Saddam Hüseyin rejimi ile Kürtler arasındaki politik gerilimin tarihçesi uzun süre önceye dayanır. Irak devlet olarak daha kurulmadan önceden başlayan ve aslında günümüze değin süren bir çatışma hali söz konusudur. Diktatoryal bir yönetim anlaşıyla Irak’ı yöneten Saddam Hüseyin döneminde ise politik gerilim, tarihe geçecek kadar kanlı olaylara sahne oldu.
Saddam Hüseyin rejimi Kürtlere karşı Araplaştırma politikasını yürürlüğe koydu. Bu politika, 1970′lerden itibaren, Saddam’ın iktidarını iyice güçlendirdikten sonra daha şiddetli bir şekilde savunuldu. Bu politika kapsamında, Kürtlere tanınan sözde özerklik dahil birçok hak, aslında fiiliyatta reddediliyordu. Buna karşılık Kürtler ise haklarının tanınması amacıyla peşmerge hareketiyle isyan durumundaydı. Saddam hem Araplaştırma politikasının başarıya ulaşması hem de isyan halindeki Kürtlerin bastırılması için, dolasıyla Kürt sorunundan ‘kurtulmak’ için en büyük şiddet hamlesini 1986′dan sonra devreye koydu. Bu şiddet hamlesi, pratik olarak 1987′den itibaren adım adım yürürlüğe konulan bir soykırım planıydı.Saddam Hüseyin’in bu dönemde soykırım planının devreye koymasının önemli nedenlerinden birisi de aynı dönemde süren İran-Irak savaşıyla da bağlanlantılıdır. 1979′da İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinden bir yıl sonra Saddam Hüseyin İran’la savaşı başlattı. Saddam’ın İran’a savaş açmasında elbette ki, ABD’nin önemli bir etkisi bulunuyor. Savaş görünürde Irak ile İran arasında cereyan ederken, aslında ABD yanlısı Şahlık rejimini deviren İslam Devrimi yönetimi ile ABD arasındaki bir savaş söz konusuydu. Dolayısıyla Saddam, İran’a karşı savaşta, en büyük lojistik, diplomatik ve siyasi desteği müttefiki ABD’den almıştır. Bu savaşın Halepçe’ye uzanan yolu ise, Kürt örgütlerin politik tutumlarıyla ilgili olarak açıklanabilir. Saddam Hüseyin’in Kürtlere uyguladığı zulme karşı, Kürt örgütleri, özellikle de YNK, savaş döneminde İran’la ittifaka girmeyi tercih etti. Savaşın sonlarına doğru İran’la anlaşmaya varan Saddam, bir bakıma savaşın acısını Kürtlerden çıkarmaya kalkıştı ve o güne kadar uyguladığı zulmün düzeyini soykırım derecesine yükseltti.
Tarihsel bir ironiyi de dile getirmekte fayda var. Kürtler, İran-Irak savaşında İran İslam Devleti’nden yana tavır takınırken, ABD 1979 İran İslam Devrimi dolayısıyla savaş açtığı İran’a Saddam saldırmış ve Saddam’ı her şekilde desteklemiştir. Dolayısıyla Halepçe’de ve bir bütün olarak Enfal Harekatı döneminde kullanılan silahlar, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerden temin edilmiştir. Bundan hareketle Kürtleri katleden sadece Saddam olmamıştır, Batılı müttefikleri de bu soykırım suçuna ortak olmuşlardır. Ancak 2003′te Saddam’ın devrilmesi için YNK ve KDP, ABD’nin birinci dereceden sadık müttefiki olabildiler.
Araplaştırma politikası ve İran-Irak savaşı dönemindeki politik dengeler, büyük oranda Enfal Harekatı’nın ve Halepçe Katliamı’nın politik dayanağını oluşturdu.
Soykırım Harekatı: Enfal
Saddam rejimi 1987′den itibaren Kürtlere karşı oldukça sistematik bir soykırım uygulamasını hayata geçirdi. Kürtlerin bulunduğu alanlarda ilan edilen ‘yasak bölgeler’ genişletildi. Saddam’ın kuzeni olan Ali Hasan El Mecid (Kürtlerin deyişiyle Kimyasal Ali ya da Ali Enfal), bir başbakan düzeyinde ‘özel yetkiler’le Kürt bölgesinden sorumlu kılındı, Irak düzenli ordusunun 1. ve 5. Kolorduları, Emniyet Genel Müdürlüğü, Askeri İstihbarat ve bunların yardımcılığını yapan ve ‘Cahş’ olarak bilinen Kürt milisler Kürt bölgesinde görevlendirildi. 1. ve 5. Kolordularla kuşatma hamleleri gerçekleştirildi. Bu gelişmelerle birlikte dikkat çekici bir şekilde 17 Ekim 1987′de ulusal nüfus sayımı da yapıldı.
Aslında bütün bu hazırlıklar Enfal Harekatı’na yönelikti. Enfal Harekatı, 8 harekat olarak planlanmış ve çeşitli aşamalardan oluşan bir soykırım harekatıydı. Nüfus sayımından 4 ay sonra, 23 Şubat 1988′de planlanan Enfal Harekatı’nın birincisi başlatıldı. İlk saldırılar 23 Şubat gecesi Sergelî ve Bergelî’ye yapıldı.
Halepçe Katliamı da bu Birinci Enfal Harekatı kapsamında gerçekleşti. 16 Mart günü Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar, rüzgar yönüne doğru kimyasal gazlar bıraktı ve burada birçok hayatını kaybetti. Kaçabilenler İran sınırına ve dağlara doğru gittiler, ancak yaşam şansları pek olmadı, çoğunluğu yolda yaşamını yitirdi.
Birinci Enfal’den 25 Ağustos-6 Eylül 1988 tarihleri arasında Behdinan bölgesinde gerçekleştirilen Sekizinci Enfal Harekatı’na kadar sistematik katliam politikası sürdürüldü. Bu tarihler arasında katledilen insan sayısı 182 bin olarak biliniyor. Milyonlarca insan ise yaralandı, yerinden yurdundan oldu, kamplarda açlık ve bakımsızlıkla ölüme terk edildi.
Enfal’de Nazi soykırım planı esas alındı
Enfal Harekatı sırasında uygulanan soykırım planı, Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı soykırım uygulamalarıyla birçok benzerlik arz ediyor. Raul Hilberg’in deşifre ettiği Nazi soykırımı projesinin ‘dağınık bir grubu imha etme’ yöntemi Saddam rejimi tarafından kusursuzca uygulandı. Nazi soykırım planına göre, önce bir grup, yani kurbanlar tanımlanmalı, ondan sonra dağınık oldukları için bir araya getirilmeli, yani toplanmalı, son olarak da ortadan kaldırma işlemi uygulanmalı. Saddam rejimi de, yaptığı nüfus sayımıyla önce kurbanlarını tanımladı (ne kadar olduklarını, nerelerde yaşadıkları, eğilimlerinin ne olduğu vb). Bu bölgelerin tamamı zaten ‘yasak bölgeler’ ilan edilerek zaten hedef haline getirilmişti. Sonra ise daha çok kırsal kesimde köylerde yaşayan Kürtlerin toplanması işlemi hayata geçirildi. Çocuk, kadın, yaşlı demeden on binlerce insan kamplara getirildi. Daha sonra ise sistematik bir şekilde bu insanlar toplu mezarların bulunduğu yerlere götürüldü ve infaz edilerek cesetlerinin üstü örtüldü. Kamplarda tutulanların büyük çoğunluğu ise bakımsızlıktan ve açlıktan yaşamını yitirdi.
Enfal Kur’an’da ne anlama geliyor?
Enfal kelimesi Arapça’da Ganimet anlamına geliyor ve aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in 8′inci süresinin adıdır. Saddam’ın Kürtlere karşı başlattığı Enfal Harekatının 8 aşamadan oluşması bu açıdan dikkat çekiyor. Enfal Suresi, Bedir Savaşı sonrasında elde edilen ganimetin paylaşımı ve savaşa ilişkin hatırlatmalar üzerine vahyedilmiştir. İlginç olan ise, ülkesini İslami kurallara göre yönettiğini iddia eden Saddam’ın yine Müslüman olan Kürtleri, Kur’an’daki bir surenin ismini verdiği bir harekatla soykırıma tabi tutmasıdır. Bu politika, günümüzde de İslami olduğunu ileri süren ülkeler tarafından uygulanıyor.
‘Arapların kökenlerinin’ arandığı yerde Kürtler tarihten silinmek istendi
Enfal Harekatı’nda toplanan on binlerce Kürt, önce kamplara daha sonra ise toplu mezarların bulunduğu yerlere götürülüp kurşuna diziliyordu. Saddam’ın 2003′te devrilmesinden sonra Irak’ta Kürtlere ve Şiilere ait çok sayıda toplu mezar ortaya çıkarıldı. Ancak hala on binlerce insanan gömülü bulunduğu toplu mezarların çoğunluğu bilinmiyor. ‘Irak’ta Soykırım – Kürtlere Karşı Enfal Harekatı’ kitabında Enfal’de katledilen Kürtlerin gömüldüğü bazı toplu mezarlar hakkında şu bilgi veriliyor: ‘Üç büyük toplu mezarın yeri kurtulanların tanıklığıyla belirlenmiştir. Bunlardan biri, Fırat’ın kuzey kıyılarında, Ramadi kentine yakın ve İran-Irak savaşının ilk aşamalarında zorla yerlerinden edilen İranlı Kürtlerin yerleştirildiği bir kompleksin bitişiğindedir. Bir diğeri Musul’un güneyinde bir arkeolojik kent olan El Hadhar (Hatra) yakınlarındadır. Üçüncü ise Samawa kasabasının dışındaki çöldedir. Hemrin Dağı’nda en az iki toplu mezarın daha bulunduğuna inanılmaktadır. Bunlardan biri Kerkük ile Tikrit arasında, diğeri ise Tuzxurmatu’nun batısındadır.’ Anlaşıldığı kadarıyla Kürtlerin gömülü bulunduğu toplu mezarlar, Kürt coğrafyasının dışında, Kürdistan bölgesi ile Irak sınırındaki mıntıkada ve özellikle de çöl bölgelerinde seçilmiş. Bu durum Kürtlerin ölülerine bile sahip çıkmasının istenmediği sonucunu gösteriyor. Bu arada burada ilginç bir ironiyi de aktarmakta fayda var. Büyük toplu mezarlardan birisinin bulunduğu El Hadhar arkeolojik kenti Musul’un yaklaşık 100 km güneyinde yer alıyor. Saddam Hüseyin bu kentte özellikle arkeolojik kazıların yapılmasını istemiş ve bunun için yüklü miktarda maddi kaynak aktarmıştı. Çünkü Saddam, burada elde edeceği bulgularla ‘Arap ulusunun kadim kökenleri’ hakkındaki iddialarını güçlendirmeyi amaçlamıştı. Saddam’ın ‘Arapların kadim kökenlerinin’ kanıtlanması için kazı yaptırdığı arkeolojik bölge, Enfal Harekatı döneminde Araplaştırma politikasının kurbanı olan Kürtler için toplu mezar alanı olarak seçildi.
‘Kayıplarının’ akıbetini sormaya bile korktular
Enfal Harekatı sırasında binlerce insan alınarak kamplara, oradan da ölüme götürüldüler. Bunların çok az yakını hayatta kalabildi. Ancak uzun süre Irak ordusu tarafından alınan yakınlarının yaşayıp yaşayamadıklarından haberleri olamadı. Hayatta kalanlar yakınlarını uzun süre aradılar, ancak hiçbir sonuç elde edemediler. ‘Irak’ta Soykırım – Kürtlere Karşı Enfal Harekatı’ kitabında yer verilen Nuri’nin hikayesi çok şeyi anlamak için yeterli: Küçük Zap vadisindeki yakılıp yıkılan Celamort köyünden Nuri adında oldukça yaşlı bir adam kayıp olan oğlunu, gelinini ve iki yaşındaki torununu araştırmak üzere Çemçemal Kaymakamlığı’na gitti. Yetkililer, onların isimlerini kaydederek, üç gün sonra gelmesini istediler. Gittiğinde kaymakamlığın bu konuda yardımcı olamayacağını söylediler. Aslında görevli Nuri’ye, şunu söyledi: ‘Ben senin yaptığını bile yapamam. Sen sordun ama ben sormaya bile korkuyorum.’
Saddam’ın bir de ‘istisnaları’ vardı
Saddam Hüseyin, Enfal Harekatı’nın sekizincisini, 6 Eylül 1988′de ilan ettiği bir afla bitirdi. Bu aynı zamanda Enfal Harekatı’nın bittiğinin de ilanıydı. Affa kadar 182 bin insan yaşamını yitirmişti. Bunlardan geriye kadın, çocuk ve yaşlıların büyük çoğunluğu genel af kapsamında bırakıldılar. Fakat Enfal erkeklerinin hiçbiri (yani eli silah tutabilen bütün erkeklerin) serbest bırakılmadı. Serbest bırakılan kadın ve çocukların çoğu ise kamplarda bakımsızlık ve açlıktan öldü, ‘yasak bölgelere’ girişe hiçbir şekilde izin verilmedi, bu dönemden sonra ayrıca yüzlerce infaz gerçekleştirildi. Genel aftan sonra yaşanan bütün bu olaylar, yetkililer tarafından, ‘affın istisnaları’ olarak değerlendirildi.
Katliamın bitmeyen izleri
Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli ‘The Sydney Morning Herald’ gazetesindeki makalesinde, Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki’nin 4-5 katı olduğunu belirtiyor. Hala yüksek oranda görülen özürlü doğum oranı, katliamın sürdüğünün bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Çünkü kimyasal silahlarla yapılan katliamlar, yapıldıkları dönemle sınırlı kalmazlar, tahribatları uzun süre boyunca devam eder.
KDP ve YNK protesto edilmişti
KDP ve YNK’nin Halepçe Katliamı’ndan sonra halka karşı sorumluluklarını ne kadar yerine getirdiği hep tartışma konusu olmuştur. Ancak bir olay, aslında birçok gerçeği gösteriyor. 2006′da, Halepçe Katliamı’nın 18. yıldönümü için yapılan anma törenine katılan yaklaşık 10 bin kişi, KDP ve YNK’yi protesto gösterisi düzenlemişti. Protestocular, Kürt bölgesel hükümetini, Halepçe Katliamı’ndan kurtulanlar için yapılan yabancı bağışları çalmakla ve despotluk yapmakla suçlamıştı. KDP ve YNK güvenlik güçlerinin sert müdahalede bulunduğu protesto gösterisinde en az bir kişi yaşamını yitirmişti.
NURİ FIRAT
Yararlanılan Kaynaklar: Human Right Watch, Middle East Watch, Irak’ta Soykırım – Kürtlere Karşı Enfal Harekatı, Aram Yayıncılık