İyilikten, saflıktan ulaşamadım kendime burada Burası durmadan hızlanan bir kent. Burada sonsuz arzu çarpışır. Sonsuz acı Sonsuz hırs
En başlarda ne istedim tam bilmiyorum. Ama öyle açık ve duruydu ki gördüğüm herşey, nereye ve kime baksam beni kendisine inandırıyordu. Henüz içimde bir başkası yoktu. İçimde benden ayrı, bana karşı bir ses yoktu. Gidemediğim yerleri mutlu özlerdim, çünkü gitmesem bile bilirdim ki oraları da benden bir parçaydı.
Çok az ve usulca konuşulurdu.
Çünkü sessizlik vardı ve ve bu sessizlikte en küçük sesler bile çabucak yayılırdı heryere. Sessizlik kutsaldı, çünkü bütün sesleri o saklardı koynunda.
Evlerin önünde küçük bahçeler vardı. Geceleri ışıl ışıl yanan küçük düş ağaçları vardı. Herşey bizim için yaratılmıştı sanki, göründüğü gibi olan ruhumuza göre. Geceler gündüzlere usulca sokulurdu. Yavaştı herşey. Çok yavaş
Kutsal ve sonsuz bir aynaydı gökyüzü. Kendisine içtenlikle ve sabırla bakanların ismini sayıklardı
O zaman da vardı kötülük ve şiddet O zaman da vardı yalan ve sevgisizlik Ama yavaş dönerdi dünya. Garip, kutsal bir sessizlik vardı heryerde. Utanırdı kötüler yaptıklarından. Pişmanlık duyulurdu her yalandan sonra. Sanki mecbur kalındığı için sevgisizdi insanlar.
Top oynardık mezarlıklarda. Ölüler dünyanın en sevecen insanlarıydılar. Hayatı onlar sevdirirdi bize. Aynı güneşin altına uzanırdık birlikte.
O zaman bir tek kalbim vardı benim. Gözlerim bana aitti nereye gitsem. İçimde kendi sesimden başka hiçbir ses yoktu.
Hayatın o dinmeyen ağrısıyla hatırlardım kendimi. Susar dinlerdim. O ağrıyı incitmemeye çalışırdım. Kaçmazdım ondan. Bilirdim ki istesem de kaçamam ondan. Güneşin doğuşu ya da batışına nasıl saygı duyuyorsam ona da öyle derin bir saygı duyardım
Toprak, içimde sakladığım halde ulaşamadığım sevgiliydi Kendimle değil, toprağın sırrıyla yarışırdım. Kendimden değil, toprağın sırrından ürkerdim Bu ürküntüyle barışmak için sık sık toprağa yüz sürerdim. Koklardım onu. Çıplak bir hazla yürürdüm üzerinde. Kalbimin üzerinde yürür gibi
Sonra sular geliyor aklıma. Aktıkça yüzün gibi aydınlanan sular. İlk orada hatırlıyorum seni. İçimde henüz başka bir ses yokken. Kalbim ve gözlerim sadece bana aitken
O suların peşinde, hayatımın peşinde, yüzünün peşinde
İlk orada akıp giden sularda seninle kendimi gördüm. En çok sende sevdim kendimi. Akıp giden sularda. İlk kez sende gördüm özlemlerimi Akıp giden kalbimi O parçalanmış ve sadece sana ait benliğimi ilk kez sende gördüm
O yavaşça dönen dünyayı, bütün sesleri içinde saklayan o kutsal sessizliği Kendisine sabırla ve içtenlikle bakanın adını sayıklayan o sonsuz gökyüzünü Gökyüzünün el verdiği o küçük düş bahçelerini
Toprakla sular arasındaydı kalbim. Bu yakınlıkta ne varsa, bu sır nereye varacaksa görmek isterdim. Çünkü öyle inanırdım ki kendime, nereye baksam seni görürdüm. Toprakla sular arasında giderek aydınlanan yüzünü.
Dalgaların aydınlığı vururdu terkedilmiş evlere. Bir kapı açılır, içeri üşümüş bir ışık girerdi. Dışarıda bir sonsuzluk kimsesiz yanardı. Bir ceset vururdu sahile, ömrüm olurdu yorgun ve ıslak saçları Sen olurdun yüzünü saklayan herkes Sonra Sonra biterdi toprak Akmaz olurdu sular. Kirlenirdi o kutsal sessizlik Düş ağaçları kesilirdi Seni bekleyecek yer bırakmazlardı bana Sürüklerdi beni peşinden hızlanan dünya, bu durmadan hızlanan kent Sürüklerdi beni kalbimden ayrılan ikinci kalp, sürüklerdi beni gözümden ayrılan ikinci göz Ruhumdan ayrılan öbür ruh, sürüklerdi beni
Artık bu kent o kent değil, bu kalp o kalp değil, bu gözler o gözler değil Seni sevdiğine inandığım o insan bu insan değil
Burada gidilecek hiçbir yer yok. İnsan en fazla o öbür, o yalancı kalbine çarpıyor Burada insan en fazla o sahte gözünü hissediyor içi acıyarak Ne kadar sevse de dünyanın bütün sevgisizliğini üzerine alıyor burada insan Hep başkalarının sahte yasını tutuyor
Burada her sabah, her akşam insan yeniden, hep yeniden başlıyor hayatına. Sanki hiç yaşanmamış gibi, hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi Burada insanın yalan yüzü değil, o en derinde sakladığı kalbi kararıyor önce
Artık burası herhangi bir kent: Kalabalık, doyumsuz, aceleci, konuşkan, acımasız, telaşlı unutkan, intikam dolu ve hep kaybetmiş Burada sistem, kirletilmiş arzularla içimize, beynimize sızıyor, o kurtarılmış beyin hücrelerimize. İşte sevgiyi, yitirdiğimiz ve özlediğimiz aşkımızı, işte en derinde yatan insanlığımızı aradığımız yer burası
İşte seni aradığım yer burası: Herşey satılık burada, herşey ambalajlı. Sevgi, umut, ütopya, başkaldırı, inanç, ölüm, farklı hayatlar Herşey, herşey satılık burada.. Burada herşeyin bir fiyatı var Burası durmadan hızlanan bir kent Aşk bile burada serbest piyasa kurallarına bağlı Sahte bir kalple peşinden koştuğum bu dünya seni bana anlatmaz, artık biliyorum
Burası benim önümden koşan bir kent Burada ikinci kalbimle, ikinci gözümle, ikinci benliğimle yarışıyorum. Burada kendimle amansız kavgalıyım
Seni sevdiğim kadar sevmedim bu hayatı, inan Ne olur bir tek buna inan
Çünkü sende gökyüzüm var. sende sonsuz yağmurlarım, kutsal sessizliklerim var Sende o küçük düş ağaçlarım var Affet bu küçük insanlığımı Affet peşinden geldiğim bu kenti Affet o derin doyumsuzluğumu
Göremedim affet, sen bu kentte denizden çıkan bir cesettin. O yorgun ve ıslak saçları ömrüm olan bir ceset Affet beni Gidilecek başka bir yer yokmuş bu kentte Toprakla akan su arasındaki yüzünden başka İşte bunu öğrettin bana O sessiz, o kutsal yüzünle bana bunu öğrettin. Bu kentte aşk olamayacağını Beni kendine çağırdın. Akşamın o ıstıraplı eşiğine
Son bir umutla sana sarılıyorum sevgili. Dünya nereye giderse gitsin, bir tek sen kaldın bu kentte, birtek sen kaldın içimdeki iyilik yüzünden utandırmayan beni
Ben bu dünyadan kaçtım ve gidecek başka yerim yok
Burası içimi kanatarak hızlanan bir kent
Bir yanım ölü, bir yanım sen
Sevgiliysen tanı beni, bil öyleyse
Dediğin gibi sevgili, daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana
Cezmi ERSÖZ