Geçen yıl Rasim gitti, çocukluk arkadaşım
mektubu gelir ara sıra:
‘Kıymetli arkadaşım Halil
Satırlarıma başlamadan önce selam eder
her iki ellerinden sıkar gözlerinden öperim.
Halil göndermiş olduğun en az senin
kadar kıymetli mektubunu aldım.
Bilemezsin ne kadar memun oldum
ben de seni biraz olsun memnun etmek
için bu çirkin satırları yazıyorum’
Ne çirkin satırları
içi hiç yazılmamış bir mektuba bile hasretim kaç yıldır
‘Diyorsun ki ben de yazıldım ve önümde 50-60 kişi var
ve buranın durumu hakkında bilgi istiyorsun. Sana
kısaca anlatayım. Elime şahsen 700 ile 800 mark geçer
Lojmanda oturuyorum. 80 mark kira. yemeğimi kendim yapıyorum. Fabrikaya gelince. Almanya’nın en büyük fabrikası. Ama en az para veren fabrika. Bazan fıska, bazan kalıpçı, bazan da çubukçuluk yapıyorum.’
Ne fıskacılık ne kalıpçılık
elimden her şey gelir yeter ki çalışacağım iş olsun
‘Şunu belirtmek isterim. Kesilen 80 mark elime geçen paranın içinde değil. Bütün temennim senin Almanya’ya gelmen. Neresi olursa olsun. Burada adamı çok çalıştırıyorlar. Ayakkabıyı çıkartıpyatağa giriyorum. Bir de nereye gidersen oraya uyacaksın. Türkiye’de bay , burada herr. İstemeyerek satırlarıma son verirken tekrar selam eder, acele cevap beklerim.’
Sanki ben istemiyor muyum gelmeyi
öylesine susamışım ki alınterinin sıcaklığına kaç yıldır
Ne kadere inandım şimdiye kadar
ne kısmetten medet umdum
ama biliyorum ki
‘vasıfsız işçisin’ deyi silecekler künyemi
Almanya defterinden de
Serinlik pusuda
acıyla kararmış günlerimi düşünüyorum
acıyla aydınlanacak günlerimi
genç kızlığından beri çeyizi namerde yadigar anamı
yüreğimden kopan fırtınada yolunu yitirmiş bir gemi
bacadından çıkan dumanılnı avuçlarıma bırakarak uzaklaşıyor
bir kırmızı balık
(ne zaman denize baksam bir kırmızı balık olarak
görüyorum kendimi)
yosun yeşili mendiliyle
siliyor a
alnıma
sıvanmış
karanlığı
Serinlik pusuda
bir sis yumağı ağır ağır geçiyor alnımın duldasından
geleceğimi düşünüyorum
geçmişimi
karanlık
da
eriyor
aydınlık
da
Pulu acıyla mühürlü adresi sevdaya yazılı yüreğimde
gurbetliğimi düşünüyorum
Serinlik pusuda
sevda da eriyor hicran da
sevincinin kaymağı alınmış, yapraklarına çiğ düşmüş yüreğimde
kendimi düşünüyorum bir de:
‘Dert yoğuken serimde
derdimle kardaş oldum
düştüm gurbet ellere
çilemle yoldaş oldum
Sevdalığı yaşamadım
mutluluğu tadamadım
hasretliğe varamadım
gurbetle kandaş oldum
Karanlıkta erimezdim
ayydınlıkta çürümezdim
yalnızlığa yerinmezdim
acıyla kardaş oldumé
Sesine şivan düşe hasret
Akşam inmek üzere. Nerede yatmalı bu gece. Hep gündüz olsa. Kıvrılır kalırsın bir park kanepesinde. Çimenlerin üzerinde. Alır gider bir ağaç gölgesi, bir su sesi içindeki kederi hüznü. Ama gece. Gece kime sığınırsın. Şimdi köyde olsam. Anam tandırı yakmıştır. Yorgana sarınır, tandırın kıyısına uzanırdım. Kemikli elleriyle saçlarımı karıştırırdı. Elimde bir dürüm. Yeşil soğan, lor. Ne çok özlemişim anamın ekmeğini. Akşam inmek üzere. Nere gitsem, nerde gecelesem. Her sokakta yüzlerce otel. Her kentin bir oteli var. İzmir Palas, Afyon Denizli Oteli. Edirne Kırklareli Oteli. Trabzon Oteli. Otel Rize Palas. Yalnızlık Palas…… Acı Oteli… Gurbet Palas…
Dolanıp durdum son vapur da demir alana kadar
kapı aralıklarından baktım sıcaklığın
Sabah Sirkeci garında uyandığımda
yeni bir gün başlamış güneş mavi yazmasını
bağlamıştı gökyüzünün boynuna
Refik DURBAŞ