Yaşar Kemal’in İnce Memed karakteri, devlerle döğüşen Türk masallarındaki yiğitlerden Homeros’un Ulysses’ine, Robin Hood’dan Şeyh Bedrettin’e kadar cesaretli, özverili kahramanların ruhundan birer nefes almış gibidir
Doğduğum yer Antep, kahramanlık öyküleriyle dolu bir yerdir. Sadece öyküleriyle değil, gerçek kahramanlarıyla da ünlüdür. Kurtuluş Savaşı’nın unutulmaz kahramanları Şahin Bey, Karayılan ve bundan otuz yıl önce faşistlerce öldürülen, tanıdığım en cesur insan olan arkadaşım Enver ve daha niceleri… Onların toprak olmuş bedenleri de Antep’in binlerce yıldır insan eliyle güzelleşen taşlarının altında yatmaktadır. Öyle ki Karayılan’ın mezarı bizim evin topu topu beş yüz metre uzağındadır.
Demem o ki, kahramanlık ta çocukluğumdan beri benim ahlaki/moral dünyamı belirleyen önemli değerlerden biri olagelmiştir. Bu durum okuma sürecime de yansımış, bizzat okuma sürecimin kendisi de bu değeri büyütmüş, beslemiştir. Okumayı söktüğüm dönemlerde el tezgâhlarından satın aldığım Köroğlu hikâyeleri, Hz. Ali’nin cenk öyküleri, yörenin yiğit kabadayılarının ölümleri üzerine yakılan ağıtlar, ardından çizgi romanlardaki kahramanlar: Karaoğlan, Malkoçoğlu, Teksas, Tommiks, Teks, Red Kit, Zagor daha niceleri. Sonra Gaziantep Şehir Kütüphanesi’nden aldığım enfes bir kitap; Howard Pyle’ın, iyi yürekli eşkıyası ‘Robin Hood’un maceraları. Ardından adalet peşinde koşan başka bir kahraman, zenginden alıp, yoksula dağıtan bizden biri: Yaşar Kemal’in ‘İnce Memed’i. Bizim ülkemizin gözü pek, iyi yürekli eşkıyası…
Nâzım’dan sonra Yaşar
İnce Memed benim için sıradan bir kitap değildi; bir sıçrama, yaşamı farklı algılamamda bir değişim noktasıydı. Sadece okuma serüvenimde değil, hayata bakış açımda da önemli değişiklikleri simgeleyen bir metindi. O nedenle ülkemiz yazarları arasında Nâzım Hikmet’ten sonra bende özel yeri olan yazarların başında sevgili Yaşar Kemal gelir. İnce Memed, henüz yaşım çok genç olmasına rağmen beni kendi kabuğumdan çıkaran, bir anda ülkenin ve dünyanın sorunlarıyla karşı karşıya gelmemi sağlayan kitaptı.
Kuşkusuz politikleşmemi sağlayan tek neden Yaşar Kemal’in bu başyapıtı değildi. Beni asıl etkileyen ağabeylerimdi. Beş ağabeyimin hepsi de solcuydu. Marks’ın, Lenin’in kitapları gibi Yaşar Kemal’in romanlarıyla da beni buluşturan onlardı. Üç ağabeyim, ayrı şehirde okuyordu. En büyüğümüz Londra’daydı, onun bir küçüğü Adana’da, üçüncüsü ise Ankara’da. Londra’da eğitim gören ağabeyimin kitapları çatı katında bir sandığın içinde dururdu. Güzel ciltlenmiş kitaplardı. Platon’un, Marks’ın, Russell’ın kitaplarını hatırlıyorum. Ankara’daki ağabeyim politikayla daha yakından ilgiliydi. 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de tutuklandı, ağır işkenceler gördü. Onun kitapları yedi odalı taş evimizin bana ayrılan odasındaki gömme dolaptaydı. Lenin’in, Gramsci’nin kuramsal kitapları, Gorki’nin, Zola’nın romanları, Nâzım’ın şiirleri dururdu burada. Yaşar Kemal’in kitaplarını eve getiren ise Adana’da okuyan ağabeyimdi. Evde Yaşar Kemal’in romanlarının, özellikle de İnce Memed’in hep birlikte tartışıldığını hatırlıyorum. Kaçıncı baskısıdır bilmem ama o güzelim kitabı elime alıp hayran hayran sayfalarını çevirdiğim kalmış aklımda.
Başta İnce Memed olmak üzere Yaşar Kemal’in romanlarını neden bu kadar sevdiğimizi açıklayacak birçok ölçüt sıralayabilirim. Romanlarındaki yoğun insan sevgisi, doğaya duyulan sınırsız coşku, haksızlığa gösterilen büyük tepki, güzel olan her şeye duyduğu derin saygı. Ama sadece bunlar değil kuşkusuz… Belki de en önemli neden bizim yaşadığımız toprakları, bildiğimiz insanları, tanıdık ilişkileri anlatmasıydı. Yaşar Kemal, yaşadığımız şehre 100 küsur kilometre uzaklıktaki Osmaniye’nin Hemite köyünde doğmuştu. Aynı üretim ilişkileri süzgecinde, aynı sosyal yapıların içinde, aynı gelenek görenek zincirinde, aynı kültürel iklimin atmosferinde yaşıyorduk. O yüzden eğitimli ağabeylerim kadar, ilkokul aydınlığı bile görmeden okumayı yazmayı söken annem de bu büyük yazarın metinlerinden etkileniyor, onun kahramanları için gözyaşı döküyordu. Ama sadece bu romanları okumakla kalmıyor, terzilik öğrenmek için yanına gelen kız çıraklara da romanı anlatıyor, yani bir anlamda İnce Memed’i yeniden yazarak sözlü olarak aktarıyordu.
Benim İnce Memed’i bu kadar çok sevmemin nedeni ise yazımın başında belirttiğim gibi doğrudan kahramanlık figürüyle ilgili olsa gerek. Yaşar Kemal, halk masallarından, destanlarından, efsanelerinden bildiğim kahraman figürünü o kadar gerçekçi, o kadar büyülü anlatmıştı ki; ben dünyaya gelme nedenimi bulmuş, hayatın anlamını kavramaya başlar gibi olmuştum. ‘İnce Memed’ gibi sıradan, yoksul bir köylünün olağanüstü bir halk kahramanına dönüşmesindeki değişim beni öyle sarsmıştı ki, o günden sonra, sadece kendim için yaşamayı ahlaki düşkünlük olarak görmeye başlamıştım. Çünkü ‘İnce Memed’ daha önce tanıdığım kahramanların hepsinden bir parça taşımaktaydı.
Devlerle döğüşen Türk masallarındaki yiğitlerden Homeros’un Ulysses’ine, Spartaküs’ten Köroğlu’na, Robin Hood’dan Şeyh Bedrettin’e kadar cesaretle, doğrulukla, özveriyle çelikleşen bu karakterlerin hepsinin ruhundan birer nefes almış gibiydi. İnce Memed, bütün bu kahramanların Anadolu’nun genç cumhuriyetinde ortaya çıkan yeni bir tipiydi. Yani kökenleri insanlığın derinliklerine iniyor olsa da, inanılmaz bir şekilde çağdaştı. Onu çağdaş yapan günün doğasıydı. O günün gerekleri böyle kahramanlar yaratılmasına olanak veriyordu. Çünkü o zamanlar Prometeus’un Tanrılardan çaldığı umut ateşi daha harlı yanıyordu.
Otuz küsur yıl öncesinden söz ediyorum, Marx’ın Komünist Manifesto’da bahsettiği hayalet yine mezarından çıkmış, dilinde özgürlük, eşitlik, adım adım Avrupa’yı dolaşıyordu. Evet, 68 hareketinden söz ediyorum. Dünya gençliği ayaklanmış, eski kıtanın, eski, çürümüş düşüncelerini adamakıllı silkelemişti.
Bu kızıl bayraklı hayalet bizim ülkemize de gelmekte geç kalmamıştı. O günün gençliği kendi hayatını değil, ülkesini, insanlığı kurtarmanın peşindeydi. Sıradan hayatların küçümsendiği, kahramanların öne çıktığı bir dönemdi. Umutlu bir dönemdi… Bir ideal için dövüşmenin en büyük ahlaki erdemlerden sayıldığı bir dünya. Nâzım’ın dizelerinde anlattığı gibi ‘şarkıların boyunun kilometrelerce, ölümün boyunun bir karış olduğu’ günlerdi. Ve onlar inandıkları değerler uğruna şarkılarını söyleyerek, gözlerini bile kırpmadan ölüme gittiler. Hayır, bu söylediklerim hamaset değil, yakın tarihimiz. Kimilerinin unuttuğu, unutturmak istediği yakın tarihimiz.
Deniz gibi babayiğit
Denizler asıldığında ben daha ilkokula gidiyordum. Onlar tıpkı birer Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal ve İnce Memed’ti. Ben İnce Memed’i okurken Deniz Gezmiş canlanırdı gözümde ki yanlış; İnce Memed, Deniz Gezmiş gibi uzun boylu, etkileyici biri değildi ama imgelemimde öyle kalmış işte. Sadece benim değil, eminim o dönem birçok gencin kafasındaki İnce Memed, Deniz’di, Mahir’di ya da öteki devrimcilerdi.
Ama dönem değişti, şimdi pis bir rüzgâr esiyor. Çukurova’daki aydınlık güneşin tersine kıytırık bir Batı güneşi aydınlatıyor dünyayı. Yalancı dağların sinsi koyaklarından doğan, kokusuz, renksiz, silik bir rüzgâr var. Herkesi sadece kendi yaşamını, kendi bedenini, kendi ruhunu kurtarmaya çağıran bir rüzgâr. Ötekini düşünme, öteki için özveride bulunma, kendini tehlikeye atma… Politika yapacaksan yap, dine inanacaksan inan, yazmak istiyorsan yaz, ama hep kendin için. Gerçekçi ol. Gözünü kapamayı bil, yetinmeyi bil, sadece ulaşabileceğini umut et. Canını sıkan, seni mutsuz eden, çözümsüz işlerden uzak dur. Cesaret mi, unut. Özveri mi dedin, sakın ha. Adalet, güldürme beni, o çok eski bir palavra. Aklını başına topla, kahramanlık aptallıktır. Yeryüzünün, muhteşem uygarlığımızın yasaları var. Onlara karşı gelinemez. Dünya kurulalı beri o yasalar nice kahramanları, nice adanmışları, bir fiskeyle cehennemin dibine yollamıştır.
İşte böyle diyor eski dünyanın gerçekçi vaizleri. İşin kötüsü herkes inanıyor bu sözlere. Yeni bir dünya, yepyeni bir ahlak biçimleniyor. Yaşlı uygarlığın, yaşlı beyinleri uydurdukları yalanların günümüz yeni dünyasını nasıl biçimlendirdiğini keyifle izliyor. Her şey susmuş, dünya ele geçirilmiş gibi… Gibi diyorum çünkü onlar da bu gerçekliğin kırılgan olduğunu biliyorlar. Çünkü daha önce de bunu yaşadılar. Bütün bunların değişebileceğinin farkındalar. Prometeus’un çaldığı ateşin hiç sönmediğini hepimizden daha iyi biliyorlar. Evet o ateş hâlâ yanıyor; o ateş insanlık kurulalı beri direnen, efendisiz, tanrısız, cesur, başkası için çile çekmeyi, başkası için ölmeyi göze alan, sevgili Yaşar Kemal’in çelimsiz karakteri ‘İnce Memed’ gibi kahramanların yüreğinde yanıyor. Ve Yaşar Kemal’in romanlarından insanlığın ortak belleğine düşen sözler diyor ki: İçindeki kahramana asla yüz çevirme. Çünkü umut hâlâ insandadır. Hayır demeyi bilen, olmaz demeyi bilen, kabul etmiyorum demeyi bilen insanda. Unutma sakın, hak için gösterilen inat kutsaldır.