Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Kasım 24, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkKarl Marx - Friedrich Engels ArşiviK. Marks: Gotha Programının Eleştirisi (2.Bölüm)

K. Marks: Gotha Programının Eleştirisi (2.Bölüm)

II
“Bu temel ilkelerden hareket eden Alman İşçi Partisi bütün legal yollardan yararlanarak, özgürdevlet -ve- sosyalist toplum için çaba gösterir: ücretlerintunçyasasıilebirlikte ücret sisteminin -ve- her türden sömürünün ortadan kaldırılması; her türlü toplumsal ve siyasal eşitsizliğin giderilmesi.”

“Özgür” devlet konusuna ilerde döneceğim.
Demek ki, gelecekte, Alman İşçi Partisinin, Lassalle’ın “ücretlerin tunç yasası”na inanması gerekecektir! Bu yasanın tüm yıkıma uğramaması için, “ücretlerin tunç yasasıyla birlikte ücret sisteminin ortadan kaldırılması”ndan (burada ücretli emek sistemi denmeliydi) sözetme deliliği edilmektedir. Eğer ben, ücretli emeği ortadan kaldırıyorsam, pek doğaldır ki, ister “tunç”tan olsun, ister süngerden, onun yasalarını da ortadan kaldırıyorum demektir. Ama Lassalle’ın ücretli emeğe karşı savaşımı, hemen hemen özellikle bu sözde-yasa çevresinde döner dolaşır. Onun için Lassalle mezhebinin bu işten utkun çıktığını iyice göstermek için, “ücret sistemi”nin, “ücretlerin tunç yasası ile birlikte” ortadan kaldırılması, ve onsuz kaldırılmaması gerekmektedir.
Çok iyi bilinmektedir ki, “ücretlerin tunç yasası”nda Goethe’nin “büyük, ölümsüz tunç yasaları”ndan [****] aktarılmış “tunç” sözcüğü dışında hiçbir şey Lassalle’a ait değildir. Tunç sözcüğü gerçek müminlerin birbirini tanımalarına yarayan işarettir. Ama eğer ben, bu yasayı, Lassalle’ın damgası ile kabul ediyorsam ve bunun sonucu olarak da bu yasaya onun yüklediği anlamı veriyorsam, onun gerekçelerini de kabullenmem gerekir. Peki bu gerekçe nedir? Lassalle’ın ölümünden az sonra Lange’nin gösterdiği gibi, bu, (Lange’nin kendisinin de savunduğu) Malthus’un nüfus teorisinden başka bir şey değildir. Ama bu teori eğer doğruysa, ücretli emeği yüz kez ortadan kaldırsam da, gene yasayı ortadan kaldıramam, çünkü yasa, yalnızca ücretli emek sistemini değil, her toplumsal sistemi de yönetir. Doğrudan, işte buna dayanarak, iktisatçılar elli yıldan, hatta daha uzun bir süreden beri, sosyalizmin, temelini doğadan alangenelleştirebileceğini, aynı anda da toplumun bütün yüzeyine yayabileceğini tanıtlamaya kalkışmışlardır!
Ama bütün bunlar işin esası değil. Lassalle’ın sunduğu bu yasanın yanlış anlatım biçimi bir yana, gerçekten isyan ettirici gerileme şudur:
Lassalle’ln ölümünden beri, partimizde, ücretlerin, emeğin göründüğü gibi, yani değeri ya da fiyatı değil de, yalnızca emek-gücünün değerinin ya da fiyatının maskelenmiş bir biçimi olduğu yolundaki bilimsel görüş benimsenmiştir. Böylece bugüne dek gelen tüm burjuva ücret kavramı olduğu kadar, bu kavrama karşı şimdiye kadar yöneltilmiş bütün eleştiriler de, bir daha dönmemek üzere atılmış oluyordu, ve ücretli işçinin kendi geçimini sağlamasına, başka bir deyişle yaşamasına, ancak kapitalistler için (ve onlarla birlikte artı-değerle yaşayan başkaları için) belli bir süre parasız çalıştığı ölçüde izin verildiği; bütün kapitalist üretim sisteminin işgününün uzatılmasıyla ya da verimliliğin geliştirilmesiyle, yani emek-gücünün yoğunluğunun artırılmasıyla vb. bu parasız emeğin artırılması, bunun sonucu olarak da ücretli emek sisteminin bir kölelik sistemi olduğu, ve işçinin aldığı ücret az ya da çok olsun, emeğin toplumsal üretken güçleri geliştikçe, daha da ağır bir kölelik sistemi olduğu, açık-seçik hale getirilmişti. Bu görüşün partimizde her geçen gün daha çok yerleştiği bir sırada, Lassalle’ın ücret konusunda tam bilisiz olduğunun ve tıpkı burjuva iktisatçıları gibi, görünüşü özle karıştırdığının bilinmesi gerekirken, onun dogmalarına dönülmektedir.
Bu, sanki, köleliğin gizini ensonu kavramış ve ayaklanmış köleler arasında, hâlâ eskimiş kavramların kölesi bir köle, ayaklanma programına şunları yazmış demektir: kölelik ortadan kaldırılmalıdır, çünkü kölelik sisteminde köle bakımı düşük düzeydeki belli bir azamiyi aşamaz!
Partimiz temsilcilerinin, partinin yığını arasında yayılmış olan kavrama karşı böyle korkunç bir suikaste girişebilmiş olmaları olgusu, tek başına, bu temsilcilerin uzlaşma programının kaleme alınmasında nasıl bir canice hafiflikle ve vicdansızlıkla çalıştıklarını açıkça kanıtlar!
“Her türlü toplumsal ve siyasal eşitsizliğin giderilmesi” şeklindeki belirsiz bitiş tümcesi yerine, sınıf farklarının ortadan kaldırılmasıyla, bu farklardan doğan her türlü toplumsal ve siyasal eşitsizlik kendiliğinden ortadan kalkar, denmeliydi.

III

“Toplumsalsorunlarınçözümyollarınınhazırlanması için, Alman İşçi Partisi, devletyardımıile,emekçihalkındemokratikdenetimialtında üretim kooperatifleri kurulması isteminde bulunur. Üretim kooperatifleri, sanayide ve tarımda öyle geniş ölçüde kurulmalıdır ki, toplamemeğinsosyalistörgütlenmesibundandoğabilsin.”

Lassalle’ın “ücretlerin tunç yasası”ndan sonra, peygamberin bu her derde deva ilacı. Bu yol ona yaraşır biçimde “hazırlanıyor”. Varolan sınıf savaşımının yerine, kof bir gazeteci formülü olan “toplumsal sorun” konuyor ve bunun “çözüm”ü için “yollar hazırlanıyor.” “Toplam emeğin sosyalist örgütlenmesi”, toplumun devrimci dönüşüm sürecinden doğacağı yerde, “devlet yardımından”, yani devletin (emekçilerin değil) kendisinin “kurduğu” üretim kooperatiflerinden “doğuyor”. Yeni bir toplumun, tıpkı yeni bir demiryolu yapımı gibi, devlet borçlarıyla kurulabileceğini sanmak, Lassalle’a yaraşır bir kuruntudur!
Biraz olsun utanıldığı için, “devlet yardımı”, “emekçi halkın” demokratik denetimi altına konmaktadır.
Her şeyden önce, Almanya’da “emekçi halk”ın çoğunluğu, proleterlerden değil, köylülerden oluşur.
Üstelik, demokratik, Almancada volksherrschaftlich [“halk egemenliği ile”] demektir. O halde “emekçi halkın halk egemenliği ile denetimi” ne demektir? Ve hem de bu, bu şekilde devlet yardımı isteminde bulunarak, ne yönetimde olmadığının, ne de yönetebilecek olgunluğa gelmediğinin tam bilincinde bulunduğunu açığa vuran bir emekçi halk adına söyleniyorsa!
Buchez’nin Louis-Philippe zamanında, Fransız sosyalistlerine karşı öğütlediği ve sonradan Atelier’nin[12*]] gerici işçilerinin benimsedikleri bu reçetenin eleştirisine girişmeyi gereksiz sayıyorum. Ama gene de asıl kusur, bu harika denecek ölçüde özgül devanın programda yer alışı değil, genel olarak, sınıf hareketi görüşünün terkedilerek mezhep hareketi görüşüne doğru atılmış bir geri adımdadır.
İşçilerin kooperatifsel üretim koşullarını toplumsal ölçekte ve her şeyden önce de kendi ülkelerinde ulusal ölçekte kurma istekleri bugünkü üretim koşullarında devrim yapmak için çaba göstermelerinden başka bir anlama gelmez; ve bunun, devlet yardımıyla kooperatif kurmakla hiçbir ilgisi yoktur. Ve bugünkü kooperatifler de ancak işçilerin elinde bağımsız kuruluşlar oldukları, ve ne hükümetler, ne de burjuvalar tarafından korunmadıkları ölçüde bir değer taşırlar.

IV

Şimdi demokratik bölüme geliyorum.

A. “Devletinözgürtemeli.”

İlkönce, II. Bölümde görüldüğü gibi, Alman İşçi Partisi “özgür devleti” gerçekleştirmeyi amaç edinmiştir.
Özgür devlet – bu nedir?
Özgür devleti kurmak, hiç de boynubükük tâbilerin dargörüşlü zihniyetinden kendilerini kurtarmış olan işçilerin amacı değildir. Alman imparatorluğunda “devlet”, hemen hemen Rusya’daki kadar “özgür”dür. Özgürlük, toplumun üstüne yerleştirilmiş bir organ olan devleti, topluma tamamen bağımlı bir organ şekline sokabilmektir, ve bugün bile devlet biçimleri “devletin özgürlüğü”nün sınırlandırılması ölçüsünde az ya da çok özgürdür, ya da değildir.
Alman İşçi Partisi -hiç değilse bu programı kabul ederse- sosyalist fikirleri pek yüzeyde benimsemiş olduğunu gösterir; bugünkü toplumu (ve gelecekteki herhangi bir toplum için de aynı şey doğrudur), bugünkü devletin temeli olarak kabul edeceğine (gelecekteki devletin temeli, geleceğin toplumu olacaktır), tam tersine, devlet, kendi entelektüel, manevi ve özgür temellerine sahip bağımsız bir gerçeklik olarak ele alınmaktadır.
Program, “bugünkü devlet”, “bugünkü toplum” gibi deyimleri nasıl korkunç şekilde kötüye kullanıyor, istemlerin yöneltildiği devlet konusunda ne korkunç yanlış anlamaya yolaçıyor!
“Bugünkü toplum”, ortaçağ unsurlarından azçok arınmış, her ülkeye özgü tarihsel evrim tarafından azçok değişikliğe uğratılmış, azçok gelişmiş bütün uygar ülkelerde var olan kapitalist toplumdur. “Bugünkü devlet” ise, tersine, ülkelerin sınırlarıyla değişir. Prusya-Almanya İmparatorluğunda devlet, İsviçre’de olduğundan başkadır; İngiltere’de devlet, Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğundan başkadır. Demek ki, “bugünkü devlet”, bir uydurmadır.
Bununla birlikte, ayrı ayrı uygar ülkelerin ayrı ayrı devletlerinin hepsinin, biçimlerinin çeşitliliğine karşın, şu ortak yanları vardır: kapitalist anlamda azçok gelişmiş çağdaş burjuva toplumun temeli üzerinde kurulmuştur. Bu yüzden, bunların bazı ortak temel nitelikleri de vardır. Bu anlamda, devletin bugünkü kökünün, burjuva toplumun ölüp gideceği gelecekle karşıtlık içinde “bugünkü devlet”ten sözedilebilir.
Bu durumda şu soruyla karşı karşıya geliyoruz: komünist bir toplumda devlet, hangi değişikliğe uğrayacaktır? Başka bir deyişle, böyle bir toplumda devletin bugünkü işlevlerine benzer hangi toplumsal işlevler bulunacaktır? Bu soru, ancak bilimsel yoldan yanıtlanabilir ve halk sözcüğü devlet sözcüğüyle binbir biçimde bileştirilerek bu sorun bir arpa boyu ilerletilmiş olmaz.
Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada, devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.
Program, ne şimdiki devleti, ne de komünist toplumdaki geleceğin devletini ele almıştır.
Programın siyasal istemlerinde, herkesin bildiği eski demokratik nakarattan fazla bir şey yok: evrensel oy hakkı, doğrudan yasama, halk hukuku, halk milisi vb.. Bunlar yalnızca burjuva Halkçı Partinin, Barış ve Özgürlük Ligasının yankılarıdırlar. Hayali zorlayan abartmalarla şişirilmiş kavramlar olarak sunulmadıkları ölçüde, bunların tümü şimdiden gerçekleşmiş istemlerdir. Ancak bunu gerçekleştirmiş olan devlet, Alman İmparatorluğu sınırları içindeki devlet değildir, İsviçre’deki, Amerika Birleşik Devletlerindeki vb. devlettir. Bu cins “geleceğin devleti”, Alman İmparatorluğunun “çerçevesi” dışında olsa bile, bugünkü bir devlettir.
Ama bir şey unutulmuştur. Alman İşçi Partisi, “bugünkü ulusal devlet” içersinde, yani kendi devleti, Prusya-Almanya İmparatorluğu içersinde hareket ettiğini açıkça beyan ettiğine göre -yoksa bu partinin istemlerinin büyük bir kısmı saçma olurdu, çünkü insan ancak elde edilememiş şeyler için istemde bulunur-, partinin şu en önemli noktayı unutmaması gerekir: bütün bu güzel küçük şeyler, halk egemenliği denen şeyin tanınmasının kapsamına girer, ve bu bakımdan ancak demokratik bir cumhuriyette, bunlar yerinde sayılabilir.
Fransız işçilerinin Louis-Philippe ve Louis-Napoléon zamanıinda programlarına yazdıkları demokratik cumhuriyet isteminin ileri sürülmesine cesaret edilemiyorsa -ve böyle davranılmakla doğru hareket edilmektedir, çünkü durum ihtiyatı gerektirmektedir-, parlamenter biçimlerle bezenmiş, feodal unsurlarla karıştırılmış, burjuvazinin etkisi altında bulunan ve bürokratik bir biçimde tezgâhlanmış, polis bekçiliğindeki askeri despotluk yönetiminden başka bir şey olmayan bir devletten, ancak demokratik cumhuriyet koşullarında anlam taşıyabilecek şeyler isteminde bulunmak gibi, “onurlu” [******] olmadığı kadar saygıdeğer de olmayan hilelere de başvurulmamalıydı ve bu devlete, bu gibi istemlerin “yasal yoldan” kabul ettirilebileceği yüksek sesle ilân edilmemeliydi.
Demokratik cumhuriyette bin yıllık bir çağın gelişini gören ve sınıf savaşımının, burjuva toplumun tam da bu devlet biçiminde kesin sonuca ulaşacağından kuşkusu olmayan kaba demokrasi bile -o bile-, polisin izin verdiği ve mantığın kabul etmediği sınırlar içine hapsedilmiş bu cinsten demokrasicilikten yüz arşın daha yüksektir.
“Devlet” sözünden, gerçekte, hükümet mekanizması, ya da işbölümü sonucu toplumdan ayrı özel bir organizma anlaşıldığı, “Alman İşçi Partisi devletiniktisadi temeli olarak tek bir artanoranlı gelir vergisinin kabul edilmesi isteminde bulunur, vb.” sözcükleriyle gösterilmiştir. Vergiler, hükümet mekanizmasının iktisadi temelidir, başka bir şey değil. Geleceğin devletinde, İsviçre’de olduğu gibi, bu istem, oldukça karşılanmıştır. Gelir vergisi ayrı ayrı toplumsal sınıfların değişik gelir kaynaklarını, dolayısıyla kapitalist toplumu varsayar. Onun için, Gladstone’un kardeşinin başını çektiği burjuvaların, Liverpool’lu mali reformcuların isteminin aynısını ileri sürmelerinde şaşılacak bir şey yoktur.

B. Alman İşçi Partisi, devletin entelektüel ve ahlâksal temeli olarak şu istemlerde bulunur.
“l. Devlet tarafından sağlanan genel ve eşittemeleğitim. Genel eğitim zorunluluğu. Parasız öğretim.”

Eşit temel eğitim? Bu sözcükler ne anlama gelir? Bugünkü toplumda (ve bizim sorunumuz bugünün toplumudur), eğitimin, bütün sınıflar için eşit olabileceğine mi inanılıyor? Yoksa, yalnızca ücretli işçilerin değil, köylülerin de iktisadi durumlarıyla bağdaşabilen o biricik eğitimden, ilkokul eğitiminden ötesi, yukarı sınıflara zorla yasak mı edilecek?
“Genel eğitim zorunluluğu. Parasız Öğretim”‘. Birincisi Almanya’da bile şimdiden var, ikincisi İsviçre’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde ilkokullar için uygulanmaktadır. Eğer ABD’nin bazı eyaletlerinde yüksek öğrenim kurumları da “parasız” ise, bu, yalnızca, bu eyaletlerin yukarı sınıfların okul masraflarını genel vergi gelirlerinden sakladıklarını gösterir. Sırası gelmişken belirtelim ki, bu, 5. maddenin A. bendinde istemde bulunulan “adli işlemlerin parasız olması” için de böyledir. Hemen her yerde ceza hukuku parasızdır, medeni hukuk ise hemen hemen tamamen mülkiyet üzerinde çıkan çatışmalarla ilgilenir, bu bakımdan hemen hemen her yerde mülk sahibi sınıfları ilgilendirir. Bunların açtıkları dava giderleri, hazineden mi karşılanacaktır?
Okullarla ilgili paragrafta, hiç değilse ilkokullara, teknik okulların (teorik ve pratik) eklenmesi istemi konmalıydı.
“Devlet tarafından sağlanan temel eğitim”, kesin olarak kabul edilmeyecek bir şeydir. Genel bir yasayla, ilkokulların harcamalarının, öğretim kadrosunun niteliklerinin, öğretim dallarının vb. saptanması ve, Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi, bu yasanın uygulanmasının devlet müfettişleri tarafından gözetimi, devleti halkın eğiticisi yapmaktan bambaşka bir şeydir! Tersine, burada yapılacak şey, okuldan, hükümetin ve kilisenin her türlü etkisini uzak tutmaktır. Hem aslında, Prusya-Almanya İmparatorluğunda, halk tarafından çok sıkı bir eğitime tâbi tutulması gereken, devlettir (ve burada, “geleceğin devleti” gibi, aldatıcı bir kaçamağa başvurulmasın; bunun ne anlama geldiğini gördük).
Zaten, bütün program, bütün demokratik lafazanlığına karşın, bir uçtan bir uca lasalcı mezhebin devlete olan kölece inancına, ya da daha kötüsü, demokrasi mucizesi inancına bulanmıştır; ya da daha, doğrusu, ikisi de sosyalizmden eşit derecede uzak bulunan mucizelere olan bu iki tür inanç arasında bir uzlaşmadır.
“Bilim özgürlüğü” diye yazıyor Prusya Anayasasının bir paragrafı. O halde bunun burada yeri ne?
“İnanç özgürlüğü!” Eğer Kulturkampf’ın [13] şu anında liberalizme kendi eski sloganları anımsatılmak isteniyorsa, bu, ancak şöyle yapılabilirdi: “Herkes, polis burnunu sokmadan, dinsel ve bedensel gereksinmelerini yerine getirebilmelidir.” Ama işçi partisi, burada, burjuva “inanç özgürlüğü”nün, akla gelebilecek her türden dinsel inanç özgürlüğünün hoşgörüyle karşılanmasından başka bir şey olmadığının farkında bulunduğunu, ve partinin kendi payına, inancı, dinin gözbağıcılığından kurtarma çabasında olduğunu ifade edebilirdi. Ama ne çare ki, “burjuva” düzeyini aşmama yolu seçiliyor.
Böylece sona varmış bulunuyorum, çünkü programın ardından gelen ek, onun karakteristik bir bölümünü oluşturmamaktadır. Onun için üzerinde çok kısa duracağım.

2. “Normal işgünü.”

Hiçbir başka ülkede, işçi partisi, bu kadar bellisiz bir istemle kendini sınırlandırmamış ve her zaman mevcut koşullar altında normal saydığı işgününün süresini saptamıştır.

3. “Kadın emeğinin sınırlanması ve çocuk emeğinin yasaklanması.”

İşgününün bir düzene bağlanması, işgünü süreleri, dinlenme süreleri vb. ile ilgili olduğuna göre, kadın emeğinin sınırlanmasını da içermelidir; yoksa, bu, özellikle kadınların sağlığına zararlı ya da cinsiyet bakımından ahlâka aykırı olan sanayi kollarından kadın emeğinin dıştalanmasından başka bir anlama gelemez. Eğer kastedilen bu idiyse, açıkça söylenmeliydi.
“Çocuk emeğinin yasaklanması!” Burada, yaş haddi mutlaka belirtilmeliydi.
Çocuk emeğinin genel olarak yasaklanması, büyük sanayiin varlığıyla bağdaşmamaktadır; ve dolayısıyla, boş ve safça bir istektir. Gerçekleşmesi -eğer mümkün olsaydı-gerici bir şey olurdu, çünkü çalışma zamanının farklı yaş gruplarına göre sıkı bir şekilde düzenlenmesi ve çocukların korunması için öteki güvenlik önlemleri, daha genç yaşta üretken emeğin eğitimle birleştirilmesi, bugünkü toplumun dönüşümünü sağlayacak en güçlü araçlardan biridir.

4. “Fabrikaların, atelyelerin ve ev sanayiinin devlet gözetimi altında tutulması.”

Prusya-Almanya devleti sözkonusu olduğuna göre, müfettişlerin ancak mahkeme kararıyla görevlerinden alınabilmeleri, herhangi bir işçinin, görevlerini ihmalden ötürü bunlar hakkında dava açabilmeleri ve bunların hekimlik mesleğinden kimseler arasından seçilmeleri de mutlaka istenmeliydi.

5. “Hapishanelerde emeğin düzenlenmesi.”

Genel bir işçi programında ufak bir istem. Her ne olursa olsun, rekabet korkusuyla sıradan mahkümların hayvan muamelesi görmelerine izin verilmeyeceği ve hele onların ıslah olmalarının biricik aracı olan üretken çalışmadan kendilerinin yoksun edilmesinin sözkonusu olmadığı açıkça belirtilmeliydi. Sosyalistlerden beklenen en azından budur.

6. “Etkin bir yükümlülük yasası.”

“Etkin” bir yükümlülük yasasıyla ne kastedildiği söylenmeliydi.
Geçerken belirtelim ki, normal işgününden sözederken, fabrika yönetmeliklerinin, sağlık kurallarına ve güvenlik önlemlerine vb. ilişkin kısmı gözden kaçırılmıştır. Yükümlülük yasası, ancak bu kurallar çiğnendiğinde uygulanabilir.
Kısaca, bu ek’in de kaleme alınışı ahmakçadır.
Dixi et salvavi animam meam [******]

Nisan ya da Mayıs 1875 başlarında
Marx tarafından yazılmıştır.
Kısaltılmış metni
Die Neue Zeit,
Bd. 1, n° 18, 1890-91’de
yayınlanmıştır

Dipnotlar
[*] Bayramdan sonra; iç işten geçtikten sonra.
[**] Bkz: Marx, Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt: 2, Sol Yayınları, Ankara 1977. s. 21. -Ed
[***] Bkz: Marx, Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt: 1, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 142-143.
[****] “Berlinli Marat”, besbelli ki, Neuer Social-Demokrat’in başyazarı Hasselmann’a yapılan alaycı bir atıftır. -Ed.
[*****] Goethe’nin Das Göttliche’sinden alınmıştır.
[******] Ayzenahçılara yakıştırılan bir sıfat. Burada bir sözcük oyunu yapılıyor. -Ed
[*******] Söyledim ve ruhumu kurtardım. -ç.
[1*] Marx tarafından 1875’te yazılmış olan Gotha Programının Eleştirisi, Almanya Birleşik İşçi Partisinin program taslağına ilişkin eleştirel notlardır. Bu taslak ciddi yanlışlar ve lasalcı ilkelere ödünler içeriyordu. Marx ve Engels Almanya’da birleşik bir sosyalist parti kurulması düşüncesini onaylamışlar, ama lasalcılarla ideolojik uzlaşmaya karşı çıkmışlar ve bunu acımasızca eleştirmişlerdir. Bu yapıtında, Marx, sosyalist devrim, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş dönemi, komünist toplumun iki evresi, sosyalizmde toplumsal ürünün üretimi ve dağıtımı ve komünizmin bellibaşlı özellikleri, proleter enternasyonalizmi ve işçi sınıfı partisi gibi, bilimsel komünizmin bellibaşlı konularına ilişkin birçok düşünceleri formüle etmiştir.
Marx ayrıca devlet ve proletarya diktatörlüğüne ilişkin teorisini de geliştirmektedir. Kapitalizmden komünizme geçişte özel bir aşamanın ve buna tekabül eden “proletaryanın devrimci diktatörlüğü”nün tarihsel zorunluluğuna ilişkin önemli bir önermede bulunmaktadır. Lenin, Gotha Programının Eleştirisi’ne ilişkin olarak şöyle yazıyordu: “Marx’ın açıklamalarının büyük önemi şu ki, burada da, o, tutarlı bir biçimde materyalist diyalektiği, gelişim teorisini uygulamakta, ve komünizmi kapitalizmden gelişen bir şey olarak ele almaktadır. Bilgiççe keşfedilmiş, ‘uydurma’ tanımlar ve (sosyalizm nedir?, komünizm nedir?) sözler üzerinde tartışmalar yerine, Marx, komünizmin iktisadi olgunluğunun aşamalarına ne denebileceğinin bir tahlilini vermektedir.” (V. İ. Lenin, “Devlet ve Devrim”, Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 414.)
[2*] Bu önsöz, Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’nin 1891’de yayınlanmasına ilişkin olarak Engels tarafından yazılmıştır. Engels bu bellibaşlı politika belgesinin yayınlanması işine, Alman Sosyal-Demokrat Partisi içinde etkin hale gelmiş olan oportünist unsurlara darbe indirmek amacıyla girişmiştir. O sıra böyle bir şey özellikle önemliydi, çünkü parti, Erfurt Kongresinde Gotha Programının yerini alacak yeni bir programı görüşmek üzereydi. Gotha Programının Eleştirisi’ni basıma hazırlarken Alman Sosyal-Demokrat Partisinin önderlerinden Die Neue Zeit yöneticisi Dietz’in ve yazıkurulu üyesi K. Kautsky’nin muhalefetiyle karşılaştı. Bunlar metinde bazı değişikliklerin yapılmasını ve bazı yerlerinin de yer almamasını istiyorlardı; Engels buna razı olmak zorunda kaldı. Alman Sosyal-Demokrat Partisinin tabandaki üyeleri ve öteki ülkelerdeki sosyalistler, Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’ni olumlu karşıladılar ve bunu uluslararası sosyalist hareket için değerli bir politika belgesi olarak gördüler. Engels, Gotha Programının Eleştirisi ile birlikte, bu yapıtla doğrudan bağlantılı olan Marx’ın Bracke’ye yazdığı 5 Mayıs 1875 tarihli mektubu da yayınladı.
Engels’in sağlığında Gotha Programının Eleştirisi’nin kendi önsözünü taşıyan bir tek basımı yapıldı. Bu yapıtın eksiksiz metni 1932’de Sovyetler Birliği’nde yayınlanmıştır.
[3*] 22-27 Mayıs 1875 tarihlerinde toplanan Gotha Kongresinde, Alman işçi sınıfı hareketi içersindeki iki eğilim -August Bebel’in ve Wilhelm Liebknecht’in başın da bulundukları Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (ayzenahçılar) ve lasalcı Genel Alman İşçiler Birliği- Almanya Sosyalist İşçi Partisini oluşturmak üzere birleştiler. Bu, Alman işçi sınıfı hareketi içindeki bölünmeye bir son verdi. Birleşik partinin Marx ve Engels’in amansızca eleştirdikleri program taslağı, bazı önemsiz düzeltmelerle Kongre tarafından onaylandı.
[4*] Alman Sosyal-Demokrat Halle Kongresi, 12 ve 18 Ekim 1890 tarihlerinde toplandı. Yeni bir programın hazırlanması ve bunun ilkin yerel parti organlarında ve basında tartışı1masını sağlamak üzere, Erfurt’ta toplanacak parti kongresinden üç ay önce yayınlanmasını kararlaştırdı.
[5*] Uluslararası İşçi Birliğinin Lahey Kongresi 2-7 Eylül 1872 tarihleri arasında yapıldı. Aralarında kongrenin bütün çalışmalarını yönlendiren Marx ve Engels’in de bulunduğu 15 ulusal örgütten 65 delege katıldı. Kongre, Marx’ın, Engels’in ve yandaşlarının işçi sınıfı hareketi içerisindeki her türden küçük-burjuva sekterliğine karşı yıllardır yürüttükleri savaşımın doruğuna ulaşmasına tanık oldu. Anarşistlerin sekter eylemleri suçlandı ve önderleri Enternasyonalden atıldılar. Lahey Kongresinin kararları çeşitli ülkelerde işçi sınıfının bağımsız siyasal partilerinin kurulmasına giden yolu açmış oldu.
[6*] 7-9 Ağustos 1869’da, Almanya’dan, Avusturya’dan ve, İsviçre’den gelen sosyal-demokratların Eisenach’ta toplanan bir Kongresinde kurulan Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisi, ayzenahçılar olarak tanınıyorlardı. Kongrede kabul edilen program, esas olarak Birinci Enternasyonalin ortaya koyduğu ilkelere tekabül etmekteydi.
[7*] Burada Bakunin’in 1873’te İsviçre’de yayınlanan Devlat ve Anarşi adlı kitabına değiniliyor.
[8*] Halkçı Parti. 1865’te kuruldu; küçük-burjuvaziden gelme demokratik unsurlardan ve kısmen de burjuvaziden oluşuyordu. Parti, Almanya’nın merkezi bir demokratik cumhuriyet olarak Prusya’nın egemenliği altında birleştirilmesine karşı çıkmış ve Prusya ve Avusturya’yı içeren “Büyük Almanya” diye anılan federatif bir Alman devleti düşüncesini savunmuştur.
[9*] Burada Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin sosyal-demokrat yazınını yayınlayan yayınevine değiniliyor.
Der Volksstaat. Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin (ayzenahçılar) merkez organı; 2 Ekim 1869’dan 27 Eylül 1876’ya kadar Leipzig’de yayınlanmıştır. Wilhelm Liebknecht gazeteye genel doğrultusunu veriyor, August Bebel de, gazeteyi yönetiyordu. Marx ve Engels bu gazeteye yazı yazmışlar ve çıkartılmasına yardımcı olmuşlardır. 1869’a kadar bu gazete Demokratisches Wochenblatt adı altında çıkmıştır.
[10*] Barış ve Özgürlük Ligası. Çeşitli küçük-burjuva ve burjuva cumhuriyetçileri ve liberalleri tarafından 1867’de İsviçre’de kurulmuş burjuva-pasifist bir örgüt. Barış ve Özgürlük Ligası, “Avrupa Birleşik Devletleri”nin kurulmasıyla savaşların önüne geçilebileceğini iddia ederek, yığınlar arasında yanlış görüşler yayıyor ve proletaryayı sınıf savaşımından saptırıyordu.
[11*] Nordeutsche Allgemeine Zeitung. 1861’den 1918’e kadar Berlin’de yayınlanan gerici bir günlük gazete. 1860’lardan 1880’lere kadar Bismarck hükümetinin resmi organıydı. Marx burada, bu gazetenin 30 Mart 1875 tarihli sayısındaki bir makaleye değiniyor.
[12*] L’Atelier.  1340’tan 1850’ye kadar Paris’te yayınlanan aylık dergi. Hıristiyan sosyalist düşüncelere yakınlık duyan zanaatçıların ve işçilerin organıydı.
[13*] Kulturkampf. 1870’te Bismarck hükümetinin laik kültür kampanyası adı altında uyguladığı önlemler sistemine burjuva liberallerinin verdikleri ad. Bu önlemler, büyük toprak sahiplerinin, burjuvazinin ve Prusya’nın ve Güney-Batı Alman devletinin katolik bölgelerindeki köylülüğün bazı kesimlerinin ayrılıkçı ve anti-Prusya eğilimlerini destekleyen katolik kilisesini ve Merkez Partisini hedefliyordu. Bismarck hükümeti, anti-katolik savaşım bahanesi ile, Prusya’nın egemenliği altına girmiş olan Polonya topraklarındaki ulusal baskıyı da şiddetlendirdi. Bu politika da, aynı şekilde, dinsel arzuları körükleyerek, işçileri sınıf savaşımından uzak tutmayı amaçlıyordu. Bismarck, gelişmekte olan işçi sınıfı hareketini gözönüne alarak, 1880’lerin başlarında, gerici güçleri pekiştirmek için, bu önlemlerin büyük bir kısmını yürürlükten kaldırdı.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments