BU tasarı, eski programla karşılaştırıldığı zaman, çok daha iyi bir tasarıdır.1 Özgül olarak lasalcı nitelikte olsun, kabaca sosyalist nitelikte olsun, eskimiş bir geleneğin birçok kalıntıları yeni programda geniş ölçüde dışta bırakılmıştır; teorik bakımdan taslak, bütünüyle, çağdaş bilim alanında yer almaktadır ve bu alanda durarak onu tartışmak mümkündür.
Taslak üç kısma ayrılmaktadır: I. güdülerin açıklanması; II. siyasal istemler; III. işçilerin korunmasıyla ilgili istemler.
I. ON PARAGRAFTA GÜDÜLERİN AÇIKLANMASI
Genel olarak bu başlangıç düşünceleri, birbiriyle bağdaşmaz iki şeyi birleştirmeye çalışıldığı için zarara (sayfa 521) uğramışlardır: bu bölüm, hem bir program, hem de bir program yorumu haline getirilmek istenmiştir. Kısa ve çarpıcı formüllerin seçilmesi ile yeteri kadar açık olmamaktan korkulmaktadır; bu yüzden de uzun uzadıya yorumlar eklenmiştir. Bence program olabildiği kadar kısa ve, sınırları belli, açık seçik olmalıdır. Programda raslantı olarak bir yabancı sözcüğün ya da ilk bakışta kapsamının kavranması güç olan bir tümcenin bulunup bulunmaması pek önemli değildir. Böyle bir durumda toplantılarda programın okunup anlatılması ve basında yazılı açıklamalar, gerekli olanı sağlar; ve o zaman, o kısa ve çarpıcı tümce bir kez anlaşılınca, kafalarda yerleşir ve bir slogan halini alır, uzun açıklamalar için ise bu böyle değildir. Halk dilinde konuşma eğilimine fazla ödün vermemek gerekir; işçilerimizin entelektüel yeteneklerini ve kültür derecesini küçümsemeyelim. En özet ve en kısa bir programın kendilerine sunabileceği şeylerden çok daha zor şeyleri işçilerimiz anlamışlardır; her ne kadar sosyalistlere-karşı yasa,23 saflarımıza yeni katılan yığınların bilincinin tam olarak gelişmesini zorlaştırdı, hatta yer yer önlediyse de, propaganda yazılarımızın yeniden sağlanıp okunabileceği şu anda, eskilerin de yönetimi altında bu alanda kaybedilenlerin telafisi kolay olacaktır.
Bu pasajın tamamını daha kısa bir tarzda kaleme almaya çalışacağım, ve eğer yapabilirsem, bunu mektubumla birlikte göndereceğim ya da daha ilerde sana ulaştıracağım. Şimdi 1 ‘den 10’uncuya kadar numaralanmış maddeleri ele alıyorum.
Paragraf 1. “Ayrım” vb., aynı şeyi ifade etmek için, “Bergwerke, Gruben, Minen” gibi üç sözcük kullanılmış, bunlardan ikisini atmak gerek. Bana kalırsa Bergwerke’yi bırakırım, çünkü bu terim bizde en düz ovalarda bile kullanılır, ben hepsini alışılagelen deyimle ifade ederdim. Buna karşılık “demiryolları ve öteki ulaşım araçları” ibaresini eklerdim.
Paragraf 2. Buraya “elkoyucuların elinde (ya da sahiplerinin elinde), toplumun emek araçları … şeklini aldılar” ibaresini koyardım; daha ötede de aynı şekilde, emek araçlarının “sahiplerine (ya da gasıplarına) … bağımlılık” vb..
Bu bayların bunları “kendi mülkiyetleri” haline getirdikleri (sayfa 522) ifadesi zaten birinci maddede var, ve bu, burada bir yinelemeden başka bir şey değil, eğer mutlaka gerekli ise “tekelci” sözcüğü buraya konabilir. Bu iki sözcükten ne biri, ne öteki, anlama en küçük bir katkıda bulunmamaktadır. Oysa bir programda fazla şeylerin bulunması o programı zayıflatır.
“Toplumun varlığını sürdürebilmesi için gerekli emek araçları”: bunlar, her dönemde, o belli anda mevcut olan araçlardır. Buhar makinesinin keşfinden önce onsuz yapılabilirdi; şimdi artık yapılamaz. Bugün bütün emek araçları -teknik nitelikleriyle olsun, ya da toplumsal işbölümü sonucu olsun- doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak toplumsal emek araçları olduklarına göre, bu son iki sözcük yeteri kadar ve hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak tarzda her anda mevcut olanı ifade etmektedir.
Eğer son kısım, Enternasyonalin tüzüğünün güdülerinin açıklanmasına bağlanacaksa, bunun tam olarak yapılmasını yeğlerim: “toplumsal sefalet” (bu, n°1’dir), “zihinsel çöküş, ve siyasal bağımlılık”. Fiziki çürüyüp yok olma toplumsal sefaletin kapsamına girer ve siyasal bağımlılık ise bir olgudur, ama siyasal haklardan yoksunluk, bir programda yer almaması gereken, göreli değeri olan bir söylev ibaresidir.
Paragraf 3. Bence birinci tümce değiştirilmelidir. “Özel mülk sahiplerinin egemenliği altında.” İlkönce, bir iktisadi olguyu iktisadi açıdan açıklamak gerekir. Oysa özel mülk sahiplerinin egemenliği deyimi, bunun, bu haydut çetesinin siyasal egemenliğinin bir sonucu olduğu izlenimini, yanlış olarak, uyandırabilir. İkincisi, özel mülk sahipleri, yalnızca, “kapitalistler ile büyük toprak sahipleri” değildir (burada, burjuvaların yeri var mıdır? bunlar da bir üçüncü özel mülk sahipleri kategorisi oluştururlar mı? büyük toprak sahipleri de “burjuva” mıdırlar? onun için büyük toprak sahipleri raslansal olarak sözkonusu olduğu zaman, Almanya’da, o bütün siyasal kargaşalığımıza özel bir gerici nitelik kazandıran feodalitenin o koskoca kalıntılarını susarak mı geçiştireceğiz?). Hiç değilse henüz bugün köylüler ve küçük-burjuvalar da “özel mülk sahipleridirler”; ama bunlardan programda hiç sözedilmemektedir; onun için meram öyle (sayfa 523) anlatılmalıdır ki, bunlar, sözü edilen özel mülk sahipleri kategorisine sokulmuş olmasınlar.
“Sömürülenlerin ürettikleri emek araçları ve zenginliğin birikimi.” “Zenginlik” şunlardan meydana gelir: 1. üretim araçları; 2. tüketim araçları. Onun için ilkönce zenginliğin bir kısmından sözetmek ve sonra da öteki kısmından değil de zenginliğin tümünden sözetmek ve bu ikisini bir “ve” ile birleştirmek gramere ve mantığa aykırıdır.
“Durmadan artan bir hızla kapitalistlerin ellerinde. … çoğalmaktadır.” Ya “büyük toprak sahipleri”, ya demin sözünü ettiğimiz “burjuvalar”, onlar ne olacak? Eğer kapitalistler terimi burada yeterli ise, yukarda da yeterli sayılmalıydı. Ama eğer meram tam ve ayrıntılı olarak ifade edilmek isteniyorsa, bu terim yeterli değildir.
“Proleterlerin sayısı ve onların yoksulluğu gittikçe artmaktadır”. Bunu mutlak olarak ifade etmek gerçeğe aykırı düşer. Emekçilerin örgütlenmesinin, onların gittikçe güçlenen direnişinin yoksulluğun artmasına set çekmesi mümkündür. Ama durmadan arttığında kuşku olmayan şey, yarınından emin olmamadır. İşte ben bunu eklerdim.
Paragraf 4. “Temeli özel kapitalist üretimin niteliğinin kendisinde olan plansızlık” ibaresi mutlaka düzeltilmelidir. Ben toplum biçimi olarak, iktisadi aşama olarak, bir kapitalist üretim tanırım, bir de bu aşama süresinde şu ya da bu biçimde bir görüngü olarak ortaya çıkan bir özel kapitalist üretim bilirim. Burada özel kapitalist üretim hangi anlama gelmektedir? Tecrit edilmiş özel işletmeci tarafından üretim mi? Böyle bir üretim her geçen gün bir istisna haline gelmiyor mu? Anonim şirketlerin kapitalist üretimi, artık özel üretimden çıkan ve çok sayıdaki ortaklar hesabına yapılan bir üretimdir. Ve eğer anonim şirketlerden koca sanayi kollarını boyundurukları altına alan ve tekeller kuran tröstlere geçersek, o zaman bu, yalnızca özel üretimin sonu demek değildir, aynı zamanda plansızlığın da sona ermesi demektir.[59] “Özel” [sözcüğü] silinsin, o zaman tümce iyi kötü işe yarar.
“Nüfusun geniş tabakalarının iflasa sürüklenmesi.” Sanki burjuvaların ve küçük-burjuvaların iflasa sürüklenmelerinden ötürü üzülüyormuşuz izlenimini veren bu tumturaklı tümcenin yerine, ben, olayı daha basit tarzda anlatırdım: (sayfa 524) “kent ve kır orta sınıflarının, küçük-burjuvaların ve küçük köylülerin iflasa sürüklenmeleri, mülk sahipleriyle mülksüzler arasındaki mevcut uçurumu genişletiyor (ya da derinleştiriyor)”.
Son iki tümce aynı şeyi iki kez söylemektedir. Ekte bir değişiklik tasarısı veriyorum.
Paragraf 5. “Nedenlerin” yerine “nedenlerinin” demek gerekir, bu belki de dikkatten kaçmıştır.
Paragraf 6. “Bergwerke, Minen, Gruben”, yukarıda n°1’e bakınız. – “Özel üretim”, yukarda n°4’e bakınız. – Ben şöyle ifade ederdim: “bugünkü özel kişiler hesabına ya da anonim şirketler hesabına kapitalist üretimin, önceden kararlaştırılmış bir plan gereğince, bütün toplum hesabına sosyalist üretime dönüşümü … ancak üretimin bu dönüşümüyle işçi sınıfının kurtuluşu ve dolayısıyla toplumun istisnasız bütün üyelerinin kurtuluşu gerçekleşecektir.
Paragraf 7. Ek I’deki kısmı buraya koyardım.
Paragraf 8. Bizim çevremizde anlaşılması kolay bir kısaltma olan “sınıf bilinçli” (klassen bewusst) yerine, deyimin herkes tarafından anlaşılabilmesi ve yabancı dillere kolayca çevrilebilmesi için şöyle derdim: “sınıf konumlarının bilincine varmış işçilerle”, ya da buna benzer bir şey.
Paragraf 9. Son tümce: “… koyar … ve böylece iktisadi sömürü ve siyasal baskı gücü aynı ellerde yoğunlaşır. “
paragraf 10. “Sınıf egemenliği” sözünden sonra “ve sınıfların kendileri” eklenmelidir. Sınıfların ortadan kaldırılması bizim temel istemimizdir, bu gerçekleşmeden sınıf egemenliğinin ortadan kaldırılması iktisadi bakımdan anlamsızdır. “Herkesin eşit hakkı için” yerine “herkesin eşit hakları ve eşit görevleri için”i öneriyorum vb.. Bizim için eşit görevler, burjuva demokratik eşit hakların zorunlu bir tamamlayıcısıdır, ve bu, onların özgür olarak burjuvaca anlamlarını ortadan kaldırır.
Sonuncu tümceye gelince: “Savaşlarında …”, ben bu ifadeyi seve seve kaldırırdım. Muğlak içeriğiyle: “genel olarak halkın koşullarını iyileştirmeye yarayan” ibaresi, (kastedilen nedir?), her şeyi kapsayabilir, koruyucu gümrük (sayfa 525) vergilerini ve serbest değişimi, lonca örgütlenmesini ve meslek özgürlüğünü, tarım kredisini, kambiyo bankalarını, zorunlu aşılanmayı, alkolikliği ve alkolizme karşı savaşımı, vb., vb.. Bu ibarede söylenmek istenen zaten bir önceki tümcede var; hepsini aldığımızı söyledikten sonra, ayrı ayrı parçaları da aldığımızı ifade etmenin gereği var mı; benim anlayışıma göre, bu, etkiyi zayıflatır. Şimdi eğer bu tümce, özel istemlere geçişi sağlıyorsa, aşağı yukarı şu söylenebilir: “Sosyal-demokrasi, onu, bu amaca yaklaştırabilecek olan bütün istemleri savunur” (“Önlemler ve kurumlar” yinelendiği için çıkarılmalıdır.) Ya da daha iyisi, neyin sözkonusu olduğunu açıkça söylemektir, yani burjuvazi tarafından kaybedilmiş olan zamanın kazanılması gerektiği. Ek I’de, bu anlamda bir kesin tümce ekledim, bundan sonraki bölümde anlattığım nedenlerle, bunu çok önemli saymaktayım.
II. SİYASAL İSTEMLER
Tasarının siyasal istemlerinin büyük bir kusuru var. Asıl söylenmesi gereken konmamış. Eğer bu 10 istemin hepsi kabul edilse, hiç kuşku yok ki, baş siyasal istemi sonuca vardırmak için birçok araçlara sahip olurduk. Ama bu baş siyasal istemin kendisine varmış olmazdık. Reich anayasası, halka ve onun temsilcilerine tanınan hakların sınırlandırılması bakımından 1850 Prusya Anayasasının[245] kopyasından başka bir şey değildir; bunda hükümet fiilen bütün iktidara sahiptir ve meclislerin vergileri reddetme hakkı bile yoktur. Bu anayasanın çatışma dönemlerinde[230] hükümet tarafından istendiği gibi yorumlanıp uygulanabileceği tanıtlanmıştır. Reichstag’ın hakları, Prusya meclisininkilerden farklı değildir, Liebknecht’in Reichstag’ı mutlakiyetin asma yaprağı diye adlandırması bu yüzdendir. Prusya ile Reuss-Greiz-Schleiz-Lobenstein[270] arasında bir ittifak temeli üzerinde, biri ne kadar küçük alan kaplıyorsa öteki o kadar büyük alan kaplayan bu devletler arasındaki ittifak temeli üzerinde “emek araçlarının ortak mülkiyet haline gelmesini” gerçekleştirme isteminde bulunmak, besbelli ki saçmadır.
Buna dokunmak tehlikelidir. Ama her şeye karşın işleri ileri götürmek gerek. Tam bu sıra sosyal-demokrat basının (sayfa 526) büyük bir kısmında yayılmaya başlayan oportünizm, bunun ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir. Sosyalistlere-karşı yasanın yenilenmesi korkusu ile ya da bu yasanın yürürlükte olduğu günlerde ileri sürülmüş bazı görüşleri anımsayarak, şimdi, partinin Almanya’daki bugünkü hukuk düzeyinin, bütün istemlerin barış yoluyla gerçekleşmesine elverişli olduğunun kabul edilmesi istenmektedir. “Bugünkü toplumun gelişerek yavaş yavaş sosyalizme geçeceğine”, hem kendilerini, hem de partiyi inandırmak istiyorlar, ve kendilerine, toplumun sosyalizme geçerken eski toplumsal yapıyı yarı yolda bırakmak zorunda kalıp kalmayacağı; bu eski kabuğu, istakoz yavrusunun kendi kabuğunu parçalarken gösterdiği kadar bir şiddete başvurarak atıp atmayacağı sorusu sorulmadan yapılmaktadır; sanki Almanya’da toplum, bundan başka henüz yarı-mutlakiyet niteliği taşıyan ve üstelik de son derece karmakarışık olan siyasal düzenin engellerini de kırıp aşmak zorunda değilmiş gibi. Halk temsilcilerinin bütün iktidarı ellerinde topladıkları ülkelerde, anayasa gereğince, ulusun çoğunluğu seni destekledikçe, her şeyi yapabileceğin ülkelerde, Fransa ve ABD gibi demokratik cumhuriyetlerde, hanedanın geri alınması sorununun her gün basında tartışıldığı, ve bu hanedanın halkın iradesi karşısında güçsüz bulunduğu İngiltere gibi krallıklarda, eski toplumun yeni topluma doğru barış yoluyla evrime uğrayabileceği düşünülebilir. Ama hükümetin bütün iktidarı elinde bulundurduğu, Reichstag’ın ve öteki temsili organların fiilen hiçbir güce sahip bulunmadıkları Almanya’da, böyle bir şeyi, hem de gereği yokken, iddia etmek, mutlakiyetin asma yaprağını kaldırıp onun çıplaklığını kendi vücudunla örtmeye benzer.
Böyle bir politika, sonuçta, ancak partiyi yanlış bir yola yöneltebilir. Genel, soyut siyasal sorunlar ön plana getirilmekte ve böylelikle ivediliği olan ve ilk önemli olaylarda, ilk siyasal bunalımda kendiliğinden gelip gündeme yazılan somut sorunlar gizlenmektedir. Bundan, partinin birdenbire, karar anı ile karşılaşınca şaşkınlığa uğraması ve en önemli noktalarda örgüt içinde bu sorunlar hiçbir zaman tartışılmadığı için, fikir karışıklığının ve ayrılığın hüküm sürmesinden başka bir sonuç verebilir mi? Ancak burjuvaziyi (sayfa 527) ilgilendirdiği ve emekçileri hiçbir biçimde ilgilendirmediği ve bu yüzden de herkesin istediği gibi oylayabileceğinin ilan edildiği, bugün ise tam karşıt kutba birçoklarının gidip koruyucu bir politikayı benimsemiş olan burjuvaziye muhalefet etmek için, Cobden’in ve Bright’ın iktisadi saçmalıklarını tazeleyerek en saf mançisterciliğin[271] sosyalizmin en safı gibi savunulduğu gümrük vergileri sorununda olanlara bir kez daha tanık mı olacağız? Günün geçici sorunları karşısında büyük temel düşüncelerin bu unutuluşu, geçici başarılar uğruna girişilen bu yarış ve sonal sonuçları gözönünde tutmadan çevrede verilmekte olan savaşım, bugünün sonuçlarına feda edilen hareketin geleceği, bütün bunların belki de “namuslu” nedenleri vardır, ama bunlar oportünizmdir ve oportünizm olarak kalacaktır; ve “namuslu” oportünizm, belki de oportünizmlerin en tehlikelisidir!
Şimdi, ince ama temel nitelikte olan bu noktalar nelerdir?
Birincisi. Mutlak olarak kesin olan bir şey varsa, o da, partimizin ve işçi sınıfının, egemen duruma, ancak demokratik cumhuriyet şekli altında gelebilecekleridir. Hatta, demokratik cumhuriyet, Büyük Fransız Devrimi örneğinin gösterdiği gibi, proletarya diktatörlüğünün özgül biçimidir de. Örneğin Miquel’in yaptığı gibi, en iyi adamlarımızın bir imparatorun altında bakan olmasının akla sığar bir şey olmadığı besbelli değil mi? Cumhuriyet istemini programa doğrudan doğruya koymak, hukuksal bakımdan olanaksız gibi görülmektedir, oysa bu, Fransa’da, Louis-Philippe zamanında yapılabildi, ve bugün de İtalya’da yapılmaktadır. Ama bugün Almanya’da açıkça cumhuriyetçi bir parti programının kaleme alınmasının olanaksız oluşu, bu ülkede barış yoluyla bir cumhuriyet kurulabileceği, ve yalnızca cumhuriyet değil, bir komünist toplum yaratılabileceği hayalinin ne büyük bir gaflet olduğunu tanıtlar.
Bununla birlikte, zorunluluk karşısında gene de cumhuriyet sorunu, susarak geçilebilir. Ama bence programda yer alması gereken ve yer alması mümkün olan şey, bütün iktidarın halk temsilcilerinin elinde toplanması istemidir. Eğer daha ileri gidilmek istenmiyorsa, şimdilik, bu kadarı yeterli olabilir.
İkincisi. Almanya’nın ulusal birliğinin gerçekleştirilmesi. (sayfa 528) Bir yandan küçük devletlere bölünmeye son verilmelidir; – Bavyera’nın ve Würtemberg’in özel hakları[262] devam ettiği sürece, örneğin Thüringen’in haritası bugünkü yürekler acısı durumunu koruduğu sürece, varın Alman toplumunu devrim yoluyla değiştirin! Öte yandan özgül olarak Prusyalı zihniyetin Almanya’yı ezmesine son verilmesi için, Prusya ortadan kalkmalıdır ve özerk eyaletlere bölünmelidir. Küçük devletlere bölünme, ve Prusya zihniyeti, işte Almanya’nın içine hapsedilmiş bulunduğu çelişkinin iki yönü; bunlardan biri, ötekini haklı göstermenin her zaman mazereti olacaktır.
Bunun yerine ne konmalı? Benim görüşüme göre, proletarya, bölünmez tek bir cumhuriyetten başka bir biçimden yararlanamaz. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri’nin o muazzam toprakları üzerinde federatif cumhuriyet, Doğuda şimdiden bir engel teşkil etmeye başlamakla birlikte, bugün de bir zorunluluktur. Böyle bir şey, iki adada dört ulusun yaşadığı ve tek bir parlamentoya karşın, bugün bile hâlâ üç ayrı yasanın yanyana uygulanmakta bulunduğu İngiltere’de bir ilerleme olurdu. Küçük İsviçre’de federatif sistem, ancak bu ülke, Avrupa devletler topluluğu içinde tamamen pasif bir üye olmakla yetindiği için hoşgörüyle karşılanabilir bir engel oluşturmaktadır. Almanya için, İsviçre’ninkine benzer bir federalist örgütlenme, önemli bir gerileme olurdu. Federal bir devleti, bütün halindeki devletten, iki nokta ayırdeder; birincisi, federasyonun üyesi olan her devletin, her kantonun kendi medeni hukukuna ve ceza yasasına sahip bulunması, kendi adli örgütlenmesine sahip bulunmasıdır; ikincisi, halkın meclisi yanında, her kantonun, büyük olsun, küçük olsun, oyunu kullanabildiği bir devletler temsilcileri meclisinin bulunmasıdır. Ne mutlu ki, biz, birinci noktayı aşmış bulunuyoruz ve onu yeniden kabul ettirmek için harekete geçecek kadar safdil değiliz. İkinci noktaya gelince, buna da federal konsey biçiminde malik bulunmaktayız ve bu olmadan da yapabiliriz, – üstelik bizim “federal devletimiz” daha şimdiden merkezi tek devlete doğru geçişi ifade etmektedir. Ve 1866’da ve 1870’te yukardan yapılmış olan devrimi geriletmek bize düşmez; tam tersine, biz, buna aşağıdan bir hareketle (sayfa 529) gerekli tamamlamayı ve iyileştirmeyi sağlamalıyız. (Demek ki, tek bir cumhuriyet. Ama, 1798’de kurulmuş olan imparatorluğun imparatorsuz şekli olan bugünün Fransız Cumhuriyeti anlamında değil.[272] 1792’den 1798’e kadar her Fransız ili, her belediye, Amerikan modeline uygun olarak kendi tam özerk yönetimine sahip bulundu, bize de böyle bir şey gerek. Böyle bir özerklik nasıl örgütlendirilebilir ve bürokrasisiz nasıl edilebilir, Amerika ve Birinci Fransız Cumhuriyeti, bunun nasıl olacağını bize gösterdi; Avustralya, Kanada ve öteki İngiliz kolonileri de bugün bize bunu göstermektedirler. Böyle bir eyalet ve belediye özerkliği, örneğin kantonun konfederasyona göre pek bağımsız bulunduğu, ama bu bağımsızlığın, ilçeye (Bezirk) ve belediyeye karşı da olabildiği İsviçre federalizminden çok daha özgürdür. Kanton hükümetleri, ilçe mülki amirlerini (Bezirkesstatthalter) ve valileri tayin ederler; oysa İngilizce konuşulan ülkelerde böyle bir şey yoktur, ve biz de, gelecekte, bunlardan, Prusyalı il ve hükümet müşavirlerinden olduğu gibi (Londrat ve Regierungsrat) kendimizi kurtarmalıyız.
Bütün bunlardan, programa fazla bir şey aktarmak mümkün değildir. Eğer bunun sözünü ediyorsak, bu, böyle şeylerin söylenmesine izin olmayan Almanya’da durumun özelliğini belirtmek içindir ve aynı zamanda böyle bir durumu, komünist toplum biçimine yasal yoldan sokmak isteyenlerin ne ölçüde hayale kapıldıklarını göstermek için. Bu, üstelik, partinin yönetim komitesine, doğrudan doğruya halk tarafından yasama ve parasız adaletin dışında, başka önemli siyasal sorunların olduğunu anımsatmak içindir de; sonuç olarak bu ikisi olmasa da biz ilerleriz. Genel güvensizlik sonucu, bu sorunlar bir günden ötekine birdenbire günün en ivedi sorunlan haline gelebilir, eğer biz, bunları aramızda tartışmadıksa, biz bu konularda görüş birliğine varmadıksa, o zaman ne hallere düşeriz?
Ama programa, her şeye karşın sokulması mümkün olan ve hiç değilse dolaylı olarak söyleme olanağına sahip bulunmadığımız şeyin ifade edilmesine yarayabilen şu istemdir:
“İlin, ilçenin ve belediyenin, halkın genel oyu ile seçilmiş görevliler tarafından tam özerk olarak yönetimi. Devlet tarafından tayin olunan bütün yerel yüksek memurların (sayfa 530) ve il yüksek memurlarının (autorites) kaldırılması.”
Bunun dışında, programda yukarda incelediğim noktalarla ilgili başka istemlerin de formüle edilip edilemeyeceğini benim buradan kestirmem, sizin oradan tayin etmenizden daha zordur. Ama bu sorunların, parti içinde çok gecikilmiş olmadan tartışılması iyi olur.
1. “Seçim hakkı ile oy hakkı, sırasıyla seçimler ile oylar” arasındaki ayrımın ne anlamda yapıldığını kavrayamadım. Eğer böyle bir ayrım zorunlu ise, bunu, herhalde açıkça ifade etmek ya da tasarıya eklenecek bir yorumda açıklamak gerekir.
2. “Halkın öneri ve veto hakkı” niçin? Şunu eklemek gerekir: ulusal temsilin bütün yasa ve kararları için.
5. Kilisenin ve devletin tamamen birbirinden ayrılması. Bütün dinsel topluluklar, istisnasız, devlet tarafından özel topluluklar olarak nitelendirilecektir. Bunlar hazineden gelme mali desteklerden yoksun kalacaklar ve merkezi eğitim bakanlığına tabi okullar üzerindeki etkilerini yitireceklerdir. (Ama buna karşın, kendi olanaklarıyla, bunların kendi özel okullarını açmalarını ve orada saçmalıklarını öğretmelerini yasaklayamayız!)
6. Bu durumda “okulun laikliği” çıkarılmalıdır, bunun yeri bir önceki paragraftadır.
8 ve 9. Burada dikkati şu nokta üzerine çekmek isterim: bu noktalar şunların “devletleştirilmesini” gerektirmektedir. 1. avukatların, 2. hekimlerin, 3. eczacı, dişçi, ebe, hastabakıcıların vb., vb.. Üstelik daha sonrası için işçi sigortalarının tam olarak devletleştirilmesi istenmektedir. Peki bu iş Bay De Caprivi’ye teslim edilebilir mi, ve bütün bunlar daha önce, her türlü devlet sosyalizmine karşı çıkan bildiri ile tam uygunluk halinde midir?
10. Burada ben şöyle derdim: “Devlette, ilçe ve belediyelerde masrafları karşılamak için vergilerin, gerekli olduğu ölçüde artanoranlı … vergiler. Merkezi devletin olsun, yerel yönetimin olsun, koymuş oldukları bütün dolaylı vergilerin, resimlerin vb. ortadan kaldırılması.” Geri kalanı gereksizdir ve güdülerin yorumu ya da açıklamasından başka bir şey değildir; bunlar ancak metni zayıf1atabilir. (sayfa 531)
III. İKTİSADİ İSTEMLER
Paragraf 2. Koalisyon hakkı, Almanya’daki kadar hiçbir yerde, devlet karşısında, bir güvenceye gereksinme duymaz. “Düzenlemek için…” ibaresiyle başlayan son tümce 4. madde olarak eklenmeli ve bu bakımdan kaleme alınmalıdır. Burada belirtilmelidir ki, yarısı işçilerden, yarısı da patronlardan oluşacak çalışma odalarıyla biz okkanın altına gideriz. Bu sistemle, uzun yıllar boyunca, çoğunluk, patronlardan yana olacaktır, işçiler arasında bir “kara koyunun” bulunması neye yarar. Eğer, bir çatışma halinde, bu iki yarı, fikirlerini ayrı olarak ileri süreceklerdir diye bir kayıt konmayacaksa, bir patronlar odası ve onun yanında da bir bağımsız işçiler odasının olması yeğlenir.
Son karara varmadan önce, tasarının, bir kez daha, Fransız programı[273] ile karşılaştırılmasını isterdim; bana öyle geliyor ki, özellikle n° 3 için bu programdan alınacak çok şey var. İspanyol programına[274] gelince, ne yazık ki, zamanım olmadığı için onu arayamayacağım. Bu program da birçok bakımlardan çok iyi bir program.
BİRİNCİ KESİME EK
1. “Hendek, taşocağı” [sözcükleri -ç.] kalkmalı – “Demiryolları ve öteki ulaştırma araçları.”
2 Elkoyucularının (ya da sahiplerinin) ellerinde, emeğin toplumsal araçları sömürü araçları haline gelmişlerdir İşçinin emek araçlarının, yani bu yolla koşullanan yaşama araçlarının elkoyucusunun ekonomik boyunduruğuna girmesi, bütün biçimleri içinde köleliğin temelidir toplumsal sefalet, zihinsel çöküş ve siyasal bağımlılık.
3. Sömürülenin yarattığı zenginliğin bu sömürüsü altında, sömürenin -kapitalistler ve büyük toprak sahiplerinin- ellerinde giderek daha hızlı bir biçimde yoğunlaşır; sömürenle sömürülen arasındaki emek ürününün dağılımı giderek daha eşitsizlenir ve proletaryanın sayısı ve güvensizliği çok daha büyür, vb..
4 “Özel” (üretim) yerine … kentsel ve kırsal orta sınıfların, küçük-burjuva ve küçük köylülerin yıkımıyla ortaya çıkan gerileme, varlıklılarla varlıksızlar arasındaki yarığı genişletir (ya da derinleştirir), genel güvensizliği (sayfa 532) toplumun olağan durumu haline getirir ve emeğin toplumsal araçlarının elkoyucuları sınıfının ekonomik ve siyasal önderliği görevini ve yeteneğini yitirmişlerdir.
5. “Onun” nedenleri.
6. … ve bireyler ya da anonim şirketler adına yapılan kapitalist üretimin bir tüm olarak toplum adına sosyalist üretime dönüşmesi ve önceden kabul edilen plana uygun, kapitalist toplumun maddi ve manevi koşullarını kendisinin yarattığı ve ancak onunla işçi sınıfının kurtuluşunun ve onunla birlikte top!umun istisnasız tüm üyelerinin kurtuluşunun gerçekleştirildiği bir dönüşme.
7. İşçi sınıfının kurtuluşu yalnızca işçi sınıfının kendi işi olabilir. Besbelli ki, işçi sınıfı, kurtuluşunu, ne kendi karşıtı ve sömürücüsü olan kapitalistlere, ne büyük toprak sahiplerine, ne de büyük sömürücülerden yana işleyen rekabetle boğulan veya bunların ya da işçilerin saflarına geçmekten başka bir seçenekleri olmayan küçük-burjuvazi ve küçük köylüye terkedebilir.
8. … sınıf konumlarının bilincine varmış işçilerle, vb..
9. … koyar … ve böylece işçilerin iktisadi sömürüsü ve siyasal baskısı aynı ellerde yoğunlaşır.
10. … sınıf egemenliği ve sınıfların kendileri ve kökeni (sonu kalkmalı) … vb. olmaksızın herkesin eşit hakları ve eşit görevleri için. İnsanlık … için savaşımında, Almanya’nın geri siyasal durumuyla engellenmektedir. Önce ve en önemlisi, hareket için yer kazanmak, feodalizmin ve mutlakiyetin yoğun kalıntılarını ortadan kaldırmak, kısacası, Alman burjuva partilerinin pek korkakça yürütmek durumunda kaldığı ve hâlâ yürüttüğü işi yerine getirmek zorundadır. Böylece, en azından şimdi, öteki uygar ülkelerde burjuvazinin gerçekleştirmiş olduğu bu tür istemleri de programına almalıdır. (sayfa 533)
18 ile 29 Haziran 1891’de yazılmıştır.Önce (eksiz) Die Neue Zeit Bd. 1, n° 1, 1901-02’de yayınlanmış ve tam olarak Marx ve Engels’in Seçme Yapıtlar, Vol XVI, Kısım II, 1936’da ilk Rus baskısı yapılmıştır.
Dipnotlar
[59] Kolonya Komünistlerinin Duruşması (4 Ekim-12 Kasım 1852), düzmece belge ve tanıklıklar üzerine yurt ihaneti ile suçlanan onbir Komünistler Birliği üyesine karşı Prusya hükümeti tarafından tezgahlanan kışkırtma duruşması; üyelerden yedisi üç yıldan altı yıla değin giden hapis cezalarına çarptırıldılar. Uluslararası işçi hareketine karşı Prusya polis devleti tarafından kullanılan yüzkızartıcı yöntemlerin içyüzü, Marx ve Engels tarafından ortaya kondu (Engels’in “Kolonya’daki Son Duruşma” makalesi ile Marx’ın “Kolonya Komünistlerinin Duruşması Üzerine Açıklamalar” broşürüne bakınız).
[269] 1891 Sosyal-Demokrat Program Tasarısının Eleştirisi, Engels’in, oportünizme karşı ve Alman sosyal-demokratların devrimci, marksist programları uğruna sarsılmaz savaşımının bir örneğidir. Yazılmasının doğrudan nedeni, Parti Yürütme Kurulunun hazırlayıp Engels’e gönderdiği Alman Sosyal-Demokrat Parti program taslağı idi. Yeni programın Erfurt Kongresince onaylanması ve 1875 Gotha Programının yerini alması gerekiyordu. Engels, politik istemleri içeren kesime sert bir eleştiri yöneltti. Bu kesimde, kapitalizmin sosyalizme barışçıl bir gelişme olanağı bulunduğu oportünist fikri ile uzlaşılmaya kalkışılıyordu. Taslaktaki eksiklikleri eleştirerek, Engels bu çalışmasında birçok marksist ilke geliştirir: proleter hareketin ekonomik ve politik görevleri ve amaçları üzerine, devlet sisteminin demokratik bir dönüşümü uğruna savaşımın önemi üzerine, kapitalizmden sosyalizme geçişin farklı yolları üzerine, proletaryanın proleter devleti ve diktatörlüğü üzerine ilkeler. Engels’in eleştirel düşünceleri ve Engels’in ısrarıyla Marks’ın o zaman yayımlanmış Gotha Programının Eleştirisi, program taslağının sonraki tartışmaları ve işlenmesi sırasında büyük bir etki yaptı.
Alman Sosyal-Demokrat Partinin 14-21 Ekim 1891’de Erfurt’ta toplanan kongresinin programı kabul etmesi, Gotha Programına göre ileri doğru atılmış büyük bir adımdı; reformist lasalcı dogmalardan kurtulundu ve ekonomik ve politik istemler daha açıkça formülleştirildi. Program, kapitalizmin kaçınılmaz iflası ve onun yerine sosyalizmin geçmesi ile ilgili önermeyi bilimsel olarak kanıtladı, ve toplumun sosyalist dönüşümünü başarmak için proletaryanın politik iktidarı ele geçirmesi gerektiğini gösterdi.
[230] Prusya hükümeti ile Landtag’taki burjuva-liberal çoğunluk arasındaki anayasal çatışma denen çatışma, 1860 Şubatında, Landtag çoğunluğu savaş bakanı van Roon’un orduyu yeniden örgütlemekle ilgili olarak sunduğu tasarıyı onaylamayınca çıktı. 1862 Martında, meclisteki çoğunluk askeri harcamaları onaylamayı bir daha reddedince, hükümet Landtag’ı dağıttı ve yeni seçimler yapılacağını bildirdi. Bismarck’ın karşı-devrimci bakanlığı 1862 Eylül sonunda kuruldu, aynı yılın Ekiminde Landtag’ı gene dağıttı ve fonlarını Landtag’ın onayı olmadan harcayarak bir askeri reform başlattı. Çatışma ancak 1866’da, Prusya’nın Avusturya’ya karşı zaferinden sonra, Prusya burjuvazisinin Bismarck’a teslim olmasından sonra çözüldü.
[245] Kuzey Alman Konfederasyonu Anayasası, 17 Nisan 1867’de, konfederasyonun yetkili Reichstag’ınca onanmıştı ve Prusya’nın konfederasyondaki fiili üstünlüğünü sağlamlaştırıyordu. Prusya kralı, Konfederasyonun başkanı ve federal silahlı kuvvetlerin başkomutanı ilan edildi; ayrıca, dış politikadan da o sorumlu idi. Konfederasyonun genel oyla seçilen Reichstag’ının yasama yetkisi çok sınırlı idi; onun kabul ettiği yasalar, ancak, gerici Federal Konseyden geçtikten ve başkan tarafından imzalandıktan sonra geçerli oluyordu. Federal anayasa, daha sonraları, Alman İmparatorluğu anayasasının temeli oldu.
1850 anayasası ile, Prusya esas olarak toprak sahiplerinin temsilcilerinden oluşan bir üst meclise sahip olmaya devam etti. Landtag’ın yetkileri ise çok kısıtlanmıştı — bütün yasama inisiyatifi elinden alınmıştı. Bakanlar, kral tarafından atanıyor ve ona karşı sorumlu oluyordu. Hükümet,ihanet olaylarının yargılaması için özel mahkemeler kurma hakkına sahipti. 1850 anayasası, 1872’de Alman İmparatorluğunun kurulmasından sonra bile, Prusya’da yürürlükte kaldı.
[262] Bu, Bavyera ile Würtemberg’in Kuzey Alman Konfederasyonuyla birleşmeleri (Kasım 1870) üzerine imzalanan anlaşmalarda ve Alman İmparatorluğu anayasasında yazılı özel haklarına bir göndermedir. Bavyera ve Würtemberg brandı ve biradan özel bir vergi toplama ve posta ve telgrafı bağımsız olarak yönetme haklarını korudular. Federal Mecliste, Bavyera, Württemberg ve Saksonya temsilcilerinden oluşan, veto hakkı olan, dış politika sorunlarıyla ilgili özel bir komisyon kuruldu.
[270] Engels, 1871’de Alman İmparatorluğu ile birleşmiş iki cüce “bağımsız” devleti, alay ederek bir tek altında anıyor: Reuss düklerinin eski ve yeni soylarına ait olan Reuss-Greiz ve Reuss-Schleiz-Lobenstein-Ebersdorf.
[271] Mançistercilik. — Sanayi burjuvazisinin çıkarlarını yansıtan ekonomik düşüncede bir eğilim. Bu eğilimin önderleri —serbest ticaretçiler— serbest ticaretten yana çıktılar ve devletin ekonomiye her türlü müdahalesine direndiler. Cobden’ın ve Bright’ın başkanlığındaki etkin yandaşlarının merkezi Manchester’deydi. Serbest ticaretçiler, altmışlarda, Liberal Partinin sol-kanadını oluşturdular.
[272] 18 Brumaire (9 Kasım) 1799 hükümet darbesinin bir sonucu olarak kendisini birinci konsul ilan eden Napoléon Bonaparte’ın diktatörlüğüne bir gönderme. Bu rejim, Fransa’da 10 Ağustos 1792’de kurulmuş olan cumhuriyet sisteminin yerine geçti. 1804’te Fransa bir imparatorluk, Napoléon da onun imparatoru ilan edildi.
[273] Engels, Fransız İşçi Partisinin 1880 Kasımında Havre Kongresinde kabul edilen programına işaret ediyor. 1880 Mayısında, Fransız sosyalist liderlerden biri, J. Guesde, Londra’ya gitti ve orada Marks, Engels ve Lafargue ile birlikte taslak programı hazırladı. Programın teorik girişini Guesde’e Marks dikte ettirdi.
[274] İspanya Sosyalist İşçi Partisinin programı, 1888’de, Barcelona Kongresinde kabul edildi.