve özsaygısını sekteye uğrattığı her seferinde, onu ne iş olursa olsun yapmaya, hatta cellatlığı bile kabul etmeye hazırlamış olur.

√ Senin gibi olmadığı için ona “dahi” ya da “kaçık” diyorsun. O ise kendi adına bir dahi değil, basit bir canlı olduğunu kabul etmeye hazır. Sen ona “deli” diyorsun. Kendini ölçü tanımaz bir yozlaşmaya bırakmışsın; kendini tipik olağan bir insan, “homo normalis” saydığın için, sade ve içten bir insana “anormal” diyorsun. Ona kendi acınası ölçülerini uyguluyorsun, sonra da kalkıp onun yolundan saptığı sonucuna varıyorsun.

√ En iyi gazeteci, en az kağıdı, en ucuza boyayıp en pahalıya satandır. / Sedat Simavi

√ Basın özgürlüğünden yoksun kalınca, bütün öteki özgürlükler birer yanılsama haline gelir. Vücudun bütün organlarını birbirini etkilemesi gibi, özgürlüğün her biçimi de öbürlerini koşullar. Özgürlüğün bir biçiminin reddeilmesi halinde, özgürlüğün kendisi reddedilmiş olur. Eğer basın kendisini bir iş durumuna düşürürse, kendi kişiliğine sadık kalmış, kendi tabiatının soyluluğuna uygun hareket etmiş ve özgürlüğünü elde etmiş olur mu? Yazarın var olmak veyazı yazmak için para kazanmak zorunda olduğundan kuşku yoktur; ama yazar hiçbir zaman para kazanmak için varolmamalı ve yazmamalıdır.

√ Gelişmiş birey, gelişmiş bir toplumun ürünüdür. Bireyin kurtuluşu toplumdan kurtuluş değil, toplumun atomlaşmasından kurtuluştur – doruk noktasına kollektifleşme ve kitle kültürü dönemlerinde çıkabilen bir atmlaşma.

√ Fert esastır. Ormanda ağacın esas olduğu gibi.

√ Bir insan yalnız olmayı pek beceremiyorsa, başkalarıyla birarada olmayı da pek beceremez.

√ Tuhaf bir paradoks: İnsanlar en dar ve kişisel çıkarlarından hareketle davranıyorlar, oysa davranışları hiçbir zaman olmadığı kadar kitle içgüdülerinin hükmü altında.

√ And sympathy is what we need my friend, ‘cause there is not enough love to go around.

√ En büyük amaç evrensel temel yasalara ulaşmaktır. Bu yasalara giden mantıksal yollar yoktur; onlara yalnızca sezgiyle, deneyimin sempatik kavranışı ile varılabilir. / Einstein

√ Hayvanların birçoğu, birbirlerinin acı ve sıkıntılarını paylaşmaktadır. Bay Biyth, hint kargalarının kör arkadaşlarını beslediğini görmüştür. Bir köpeğin, yakın arkadaşı olan ve sepette hasta yatan bir kediyi birkaç defa yalamdan sepetin yanından geçmediğini gözlerimle gördüm. Bu, bir köpekteki acıma duygusunun en güvenilir belirtisidir. Toplumsal hayvanların sevinçle ilgili duygudaşlıkları ise şüphelidir.

√ Hıristiyanlık, toplumsal ve siyasal bir eşitlikle ilgili değil, Tanrı önünde eşitlike ilgilidir. Dünyevi eşitsizlikleri her zaman kabul etmiş ve doğrulamıştır.

√ Ortaçağ geleneğinde yaradılış öyküsü resimli roman gibi sahne sahne resmedilmiştir. Rönesans çağında öyküsel sıralanış ortadan kalkmış, resme geçirilen tek an utanma anı olmuştur. Erkekle kadın incir yapraklarıyla ya da elleriyle bir örtünme hareketi yaparken gösterilir. Ama artık birbirlerinden değil, seyircilerden utanmaktadırlar.

√ Antik Yunan, bizim içinbirçok başka kültürün olabileceği gibi bir “model” ya da bir “örnek” değil, bir tohumdur.

√ Barutla kurşunun olduğu yerde Akhilleus mümkün mü? Ya da, bugğnkğ basın bir yana, matbaa makinasını olduğu yerde İlyada? Yeişkin bir insan bir daha çocuk olamaz, olsa olsa çocuksu olur. Buna karşılık çocuğun naifliği yine de bir sevinç kaynağı değil midir? Daha yüksek bir düzeyde onun yapmacıksız gerçekliğini yeniden üretmeye çalışması gerekmez mi? İnsanlığın tarihi çocukluk dönemi – hiçbir zaman geri dönmeyecek bir dönem olarak – neden sonsuz bir cazibe kaynağı olmasın?

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments