Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Kasım 24, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkFransa'da Sınıf Savaşımları - Karl MarxFransa'da Sınıf savaşımları (3.Bölüm) | Karl Marks

Fransa’da Sınıf savaşımları (3.Bölüm) | Karl Marks

Kurucu Meclis ile cumhurbaşkanı arasındaki anlaşmazlıkta, Kurucu Meclis, çıktığı yere, kendi kökenine döner gibi (sayfa 295) genel seçimlere gidemezdi, çünkü, onu, genel oya havale ederlerdi. Kurucu Meclis, hiç bir nizami iktidardan destek göremezdi, çünkü, yasal iktidara karşı savaşım sözkonusuydu. 6 ve 26 Ocakta yeniden denediği gibi, kabineyi güvensizlik oyu ile düşüremiyordu, çünkü kabine, ondan, güven oyu istemiyordu. Geriye ona bir tek olanak kalıyordu: başkaldırmak. Başkaldırmanın silahlı kuvvetleri, ulusal muhafızın cumhuriyetçi kesimi, gezgin muhafız ve devrimci proletarya merkezleri olan kulüpleridi. Gezgin muhafızlar, Haziran günlerinin bu kahramanları, Aralıkta, burjuvazinin cumhuriyetçi kesiminin örgütlü silahlı kuvvetlerini meydana getiriyordu, tıpkı, Hazirandan önce de, ulusal işliklerin, devrimci proletaryanın örgütlü silahlı kuvvetlerini oluşturmaları gibi. Kurucu Meclisin yürütme komisyonu proletaryanın artık çekilmez olan aşırı isteklerinden kurtulması gerektiği zaman sert saldırısını nasıl ulusal işliklere yönelttiyse, Bonaparte’ın bakanlar kurulu da, burjuvazinin cumhuriyetçi kesimlerinin katlanılmaz hale gelen aşırı isteklerinden kurtulması gerektiğinde gezgin muhafız kuvvetine saldırdı. Gezgin muhafız kuvvetinindağıtılmasını emretti. Bir yarısına yol verilip sokağa atıldı; öteki yarısının demokratik örgütlenmesinin yerini kralcı bir örgütlenme aldı, ve ücreti, piyade birliklerinin alelade ücreti düzeyine indirildi. Gezgin muhafız şimdi Haziran isyancılarının durumuna düşmüştü ve basın, her gün gezgin muhafızın Hazirandaki yanlışını kabul ettiği ve proletaryadan kendisini bağışlamasını dilediği açık itiraflar yayınlıyordu.
Ya kulüpler? Kurucu Meclis, Barrot’nun şahsında cumhurbaşkanını, onun şahsında kurulu burjuva cumhuriyetini ve genellikle burjuva cumhuriyetinin şahsında ise Şubat cumhuriyetinin bütün anayasal öğelerini tehlikeye soktuğu, sarstığı anda, mevcut cumhuriyeti devirmek isteyen bütün partiler, ve mevcut cumhuriyeti, şiddetli bir geriye gidiş süreci ile, kendi sınıf çıkarlarının ve kendi sınıf ilkelerinin cumhuriyeti haline getirmek isteyenler, zorunlu olarak Kurucu Meclisin çevresinde yerlerini aldılar. Ama daha önce yapılmış olan şey, yeniden yapılması gereken şey durumundaydı, devrimci hareketin billurlaşmaları yeniden sıvılaşmaktaydı, uğruna dövüşülmüş olan cumhuriyet, yeniden, (sayfa 296) her partinin belirlemek için uygun bir anı kolladıkları Şubat günlerinin ne olduğu belirsiz cumhuriyeti idi. Partiler, bir an, yeniden Şubattaki eski tutumlarını aldılar, ama Şubatın hayallerini paylaşmaksızın National’in üçrenkli cumhurlyetçileri, yeniden, Reforme’un demokrat cumhuriyetçilerine yaslandılar ve onları, parlamento mücadelesinin ön saflarına öncü olarak koydular. Cumhuriyetçi demokratlar ise, bir kez daha, sosyalist cumhuriyetçilere dayandılar  27 Ocakta, açık bir bildiri, onların uzlaşmalarını ve birleşmelerini kamuya duyurdu  ve ayaklanmanın zeminini kulüplerde hazırladılar. Hükümet basını, haklı olarak, National’in üçrenkli cumhuriyetçilerine karşı Haziranın yeniden dirilen isyancıları gibi davrandı. Onlar, burjuva cumhuriyetin başında tutunabilmek için, cumhuriyetin kendisini tehlikeye sokuyorlardı. 26 Ocakta, bakan Faucher dernek kurma hakkına ilişkin bir yasa önerdi. Yasanın birinci paragrafı şöyle tasarlanmıştı: “Kulüpler yasaklanmıştır.” Faucher, yasa tasarısını, öncelikle ve ivedilikle görüşülmek üzere önermişti. Kurucu Meclis, öncelik ve ivedilik önerisini kabul etmedi, ve, 27 Ocakta, Ledru-Rollin, kabinenin, anayasayı çiğnemekle suçlanmasını isteyen 230 imzalı bir öneri sundu. Böyle bir davranışın, yargıcın, yani Meclis çoğunluğunun güçsüzlüğünün acemice açığa vurulması ya da bu aynı çoğunluğa karşı suçlayıcının güçsüz bir protestosu demek olduğu bir anda bakanlar kurulunun suçlanması, işte bu, küçük Montagne’ın o zamandan beri, bunalımın doruğunda her kez oynadığı büyük devrimci koz oldu. Kendi adının ağırlığı altında ezilen zavallı Montagne!
Blanqui, Barbès, Raspail vb. 15 Mayısta, Paris proletaryasının başında, toplantı salonuna girerek Kurucu Meclisi zorla dağıtmaya kalkışmışlardı. Barrot, bu aynı meclise, kendisinin dağılmasını ve oturum salonunu kapamasını zorla kabul ettirmek isteyerek, ona manevi bir 15 Mayıs hazırladı.
Bu aynı meclis, Barrot’yu, Mayıs sanıklarına karşı soruşturmayı yürütmekle görevlendirmişti ve şimdi Barrot’nun meclise kralcı bir Blanqui gibi göründüğü bir sırada, meclisin ise kulüplerde, proleterler yanında, Blanqui’nin partisinde Barrot’ya karşı müttefikler aradığı bir sırada, tam (sayfa 297)
Bu aynı meclis, Barrot’yu, Mayıs sanıklarına karşı soruşturmayı yürütmekle görevlendirmişti ve şimdi Barrot’nun meclise kralcı bir Blanqui gibi göründüğü bir sırada, meclisin ise kulüplerde, proleterler yanında, Blanqui’nin partisinde Barrot’ya karşı müttefikler aradığı bir sırada, tam (sayfa 297) bu sırada, o katı yürekli Barrot, Mayıs sanıklarını Jürinin huzuruna çıkarmayıp, National’in partisinin icat ettiği yüksek mahkemede, Haute Cour’da,[47*] yargılamak önerisi ile meclise işkence ediyordu. Bakanlık koltuğunu kaybetmenin amansız korkusunun, Barrot gibi bir adamın kafasından bir Beaumarchais’ye yaraşır sivrilikler çıkartması ne dikkate değer bir şeydir? Uzun duraksamalardan sonra, Ulusal Meclis onun önerisini kabul etti. Mayıs saldırısının sanıkları karşısında gene normal niteliğine dönüyordu.
Kurucu Meclis, cumhurbaşkanına ve bakanlara karşı başkaldırmak zorunda idiyse, cumhurbaşkanı ve bakanlar da Kurucu Meclise karşı hükümet darbesi yapmak zorunda idiler, çünkü Kurucu Meclisi dağıtmak için hiç bir yasal yolları yoktu. Ama Kurucu Meclis anayasanın, anayasa ise cumhurbaşkanının anası idi. Cumhurbaşkanı, hükümet darbesi ile, anayasayı yırtıyordu ve kendi cumhuriyetçi unvanlarını ortadan kaldırıyordu. O halde, imparatorluk unvanlarını ortaya çıkarmak zorundaydı; bu imparatorluk unvanları, orleancı unvanları akla getiriyordu ve her ikisi de meşruiyetçi unvanların önünde soluklaşıyordu. Orleancı partinin henüz sadece Şubatın yenileni olduğu bir anda, ve Bonaparte’ın henüz sadece 10 Aralığın kazananı olduğu bir anda, ve her ikisinin de cumhuriyetçi gaspa, henüz sadece gene kendileri de gaspedilmiş kralcı unvanları ile karşı çıkabildikleri bir anda, yasal (meşru) cumhuriyetin devrilmesi, ancak taban tabana karşıtı olan meşruiyetçi monarşiyi ortaya çıkarabilirdi. Meşruiyetçiler, zamanın elverişli olduğunun bilincindeydiler, ve ayan beyan hükümet aleyhtarı fesatlar hazırlıyorlardı. General Changarnier’nin kişiliğinde, kendi Monk’larını bulacaklarını umabiliyorlardı. Onların meşruiyetçi kulüplerinde beyaz monarşinin tahta çıkışı, proletarya klüplerinde kızıl cumhuriyetin gelişi kadar açıkça ilân ediliyordu.
Uygun bir şekilde bastırılan bir ayaklanma ile, kabine bütün güçlüklerden kurtarılmış olacaktı. “Yasaya uyma bizi öldürüyor” diye bağırıyordu Odilon Barrot. Bir ayaklanma, salut public[48*] bahanesi ile, Kurucu Meclisin dağıtılması (sayfa 298) ve bizzat anayasanın yararına anayasayı çiğneme olanağını sağlayacaktı. Odilon Barrot’nun Ulusal Meclise kaba müdahalesi, üçrenkli elli valinin gürültülü bir biçimde görevlerinden alınmaları ve yerlerine kralcıların yerleştirilmesi, gezgin muhafız birliklerinin dağıtılması, liderlerine Changarnier’nin çok sert bir biçimde davranması, Lerminier’nin, bu profesörün, Guizot zamanında bile mümkün olmayan yeniden görevine alınması, meşruiyetçilerin palavracılıklarına karşı hoşgörü, hepsi, ayaklanma kışkırtmaları idi. Ama ayaklanma hiç oralı değildi. O, kabinenin değil, Kurucu Meclisin işaretini bekliyordu.
Nihayet, 29 Ocak, Rateau’nun önerisinin kayıtsız şartsız reddine ilişkin Mathieu’nün (Drôme’lu) önerisi üzerinde görüşüleceği gün geldi. Meşruiyetçiler, orleancılar, bonapartçılar, gezgin muhafız, Montagne, kulüpler, herkes, o gün, sözde düşmanına karşı olduğu kadar sözümona müttefikine karşı da gizli işler çeviriyordu. Bonaparte, atının üzerinde, birliklerin bir kısmını Concorde alanında teftişten geçiriyor, Changarnier ise büyük bir gösterişle stratejik manevralar yapıyordu. Kurucu Meclis, kendi toplantı salonunu askerler tarafından işgal edilmiş buldu. O, bütün umutların, korkuların, bekleyişlerin, heyecanların, gerilimlerin, fesatların karşılaştıkları merkez olan aslan yürekli meclis, ruhunu teslim etmeye her zamandan daha yakın olunca, artık bir an bile duraksamadı. Yalnız kendi silahlarını kullanmaya korkmakla kalmayıp, düşmanının silahlarını da eldeğmemiş olarak saklamak zorunda olduğunu sanan savaşçıya benziyordu. Ölümü küçümseyerek kendi ölüm hükmünü imzaladı ve Rateau’nun önerisinin kayıtsız şartsız reddini reddetti. Kendisi sıkıyönetim altında bulunan Kurucu Meclis, anayasal bir eyleme, zorunlu çerçevesi Paris’in sıkıyönetim altına alınması demek olacak olan sınırlar koydu. Ertesi gün, 29 Ocak günü kabinenin kendisine verdiği korku üzerine bir soruşturmaya karar vererek, kendine yaraşır bir biçimde öcünü aldı. Montagne, National’in partisinin, kendisini, bu büyük entrika komedisinde, bir savaş çığırtkanı yapmasına izin vermekle, siyasal anlayış ve devrimci enerjiden yoksun olduğunu ortaya koydu. Bu parti, burjuva cumhuriyetin kuruluş döneminde elinde tuttuğu iktidar tekelini, kurulu (sayfa 299) cumhuriyette de yeniden doğrulamak için son bir girişimde bulunmuştu. Bu girişim başarısızlığa uğramıştı.
Eğer, Ocak bunalımında, Kurucu Meclisin varlığı sözkonusu ise, 21 Mart bunalımında da, anayasanın varlığı sözkonusudur. O zaman National’in partisinin personeli sözkonusu idiyse, şimdi onun ülküsü sözkonusudur. Saygıdeğer cumhuriyetçilerin, kendi ideolojileri hakkındaki yüksek duygularını, hükümet iktidarının sağladığı dünya zevklerinden daha ucuza teslim ettiklerini belirtmemizin gereği yoktur.
21 Martta, Ulusal Meclisin gündeminde, dernek kurma hakkına karşı Faucher yasası tasarısı, yani kulüplerin yasaklanması vardı. Anayasanın 8. maddesi, bütün Fransızlar için dernek kurma hakkını güven altına alıyordu. Şu halde, kulüplerin yasaklanması, anayasaya apaçık bir saldırıydı, ve Kurucu Meclis, kendi azizlerinin saygısızlığa, küfre uğramasını kendisi yasalaştırmak zorundaydı. Ama kulüpler, devrimci proletaryanın toplanma noktaları, gizli eylem merkezleri idi. Bizzat Ulusal Meclis, işçilerin, burjuvalarına karşı güçbirliğini yasaklamıştı. Ve kulüpler, tüm işçi sınıfının tüm burjuva sınıfına karşı güçbirliğinden, burjuva devletine karşı bir işçi devletinin oluşturulmasından başka bir şey miydi? Kulüpler, proletaryanın Kurucu Meclisi olduğu kadar, isyan ordusunun hazır kuvvetleri değil miydi? Anayasanın her şeyden önce sağlaması gereken şey, burjuvazinin egemenliği idi. Şu halde, anayasa, dernek kurma hakkından, açıkça, yalnız burjuvazinin egemenliğiyle, yani burjuva düzeni ile bağdaşan dernekleri anlıyor olabilirdi. Anayasa, teorisi gereği, meramını genel bir biçimde anlatıyorsa da, anayasayı yorumlamak ve tek tek özel durumlara uygulamak için Ulusal Meclis gibi hükümet de ne güne duruyordu? Ve eğer cumhuriyetin tufan-öncesi döneminde, kulüpler, sıkıyönetim tarafından gerçekten yasaklandı iseler, şimdi kurulu, nizami cumhuriyette onları yasal yoldan da yasaklamak gerekmez miydi? Üçrenkli cumhuriyetçilerin, anayasanın bu bayağı yorumuna karşı, anayasanın tumturaklı palavracı sözlerinden başka karşı koyacak bir şeyleri yoktu. Bunlardan bir kısmı, Pagnerre, Duclere vb. hükümet lehinde oy verdiler ve böylece ona çoğunluğu sağladılar. Öteki kısım, baş melek Cavaignac ve kilisenin babası Marrast başta olmak üzere, kulüplerin (sayfa 300) yasaklanmasına ilişkin madde geçerken başkanlık divanının bir salonuna çekildiler ve Ledru-Rollin ve Montagne ile “meclis kurdular”. Ulusal Meclis felce uğramıştı, gerekli çoğunluğa sahip değildi. Crémieux, başkanlık divanı salonunda, o andan itibaren, bu yolun dosdoğru sokağa gittiğini ve artık 1848 Şubatında değil, 1849 Martında bulunduğunu tam zamanında hatırladı. Birdenbire aydınlanan National’in partisi, Ulusal Meclisin toplantı salonuna döndü. Ve, durmadan devrimci isteklerle kıvranıp duran, ve durmadan da anayasal olanaklar araştırıp duran ve her zaman, devrimci proletaryanın önünde olmaktansa, burjuva cumhuriyetçilerinin ardında kendini daha iyi hisseden Montagne, bir kez daha aldatılmış olarak onları izledi. Oyun oynanmıştı. Ve anayasanın metninin bozulmasının, anayasanın ruhuna uygun tek uygulama olduğunu karar altına almış olan gene Kurucu Meclisin kendisi idi.
Artık yoluna koyulması gereken bir tek nokta kalıyordu: kurulu cumhuriyetin Avrupa devrimi ile ilişkileri, yani dış politikası konusu. 8 Mayıs 1849 günü, görev süresi birkaç gün içinde sona erecek olan Kurucu Mecliste alışılmadık bir heyecan hüküm sürüyordu. Fransız ordusunun Roma üzerine saldırısı, Romalılar karşısında geri çekilmesi, siyasal bakımdan namus lekesi, askeri bakımdan yüzkarası, Fransız Cumhuriyetinin, Roma Cumhuriyetinin canına kıyması, ikinci Bonaparte’ın birinci İtalya seferi, hepsi gündemdeydi. Montagne, bir kez daha büyük kozunu oynamıştı, Ledru-Rollin, hükümete karşı, ve bu kez Bonaparte’a da karşı olmak üzere, anayasanın çiğnenmesi nedeniyle, kaçınılmaz suçlama önergesini başkanlık kürsüsüne bıraktı.
8 Mayıstaki neden, daha sonra, 13 Haziranın nedeni olarak da yinelendi. Biz, Roma seferi üzerinde biraz duralım.
Cavaignac, daha 1848 Kasımı ortalarında, papayı[49*] korumak, onu gemiye alıp Fransa’ya getirmek üzere, Civita-Vecchia’ya[146] bir savaş filosu göndermişti. Papa, hilesiz Cumhuriyeti kutsayacak ve Cavaignac’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesini güven altına alacaktı. Cavaignac, papa ile köy papazlarını, köy papazları ile köylüleri, köylülerle de (sayfa 301) cumhurbaşkanlığını elde etmek istiyordu. Kısa vadeli amacı seçim reklamı olan Cavaignac’ın seferi, aynı zamanda, Roma devrimine karşı bir protesto ve ayrıca bir tehdit niteliğinde idi. Papa lehinde Fransa’nın müdahalesini ilke olarak içinde taşıyordu.
Papa lehinde, Roma Cumhuriyetine karşı, Avusturya ve Napoli ile birlikte müdahale, Bonaparte’ın bakanlar kurulunun 23 Aralık tarihli ilk oturumunda karar altına alındı. Bakanlar kurulunda bir Falloux, Roma’da ve papanın Roma’sında papa demekti. Bonaparte’ın, köylülerin cumhurbaşkanı olmak için artık papaya gereksinmesi yoktu, ama başkanın, köylülerini elinde tutmak için papayı da elinde tutmaya gereksinmesi vardı. Bonaparte’ı bir cumhurbaşkanı yapan, köylülerin saflığıydı. Ve köylüler, imanla bu saflıklarını ve papa ile de imanlarını yitiriyorlardı. Ve, Bonaparte adına hüküm süren orleancılarla meşruiyetçiler, güçbirliği yapmışlardı! Kralları yeniden tahta geçirmeden önce, kralları kutsallaştıran gücü diriltmek, canlandırmak gerekiyordu. Kralcıkları bir yana: papanın fani erkine boyun eğmiş eski Roma olmadan, papa olmazdı; papa olmadan, katoliklik olmazdı; katoliklik olmadan, Fransız dini olmazdı; peki din olmayınca eski Fransız toplumunun hali nice olurdu? Köylünün gökyüzü servetleri üzerinde sahip olduğu ipotek, burjuvanın, köylünün servetleri üzerinde sahip olduğu ipoteği güvence altına alır. Şu halde, Roma devrimi, mülkiyete karşı, burjuva düzenine karşı Haziran devrimi kadar korkunç bir suikastti. Fransa’da yeniden canlanıp gönenen burjuva egemenliği, Roma’da papanın egemenliğinin yeniden kurulmasını illâ gerekli görüyordu. Son olarak da, Romalı devrimcilerin şahsında, Fransız devrimcilerinin müttefiklerine vurulmuş oluyordu. Fransız Cumhuriyetinde karşı-devrimci sınıfların ittifakı, bu cumhuriyetin, Kutsal ittifakla, Napoli ve Avusturya ile ittifakında zorunlu tamamlayıcısını buluyordu. Bakanlar kurulunun 23 Aralık tarihli kararı, Kurucu Meclis için bir giz değildi. Daha 8 Ocakta, Ledru-Rollin, kabineden bu konuda açıklama istemişti. Bakanlar kurulu bunu yalanlamış; Ulusal Meclis ise konuyu tartışmaya koymayıp geçiştirmişti. Ulusal Meclisin kabinenin sözlerine güveni mi vardı? Biliyoruz ki, meclis, bütün Ocak ayını, (sayfa 302) hükümete güvensizlik oyu vermekle geçirmişti. Ama, kabinenin rolü yalan söylemek idiyse, meclisin kendi rolü de, kabinenin yalanına inanmış gibi yapmak ve böylece cumhuriyetçi dış görünüşü korumaktı.
Bu arada Piemonte yenilmişti. Charles-Albert, tahtı bırakmıştı. Avusturya ordusu Fransa’nın kapısını çalıyordu. Ledru-Rollin sert bir gensoru önergesi verdi. Kabine, Kuzey İtalya’da Cavaignac’ın politikasını sürdürmekten başka bir şey yapmadığını, Cavaignac ise sadece Geçici Hükümetin, yani Ledru-Rollin’in siyasetini izlediğini tanıtladı. Üstelik, bu kez, hükümet, Ulusal Meclisten bir de güvenoyu aldı ve Avusturya ile Sardinya’nın toprak bütünlüğü ve Roma sorunu konusunda yapılacak barış görüşmelerini desteklemek üzere Yukarı-İtalya’da uygun bir noktayı geçici olarak işgal etme yetkisi kendisine verildi. Bilindiği gibi, İtalya’nın kaderi, Kuzey İtalya’nın savaş alanlarında belirlenir. İşte bu yüzden Roma, Lombardi ve Piemonte ile birlikte düşmüştü, ya da Fransa’nın Avusturya’ya, yani giderek Avrupa karşı-devrimine savaş açması gerekirdi. Acaba Ulusal Kurucu Meclis, Barrot kabinesini, birdenbire eski Halk Kurtuluş Komitesi mi sanıyordu? Ya da kendi kendisini Konvansiyon yerine mi koyuyordu? Öyleyse Yukarı-İtalya’da bir noktanın askeri işgalinin nedeni neydi? Bu saydam perdenin ardında Roma seferi gizleniyordu.
14 Nisanda, 14.000 kişi, Oudinot’nun emri ile Civita-Veechia’ya gitmek üzere gemilere bindirildiler. 16 Nisanda, Ulusal Meclis, bakanlar kuruluna, Akdeniz’de boy gösterecek bir filonun üç aylık bakım masrafları için 1.200.000 franklık bir ödenek verdi. Böylece, meclis, kabineyi, Avusturya’ya müdahale ettiriyormuş gibi yaparak aslında Roma’ya karşı müdahale etmesi için bütün olanakları kendisine veriyordu. Bakanlar kurulunun ne yaptığına bakmıyordu, sadece söylediklerine kulak veriyordu. Böyle bir iman Yakup peygamberde bile bulunamazdı, Kurucu Meclis, kurulu cumhuriyetin ne yapmak yükümünde olduğunu bilemeyecek duruma gelmişti.
Nihayet, 8 Mayısta, komedinin son sahnesi oynandı. Kurucu Meclis, bakanlar kurulunu, İtalya seferini, bu sefer için saptanmış olan amaca yöneltmek üzere hızlı önlemler (sayfa 303) almaya çağırdı. Bonaparte, aynı akşam, Moniteur’de, Oudinot’ya en candan kutlamalarını yolladığı mektubunu yayınlattı. 11 Mayısta, Ulusal Meclis, bu aynı Bonaparte ve onun bakanlar kurulu hakkındaki suçlama belgesini geri çeviriyordu. Ve, bu yalan dokusunu yırtıp atacağı yerde, FouquierTinville rolünü kendisi oynamak üzere bu parlamento komedisini dram gibi anlayan Montagne, Konvansiyondan ödünç aldığı aslan postunun altında, kendi doğal küçük-burjuva dana gönünün görünmesine hiç mi fırsat vermiyordu sanki!
Kurucu Meclisin ömrünün ikinci yarısı şöylece özetlenir: Kurucu Meclis, 29 Ocakta, kralcı burjuva kesimlerinin, kendisi tarafından kurulan cumhuriyetin doğal liderleri olduklarını; 21 Martta, anayasanın çiğnenmesinin gene anayasanın uygulanması demek olduğunu; 11 Mayısta, Fransız Cumhuriyetinin savaş halindeki halklarla yaptığı ve tumturaklı bir biçimde ilân edilen pasif ittifakın, Avrupa karşı-devrimi ile aktif ittifakı anlamına geldiğini itiraf eder.
Bu biçare meclis, doğumunun ikinci yıldönümünden iki gün önce, 4 Mayısta, Haziran isyancıları lehindeki af önerisini reddetme zevkini de tattıktan sonra sahneden çekildi. İktidarı parçalanmış, halkın ölesiye nefret ettiği, bir aleti olduğu burjuvazi tarafından küçümsenerek itelermiş, hor görülmüş, bir kenara atılmış, ömrünün ikinci yarısında birincisini yadsımak zorunda kalmış, cumhuriyetçi kuruntularını üzerinden atmış, geçmişte hiç bir büyük uygulaması olmayan, geleceğinde hiç bir umut bulunmayan, daha canlı iken bedeni parça parça körelen bu meclis, ancak durmadan Haziran zaferini anımsayarak ve iş işten geçtikten sonra onu yeniden yaşayarak kendi cesedini geçici bir coşku ile kıpırdatmaktan başka bir şey beceremiyordu; lanetlileri her gün yeniden lanetleyerek kendini ortaya koyuyor, kendini gerçekliyordu. Haziran isyancılarının kanıyla yaşayan vampirdi o!
Bu meclis, gerisinde, Haziran ayaklanmasının masrafları ile, tuz vergisinin kaldırılması ile, köleliğin kaldırılması karşılığında plantasyon sahiplerine verdiği zarar ödentileri ile, Roma seferinin doğurduğu harcamalarla, ve, bu kötü yürekli kocakarı, son nefesinde, sevinçli varisinin omuzlarına, başını belaya sokacak bir şeref borcu yüklemenin (sayfa 304) mutluluğu içinde karar verdiği içki vergilerinin kaldırılması ile kabaran bir bütçe açığı bırakıyordu.
Martın başından beri, Ulusal Yasama Meclisi lehinde seçim propagandaları başlamıştı. Bellibaşlı iki grup çarpışıyordu: düzen partisi[147] ve demokrat-sosyalist parti, yani kızıl parti. Bu ikisi arasında, Anayasanın Dostları bulunuyordu; National’in üçrenkli cumhuriyetçileri bu adla bir parti ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Düzen partisi, hemen Haziran günlerinin arkasından kuruldu; ama bu ancak, 10 Aralık ona National yâranını, yani burjuva cumhuriyetçilerini uzaklaştırma olanağını sağladıktan sonra ve onun varlığının sırrı, orleancılarla meşruiyetçilerin bir parti halindeki güçbirliği olarak açığa vurulduktan sonra oldu. Burjuva sınıfı iki büyük kesime ayrılmıştı; bunlar, sırasıyla, Restorasyon döneminde[148] büyük toprak mülkiyeti, Temmuz monarşisi döneminde ise maliaristokrasi ve sanayi burjuvazisi iktidar tekelini ellerinde tuttular. Bourbon, bu kesimlerden birinin çıkarlarının ağır basan etkisini kapsayan ad idi, Orléans ise, öteki kesimin ağır basan çıkarlarının etkisini kapsayan bir ad idi. Cumhuriyetin anonim egemenliği, her iki kesimin, karşılıklı rekabetlerinden vazgeçmeksizin ortak sınıf çıkarlarını eşit güçte tutabildikleri tek hükümranlık biçimi idi. Eğer burjuva cumhuriyeti, bütün burjuva sınıfının, açıkça belirginleşmiş ve tamamlanmış egemenliğinden başka bir şey olamadıysa, orleancıların meşruiyetçiler tarafından tamamlanan ve meşruiyetçilerin orleancılar tarafından tamamlanan egemenliğinden, Restorasyon ile Temmuz monarşisinin sentezinden başka bir şey olabilir miydi? National’in burjuva cumhuriyetçileri, kendi sınıflarının, ekonomik temellere dayanan büyük bir kesimini temsil etmiyorlardı. Onların tek önemli yanları, tek tarihsel sıfatları, monarşi yönetiminde, ancak kendi özel rejimlerini anlayabilen iki burjuva kesimine karşı, burjuva sınıfının genel rejimini, yani ülküleştirdikleri, ve antik arabesklerle süsledikleri, ama gene de her şeyden önce kendi yâranlarının egemenliği olarak selamladıkları anonim cumhuriyet yönetimini övüp yükseltmeleriydi. National’in partisi, kendi kurmuş olduğu cumhuriyetin tepesinde güçbirliği etmiş kralcıları gördüğünde, nasıl kendi aklından şüphe etmişse, kralcıların kendileri de, (sayfa 305) birleşik egemenlikleri konusunda daha az yanılmadılar. Şunu anlayamıyorlardı: kendi kesimlerinden herbiri tek başına ele alındığı zaman kralcı olduğu halde, onların kimyasal bileşmelerinin ürünü zorunlu olarak cumhuriyetçi olmalıdır ve beyaz monarşi ile mavi monarşi, zorunlu olarak, üçrenkli cumhuriyetin içinde etkisizleştirilmelidir. Devrimci proletaryaya karşı ve proletaryanın çevresinde gitgide daha çok toplanıp sıkışan ara sınıflara karşı muhalefetleri ile, birleşik kuvvetlerini birleştirmek ve bu birleşik kuvvetlerin örgütünü muhafaza etmek zorunda olan düzen partisi kesimlerinden herbiri, ötekinin krallığı yeniden diriltme ve hegemonya isteklerine karşı, ortak egemenliği üstün kılmak, yani burjuva egemenliğinin cumhuriyetçi biçimini üstünleştirmek yükümü altındaydı. İşte böylece, başlangıçta krallığın hemen yeniden dirilmesine inanan, daha sonra, bir yandan cumhuriyetçi biçimi elden bırakmadan, cumhuriyete karşı ağızları köpürerek, korkunç küfürleri dudaklarından eksik olmayan kralcılar, bakın görün ki, sonunda ancak cumhuriyet yönetiminde uyuşabildiklerini açıklıyorlar ve restorasyonu, krallığın geri getirilmesini, belli olmayan bir tarihe atıyorlar. İktidardan ortaklaşa yararlanma, bu iki kesimin herbirini güçlendiriyordu ve onu, öteki kesime boyun etmeye, yani krallığı geri getirmeye daha elverişsiz ya da daha az istekli bir duruma getiriyordu.
Düzen partisi seçim programında, doğrudan doğruya burjuva sınıfının egemenliğini, yani kendi egemenliğinin varlık koşullarının, mülkiyetin, ailenin, dinin, düzenin korunmasını ilân etti. Doğal olarak, kendi sınıf egemenliğini, uygarlığın egemenliği gibi ve maddi üretimin ve bundan doğan toplumsal ilişkilerin zorunlu koşulları gibi sunuyordu. Düzen partisi, muazzam kaynaklardan istediği gibi yararlanabiliyordu. Bütün Fransa’da şubelerini örgütledi, eski toplumun bütün ideologlarını ücretle satın aldı, mevcut hükümet iktidarının etkisini istediği gibi kullanıyordu, devrimci hareketin hâlâ uzağında duran, mülkiyetin büyük ulu kişilerinin şahsında kendi küçük mülkiyetlerinin ve küçük önyargılarının temsilcilerini gören bütün küçük-burjuvalar ve köylüler yığını içinde bir gönüllü vasallar ordusuna sahip bulunuyordu; bütün ülkede bir sürü küçük kralcıklar tarafından (sayfa 306) temsil edildiğinden, adaylarının reddini bir ayaklanma gibi cezalandırabilir, başkaldıran işçileri, çiftlik uşaklarını, ev hizmetkarlarını, ticarethane görevlilerini, demiryolu memurlarını, dikkafalı bürokratları, düpedüz buyruğu altındaki bütün görevlileri, işlerinden atabilirdi. Ve nihayet, orada burada, Cumhuriyetçi Kurucu Meclisin, 10 Aralıkta Bonaparte’ın mucizevi kuvvetlerini göstermesine engel olduğu yanılsamasının tutunmasını sağlayabilirdi. Düzen partisi içinde bonapartçıların adını anmadık. Bunlar, burjuvazinin ciddi bir kesimi değildi, ama birtakım saplantıları olan yaşlı savaş malulleri ve inançsız genç dolandırıcılar koleksiyonu idi. Düzen partisi, seçimleri kazandı, Yasama Meclisine büyük bir çoğunluk gönderdi.
Güçbirliği etmiş karşı-devrimci burjuva sınıfın karşısında, küçük-burjuvazinin ve köylü sınıfının daha şimdiden devrimci olan partileri, doğal olarak, devrimci çıkarların büyük önderine, devrimci proletaryaya bağlanmak zorundaydılar. Daha önce gördük ki, küçük-burjuvazinin pariamentodaki demokrat sözcüleri, yani Montagne, parlamentodaki başarısızlıklar, bozgunlar yüzünden, proletaryanın sosyalist sözcülerine doğru itilmişlerdi, ve parlamentonun dışındaki gerçek küçük-burjuvazi ise, uzlaşma konkordatoları ile, burjuva çıkarlarının birdenbire işlerlik kazanması ile, iflas ile, gerçek proleterlere doğru sürüklenmişlerdi. 27 Ocakta, Montagne ile sosyalistler, barışmalarını kutlamışlardı, 1849 Şubatının büyük şöleninde, birlik bağıtlarını yenilediler. Sosyal parti ile demokratik parti, işçilerin partisi ile küçük-burjuvazinin partisi, sosyal-demokrat partide, yani kızıl partide birleştiler.
Haziran günlerini izleyen bir cançekişme ile bir an için felce uğramış olan Fransız Cumhuriyeti, sıkıyönetimin kalkışından beri, 14 Ekimden beri, peşpeşe bir sürü büyük heyecanlar geçirmişti. İlkönce cumhurbaşkanlığı savaşımı, sonra cumhurbaşkanının Kurucu Meclise karşı savaşımı; kulüpler için savaşım; cumhurbaşkanının, kralcılar güçbirliğinin, hilesiz cumhuriyetçilerin, demokratik Montagne’ın, proletaryanın sosyalist doktrinerlerinin küçük adamlarına karşı, proletaryanın gerçek devrimcilerini, bir tufanın toplumun yüzeyinde bıraktığı tufan-öncesi garip yaratıklar gibi, ya da (sayfa 307) toplumsal bir tufandan önce gelebilecek tek yaratıklar gibi ortaya çıkartan Bourges davası;[149] seçim kampanyası; Bréa’nın katillerinin idamı;[150] sürekli basın davaları; hükümetin, polis yöntemleriyle, zor kullanarak toplantı basmaları; kralcıların hayasızca tahrikleri; Louis Blanc ve Caussidiare’in proterlerinin halka teşhir edilmesi;[151] kurulu cumhuriyet ile Kurucu Meclis arasında, her an devrimi çıkış noktasına doğru iten, her an yeneni yenilen, yenileni ise yenen durumuna getiren, bir göz açıp kapayıncaya kadar partilerin ve sınıfların konumlarını, aralarında bileşmelerini ve ayrılmalarını altüst eden ardı arkası kesilmeyen savaşım; Avrupa karşı-devriminin hızla ilerleyişi; Macaristan’ın şanlı savaşımı, Almanya’daki silahlı ayaklanmalar, Roma seferi, Fransız ordusunun Roma karşısındaki yüzkarası bozgunu bu hareket içinde, bu katlanılması güç tarihsel kargaşalık içinde, bu devrimci tutkular, umutlar ve umutsuzlukların dramatik yükselişi ve alçalışı içinde bir burgaç gibi dönüp duran Fransız toplumunun çeşitli sınıfları eskiden yarım yüzyıllarla saydıkları gelişme dönemlerini, şimdi kaçınılmaz olarak haftalarla saymak zorundaydılar. Köylülerin ve taşranın önemli bir bölümü, devrimci bir tutumu benimsemişlerdi. Yalnızca, Napoléon kendilerini hayal kırıklığına uğratmış değildi, kızıl parti, onlara, adın yerine içeriği, yalancı vergi muafiyeti yerine meşruiyetçilere ödenmiş milyarın ödetilmesini, ipoteklerin düzenlenmesini, tefeciliğin kaldırılmasını sunuyordu.
Orduya bile devrim ateşi, devrim heyecanı bulaşmıştı. Ordu Bonaparte’a oy verirken zafere oy vermişti, Bonaparte ise ona yenilgi veriyordu. Ordu Bonaparte’ın kişiliğinde, ardında büyük devrimci bir komutanın gizlendiği küçük onbaşıya oy vermişti. Bonaparte ise, ona, arkalarında tozluk düşmelerinde uzman onbaşının görünmez olduğu büyük generalleri veriyordu. Hiç kuşkusuz, kızıl parti, yani demokratik güçbirliği partisi, kesin zafer olmasa da hiç değilse Paris’i, ordunun, taşranın büyük bir bölümünün kendisine oy vermesi ile büyük başarıları kutlamak durumunda olacaktı.
Montagne’ın lideri Ledru-Rollin beş yönetim bölgesince seçildi. Düzen partisinin liderlerinden hiç biri, asıl proleter partisinden hiç bir ad. bu ölçüde bir zafer kazanamadı. Bu (sayfa 308) seçim, bize, demokrat-sosyalist partinin sırrını açıklıyor. Demokrat küçük-burjuvazinin parlamenter öncüsü Montagne, bir yandan, proletaryanın sosyalist doktrincileriyle birleşmek zorunda idiyse, beri yandan Haziranın korkunç maddi yenilgisi dolayısıyla, entelektüel zaferlerle yeniden ayağa kalkmak zorunda olan, öteki sınıfların gelişmesi yüzünden henüz devrimci diktatörlüğü ele geçirecek durumda bulunmayan proletarya da beri yandan, kendi kurtuluşunun doktrincilerinin, yani sosyalist mezhebin kurucularının kollarına atılmak zorunda idi, devrimci köylüler, ordu, taşra illeri böylece devrimci ordu kampının lideri olan ve sosyalistlerle anlaşması sonucu devrimci parti içinde bütün uzlaşmaz çelişkileri uzaklaştırmış olan Montagne’ın arkasında yer aldılar. Kurucu Meclisin ömrünün ikinci yarısında, Montagne, mecliste cumhuriyetçi coşkuyu temsil ediyordu ve Geçici Hükümet zamanında, Yürütme Komisyonu ve Haziran günleri sırasında işlediği günahları unutturmuştu. National’in partisi, belirsiz, kararsız mahiyetine uygun olarak, kralcı kabinenin kendisini ezmesine gözyumdukça, National’in mutlak iktidarı boyunca uzakta tutulmuş olan Montagne, devrimin, parlamentodaki temsilcisi olarak yükseliyor ve ağır basıyordu. Gerçekte, National’in partisinin, öteki kralcı kesimlerin karşısına koyacak, hırslı kişiliklerden ve idealistçe zevzekliklerden başka bir şeyi yoktu. Montagne partisi ise, tersine, maddi çıkarları demokratik kurumları gerektiren proletarya ile burjuvazi arasında gidip gelen kararsız bir yığını temsil ediyordu. Cavaignac’lann ve Marrast’lann karşısında, Ledru-Rollin ve Montagne, bu bakımdan, devrimin gerçeği içinde bulunuyorlardı ve bu ağır durum içinde bulunmanın verdiği bilinçten, büyük bir cesaret kazanıyorlardı ve bu cesaret, devrimci enerji gösterisi, yalnız parlamentodaki çıkışlarla, suçlama önergeleri sunmakla, tehditlerle, bağırıp çağırmalarla, gürültülü konuşmalarla, sözlerden ileri gitmeyen aşırılıklarla sınırlı kaldığından daha da büyüklük kazanıyordu. Köylüler de hemen hemen küçük-burjuvalarla aynı durumda bulunuyorlardı, hemen hemen aynı toplumsal hak iddialarına sahiptiler. Toplumun bütün orta tabakaları, devrimci harekete sürüklendikleri ölçüde, demek ki zorunlu olarak kahramanlarını Ledru-Rollin’de bulacaklardı. (sayfa 309) Ledru-Rollin, demokratik küçük-burjuvazinin önemli adamı idi. Düzen partisine karşı ilkönce öne sürülecek, başa geçirilecek olanlar, elbette ki, bu düzenin yarı-tutucu, yarı-devrimci ve baştan aşağı ütopyacı reform yapıcıları idi.
National’in partisi, “Anayasanın Dostları quand même”[50*] “pures et simples[51*] cumhuriyetçiler” seçimlerde tamamıyla yenildiler. Aralarından pek küçük bir azınlık Yasama Meclisine gönderilebildi. En ileri gelen liderleri, hatta hilesiz cumhuriyetin en chef’i[52*] ve Orfe’si Marrast bile sahneden silindiler.
28 Mayısta Yasama Meclisi toplandı; 11 Haziranda 8 Mayıs çarpışması yenilendi. Ledru-Rollin, Montagne adına Roma’nın bombalanması nedeniyle cumhurbaşkanının ve kabinenin suçlandırılması isteminde bulundu. 12 Haziranda, Yasama Meclisi suçlandırma istemini reddetti, tıpkı Kurucu Meclisin de 11 Mayısta geri çevirmiş olduğu gibi, ama bu kez proletarya Montagne’ı sokağa itti, sokak kavgası için değil de, sokak gösterisi için. Hareketin yenilgiye uğradığını ve Haziran 1849’un, Haziran 1848’in gülünç olduğu kadar yakışıksız bir karikatürü olduğunu anlamak için, bu hareketin başında Montagne’ın bulunduğunu söylemek yeter. Büyük 13 Haziran geri çekilişi, ancak, düzen partisinin hiç yoktan var ettiği Changarnier’nin daha büyük savaş anlatısı ile örtülüp kapatıldı. Her toplumsal çağın, Helvétius’un dediği gibi kendi, büyük adamlarına gereksinmesi vardır, ve eğer onları bulamazsa, kendisi yaratır, icat eder.
20 Aralık günü, kurulu burjuva cumhuriyetin artık sadece bir yarısı, cumhurbaşkanı vardı; 29 Mayısta ilk yarı, ikinci yarı ile, Yasama Meclisi ile tamamlandı. Haziran 1848’de, kurulmakta olan burjuva cumhuriyeti, proletaryaya karşı verdiği sözle anlatılmaz bir savaşla tarihin yapraklarına doğumunun belgesini kazımıştı. Haziran 1849’da, kurulu burjuva cumhuriyeti, bunu, küçük-burjuvazi ile birlikte oynanan anlatılmaz bir komedi ile yaptı. 1849 Haziranı, 1848 Haziranının Nemesis’i[53*] oldu. 1849’da yenik düşenler işçiler (sayfa 310) değildi, ama işçilerle devrim arasına giren küçük-burjuvalar bozguna uğradılar. 1849 Haziranı ücretli emek ile sermaye arasındaki kanlı trajedi değildi, ama hapsetme sahneleri ile dolu, borçlu ile alacaklı arasındaki acıklı sahnelerle dolu bir temsildi. Düzen partisi kazanmıştı, yenmişti, güçlüydü ve şimdi ne olduğunu göstermesi gerekiyordu.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments