Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaŞair ve ŞiirCan YÜCELBAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI

BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI

 

Memelerim koparıyor 
Yüzyıl süren bir yalnızlık 
dile gelmişçesine 
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi! 
Ve ağrıya 
ağrıya tabi, 
ağraya 
ağraya ağbi… 

Nakkaş Tepe de ancak 
bezmimize böyle gelmiştir 
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle 
Yerbilimsel bir hapisten sonra 

II 

İçimdeki karanlığı patlatacağım 
Zifiri bir su akacak 
kamışımdan toprağa 
Bir kedi yavrulayacak 
köpek dişli bir kedi 
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından 
Yedikçe 
kendi 
kendini 
mayhoş 
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma 
Mors’un en morundan bir karga  
Konacak karşıki direğin doruğuna 
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu 
Ne kadar taşlasan boş 
oynamıyor yerinden 
Ben kargadan korkmam ama 
bunun gözleri baykuş 
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak 
Ve ötüyor 
ötüyor 
ötecek 
Beni ışığa bağlayan 
(Bağlayın beni ışığa! 
Gerin telleri gerin!) 
beni  ışığa bağlayan 
o gelin telleri 
o gelin telleri 
kopuncaya dek… 
Akpembe bahar yelkenleriyle 
Güneşin rüzgarına gerilmiş 
bir badem ağacı gibi… 
İçimdeki karanlığı patlatacağım 
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla 
ağlaya 
ağlaya 
Yepyeni bir insan 
pırıl pırıl bir can 
bitecek toprağa…  

III 

İki çöpçü geliyordu karşıdan. 
Biri 
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar 
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla 
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını ) 
Öbürüne 
(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o 
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel 
atlarının neredeyse ineceği e biraz 
genişçe bir çakır su gibi görüyordu, 
eminim) 
Eyitti kim: 
Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa 
Hiç dinlemez oyumu ona veririm 

IV 

Sevda Tepesinde  geçen gün 
Karşıki masanın altında 
İki tane tavuk gördüm 
Toprakla yıkanıyorlardı 
Eşeledikleri çukurda 
İnsanlar için de belki ölüm 
Toprakla bi tür 
Yıkanmaktır diye düşündüm 

Üşüyor mu deniz 
üstüne boşandıkça yağmur? 
Ondan mı dersin 
tüyleri böyle ürperiyor? 

Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta 
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba 
Yıllar sonra yılmayıp yine 
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine? 

VI 

Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de 
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde 

Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun 
Yamacında bir masa 
Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde 

Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba 
Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı 
“Şunu siliver!” derdi garsona 
“Şu muşambayı siliver, mirim!” 
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye 
Yine de bu bahar öğlesinde 
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi 
-İsterse kalpten olsun, isterse- 
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye 

VII 

Ruhum sıkıldıkça, ruhum, 
Mızrapsız bir tambur gibi 
Apayrı bir hava çalıyor vücudum 

Ruhum sıkıldıkça ruhum, 
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı 
Apayrı bir hava çalıyor vücudum 

Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere! 
Başka yere, başka yere, başka yere! 

Ruhum sıkıldıkça, ruhum, 
Cemil Beysiz bir tambur gibi 
Kendi kendini çalıyor vücudum 

VIII 

Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da 
Duvarda bir gedik ilişti gözüme 
Uydurdum gözümü deliğe: 
Bir bahçe 
Bahçe değil bir havuz 
Havuz değil bir bahçe 
Üstü nilüfer kesmiş silme 

O nefti yapraklarıyla gelmiş 
O aksarı çiçeğiyle 
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe! 
İnsanoğlu beni görsün diye mi? 
Bahçede oysa 
Bahçedeki bir havuz 
Bir havuz ki bir bahçe 
Ne in var ne cin ne bey ne ağa 
Surları da çekmişler dört bir yanına 
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa 
Sade bir garibim yavru kurbağa 
Serilmiş o ortası çukur 
O sal gibi yaprağa 
Yarı suyun içinde 
Yarı yansımış ışığa 
Pırıla pırıl yeşile yeşil 
Rezil mi rezil 
Başladı birden haykırmağa 
Başladı inin cinin ağanın beyin 
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği 
Çevresine bizler görmeyelim diye 
Surlar çektiği 
O kimsesiz güzele türkü yakmağa 

Şairim ben 
Benim işte o kurbağa 

IX 

Hep ölümü çalacak değil a Zangoç 
Bu da 
Sema’yla Asaf’ın kızına 
Hoşgeldin demek için 

Oysa  
Ne kadar 
Ne kadar 
Ne kadar yalnız 
Sanıyordum kendimi demin 

Atkestanelerini geçen süvari ışıklar 
Er-erken kaldırmış hanımellerini 
tühallah üşüyecekler! 
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle 
Esen yel! 
Esen yel! 

Kim gördü böyle gül yiyen horoz 
Tanyeri kokuyor sesi… 
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı 
hapiste dolmuş bir şarap şişesi 
Öbür horozlar da ayaklanıyor 
merdiven nakışlı ibikleriyle 
Ve balkonlardan sarkarken 
düşleri bebelerin 
bir albayrak yarışı gibi 
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi 
Hırsızlar! 
Hırsızlar! 

Ve deniz 
levent gölgeleriyle Turgut Reis’in 
Bütün bu dizelerden alınıyor 
Bir ala 
bir mora  kesiyor yüzü 
Esen yel! 
Esen yel! 

Bu sabah  
bir firardır 
kan-davasından bir çocuk 
Kuşluk vaktine kalmadan önce 
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak 

Ve akşamladı mıydı çamlar 
ve karadı mıydı 
Tepelerde 
Tepelerde 
Öyle güzel ki esen yel 
Esen yel! 
Esen yel! 

Bu sabah  
ve bu bahar 
bir firardır 
Baruta koşan bir fitil 
İfil 
İfil 
Öyle güzel ki esen yel! 
Esen yel! 
Esen yel! 
Öyle güzel  
Öyle güzel ki 
Esmese de 
Esmese de 
Güzel 

XI 

İçimden bir his bırakmıyor  beni ölmeceye. 
İçimden bir his. 
Bir his ki 
Çapraz oturmuş denizin kıyısına 
Taş  
Taş 
Taş 
Derken bir GÜNEŞ! 
Tıpkı Üsküdarda’ki 
Şemsi Paşa Camisi gibi. 
Sen iskeletlerle değil diyor bana 
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini 
Ve öyle köpeksin ki sen 
Öldükten sonra bile 
Yılmaz’ın UMUDundaki  
Paytonların ardından 
Koşacaksın hep 
Geleceğe 
Çın 
Çın 
Çın 

Ve karnımın gevşemesine karşın 
Taş..larımdaki tarçın 
Bırakmıyor beni ölmeceye 
Evet diyemiyorum 
Diyemiyorum ki evet 
O hayırlı 
O hayırlı geceye 

XII 

Ben de 
Boğaziçi de bu bahar 
Mavi sakalına erguvanlar takmış 
Sarhoş bir İskele Babası kadar 
Hem delikanlı 
hem deliler gibi ihtiyar

Can YÜCEL

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments