Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cumartesi, Kasım 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaTiyatroTiyatro ÜzerineWilliam Shakespeare'in Oyunlarında Siyaset | Alexander Billet

William Shakespeare’in Oyunlarında Siyaset | Alexander Billet

Shakespeare. Şüphesiz dünyanın en bilinen isimlerinden biri. Oyunları gezegenin dört bir yanında çeşitli dillerde oynanıyor ve toplu eserlerini milyonlarca (belki de milyarlarca) insan okuyor. Dünya çapında onun eserlerini sahneleyen binlerce tiyatro kumpanyası var ve eserleri dünyanın dört bir yanında edebiyat derslerinde temel metin olarak okutuluyor. Stratford-Upon-Avon’un Ozanı’nın “büyük” olduğu malum, ama onu büyük ya da güncel yapanın ne olduğundan pek bahsedilmiyor. Shakespeare araştırmacılarının gelenekçiliğine göre, “bir dahi” olduğu için incelenmeye değerdir, o kadar. Bunda trajik bir şey var. Eğer açıklama burada kesilirse kendimizi Shakespeare ile özdeşleştirmemizi sağlayan pek çok şey kaybolup gidiyor. 21’inci yüzyıldaki her şey gibi, Shakespeare de “tüketime uygun” hale getirildi ve bu gerçeği yansıtmıyor. Shakespeare’in oyunları Scooter Libby’i utandıracak ölçüde müstehcen cinsellik, şiddet ve siyasi entrikalarla doludur.

Savaşın, yoksulluğun ve yolsuzluğun gölgesinde kalan dünyamızda Shakespeare’e siyasi gözle bakmamak giderek imkânsızlaşıyor. Bu Londra’daki Globe Tiyatrosu için de geçerli. 5 Mayıs’ta açılan “Roma’nın Uçları” başlıklı yeni sezon, açık bir şekilde tiyatronun dokuz yıllık kısa tarihi içinde en siyasi olanı. Yeni sanat yönetmeni Dominic Dromgoole’un idaresinde sahnelenen “Coriolanus, Antonius ve Kleopatra, Yanlışlıklar Komedyası ve Titus Andronicus” ozanın en yıkıcı, imparatorluğun saldırganlığına, ekonomik eşitsizliğine ve kontrolsüz mutlak iktidarın tehlikelerine en çok yüklenen oyunları arasında. Globe’un programında ilk kez sahnelenen iki yeni oyun da var: Simon Bent’in Cumhuriyet İngiltere’sindeki korsanlığı ve sınıf kinini incelediği “Kara Bayrağın Altında” adlı oyunu ve sosyalist oyun yazarı Howard Brenton’ın klasik aşk hikayesi “Abelard ve Heloise”den yaptığı uyarlama.

Amaçlı olsa da olmasa da, bu sezonun radikal karakteri oldukça aşikâr. Sahnelenen oyunlar bize ozanın alışkın olmadığımız, farklı bir yüzünü gösteriyor. Shakespeare radikal biri miydi? Ya da en azından siyasal mıydı? Bunu bilmek zor. Yaşamı hakkındaki bilgimiz belirsiz detaylardan ibaret. Ancak şunu biliyoruz ki Shakespeare büyük ekonomik ve siyasal değişimlere sahne olan bir çağda yaşadı. Eski düzen yeni güçler tarafından süpürülürken, İngiliz tahtının meşruiyeti bile sorgulanıyordu.

Eski gidiyor, yeni geliyor

Shakesperare 1564’te doğduğunda ilkel kapitalizm İngiltere’ye adımını atmıştı. 1492’de Yeni Dünya’yı “keşfeden” Columbus, tüccarlara sömürmeleri için yeni pazarlar açmıştı. Bu tüccarlar, toprak ağaları ve köylülüğün varlıklı kesimleri yeni fırsatları değerlendirdiler. Mallara talebin artmasıyla birlikte kârlar da tırmanışa geçti. Yeni sanayi kolları mantar gibi biterken, taze bir orta sınıf semirmekteydi. Gücü ve etkisi hızla artan bu sınıf, kraliyetin ve aristokrasinin yüzyıllardır süregelen konumunu tehlikeye düşürdü. Yeni burjuvazi, mahkemeler ve yargı organlarını kontrolünde tutan aristokrasiye ticaret kısıtları ve vergi kanunları dolayısıyla diş biliyordu.

Ortaya çıkan başka bir çatışma daha vardı: (ezici bir yoksullukla cebelleşen, ama görece emniyetli bir konumda bulunan) yoksul köylüler şimdi daha fazla kira ödemek veya efendilerinin yeni pazar ekonomisinde rekabet edebilmesi için daha fazla ürün sağlamak zorundaydılar. Talepleri karşılayamayanlar acımasızca topraklarından tahliye ediliyorlardı. Birçoğu iş bulmak için şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Aynı yükümlülükler kentli tüccarlar için üretim yapan küçük zanaatkârlardan da bekleniyordu. Emek giderek daha fazla kolektifleşirken, burjuvazinin yanında yeni bir sınıf şekilleniyordu: İşçi sınıfı.

Dört bir yanda her şeyin “doğal düzen”i bozuluyordu. “Tudor Efsanesi” eski düzeni meşrulaştırmak için kullanılırken, yeni burjuvazinin yükselişi tanrının iradesiyle çelişiyordu. Dünyanın dört bir yanında fetih ve kâr için savaşlar yapılıyordu. Yeni bir proletaryanın oluşumu hem eski hem de yeni düzendeki sömürünün görünür hale gelmesini sağladı. İngiltere’nin Shakespeare’in ölümünden yalnızca 25 yıl sonra siyasi ve toplumsal bir devrim sürecine girdiğini unutmak kolay. Bu devrim krallığı yıkıp kısa bir süreliğine cumhuriyeti getirerek tarihin yönünü değiştirdi. Gerek bu gidişatın, gerek Shakespeare’in üç sınıf arasındaki sert mücadelenin ortasında bulunmasının, Shakespeare’in eserleri üzerinde etkisi olmadığını söylemek körlüktür

Shakespeare’in oyunları tüm bu sınıflardan iyi betimlenmiş karakterlerle doludur. Zirveye çıkmak için her şeyi yapmaya razı hırslı Makyavellistler, umutsuzca iktidarı ele geçirmeye çalışan çürümüş zorbalar ve yalnızca yaşamını sürdürmeye çalışan sıradan insanlar. Shakespeare’in eski ve yeni düzene bakışı herhangi bir oyunu dikkatlice okunduğunda fark edilebilir. Marksist edebiyat eleştirmeni Aleksandr Smirnov şöyle der: “İki çağın -çoktan ölmekte olan feodalizmin ve halen doğum aşamasındaki kapitalizmin- sınırında duran Shakespeare, iki düzeni de etkin bir şekilde eleştirmiştir. Bir yanda açgözlülüğü, altının gücünü ve hazır para kültünü teşhir eden Shakespeare, (…) öte yandan hikayelerinde koca bir ülkenin vahşi, kanunsuz feodal beylerce yönetilmesinin tehlikesini ve vahametini gösterir…”

Roma’nın uçları

Tarihsel açıdan bakıldığında Shakespeare’in oyunları yalnızca aşk, onur ve insanlık halleri ile ilgili hikâyeler değil, ama mücadele içindeki toplumsal güçleri konu alan eserlerdir. Juliet Romeo ile evlenemez, çünkü orta sınıf ailesi onu bir prensle sözlemiştir (o zamanlarda yükselmek isteyen insanlar için tipik bir hareket). Hamlet kendisiyle ve gaspçı amcasıyla mücadele etmekle kalmaz, bunu bir siyasi karşılığın ortasında yapar. Toplumdan dışlanan Kral Lear tüm hayatı boyunca ayakta tuttuğu sistemin adaletsizliğine söver: “Bu zavallıların çektiklerini siz de çekin ki, / İhtiyacınızdan fazlasını onlara verip / Tanrıların şimdikinden daha adil olduğunu gösterebilesiniz.”

Aynı tarihsel perspektif hâlihazırda Globe’da oynayan oyunlar için de geçerli. Bu sezonun “Roma’nın uçları” olarak adlandırılmış olması önemli. Roma İmparatorluğu, Elizabeth İngiltere’sinde büyük ilgi odağıydı. Zira tıpkı İngiltere gibi Roma da bilinen dünyanın çoğunu yutan fetihlerle muazzam bir servet kazanmış, senatörler ve imparatorlar arasında sert mücadelelere sahne olan, köle ordularınca kurulmuş devasa saraylara sahip bir toplumdu.

Shakespeare’in çöken Roma’sı pek çok açıdan İngiltere’ye bir uyarıydı. Bizim de bu oyunlardan öğreneceğimiz çok şey var.

Dünyayı etkileyen onca kararın ayrıcalıklı bir azınlığın kaprislerine bağlı olduğu bir zamanda, Antonius ve Kleopatra’daki gizli kapaklı pazarlıklar yankılanıyor. Gelir eşitsizliği görülmemiş bir seviyeye ulaştığında, Yanlışlıklar Komedyası’nda öfkelerini kölelerinden çıkaran ikiz efendilerin küstahlığı ( her ne kadar vahim bir kimlik karmaşası yaşamaları komikse de) çarpıcı. Ve kibirli liderlerin kendilerine karşı çıkan her ulusa kılıç salladıkları bir dünyada, işgalci Titus Andronicus’un başına gelen yıkım ve üzüntüden bir şeyler öğrenmemiz faydalı olacaktır.

Ancak Shakespeare’in oyunlarından hiçbiri, Globe’un bu sezonki açılış oyunu olan Coriolanus kadar siyasi değildir. Hamlet veya Macbeth kadar meşhur olmasa da, şüphesiz en ustaca oyunlarından biri. Roma ordusunda bir general olan başkahraman, Volkerler’e karşı savaştaki liderliğiyle nam salmıştır. Ancak savaşın bedelini Roma’nın açlıktan ölen ve fakirlikten bitap düşmüş sıradan vatandaşları ödemektedir. Oldukça tanıdık bir durum. Bir imparatorluğun uçsuz bucaksız serveti askeri işgallerle ayrıcalıklı bir azınlığı zenginleştirmek için kullanılıyor. Tahıl yığınları kullanılmadan öylece yığılı dururken, yoksullar açlıktan ölüyor. Oyun, büyük bir kargaşa sahnesiyle açılıyor ve vatandaşlar silah niyetine ellerine geçirdikleri alet edevatla başkente yürüyorlar. Öfkelerini generale ve temsil ettiği zengin kliğe yönlendiren vatandaşlar, savaşa son verilmesini ve depolanan tahılın dağıtılmasını talep ediyorlar. Coşkulu bir konuşma yapan öfkeli bir vatandaş imparatorluğun büyük servetinin yoksulların sırtından kazanıldığına işaret ediyor: “Bizi kederlendiren zayıflık, sefaletimizin nedeni, onların servetini zikretmek için bir döküm; bizim acı çekmemiz onlar için kazanç. Gelin, belimiz bükülmeden mızraklarımızla intikamımızı alalım: Tanrı biliyor ki bunu söylerken intikama susamadım, yalnızca ekmeğe açım.”

Sırf bu replik için sahneye çıkmasına karşın, Shakespeare bu adsız emekçiye oyunun içindeki en zekice ve kışkırtıcı konuşmayı yaptırmış. Kitleler açlıktan ölürken servet biriktirmekle meşgul olan tüm toplumlar için geçerli oldukça sert bir eleştiri. Sıradan insanları hor gören “kahraman” Coriolanus ise sürekli onları yanına çekmeye çalışır. Seyirci için çatışma halindeki sınıflar arasında geçen, dünyanın nasıl idare edilmesi gerektiğine dair bir tartışmaya müdahil olabilmek için ender bir fırsat. Seyircilerin aktif katılımını sağlamak için Globe bu oyunda sahneyi seyircilerin içine uzanan platformlarla genişletmiş, askerler ve vatandaşlar seyircilerin arasına yerleştirilmiş, böylece tartışma canlı ve kaçınılmaz hale getirilmiş.

Coriolanus’ta sahneye taşınan tartışma gerçek dünyada halen devam ediyor. Edebi kaymak tabakasının istemediği şey ise bunun farkına varmamız. Ancak bu kaçınılmaz bir şey. Shakespeare’in dersleri hala güncel ve solun bu eserlerin bilgeliğine ve ilhamına her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.

ALEXANDER BİLLET / ÇEV.: SİNAN DİNÇE

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments