Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Kasım 25, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkKarl Marx - Friedrich Engels ArşiviK. Marks: Gotha Programının Eleştirisi (1.Bölüm)

K. Marks: Gotha Programının Eleştirisi (1.Bölüm)

FRİEDRİCH ENGELS’İN ÖNSÖZÜ
Burada yayınlanan elyazması -metnin Bracke’ye gönderilmesi dolayısıyla yazılan mektup ve program taslağının eleştirisi-, Geib, Auer, Bebel ve Liebknecht’e iletilmek ve sonra da Marx’a geri gönderilmek üzere, Gotha Birleşme Kongresinden [3] az önce, 1875’te, Bracke’ye gönderildi. Halle Kongresi, [4] Gotha programının tartışılmasını parti gündemine aldığına göre, bu önemli belgeyi, belki de bu tartışma ile ilgili belgelerin en önemlisi olan bu metni, kamuoyuna açıklamayı daha fazla geciktirirsem dürüstlükle bağdaşmayan bir davranışta bulunmuş olurum.
Ama bu metnin çok daha önemli bir yanı da var. Burada, Lassalle’in harekete katılmasıyla birlikte başlatmış olduğu iktisadi ilkeler ve taktikle ilgili eğilimler karşısında, Marx’ın benimsemiş olduğu tutumu açıklıkla ve sağlam olarak bulmak mümkündür.
Program tasarısının amansızca tahlili, alınan sonuçların incelenmesinde ve tasarının zayıf noktalarının açığa vurulmasında gösterilen sertlik, bütün bunlar, 15 yıl geçtikten sonra, artık kimseyi gocundurmamalıdır. Özgül olarak lasalcılık, artık, ancak yurt dışında, terkedilmiş harabelerde yaşamaktadır, ve Halle’de, Gotha Programı, onu kaleme almış olanlar tarafından bile, tamamen yetersiz sayılarak terkedilmiştir.
Bununla birlikte, [anlamı] pek fark ettirmediği yerlerde, bazı deyimleri ya da kırıcı kişisel değerlendirmeleri sildim ve yerlerine noktalar koydum. Marx da eğer elyazmasını bugün yayınlasaydı aynı şeyi yapardı. Metinde kullanılan dilin yer yer aşırı sertlikte oluşu, iki nedenden ötürü idi. Birincisi, Marx ve ben, Alman hareketine daha sıkı bağlarla bağlı bulunuyorduk, program tasarısının ifade ettiği gözle görülür gerileme bizi özellikle üzmüştü. İkincisi, o sırada, Enternasyonalin Lahey Kongresinden [5] iki yıl sonra, bizi, Almanya’da olup biten herşeyden sorumlu tutan Bakunin ve onun anarşistleri ile tam savaş halinde olmamızdı, onun için programın açıkça itiraf edilmeyen babalığının bize yüklenmesini beklemeliydik. Bugün artık bütün bunlar geçerliğini yitirmiştir, aynı şekilde, sözkonusu pasajların da ğereği kalmamıştır.
Bundan başka, basın yasası bakımından gerektiği için çıkarılıp yerine noktalar konan birkaç tümce daha var. Daha yumuşak bir deyim kullanmam gerektiği yerde, ben bu deyimi parantez arasına koydum. Bunların dışında, yayım, metnin aynısıdır.

Londra, 6 Ocak 1891

Die Neite Zeit, Bd. 1, n° 18,1890-91’de yayınlanmıştır.

KARL MARX
W. BRACKE’YE MEKTUP
Londra, 5 Mayıs 1875

Azizim Bracke,
Aşağıdaki kenar notları, Birlik Programının eleştirisidir, okuduktan sonra lütfen Geib ve Auer’i, Bebel ve Liebknecht’i bunlardan haberdar edin. İşim başımdan aşkın ve doktorların izin verdiğinden çok daha fazla çalışmaktayım. Onun için bu koca kâğıdı “keyfim” için boş yere doldurmuş değilim. Bunlar, bundan sonra geliştirmek zorunda kalabileceğim hareketlerin, bu yazıların muhatap olarak aldığı partinin dostları tarafından olumsuz şekilde yorumlanamaması için de gerekliydi.
Birleşme Kongresinden sonra, Engels ve ben, kısa bir bildiri yayınlayarak, sözkonusu ilke programı ile ortak hiç bir yanımız olmadığına değineceğiz.
Dışarda, partinin düşmanları tarafından yayılan ve kesin olarak yanlış olan, Eisenach Partisinin [6] eylemini buradan gizliden gizliye yönettiğimiz lafı dolaştırıldığı için de, bu gereklidir. Örneğin Bakunin, yakında yayınlanmış olan bir Rusça kitabında [7] beni, yalnızca bu partinin bütün programlarından vb. sorumlu tutmuyor, aynı zamanda, Liebknecht’in ilk günden beri Halkçı Parti [8] ile yaptığı işbirliğinin tümünden sorumlu tutuyor.
Bunlar olmasa da, mahküm edilmesi gereken ve partinin moralini bozan bir programı, diplomatik bir suskunluk yoluyla olsa bile, tanımamak benim için bir görevdir.
İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir. Eğer Eisenach Programını aşmak mümkün olmazsa -ve koşullar buna elverişli olmazsa- muhataplarımızla, ortak düşmana karşı bir hareket anlaşması yapmakla yetinmeliyiz. Eğer bunun tam tersine, (bunu uzun bir ortak çalışmayla böyle programların hazırlanabileceği bir zamana bırakmak dururken) ilke programları imal etmeye kalkışırsak, o zaman, herkesin gözü önünde, bütün dünyaya, partinin hareket düzeyini gösteren nirengiler yerleştirmiş oluruz. Lasalcı önderler, koşullar onları zorladığı için bize gelmekteydiler. Eğer onlara, ilkeler üzerinde pazarlığa girişilmeyeceği daha başından söylenmiş olsaydı, bir hareket programı ya da ortak hareket için bir örgütlenme planı ile yetinmek zorunda kalırlardı. Bunun yerine, onların, tarafımızdan kabulünü zorunlu saydığımız yetkilerle karşımıza çıkmalarına izin veriliyor, ve böylece sana muhtaç olan kimselere sığınmış oluyor. Ve bütün bunların üzerine tüydikmek için de, onlar, uzlaşma kongresinden önce yeni bir kongreye çağırıyorlar, bizim partimizin kongresi ise post festum [*] toplanıyor. Besbelli ki, kendi partimizin her türlü eleştirisi ve ayrılması önlenmek istenmiştir. Birleşme olgusunun tek başına işçileri mutlu kıldığı bilinmektedir, ama pek kısa zaman içinde elde edilen bu sonucun bedelinin çok pahalı olmadığı sanısı bir yanılgıdır.
Üstelik lasalcı inanç maddelerinin yasa1aşması hesaba katılmasa bile, program hiçbir değer taşımamaktadır.
Pek yakında size Kapital’in Fransızca yayınının son fasiküllerini göndereceğim. Fransız hükümeti yasakladığı için, yayını uzun zaman geciktirildi. Bu hafta ya da gelecek hafta başında kitabın yayınlanması tamamlanmış olacaktır. İlk altı fasikül elinize geçti mi? Bana Becker’in adresini bildirin ki, ona da bu son fasikülleri gönderebileyim.
Volksstaat [9] kitapevinin kendine özgü tuhaf davranışları var. Örneğin bana Kolonya Komünistleri Davası’nın basılmış nüshalarından henüz tek bir tane bile göndermediler.

Selamlar.

KARL MARX

*****

ALMAN İŞÇİ PARTİSİ PROGRAMININ KENAR NOTLARI

I

1. “Emek bütün zenginliğin ve bütün kültürün kaynağıdır, işe yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirildiği için, emeğin geliri, tümüyle, eşit hakla, toplumun bütün üyelerine aittir.”

Paragrafın Birinci Kısmı: “Emek bütün zenginliğin ve bütün kültürün kaynağıdır.”
Emek, bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da, tıpkı, bir doğa gücünün, insan emek-gücünün deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım-değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir!) kaynağıdır. Bu tümce, çocukların tüm okuma kitaplarında vardır ve emeğin ilgili nesnelerle ve araçlarla işlev gördüğünü kastetmesi ölçüsünde doğrudur. Ama bir sosyalist program, onlara anlam verebilecek koşulları sessizce geçiştiren bu tür burjuva tümcelerine yer veremez. Ve insan, daha başından, bütün emek araçlarının ve konularının birincil kaynağı olan doğaya karşı onun sahibi gibi hareket ettiği, kendi malıymış gibi davrandığı ölçüdedir ki, onun emeği, kullanım-değerlerinin ve dolayısıyla zenginliğin kaynağı olur. Burjuvalar, yanlış olarak, emeğe doğa-üstü yaratıcı güç yüklemeleri için pek iyi temellere sahiptir; çünkü, salt emeğin doğaya bağlı olması olgusundan, emek-gücünden başka bir mülkiyete sahip olmayan insanın, toplumun ve kültürün bütün koşullarında, emeğin maddi koşullarının sahibi haline gelen başka insanların kölesi olmak zorunda olduğu sonucu çıkar. Bu insan, ancak onların izni ile çalışabilir, dolayısıyla da ancak onların izni ile yaşayabilir.
Şimdi de, tümceyi olduğu gibi, ya da daha doğrusu bu topal haliyle bırakalım. Bundan nasıl bir sonuç beklenebilir? Besbelli ki şu.
“Emek bütün zenginliğin kaynağı olduğuna göre, toplumda hiç kimse, bir emek ürünü olmayan zenginliği kendine maledinemez. Demek ki, eğer bir kimse çalışmıyorsa, başkasının emeğiyle yaşıyordur; o, kültürünü bile başkasının emeğinden elde etmektedir.”
Bunun yerine birinci önermeye, “…diği için” çekim eki ile bir ikinci önerme ekleniyor ve birincisinden değil, ikinci önermeden sonuç çıkarılıyor.
Paragrafın İkinci Kısmı: “Yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirilir.”
Birinci önermeye göre, emek, her zenginliğin ve her kültürün kaynağı idi, demek ki, emek olmadan toplum da olamaz. Oysa şimdi, tam tersine, “yararlı” emeğin, toplum olmadan olanaksız olduğunu öğreniyoruz.
Aynı şekilde, yalnızca toplumda, yararsız, ve hatta toplumsal bakımdan zararlı emeğin, kazançlı bir geçim dalı haline gelebileceği, yalnızca toplumda aylaklık yapılarak yaşanılabileceği vb., vb. söylenebilirdi – kısaca bütün Rousseau baştan aşağı kopya edilebilirdi.
Peki “yararlı” emek nedir? Kuşkusuz, yalnızca niyetlenilen yararlı sonucu üreten emek. Taşla bir hayvanı öldüren, meyve devşiren vb. bir yabanıl -ve maymunluktan çıktıktan sonra insanoğlu bir yabanıldı- “yararlı” emek gerçekleştirir.
Üçüncü olarak. Sonuç: “Ve yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirildiği için, emeğin geliri, tümüyle, eşit hakla, toplumun bütün üyelerine aittir.
Ne güzel sonuç! Eğer, yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirilebiliyorsa, o halde, bu emeğin geliri, topluma aittir – birey olarak işçiye ise, emeğin “koşulu” olan toplumun varlığını sürdürmesi için gerekli olanın dışında hiçbir şey yok.
Gerçekte, bu önerme, her çağda, belli bir zamanda mevcut toplum durumunun savunucuları tarafından kullanılagelmiştir. Birinci olarak onu izleyen bütün ıvır-zıvırla birlikte hükümetin hak istekleri gelir, çünkü hükümet, toplumsal düzenin korunması için toplumsal organdır; ardından, çeşitli türden özel mülkiyetin hak istekleri gelir, çünkü çeşitli türde özel mülkiyet toplumun temelidir, vb.. Görülüyor ki, böylesi boş tümceler istenildiği gibi evrilip çevrilebilir.
Ancak şöyle kaleme alındığı zaman, paragrafın birinci kısmı ile ikinci kısmı arasında, bir mantık bağı kurulabilir:
“Emek, ancak, toplumsal emek olarak, zenginliğin ve kültürün kaynağı olur”, ya da aynı anlama gelen: “ancak toplum içinde ve toplum tarafından”.
Bu önerme, tartışma götürmez şekilde doğrudur, çünkü, yalıtılmış emek (bunun maddi koşullarının gerçekleşmiş olduğunu varsayarsak), kullanım-değerleri yaratabilirse de, ne zenginlik, ne de kültür yaratabilir.
Şu önerme de aynı şekilde tartışma götürmez:
“Emeğin toplumsal olarak gelişmesi ve böylece zenginlik ile kültürün kaynağı olması ölçüsünde, işçiler arasında yoksulluk ve perişanlık, işçi olmayanlar arasında zenginlik ve kültür gelişir.”
Bu, geçmişin tüm tarihinin yasasıdır. O halde “emek” ve “toplum” üzerine genel sözler sıralayacak yerde, bugünkü kapitalist toplumda işçileri bu toplumsal beladan kurtulmada yetenekli kılan ve onları buna zorlayan maddi vb. koşulların, sonunda nasıl yaratılmış olduğu, burada, somut bir biçimde kanıtlanmalıydı.
Ama, gerçekte, gerek biçim, gerek içerik yönünden olsun, bütün bu paragrafın buradaki varlık nedeni, partinin bayrağı üzerine, en yukarıya, lasalcı “emeğin tüm geliri” formülünün slogan olarak yazılabilmesi içindir. “Emek geliri”, “eşit hak” vb. konularına ilerde döneceğim, çünkü ilerde de, aynı şey biraz değişik biçimde karşımıza çıkmaktadır.

2. “Bugünün toplumunda emek araçları, kapitalist sınıfın tekelindedir; işçi sınıfı için bundan doğan bağımlılık durumu, bütün biçimleriyle yoksulluğun ve köleliğin nedenidir.”

Enternasyonalin tüzüğünden alınan bu tümce, “düzeltilmiş” olan bu biçimiyle yanlıştır.
Bugünün toplumunda, emek araçları, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin tekelindedir (toprak mülkiyeti tekeli, sermaye tekelinin temelidir de). Enternasyonalin tüzüğü, sözkonusu pasajda, tekelcilerin şu ya da bu sınıfından sözetmez. “Emek araçlarını, yani yaşamın kaynaklarını tekelleştiren”den sözeder. “Yaşamın kaynakları” sözcüklerinin eklenmesi, toprağın emek araçları arasına katıldığını yeteri kadar açıklıkla gösterir.
Bu düzeltmeye gidildi, çünkü, Lassalle, bugün bilinen nedenlerle, yalnızca, kapitalist sınıfa saldırıyordu ve toprak sahiplerini hedef almıyordu. İngiltere’de, kapitalist, çoğunlukla, fabrikasının kurulu bulunduğu toprağın sahibi bile değildir.

3. “Emeğin kurtuluşu, emek araçlarının toplumun ortak mülkiyeti durumuna yükseltilmesini ve emek gelirinin adaletli biçimde dağıtılması ile birlikte toplam emeğin topluluk tarafından düzenlenmesini gerektirir.”

“Emek araçlarının ortak mülkiyet durumuna yükseltilmesi”, bu, herhalde “ortak mülkiyet haline dönüştürülmesi” anlamına gelmektedir. Ama bunun üzerinde fazla durmuyorum.
“Emeğin geliri” nedir? Emeğin ürünü mü, yoksa onun değeri mi? Ve, bu sonuncu durumda da, ürünün tüm değeri mi, ya da yalnızca, emeğin tüketilen üretim araçlarının değerine eklemiş olduğu yeni değer kısmı mi?
“Emek geliri”, Lassalle’in, belirli iktisadi kavramların yerine koyduğu belirsiz bir kavramdır.
“Adaletli biçimde dağıtım” ne demektir? Burjuvalar bugünkü dağıtımın “adaletli” olduğunu iddia etmiyorlar mı? Ve gerçekten de bugünkü üretim biçimi esasına göre bu dağıtım, biricik “adaletli” dağıtım değil midir? İktisadi ilişkiler, hukuksal kavramlar tarafından mi düzenlenmiştir, yoksa, tersine, hukuksal ilişkiler iktisadi kavramlardan mi doğar? Sosyalist sekterlerin de bu “adaletli” dağıtım hakkında son derece çeşitli görüşleri yok mudur?
Burada bu “adaletli dağıtım” deyimi ile ne kastedildiğini bilmek için, birinci paragrafı bu paragrafla birlikte ele almamız gerekir. Bu son paragraf “emek araçlarının ortak mülkiyet olduğu ve toplam emeğin topluluk tarafından düzenlendiği” bir toplum varsayıyor, birinci paragraftan da “emeğin gelirinin, tümüyle, eşit hakla, toplumun bütün üyelerine ait olduğunu” öğreniyoruz.
“Toplumun bütün üyelerine” mi? Çalışmayanlara da mı? O zaman “emeğin gelirinin tümü” ne oluyor? Toplumun yalnız çalışan üyelerine mi gidiyor? O zaman toplumun bütün üyelerinin “eşit hakkı” ne olacak?
Ama besbelli ki “toplumun bütün üyeleri” ve “eşit hak”, gelişigüzel söylenmiş şeyler. Bunun özü, bu komünist toplumda, her işçinin, Lassalle’vari “emeğin tüm ürününü” alması gerektiğidir.
Önce “emek geliri” sözünü, emek tarafından yaratılan nesne anlamında alırsak, topluluğun emeğinin geliri toplam toplumsal üründür.
Bundan şunlar çıkarılmalıdır:
Birincisi, yıpranan üretim araçlarının yerine konmasının karşılığı.
İkincisi, üretimin genişletilmesi için ek kısım.
Üçüncüsü, doğa olaylarının vb. neden olduğu sıkıntılar ve aksaklıklar için yedek ya da sigorta fonları.
“Emeğin tüm geliri”nden yapılacak olan bu çıkarmalar, iktisadi bir zorunluktur, ve bunların büyüklüğü varolan araçlara ve güçlere göre, kısmen de olasılık hesabı ile belirlenebilir, ama hiçbir yönden adaletle hesaplanamazlar.
Geriye toplam ürünün tüketim aracı olarak iş görmek üzere öteki kısmı kalır.
Bu da bireyler arasında paylaşılmadan önce, gene şu çıkarmalar da yapılmalıdır:
Birincisi, üretime ait olmayan genel yönetim giderleri.
Bu kısım, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla çok sınırlıdır, ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır.
İkincisi, okullar, sağlık hizmetleri, vb. gibi, gereksinmelerin ortaklaşa karşılanmasına ayrılan kısım.
Bu kısım da, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla önemli ölçüde artmaktadır, ve yeni toplum geliştiği ölçüde de artar.
Üçüncüsü, çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi olarak yoksullara yardım diye adlandırılan şeyin kapsamına girenler.
Ancak şimdi programın lasalcı etkinin altında, tek başına dar bir görüşle ele aldığı “dağıtma”, yani ortaklaşa toplumun üreticileri arasında bireysel olarak paylaşılan tüketim araçları kısmına varmış oluruz.
Her ne kadar özel bir birey niteliği ile üreticinin elinden alınandan, toplumun bir üyesi niteliği ile dolaylı ya da dolaysız olarak yararlanmakta ise de, “emeğin tüm geliri” zaten farkedilemez bir biçimde “azaltılmış” gelire dönüşmüş bulunmaktadır.
Tıpkı “emeğin tüm geliri” sözünün gözden kaybolması gibi, “emeğin geliri” sözü de şimdi tamamen gözden kaybolmaktadır.
Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa toplum içinde, üreticiler ürünlerini değişmezler; aynı biçimde, ürünler için kullanılmış emek, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak pek görünmez, çünkü şimdi, kapitalist toplumun tersine, bireysel emek artık dolaylı bir biçimde değil, toplam emeğin bir kısmı olarak doğrudan vardır. Belirsizliğinden dolayı bugün bile yersiz bulunabilen “emeğin geliri” deyimi, böylelikle bütün anlamını yitirmiş olmaktadır.
Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak emek-zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarfetmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve, bu belge ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.
Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.
Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama olarak varolduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin ortak çekişme içersinde olmamasına karşın, eşit hak, burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva haktır.
Ama bu ilerlemeye karşın, eşit hak, hâlâ burjuva sınırlar içersinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur.
Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içersinde daha fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre çalışabilir; ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Niteliği gereği, hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında sözkonusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her şeyden tecrit ederek yalnızca işçi olarak
Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz.
Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra – ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre! “
Bir yanda belli bir süre için bir anlamı olmuş, ama şimdi eskimiş laf salatası haline gelmiş görüşlerin partimize dogmalar olarak zorla kabul ettirilmek istenmesiyle, öte yanda ise partiye binbir zahmetle kazandırılmış ve artık onda kök salmış gerçek görüşü, ideolojik hukuk saçmalıkları ve demokratlarla Fransız sosyalistleri için çok geçerli olan saçmalıklar yoluyla tersine çevirmekle nasıl büyük bir suç işlendiğini göstermek için, bir yandan “emeğin tüm geliri”ni, bir yandan da “eşit hak”kı, “adaletli dağıtım”ı uzun uzun ele aldım.
Buraya kadar yapılmış olan tahliller bir yana, gene de şu dağıtım diye adlandırılan şey üzerinde bu kadar laf edilmesi ve bunun vurgulanması bir hatadır.
Tüketim araçlarının dağıtımı, bizzat üretim koşullarının dağıtımının bir sonucundan başka bir şey değildir. Ama bu dağıtım, üretim biçiminin kendisinin özelliğidir. Örneğin kapitalist üretim biçimi, maddi üretim koşullarının sermaye mülkiyeti ve toprak mülkiyeti biçiminde, çalışmayan kişilere dağıtılmasına, buna karşılık yığının yalnızca kişisel üretim koşulunun, emek-gücünün sahibi olması olgusuna dayanır. Eğer üretimin unsurları bu biçimde dağıtılırsa, tüketim araçlarının bugünkü dağıtımı, bundan kendiliğinden çıkar. Üretimin maddi koşulları, işçilerin kendilerinin kolektif mülkiyeti olunca, tüketim araçlarının bugünkünden değişik bir dağılımı, aynı biçimde, bu yeni durumun sonucu olacaktır. Kaba sosyalizm (ve onun aracılığıyla demokrasinin bir kesimi) burjuva iktisatçılardan, dağıtımı üretim biçiminden bağımsız bir şey sayma ve bu yüzden de sosyalizmin, özünde dağıtım çevresinde dönüp dolaştığını hayal etme âdetini almıştır. Gerçek ilişkiler uzun zamandan beri açıklığa kavuşturulmuş olduğuna göre, bunlara bir kez daha geri dönmek neye yarar?

4. “Emeğin kurtuluşu, işçi sınıfının işi olmalıdır, işçi sınıfının karşısında tüm öteki sınıflar yalnızca gerici bir yığındır.”
Birinci tümcecik, Enternasyonal tüzüğü önsözünden alınmadır, ama burada “düzeltilmiştir”. Bu önsözde şöyle yazar:”İşçi sınıfının kurtuluşunun, işçi sınıfının kendi eseri olması”; [*] burada ise, tersine, işçi sınıfı neyi kurtarmalıdır? “Emeği.” Anlayabilen anlasın.
Bu yetmiyormuş gibi arkadan gelen tümcecik, su katılmamış lasalci bir aktarmadır: “İşçi sınıfının karşısında, tüm öteki sınıflar yalnızca gerici bir yığındır.”
Komünist Manifesto’da şöyle yazılıdır: “Bugün burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içersinde yalnızca proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında erirler ve ensonu yok olurlar, proletarya ise onun özel ve temel ürünüdür.” [**]
Burjuvazi, burada, eskimiş üretim biçiminin ürünü olan toplumsal durumlarını korumaya azimli feodaller ve orta sınıflara göre devrimci bir sınıf olarak -büyük sanayiin taşıyıcısı olarak- değerlendirilmektedir. Demek ki, feodaller ve orta sınıflar, burjuvazi ile birlikte yalnızca gerici bir yığın oluşturmuyorlar.
Öte yandan, proletarya, kendisi de büyük sanayiden doğmuş bir sınıf olarak, üretimi, burjuvazinin ölümsüzleştirmeye çalıştığı kapitalist nitelikten arındırmaya uğraştığı için, burjuvazi karşısında, devrimci bir sınıftır. Ama Manifesto, “alt orta sınıf”ın “proletaryaya katılmak üzere olduklarından ötürü” devrimcileşmekte olduklarını da buna ekler.
Bu bakımdan, orta sınıfların, burjuvaziyle birlikte ve hele feodalleri de bunlara katarak, işçi sınıfının karşısında “yalnızca gerici bir yığın oluşturduğunu” söylemek de saçmalıktır.
Son seçimler sırasında, zanaatçılara, küçük sanayicilere vb. ve köylülere de “siz, bizim karşımızda, burjuvalar ve feodallerle birlikte yalnızca gerici bir yığın oluşturuyorsunuz” diye haykırıldı mı?
Lassalle, kendi kaleme aldığı kutsal yazılarını müritleri nasıl ezbere biliyorsa, Komünist Manifesto’yu öyle ezbere bilirdi. Onu bu ölçüde kabaca tahrif etmesi, burjuvaziye karşı, ancak, mutlakiyetçi ve feodal hasımlarıyla ittifakını süslemek içindi.
Yukarda aktarılan paragrafta Lassalle’ın vecizesi, öylesine mantık silsilesi dışında kaleme alınmıştır ki, Enternasyonalin tüzüğündeki tahrif edilmiş tümcecikle hiçbir ilişiği kalmamıştır. Demek ki, burada, sözkonusu olan, bir saygısızlıktır, ve doğrusunu söylemek gerekirse, Bay Bismarck’ın indinde hiç de tatsız sayılmayacak bir saygısızlık, Berlinli Marat’nın [***] bol bol imal ettiği kabalıklardan biridir.

5. “İşçi sınıfı, bütün uygar ülkelerin işçilerinin ortak çabasının zorunlu sonucunun, halkların uluslararası kardeşliği olacağının bilincinde olarak, kurtuluşu için, ilkönce, bugünküulusaldevletçerçevesiiçinde çalışır.”

Komünist Manifesto’nun ve daha önceki sosyalizmin tümünün tersine, Lassalle, işçi hareketini, en dar ulusal açıdan kavramıştır. Program tasarısında Lassalle’ın bu yolu izlenmektedir – ve bu, Enternasyonalin çalışmasından sonra yapılmaktadır!
Besbelli ki, işçi sınıfı, savaşım verebilmek için, sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke, ayrı ayrı bu sınıf savaşımının doğrudan alanıdır. İşte işçi sınıfının savaşımı, bu anlamda ulusal nitelik taşır, içeriği bakımından değil, ama Komünist Manifesto’nun da dediği gibi, “biçimi bakımından” ulusal. Ama “bugünkü ulusal devlet çerçevesinin”, örneğin Alman imparatorluğunun kendisi de, iktisadi bakımdan, dünya pazarının “çerçevesi içine” ve siyasal bakımdan da devletler sistemi “çerçevesi içine” girer. Her işadamı bilir ki, Alman ticareti, aynı zamanda, diş ticarettir ve Herr Bismarck’in büyüklüğü de, hiç kuskusuz, salt izlediği bir tür uluslararası politikadan gelmektedir.
Peki Alman İşçi Partisi, enternasyonalizmini neye indirgemektedir? Çabasının sonucunun “halkların uluslararası kardeşliği” olacağı bilincine -burjuva bir kuruluş olan Barış ve Özgürlük Ligasından [10] aktarılmış, işçi sınıflarının egemen sınıflara ve onların hükümetlerine karşı ortak savaşımında, uluslararası kardeşliğin bir eşdeğeri gibi yutturulmak istenen parlak bir ifade. Onun için Alman işçi sınıfının uluslararası işlevleri hakkında tek sözcük yok! İşçi sınıfı -kendisine karşı bütün öteki ülkelerin burjuvazisiyle daha şimdiden kardeşlik bağı kurmuş olan- kendi burjuvazisine ve Bay Bismarck’ın uluslararası komplocu politikasına karşı, işte böyle meydan okuyacaktır!
Gerçekte, programın enternasyonalizmi, Serbest Ticaret Partisininkinden çok daha gerilerdedir. Bu parti de, hareketinin sonal sonucunun “halkların uluslararası kardeşliği” olduğunu iddia ediyor. Ama bu parti hiç değilse, her halkın kendi ülkesinde ticaret yapmasıyla yetinmeyerek, değişime uluslararası bir nitelik kazandırmak için bir şeyler yapıyor.
İşçi sınıflarının uluslararası hareketi, hiç de Uluslararası İşçi Birliğinin varlığına bağlı değildir. Enternasyonal, bu harekete bir merkezi organ kazandıracak bir ilk girişimdi; harekete kattığı hızdan ötürü uzun vadeli sonuçlar vermiş olan, ama Paris Komününün düşmesinden sonra birinci tarihsel biçimiyle uzun süre varlığını sürdürmesi olanaklı olmayan bir girişim.
Bismarck’in Nourddeutsche’si [11], efendisini hoşnut kılmak için, Alman İşçi Partisinin yeni programında enternasyonalizmi lânetlediğini ilân ederken tamamen haklıydı.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments