“Aramızda bulunması bizlere şeref verecek olan dostum, ülkemizin gerçek sahibidir. Bu dünyaya ikinci gelişinde, beyaz bir ata binmiş olarak aramızda görünecektir. İlk gençliğinde, bu sokaklarda çok dolaşmış, bazen bir türlü içeri giremeyerek dönüp gitmiştir. Bazen de, bu ve bunun gibi salonlarda saatlerce oturarak, onu anlayacak duygulu bir kalbi boş yere beklemiştir. İkinci gelişinde, bu sokak zafer taklarıyla donatılacaktır.
Bütün kapılar defne dallarıyla süslenecektir. O gün resmi tatil olacak ve kızlar müşteri kabul etmeyerek, ellerinde bayraklar, pencerelerde, yarı bellerine kadar sarkmış, bekleyeceklerdir. Polisler, en iyi üniformalarını giyerek asayişi temin edeceklerdir.
Çünkü, o kadar kalabalık olacak, o kadar kalabalık olacaktır ki üç gün öncesinden ayırtmaya kalksanız bile hiç yer bulunamayacaktır. Yalnız, karaborsacılara müsamaha edilmeyecektir. Çünkü o, öyle isterdi. Sokak bir gün önceden süpürtülecek; çöpçüler de onu, ellerinde süpürge sopaları, hazır ol vaziyetinde bekleyeceklerdir. Safter bile o gün için, terliklerini çıkararak ayakkabılarını giyecektir. Bütün müşteriler de, kapıların dışında, bayramlıklarını giymiş olarak el ele tutuşacaklardır.”
Kızlardan biri hıçkırmaya başladı. Bir müşteri: “Hangi bayram?” diye sordu arkadaşına. Metin, anlamadan bakıyordu. Turgut devam etti: “Kurtuluş bayramının kerhane bölümü. Bütün bayram törenlerinde olduğu gibi, onun da gelişi biraz gecikecektir.
Sokakta sabırsızlık son haddine varacaktır. Polisler, halkı zaptetmekte güçlük çekeceklerdir. Herkes, onu ilk gören olmak hırsıyla, sokağın girişine yığılacaktır.” Aynı müşteri homurdandı: “Ne gelmek bilmez adammış.” Arkadaşı onu susturdu: “Adam nutuk veriyor, görmüyor musun? Kes sesini.” Turgut, kendini kaptırarak, bağırır gibi konuşmaya başladı:
“Fakat o gelecektir. Birinci gelişinde ona kötü muamele yapanlar utanacaklardır. O, üstünde şimdiye kadar görülmemiş bir üniformayla beyaz atına biraz çarpık olarak binmiş bir vaziyette sokağın başında görünecektir. İşte o zaman kıyamet kopacaktır.”
Sustu. Geveze müşteri sordu: “Hangi kıyamet?” Turgut, son derece ciddi karşılık verdi: “Büyük kıyamet” Yavaş yavaş merdivenlerden indi.
(…)
“Geliyor!” diye bağırdı. Kumarcılar büyük bir paniğe kapıldılar: Safter, aceleden, zarları ağzına attı. Kızlardan biri örtüyü telaşla çekti: oyuncular daha paralarını almaya fırsat bulamadıklarından, bir kısmı ortalığa saçıldı. Biri ışığı yaktı. Safter heyecanla sordu: “Kim geliyor? Nereden?” Zarları ağzından çıkardı, yanındaki büfenin çekmecesine soktu. “O geliyor, duymadınız mı? Sesleri, gürültüyü işitmediniz mi? Tozu dumana katmış geliyor. Uyuyor musunuz? Dışarıda kıyamet kopuyor.” Safter, rahat bir nefes aldı, cebinden paraları çıkardı, bir kısmını ayırıp Turgut’a uzattı: “Hay Allah, korkuttun, bey. Böyle şaka olur mu?” Kazancının bir kısmını karanlıkta kızlara kaptıran uzun boylu: “Olur mu böyle iş? Aklımız başımızdan gitti,” diye homurdandı.
“İkinci gelişini size haber vereceğimi söylememiş miydim? Ayrıca, artık ülkesinin sınırları içinde kumar oynanmasını istemiyor. Hiçbir şeyin talihe bırakılmasına razı değil artık. Kaderin ağlarını parçalamaya geldi. Onu anlatabilmek için bana içki verin. Boğazım kurudu.” Sehpanın üstünde duran konyak şişesini kaptı, son yudumuna kadar içti. Gözleri bulanıyor, başı dönüyordu. Gürültüden uyanan Metin, yanına geldi; uykulu ve yorgun bir sesle: “İçmekten harap oldun. İstersen gidelim,” diye mırıldandı. Turgut sallandı, kolunu Metin’in omzuna dayayarak dengesini buldu, yutkundu, serbest kalan kolunu sallayarak konuşmasına devam etti:
“Kendisi, çalışmaya katiyen taraftar değildir. Bizler gibi intikamcı da değildir. Fakat istese de istemese de, önünde ona yol açmak için giden atlılar, kötüleri cezalandıracaklardır.” Dizlerinin üstüne çöktü Safter’in yardımıyla, Metin onu ayağa kaldırdı. Lavaboya götürdüler, başını yıkadılar, kızlardan biri kolonya koklattı. Başını kaldırdı, kendisini tutanları iterek merdivenin korkuluğuna tutundu. Bir elini uzatarak yumruğunu sıktı:
“Fakat ben, kuvvetli kollarımla bu atlıları durduracağım. Onun yeryüzündeki kılıcı benim. Benden başka kimse, onun adına hareket edemez. Atların önüne kendimi atarak onları durduracağım.” İleri fırlamak için yorgun bir hareket yaptı: Safter’le Metin onu tuttular.
“Onu gülünç duruma sokanları rezil edeceğim. Ona vuranları parçalayacağım. `İntikam Kılıcı’nda baş rolü oynayacağım. Onu tanıyanları, onu ezenleri, hor görenleri, yakınlık göstererek eziyet edenleri, saklandıkları deliklerden bir bir çıkararak kahredeceğim. Evleri, meyhaneleri, parkları, kerhaneleri, sokakları, müzeleri, arabaları altüst ederek onları teşhir edeceğim. Bazılarının açıkça üstüne gideceğim, bazılarına kurnazca yaklaşacağım: tabiatın bana verdiği bütün ustalıkları, bütün marifetleri, bütün maddi ve manevi kuvvetleri seferber edeceğim. Bu uğurda bütün nimetleri terk ederek gerekirse..” Soluksuz kaldı, tükürüğünü yuttu, çenesini oynattı. Kısa boylu müşteri mırıldandı. “Durdurmaya imkan yok. Adam deli dervişler gibi azdı. Böylesinin ne işi var kerhanede?”
Turgut, yatışmaz bir deniz gibi, küçük kıpırdanmalarla birden temposunu değiştirdi:
Ben bunlarla uğraşırken, beyaz atlı prensiniz size rahatlık dağıtacak. Hani sinemalarda, reklam filmlerinde, kendi kendine pişen yemekler, ipe dizilen çamaşırlar, banka kasalarından kalkıp cebinize giren paralar var ya, onun gibi olacak işte. İnsanlar gibi eşya da halden anlayacak; insana karşı kör ve anlamsız direnmeden vazgeçecek. Çok sıkılırsan, oturup masanla bir çift laf edebileceksin.” Grand Mama: “Desene hepimiz ecinni tayfası gibi olacağız yani.” Turgut bütün dişlerini göstererek güldü. Yaramaz bir çocuk gibi. Safter’le Metin’in kollarından kurtuldu, divanda okşadığı kıza yaklaştı. Yumuşak ve hükmedici bir sesle: “Haydi yavrum, oyun bitti,” dedi. “Sen yukarı çık, yatağı biraz serinlet. Biraz nefes alır almaz ordayım.” Koltuğa çöktü.
(…)
Merdivenleri çıktı, kapısı açık duran ışıklı odaya girdi. Beyaz çarşafların ortasında yatan soluk kadına baktı. Bir an odanın ortasında hareketsiz durdu; elini göğsüne götürdü, gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Toplar atılsın: zaferimizi göklere ilan etsin.
Tutunamayanlar | Oğuz Atay… İletişim Yayınları 1997