Din İle Bilginler ve Filozoflar
Din ve Baskı
Dinler, bilim adamlarıyla filozofların atılganlığı hiçbir zaman hoş karşılamadılar.
Yunan efsanesine göre, insanların zekâsını aydınlatmak istediği için Prometheus’u Olympos’un tanrıları Kafkasya’da bir kayaya bağladılar.
Bu efsane, bilim ağacının meyvesinden tatmak istediği için cennetten kovulan Adem’in İncil’deki hikâyesiyle birleşir.
Her çağda bu dinsel baskılara rastlanabilir. Atina’nın puta tapanları Sokrates’e baldıran zehri içirdiler; çünkü o, tanrılara inanmıyordu. Filozof Demokrites Abdere’den kovuldu, Heraklites Ephese’den sürgün edildi. Katolik kilisesi Galile’yi hapse attı, Kampanella’ya olmadık işkenceler yaptı; Giordano Bruno’yu Roma’da, Vanini’yi Toulouse’da diri diri yaktı. Engizisyon beş milyon insanı zindanlarda çürüttü, ateşe verilen odun yığınlarının içinde yakıp kül etti.
Cenevre’nin protestanları tanrıbilimci hekim Michel Servet’i diri diri yaktılar.
Yahudi hahamları Spinoza’yı taşa tutmaya kalktılar. Çünkü o, Traite theologique – politique (Tanrıbilimsel-Siyasal İnceleme) adlı yapıtında Kutsal Kitap’ı özgün bir anlayışla yorumlamıştı. Modern düşüncenin kurucusu Descartes özgür olabilmek için Fransa’dan ayrıldı. Kilisenin takibinden kurtulmak amacıyla yirmi yıl Hollanda Cumhuriyeti’nde sığınmacı olarak yaşadı. Çünkü artık, “kör dehliz”de yaşamak istemiyordu.
Yakın çağlara gelelim: Darwin ve Darwincileri Amerika Birleşik Devletleri Protestan kilisesinin çömezleri mahkemeye vererek mahkûm ettirdiler.
Victor Hugo 15 Ocak 1850’de Yasama Meclisi’nde verdiği ünlü söylevinde bu din adamlarının mahkemesine seslenerek onlara şu kıtayı gönderiyordu
Kim mi sizi kızdıran? Söyleyeyim:
Siz insan aklına kızıyorsunuz!
Çünkü o, ipliğinizi pazara çıkarıyor!
Bilim alanında görülen her ilerlemenin dini gerilettiği söylenebilir. Hatta, bilimin Tanrıyı ve dini tanımadığı bile öne sürülebilir. Gök mekaniği ile ilgili çalışmalarını kutlamak üzere Napolyon, Laplace’i huzuruna kabul ettiği zaman, ondan yapıtında Tanrı’dan niçin söz açmadığını sordu. Büyük matematikçi, İmparator’a şöyle yanıt verdi: “Böyle bir varsayıma hiç ihtiyaç duymadım da ondan haşmetmeap…”
Bütün bilginler, Laplace’ın bu ünlü sözünü kendileri için de kullabilirler.
Ya bilim, ya din: İkisinden birini seçmek gerek…
************
İnsan Düşüncesinin Tarihi ve Din
Onların bu hoşgörüsüzlüğü insan düşüncesinin bütün tarihi boyunca kendini göstermektedir. Daha başlangıçta insanlar iki kümeye ayrılırlar: Bir yanda, dünyayı açıklamak için insan zekâsını, yalnız ona güvenen kimseler. Öte yanda, inancın duygusal etkilerine ve insan-ötesi açıklamalara bel bağlayan dinci ve mistik kimseler… Birinci kümedekiler maddecilerdir, Tanrı’yı tanımazlar. İkinci kümedekiler ise, türlü biçimler altında, idealizmi tutarlar.
İlk Yunan Filozofları
Nesnelerin, şeylerin sırrını çözmeye çalışan ilk Yunanlılar maddeci bir dil kullanırlar. Bu hal, Hellen düşüncesinin başlangıcında, doğanın yorumlanması yolunda yapılan sayısız denemelerden ileri gelmektedir. Fakat bu denemeler, tan anlamıyla felsefî olmaktan çok efsanemsi ve hayalci bir özellik taşırlar. Tales, Anaksimandros, Anaksimenes ve Orfik’ler nesnenin kökenini temel öğelerle açıklayan şairane efsanelerin belli başlı yaratıcıları idiler.
Tales’e göre ilk öğe (unsur) sudur. Birbirini izleyen biçim değiştirmeler sonunda her şey ondan çıkmıştır. Gökteki büyük buluttan inen yararlı yağmur, doğaya karışarak yaşamın tohumlarını besler. Bir evlilik içinde gök bereketli toprakla birleşir, buğdayı ve sürüleri meydana getirir. Anaksimenes’e göre ilk öğe havadır. Bu, ilkel kaosun harekete getirdiği, kendiliğinden var olan, karanlık kuvvettir; her şeyin ayrılma yolu ile kendisinden çıktığı belirsiz maddedir. Orfik’lere göre dünya aşktan, ölümsüzlerin en güzeli olan sevgiden, insanların yüreklerine söz geçiren o kuvvetten doğmuştur. Empedokles gibilerine göre ise, var olan her şeyin sultanı ve anası, savaş ve kavgadır; her şey bunlardan çıkmıştır.
Maddeciler
Daha sonraları, Yunan hayal gücünün bu parlak yaratılışlarının yerini soyutlama çabası aldı. Evreni açıklamak için akılsal değerlere başvuran filozoflar ortaya çıktı. Bu ilk Grek filozofları arasında Lösip ile Demokritos maddeci (materyalist) olduklarını açıkça belirttiler. Onlar dünyayı, atom adını verdikleri çok küçük madde moleküllerinin bir bileşimi sayıyorlardı. Bu atomlar birleşerek ve ayrışarak bütün eşyanın yıkılmasına ya da kurulmasına yol açarlar. Önce cisimler, ardından akıl (ya da ruh), bu pek küçük, pek ince ve hareketli atomlardan oluşur. Ölüm, bu atomların ayrışması, çözüşmesi demektir. Bütün ölümlü varlıklar gibi Tanrılar da atomlardan yapılmıştır. Onlar sert bir gerekirciliğe (determinisme) bağlanmış olan dünya ile uğraşmazlar.
Bu maddeci görüşün temeli üzerinde, Demokritos’in büyük çömezi Epiküros, İ.Ö. üçüncü yüzyılda antik Grek ve Latin ülkesinde ün salan bir ahlâk sistemi kurdu. Bu ahlâkın amacı, insanoğlunun yeryüzünde mutlu yaşamasını sağlamaktı.
Epiküros, kendi ahlâkına sağlam bir temel sağladığı için, Demokrites’in fiziğini benimsedi. Ona bakılırsa ölüm ve Tanrı korkusu, doğrusu aranırsa, insanların mutluluğuna engel olmaktır. Birbirinden ayrılabilen öğrelerden oluştuğuna göre ruh da ölümlüdür. Bu bakımdan, ölüm korkulacak bir şey değildir; çünkü biz yaşadıkça ölüm yoktur, ölüm var olunca artık biz yokuz… Ölümlü olan Tanrılar, ölümsüz olan dünyanın yaradılışına hiç mi hiç katılmadılar. Aslı aranırsa, onlar, bilmedikleri evrenin işlerine pek karışmazlar; sanki hiç yokmuşlar gibi… Öyleyse, onlardan ne diye korkalım?..
Ölümün ve daha kötüsü, dinin baskısından kurtularak ve aklını işleterek insan mutlu yaşayabilir.
Ahlâk ona dünyanın nimetlerinden kana kana, ölçüyü de kaçırmadan yararlanmasını salık veriyor. Bilge kişinin mutluluğu, dinin boş tehditlerinden kendisi gibi kurtulmuş kimselerin dostluğu ile tamamlanır.
Epiküros’un ahlâkı uzun zaman Roma’da ve Yunannistan’da geniş ve seçkin insan topluluğunu çekti; filozofun çömezlerine ders verdiği bahçenin anısı Anatole Franse’ın yapıtlarında “huzurlu dinci” diye anıldı. Lucretius’un insanlığın en büyük velinimeti saydığı Epiküros’un sistemi onuruna yazdığı ünlü şiit, bugün bile onu okuyan herkesi hayran bırakmaktadır.
XIX. yüzyılın fizikçilerinden sonra, XX. yüzyılın fizikçileri de maddenin sonsuzca parçalanamaz olduğu tezini Demokrites’ten almışlardır. İngiliz bilgini Dalton atom varsayımını bilimsel bir temele oturttu. Modern bilimin kabul ettiği atomlar varsayımı cisimlerin iç yapısını en iyi biçimde açıklamaktadır.
İlk İdealistler
Büyük Grek filozoflarından Sokrates, Eflatun (Platon) ve Aristotales, İ.Ö. V ile IV. Yüzyılda, Demokrites ve Epiküros’un bu görüşlerine aykırı olarak, idealizmi (fikirciliği) ve spritüalizmi (ruhçuluğu) savundular. Böylece, bin yılı aşkın bir süre içinde, ilk Helen düşünülerinin maddeciliğini gölgelemiş oldular.
Demokrites ve çömezlerine göre ruh, cisim gibi, atomlardan kurulmuştu ve her düşünce duyumlardan, yani ruhun duyuların aracılığıyla aldığı izlenimlerden meydana geliyordu. Eflatun köklü bir idealizm ile bu görüşe karşı çıktı.
Ruh mutlak olarak bedenden ayrıdır. Yanıltıcı duygu ve algılardan (idrâklerin) karşısında genel fikirler, göçüp giden nesnelerin ölümsüz tipleri vardır. Bu idea’lar (imler, fikirler) madde dünyasının dışında gerçek bi varlık taşırlar. Akıl, bedenin değil, Tanrıların ulağıdır. Biz ancak onun yardımı ile bu idea’ları anlayabiliriz. İdea’lar düşüncenin yasalarıdır, eşyanın üzerlerine kopya edilmiş olduğu modellerdir.
Demek ki iyi, güzel, doğru ve ahlâk bizden, bizim deneme ve duyumlarla elde ettiğimiz bireysel yaşantımızdan gelen idea’lar değildir. Bunlar ölümsüz gerçeklerdir. Vücut ölür, fakat onlar yaşayıp giderler. Onların madde ile ortak hiçbir yanları yoktur. Eflatun’a göre madde bayağı, üzücü, iğrenç bir şeydir. İdealar bedenden gelmez; vücut bir zincirdir ve duyumlanan dünya ruh için bir mahpes, bir cezaevidir. Bizi toprağa çeken bedenden ruhu ayırmak gerektir. Ruh kendini duyuların dünyasında sürgün hissetmektedir. Çünkü, o, mutlak ile, dünyanın dışında olan arınmış idea ile birleşmeye çalışıyor. İyiliğin temsilcisi ve ideaların sonsuz yaratıcısı, en yüksek idea olan Tanrı ile birleşmek için kötülüğe kaynaklık eden maddesel dünyadan uzaklaşmaya bakıyor.
Epiküros’çuların maddeciliğine işte böylece Eflâtun’cu bir idealizm ile karşı çıkılıyordu. İdealistlere göre, fikirlerimiz duyumlardan gelmez. Çünkü fikir, maddeden öncedir, maddeden önce vardır maddecilere göre ise, duyum (cismin değişmesi) düşünceden önce gelir. Düşünce duyuma bağlıdır, duyumda doğar. Kendisini düzenleyen maddesel bir beyin ve bir duyum olmaksızın düşünce algılanamaz.
Hıristiyanlık ve İdealizm
Eflatun’un ve Aristotales’in idealist görüşleri, Antikite’den sonra, gitgide Demokrites’in ve Epiküros’unkilere üstün geldi. Eflatun’un diyalektik dehâsı, parlak imgelemi, Attik’in balı gibi tatlı dili felsefesinin başarı kazanmasına yardım etti. Bu başarı, özellikle Hıristiyanlığın gelişmeye başlamasından ve Eflatun’cu idealizmin bazı tezlerini kendine mal etmesinden sonra, kesinleşti. Maddecilik ise ilkel biçimiyle yüzyıllar boyunca yerini bu dine bırakmak zorunda kaldı.
Peygamberlerin Yahuda’cılığı ile İsa’nın vaazlarından doğan Hıristiyanlık, her şeyden önce, insanlara nasıl davranacaklarını gösteren bir ahlâktı. Belli bir felsefesi yoktu. İsa’nın mezhebi, kendisinin de itiraf ettiği üzere, en çok ezilen ve en çok acı çeken kimselere sesleniyordu. İnce Grek düşüncesinin yaptığı gibi o, insanların düşüncelerinin köklerini öğrenmeye çalışmıyordu. Fakat Hıristiyanlık Doğuda ve Yunanistan’da yayılınca, Hıristiyanlığın da bir felsefesi olmasını isteyen Yunanlı kilise babaları, Eflatun’un fikirlerin kökenine ilişkin açıklamalarını benimsediler. Eflatun’un diyalektiğini ve sistemini Hıristiyan propagandasının gereklerine uydurdular. Eflâtun’un madde için söylediği “madde kötülüğün kaynağıdır, beden ruh için mahpes, bir zindirdir,” şeklindeki fikirleri geliştirerek onlara dinsen bir anlam verdiler. Zahitlit ve ruhbanlık da bundan doğdu.
Böylece, Suriye’deki yarı vahşi bir kabilenin Mesih tasarımı ile puta-tapıcı (paien) felsefesinin birleşiminden doğan idealizm, Kral Konstantin’in katolikliği tanımasından sonra dünyayı ele geçirdi.
Rönesans’tan Sonra Maddecilik
Eskiçağın sonu ile bütün ortaçağ boyunca Katolik kilisesinin iyice artan, güçlenen egemenliği, idealizme söz götürmez bir üstünlük sağladı. Bu hal XVI. Yüzyıla, Rönesans çağına kadar sürdü. Fakat bu çağdan başlayarak maddeciliğe özgü fikirler, cesaretlerini yaşamlarıyla ödeyen bazı kuvvetli zekâlarca yeniden ele alındı. Özellikle doğa bilimlerindeki ilerlemeler bu fikirleri geliştirdi. Eflatun’culuğun mistik görüşleri ve dünyanın kökeni/başlangıcı üstüne ileri sürülen o çocukça “yaradılış” efsaneleri karşısında, maddeciliğin akla yatkın açıklamaları yer aldı. Yobaz din adamlarıyla özgür düşünceyi tutanlar arasında kıyasıya bir savaş başladı. Katolik dini, her ne kadar vaktiyle dine aykırı saydığı ve ölüme mahkûm ettiği keşifleri bugün kabul etmiş bulunuyorsa da, kavga gene de durmuş değildir.
Yüzyıllarca süren bu uzun kavgayla ilgili olayları burada yinelemek gereksiz. Yalnızca Montaigne’lerin, Rabelais’lerin Moliere’lerin, Gassedi’lerin, Saint Evromont’ların, keşişlerin peşinden gitmeye yanaşmadıklarını anımsatalım yeter… XVII. yüzyıl, Bossuet’nin amansız saldırılarına uğrayan bir çok libertin’ler (özgür düşünüşlü dinsizler) tanıdı. La Bruyere bile Karakterler adlı yapıtının bütün bir bölümünü bu dinsizleri kötülemeye ayırdı. XVIII. yüzyılda Fontanelle ve Bayle bu özgür düşünce geleneğini sürdürdüler. Onlardan sonra maddeciliği cesaretle savunan Ansiklopedi’ciler geldi. Adları herkesçe bilinir: La Metrie, Helvetius, d’Holbach… Bunların en tanınmışı ve yüreklisi Diderot idi.
XIX. ve XX. yüzyıllarda maddecilik, bilimin uygulanışı ve keşifleri gelişmesi sonucunda iyice yayıldı. Tarih boyunca dinlerin ve idealizmin ona yükledikleri suçlamalar yavaş yavaş zayıfladı ve azaldı.
Maddeci olmak, Tanrıyı tanımamak demekti. Bu yüzden de uzun zaman aşağılık, kabalık, çoğu kez de bir suç sayıldı. Neyse ki o günler artık geride kaldı, zaman değişti. Şimdi geniş halk yığınları, birçok namuslu ve temiz yürekli bilginler eskiden insan kişiliği için zararlı ve bayağı sayılan öğretilerin ardından gidiyorlar.
Acaba maddeciliğin çağımızdaki durumu nedir?
Maddecilik, dinsel idealizmle ve ne kılığa girerse girsin, her türlü idealizmle uzlaşmaktan kaçışını nasıl haklı gösteriyor? Günümüzün çok gelişmiş modern insanlarının bilincinin ortaya attığı ahlâk, inanç ve evrenin kökeni ile ilgili sorulara, acaba maddecilik, şimdi doyurucu yanıtlar verebiliyor mu?..
Biz burada çağımızdaki maddeciliğin dayanaklarından birkaçını belirtmeye ve onun aklın yönetimi için öne sürdüğü kanıtları savunmaya çalışacağız.
Sosyalizmin Işığında Felsefe, Bilim ve Din
Rene Maublanc – Marceal Cachin
Türkçesi: Asım Bezirci