Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkLouis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i - Karl MarxLouis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i | İkinci Bölüm - K.Marks

Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i | İkinci Bölüm – K.Marks

III

Yasama Meclisi 28 Mayıs 1849’da toplandı. 2 Aralık 1851’de dağıldı. Bu dönem anayasal ya da parlamenter cumhuriyet dönemidir.
Bu dönemin kendisi de bellibaşlı üç döneme ayrılır: 29 Mayıs 1849’dan 13 Haziran 1849’a kadar, demokrasi ile burjuvazi arasında savaşım, küçük-burjuvaya da demokrat partinin yenilgisi; 13 Haziran 1849’dan 31 Mayıs 1850’ye kadar burjuvazinin, yani güçbirliği kurmuş orleancılarla meşruiyetçilerin ya da düzen partisinin parlamenter diktatörlüğü, genel oy sisteminin kaldırılması ile taçlandırılan diktatörlük; 31 Mayıs 1850’den 2 Aralık 1851’e kadar burjuvazi ile Bonaparte arasında savaşım, burjuva egemenliğinin devrilmesi, anayasal ya da parlamenter cumhuriyetin çöküşü.
Birinci Fransız devriminde, anayasacıların egemenliği, yerini jirondenlerin egemenliğine, onlarınki de jakobenlerin egemenliğine bıraktı. Bu partilerin herbiri en ileri partiden destek alır. Bunlardan herbiri, devrimi, artık kendisinin ardından gidemeyeceği, hele önüne geçemeyeceği kadar ileri götürdüğünde, kendisini izleyen en gözüpek müttefik tarafından uzaklaştırıldı ve giyotine gönderildi. Devrim, böylece yükselen bir çizgi izleyerek gelişti.
1848 devriminde ise bunun tersi oluyor. Proletarya partisi, (sayfa 500) demokrat küçük-burjuva partisinin basit bir eklentisi gibi görünüyor. Proletarya partisi, 16 Nisanda,[137] 15 Mayısta ve Haziran olaylarında demokrat küçük-burjuva partisinin ihanetine uğradı ve yalnız başına bırakıldı. Demokrat parti ise, kendi yönünden cumhuriyetçi burjuva partisinin omuzuna yaslanıyor. Cumhuriyetçi burjuva partisi, sağlam bir tabana sahip olduğunu düşünür düşünmez, uygunsuz yol arkadaşından yakasını kurtarıyor ve düzen partisine yaslanıyor. Düzen partisi kaykılıp çekiliveriyor, burjuva cumhuriyetçilerine takla attırıyor, kendisi de gidip silahlı kuvvetlerin omuzuna dayanıyor. Hâlâ silahlı kuvvetlerin omuzuna dayandığını sanıp dururken, bir sabah, bu omuzların süngüye dönüşmüş olduğunun farkına varıyor. Her parti, kendisini ileri itmek isteyeni geri tepiyor, kendisini geri itmek isteyene ise ileri doğru abanıyor. Bu gülünç durum içinde yer almış olanın, dengesini yitirmesinde, kaçınılmaz eğilip bükülmelerden sonra garip canbazlıklarla yere yıkılmasında şaşılacak hiç bir şey yoktur. Devrim, böylece inen bir çizgi izliyor. Devrim, daha Şubatın son barikatı kaldırılmadan ve ilk devrimci otorite oluşturulmadan önce bile bu geriye doğru harekete geçmiş bulunuyor.
Bu önümüzde duran dönem, göze batan apaçık çelişkilerin en çeşitli bir karışımıdır: açıkça anayasaya karşı fesat kuran anayasacılar; kendilerini anayasacı diye ortaya koyan devrimciler; sınırsız yetkiye sahip olmak isteyen ve hep parlamenter kalan bir Ulusal Meclis; sabrı meslek haline getiren ve bugünkü yenilgilerinin acısını gelecekteki zaferlerinin kehaneti ile avutan bir Montagne; cumhuriyetin patres conscripti’si[12*] olan, durumun özellikleri yüzünden, taraftar oldukları krallık ailelerini yabancı ülkelerde tutmak, nefret ettikleri cumhuriyeti ise Fransa’da saklamak zorunda kalan kralcılar; gücünü bizzat kendi zaafından ve saygınlığını ise uyandırdığı horgörüden alan bir yürütme gücü; iki krallığın biraraya gelmiş namus karasından başka bir şey olmayan bir cumhuriyet; emperyalist bir etiket altında Restorasyon ve Temmuz monarşisi; ilk koşulu ayrılma olan ittifaklar; ilk yasası kararsızlık olan savaşlar. Düzen adına yoz ve amaçsız (sayfa 501) bir çalkantı; devrim adına, düzen lehinde en gösterişli, en cafcaflı öğütler. Gerçeksiz tutku ve tutkusuz gerçek, yiğitliği olmayan yiğit, olaysız tarih; tek devindirici gücü takvim gibi görünen, aynı gerilimlerin ve aynı gevşeyip yumuşamaların durmadan yinelenmesiyle bezdirici bir gelişme; salt çözümlenmeden körelmek, hafiflemek ve yokolmak üzere keskinleşiyor gibi görünen uzlaşmaz çelişkiler; iddialı bir biçimde yayılıp ortaya serilen çabalar ve dünyanın sonu tehlikesi karşısında burjuvaca korku; ve aynı zamanda, “laisser-aller”leriyle[13*] çağımızdan çok Fronde[278] zamanlarını anımsatan dünyanın kurtarıcılarının aşağılık entrikaları ve oynadıkları bayağı saray komedileri; bir tek kişinin düzenbaz budalalığı ile hiçliğe mahküm olan Fransa’nın bütün resmi dehası, genel oyda kendini ortaya her koyuşunda, kendi eksiksiz ifadesini, sonunda, bir dolandırıcının yenilmez iradesinde buluncaya kadar yığınların çıkarlarının kökleşmiş düşmanlarında arayan ulusun iradesi. Eğer bir tarih dönemi tek bir kül rengine boyanabilseydi, o, içte bu dönem olurdu. İnsanlar ve olaylar, tersine çevrilmiş Schlemihl’ler[279] gibi, cisimlerini yitirmiş gölgeler gibi görünüyorlar. Devrimin kendisi, kendi savunucularını felce uğratıyor ve yalnız kendi hasımlarını coşkunluk ve tutku ile süslüyor. Karşı-devrimcilerin durmadan gözlerinin önüne getirdikleri ve afsunlarla kovup uzaklaştırdıkları “kızıl hayalet” sonunda ortaya çıktığı zaman, anarşist Frigyalı, beresiyle değil, ama düzenin üniformasını giymiş olarak kırmızı pantolonla görünüyor.
Daha önce gördük: Bonaparte’ın 20 Aralık 1848 günü, yani kendi yükseliş gününde kurduğu hükümet, bir düzen partisi bakanlar kurulu idi, meşruiyetcilerle orleancıların koalisyon kabinesiydi. Bu Barrot-Falloux kabinesi, azçok şiddet yoluyla ömrünü kısalttığı Kurucu Meclisten sonra da yaşamıştı ve hâlâ da iktidarda bulunuyordu. Kralcılar koalisyonunun generali Changamier, birinci tümenin ve Paris Ulusal Muhafızının başkomutanlığını kendi şahsında birleştirmekte devam ediyordu. Nihayet, genel seçimler, düzen partisine, Ulusal Mecliste büyük bir çoğunluk saklamıştı. Milletvekilleri ve Louis-Philippe’in yüksek meclis üyeleri, (sayfa 502) mecliste meşruiyetçilerden oluşmuş kutsal bir falanj buldular; ulusun sayısız oy pusulaları, onlar için, politika sahnesine giriş kartına dönüşmüştü. Bonapartçı milletvekilleri, bağımsız parlamenter bir parti kuramayacak kadar dağınıktılar. Ancak düzen partisinin “mauvaisequeue”ü[14*] gibi görünüyordu. İşte böylece düzen partisi hükümet iktidarına, orduya ve yasama organına, kısaca, onun egemenliğini halkın iradesinin ifadesi imiş gibi gösterten genel seçimler ve ayrıca karşı-devrimin Avrupa kıtasının tümü üzerindeki zamandaş zaferi ile moral bakımından güçlenmiş bulunan tüm devlet iktidarına sahip bulunuyordu.
Hiç bir zaman bir parti, daha güçlü araçlarla ve daha elverişli bir durumda savaşa girmedi.
Kazaya uğramış katıksız cumhuriyetçiler, Yasama Meclisinde, başlarında Afrika’nın generalleri Cavaignac, Lamoricière, Bedeau bulunan, yaklaşık elli kişilik bir klik durumuna düştüler. Ama büyük muhalefet partisini Montagne oluşturdu. Montagne, sosyal-demokrat partisine verilen bir parlamenter vaftiz adı idi. Montagne, 750 kişilik Ulusal Meclisin 200 üyesine sahip olmakla, en azından, düzen partisinin ayrı ayrı ele alındığında üç kesiminden herhangi biri kadar güçlüydü. Kralcı koalisyonun tümü karşısındaki göreli azınlığı, özel koşullarla dengelenmiş görünüyordu. Yalnız il seçimleri Montagne’ın kır nüfusu üzerinde büyük bir etkinlik kazanmış olduğunu göstermekle kalmadı, ayrıca hemen hemen bütün Paris milletvekilleri de Montagne’ın saflarında bulunuyordu. Ordu, üç astsubayı seçerek demokratik inançlarını ortaya koymuştu ve Montagne’ın lideri Ledru-Rollin, bütün düzen partisi temsilcilerinin tersine, oylarını onun adı üzerinde toplayan beş il tarafından, parlamenter soyluluğa yükseltilmişti. Böylece, Montagne, 29 Mayıs 1849 günü, çeşitli monarşist kesimler arasındaki düzen partisinin tümü ile Bonaparte arasındaki kaçınılmaz çatışmalar yüzünden, bütün başarı öğelerine sahip görünüyordu. Onbeş gün sonra, her şeyini yitirdi, onurunu da.
Bu çağın parlamento tarihini izlemeden önce, incelemekte olduğumuz dönemin niteliği hakkında olağan kuruntuları (sayfa 503) önlemek için burada birkaç uyarıda bulunmalıyız. Demokratların görüş açısından bakıldığında, Kurucu Meclis dönemi sırasında olduğu gibi Yasama Meclisi döneminde de sözkonusu olan, cumhuriyetçilerle kralcılar arasında basit bir savaşımdır. Ama, onlar, hareketin kendisini, gericilik sözcüğüyle, bütün kedileri kül rengi gösteren ve gece bekçilerine yaraşır beylik sözlerini tespih çeker gibi geveleyip durmalarına izin veren gece sözcüğüyle özetliyorlar. Ve gerçekte, düzen partisi, ilk bakışta, yalnızca, fraksiyonlardan herbiri, kendi taht taliplerini tahta çıkarmak ve hasım fraksiyonun taht taliplerini safdışı etmek için kendi aralarında entrika çevirmekle kalmamakta, hepsi “cumhuriyet”e karşı aynı kinde ve aynı saldırılarda birleşen ayrı ayrı kralcı fraksiyonların birbirlerine dolaştığı görünümünü de vermektedir. Montagne, kendi yönünden bu kralcı gizli fesada karşı gelerek, “cumhuriyet”i temsil eder görünmektedir. Düzen partisi, daima, Prusya’dakinden ne eksik, ne fazla olan ve bürokrasinin, jandarmanın ve savcıların tıpkı Prusya’daki gibi kaba bir polis müdahalesiyle kendini ortaya koyan, basına, derneklere vb. karşı bir “gericilik”i yönetmeye uğraştığı görülüyor. Montagne, kendi yönünden, bir-buçuk yüzyıldan beri sözümona halkçı denilen bütün partilerin yaptıkları gibi sürekli olarak, bu saldırıları geri çevirmekle ve böylece “insanın sonsuz haklarını” savunmakla uğraşıyor. Ama, eğer durum ve partiler daha yakından incelenirse, sınıf savaşımını gizleyen bu yüzeysel görünüş, bu dönemin özel çehresi kaybolur.
Daha önce söylediğimiz gibi, meşruiyetçiler ve orleancılar, düzen partisinin iki büyük fraksiyonunu oluşturuyorlardı. Bu fraksiyonları, kendi fraksiyonlarının taht taliplisine bağlayan ve onları birbiriyle karşı karşıya getiren şey, zambak [143] ile üçrenkli bayraktan, kralcılığın değişik nüansları olan Bourbon sülalesi ile Orleans sülalesinden başka bir şey değil miydi? Bourbon’lar zamanında, hüküm süren, rahipleri ve uşakları ile büyük toprak mülkiyeti idi. Orleans’lar zamanında ise, hüküm süren, avukatları, profesörleri ve hatipleri ile yüksek maliye, büyük sanayi, büyük ticaret, yani sermaye idi. Meşru krallık, toprakbeylerinin irsi egemenliğinin siyasal ifadesinden başka bir şey değildi, aynı şekilde, (sayfa 504) Temmuz monarşisi de, burjuva yeni zenginlerin zorbalıkla ele geçirdikleri egemenliğinin siyasal ifadesinden başka bir şey değildi. Onları kendi aralarında fraksiyonlara bölen şey, sözde ilkeler değildi, kendi maddi varlık koşullarıydı, iki farklı mülkiyet çeşidi idi, kent ile kır arasındaki eski uzlaşmaz karşıtlıktı, sermaye ile toprak mülkiyeti arasındaki rekabet idi. Aynı zamanda eski anıların, kişisel geçimsizliklerin, korkuların ve umutların, önyargıların ve kuruntuların, sempatilerin ve antipatilerin, inançların, inan konularının ve ilkelerin, onları, kral sülalesinden birine ya da ötekine bağladığını kim yadsır? Mülkiyetin değişik biçimleri üzerinde, toplumsal varlık koşulları üzerinde, özel olarak biçimlenmiş izlenimlerden, duygulardan, hayallerden, düşünüş tarzlarından ve felsefe anlayışlarından oluşmuş bütün bir üstyapı yükselir. Sınıfın tümü, bunları yaratır ve bu maddi koşullar ve bunlara tekabül eden toplumsal ilişkiler temeli üzerinde, bu üstyapı öğelerini biçimlendirir. Bunları gelenek yoluyla ya da eğitim yoluyla edinen birey, bu üstyapı öğelerinin, gerçek belirleyici nedenleri oluşturduklarını ve kendi eyleminin hareket noktası olduklarını sanabilir. Orleancılar ve meşruiyetçiler, her fraksiyon, gerek kendi kendilerini, gerekse ötekileri, iki kral sülalesine bağlılıkları ile birbirlerinden ayrıldıklarına inandırmaya çalışmışlarsa da, sonradan, olaylar, bu iki hanedanın birleşmelerini engelleyen şeyin, en başta çıkarları arasındaki ayrılık olduğunu göstermiştir. Nasıl özel yaşamda bir adamın kendisi hakkında düşündükleri ve söyledikleri ile gerçekte ne olduğu ve ne yaptığı birbirinden ayrılırsa, tarihsel savaşımlarda da, özel yaşamdakinden daha çok, partilerin sözlerini ve emellerini onların kuruluşlarından ve gerçek çıkarlarından ayırdetmek, kendileri hakkında düşündükleri ile gerçekte ne olduklarını birbirinden ayırdetmek gerekir. Orleancılar ve meşruiyetçiler, cumhuriyette, eşit emellerle, birbirlerinin yanında bulunuyorlardı. Her kesimin, ötekine karşı kendi hanedanının özel çıkarlarını canlandırıp güçlendirmeyi amaç edinmesi, ancak, burjuvaziyi bölen toprak mülkiyeti ve sermaye iki büyük çıkarın(sayfa 505) büyük toprak mülkiyeti, feodal çalımına ve soyluluk gururuna karşın, modern toplumun gelişmesi sonucunda, tamamen burjuvalaşmıştı. İşte bu yüzden, İngiltere’de, Tory’ler, uzun zaman, krallığa, kiliseye ve eski İngiliz anayasasının güzel şeylerine tutkun olduklarını sanmışlardı, ta ki, tehlike çatıp da sadece toprak rantına tutkunluklarını itiraf etmek zorunda kaldıkları güne kadar.
Kralcılar koalisyonu, parlamento dışında, Ems’de[159] ve Claremont’da,[160] basında, kendi aralarında, dolap çeviriyorlardı. Kulislerin gerisinde, kendi eski orleancı ve meşruiyetçi kılıklarına bürünüyorlar ve yeniden eski yarışmalarına başlıyorlardı. Ama, gözler önündeki sahnede, açık eylemlerinde büyük parlamenter parti sıfatıyla, karşılıklı olarak birbirlerinin hanedanları karşısında sadece saygı ile eğiliyorlar ve krallığın yeniden diriltilmesini ad infinitum[15*]düzen partisi olarak, yani siyasal bir etiket altında değil, toplumsal bir etiket altında; gezici prenseslerin şövalyeleri olarak değil, burjuva düzeninin temsilcileri olarak; cumhuriyetçilere karşı kralcılar olarak değil, öteki sınıflara karşı burjuva sınıfı olarak yürütüyorlardı. Onların, düzen partisi olarak, toplumun öteki sınıfları üzerindeki egemenlikleri, daha önceleri Restorasyon döneminde, temmuz monarşisi döneminde olduğundan daha mutlak, daha sert oldu ve zaten ancak parlamenter cumhuriyet biçiminde bu egemenliğin olanağı vardı, çünkü, yalnız bu biçimde Fransız burjuvazisinin iki büyük kesimi birleşebilir ve bu bakımdan da sınıfların egemenliğini bu sınıfın ayrıcalıklı bir kesiminin egemenliğinin yerine koyabilirlerdi. Ama, gene de, düzen partisi olarak, cumhuriyete saldırıyorlar ve ona karşı nefretlerini dile getiriyorlardıysa da, bunu, yalnız kralcı inançlarından dolayı yapmıyorlardı. İçgüdüleri, her ne kadar cumhuriyet kendi siyasal egemenliklerini daha iyi yerine getiriyorsa da, gene cumhuriyetin kendilerini toplumun ezilen sınıfları ile karşı karşıya getirerek, onları, bu sınıflara karşı aracısız, tacın gölgesine gizlemeksizin, kendi aralarındaki ve krallığa karşı ikincil savaşımlarıyla ulusun ilgisini başka yönlere çekememeksizin açıkça savaşmaya (sayfa 506) zorlayarak, bu egemenliğin toplumsal temellerini aşındırdığını söylüyordu onlara. Onları kendi sınıf egemenliklerinin karşısında titreten ve onlara egemenliklerinin daha tamamlanmamış, daha gelişmemiş, dolayısıyla daha az tehlikeli biçimlerinin hasretini çektiren şey, zaaf duyguları idi. Buna karşılık, kralcılar koalisyonu, ne zaman kendilerine karşıt olan taht taliplisi ile, Bonaparte ile çatışma haline gelseler, ne zaman yürütmenin, parlamentodaki kendi sonsuz egemenliklerini tehdit ettiği inancına varsalar, dolayısıyla ne zaman egemenliklerinin politik sıfatını gözler önüne sermek zorunda kalsalar, Ulusal Meclisi, sonu sonuna kendisini en az cumhuriyetin böldüğü konusunda uyaran orleancı Thiers’den tutun da, 2 Aralık 1851’de, üçrenkli atkısı boynunda, onuncu ilçenin belediyesi önünde toplanmış halka, cumhuriyet adına nutuk çeken yeni halk savunucusu meşruiyetçi Berryer’e kadar hepsi, kralcı olarak değil de cumhuriyetçi olarak hareket ediyorlar. [Cumhuriyet adına konuşurken -ç.] onu, aslında, alaycı bir yankı şöyle yanıtlıyor: Henri V! Henri V!
Burjuva güçbirliğinin karşısında, küçük-burjuvalarla işçiler arasında bir güçbirliği, sözde sosyal-demokrat parti oluşmuştu. Küçük-burjuvalar, 1848 Haziran günlerinin ertesinde kendilerini yeterince ödüllendirilmiş görmüyorlardı. Maddi çıkarlarının tehdit altında bulunduğunu ve bu çıkarların karşılanmasını sağlayacak olan demokratik güvencelerin karşı-devrim tarafından tehlikeye düşürüldüğünü görüyorlardı. Bu yüzden de işçilere yakınlaştılar. Öte yandan, küçük-burjuvaların parlamentodaki temsilcileri, burjuva cumhuriyetçilerin diktatörlüğü sırasında kenarda kalan Montagne, Kurucu Meclisin ömrünün ikinci yarısında, Bonaparte’a karşı ve kralcı bakanlara karşı savaşımı sayesinde, yitirmiş olduğu halk sevgisini yeniden kazanmıştı. Sosyalist liderlerle bir ittifak yapmıştı. 1849 Şubatında uzlaşma şölenleri düzenlendi. Ortak bir program taslağı çizildi, ortak seçim komiteleri kuruldu ve ortak adaylar ileri sürüldü. Proletaryanın toplumsal taleplerinin devrimci sivriliği giderildi ve onlara demokratik bir ifade verildi. Küçük-burjuvazinin demokratik taleplerinin salt siyasal biçimleri kaldırıldı ve sosyalist noktaları ortaya çıkarıldı. Böylece sosyal-demokrasi yaratıldı. Bu bileşmenin sonucu olan yeni Montagne, işçi (sayfa 507) sınıfından çıkmış birkaç figüran ve birkç sekter sosyalist bir yana, eski Montagne’la aynı, ama sayı bakımından daha kuvvetli unsurları içeriyordu. Doğrusunu isterseniz, Montagne da temsil ettiği sınıf gibi gelişme sırasında değişikliğe uğramıştı. Sosyal-demokrasinin özel niteliği, cumhuriyetçi demokratik kurumları, birer araç olarak istemesinde; iki ucu, yani sermaye ile ücretli emeği, ortadan kaldırmak değil, ama bu iki uç arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi hafifletmek ve bunlar arasında bir uyuma dönüştürmek istemesinde özetleniyordu. Bu amaca ulaşmak için ileri sürülebilecek önlemler ne kadar çeşitli olursa olsun, amacın bürüneceği görüşlerin azçok devrimci niteliği ne olursa olsun, içerik hep aynı kalıyor. Bu, toplumun, demokratik yolla dönüşmesidir, ama bu, küçük-burjuva çerçevesinde bir dönüşümdür. Küçük-burjuvazinin, ilke olarak, bencil bir sınıf çıkarını zafere ulaştırmak istediği yolundaki sınırlı bir anlayışı paylaşmamak gerekir. Küçük-burjuvazi, tersine, kendi kurtuluşunun özel koşullarının genel koşullar olduklarına ve bu koşullar dışında modern toplumun kurtarılamayacağına ve sınıf savaşımının da önlenemeyeceğine inanır. Keza, demokrat temsilcilerin hepsinin, dükkâncı olduklarını ya da dükkâncılara hayranlık duyduklarını düşünmemek gerekir. Kültürleri ile ve kişisel durumları ile onlardan bir uçurumla ayrılmış olabilirler. Onları küçük-burjuvazin temsilcileri yapan şey, onların beyinlerinin de küçük-burjuvanin kendi yaşamında da aşamadığı sınırları aşamaması ve bu yüzden de teorik olarak, küçük-burjuvaların maddi çıkarlarının ve toplumsal durumlarının pratik olarak kendilerini ittikleri aynı sorunlara ve aynı çözümlere itilmiş olmalarıdır. Genel olarak, bir sınıfın siyasal ve edebi temsilcileri ile bunların temsil ettikleri sınıf arasındaki ilişki böyle bir ilişkidir.
Bu duruma göre, Montagne, cumhuriyeti ve sözümona insan haklarını savunmak için sürekli olarak düzen partisine karşı savaştığı halde, ne cumhuriyetin, ne de insan haklarının onun yüce amaçları olmaması çok doğal bir şeydir, tıpkı silahlarından yoksun bırakılmak istenen ve buna karşı direnen bir ordunun kendi silahlarını kaybetmemesi için savaş alanında yer alması gibi.
Düzen partisi, Ulusal Meclis açılır açılmaz Montagne’a (sayfa 508) sataştı, damarına bastı. Burjuvazi, nasıl bir yıl önce devrimci proletaryayı başından atmak zorunluluğunu anlamış idiyse, şimdi de demokrat küçük-burjuvalardan kurtulmak gereğini hissediyordu. Ancak hasmın durumu değişikti. Proletarya partisinin gücü sokakta idi, küçük-burjuvazinin gücü ise bizzat Ulusal Meclisin bağrında. Dolayısıyla küçük-burjuvaziyi Ulusal Meclisin dışına, sokağa çekmek ve böylece sağlamlaştırmak zaman ve fırsatını bulamadan önce, parlamenter etkinliğini küçük-burjuvazinin gene kendisine kırdırtmak sözkonusudur. Montagne baştan kara tuzağa düştü.
Roma’nın Fransız birlikleri tarafından topa tutulması, önüne atılan yem oldu. Bu davranış, anayasanın, Fransız Cumhuriyetine kendi askeri güçlerini bir başka halkın özgürlüklerine karşı kullanmayı yasaklayan V. maddesini çiğnemek demekti. Bundan başka, anayasanın IV. maddesi de, gene, Ulusal Meclisin onayı olmaksızın yürütme tarafından her ne biçimde olursa olsun savaş ilânını yasaklıyordu, ve Kurucu Meclis, 8 Mayıs tarihli kararı ile Roma seferini kınamıştı. İşte bu nedenlerle, Ledru-Rollin, 11 Haziran 1849’da Bonaparte ve bakanları hakkında soruşturma açılması istemiyle önerge verdi. Thiers’in iğneli sataşmalarından sinirlenen Ledru-Rollin, anayasayı silah zoru da dahil, her yola başvurarak savunmak istedikleri tehdidinde bulunacak kadar ileri gitti. Montagne, tek vücut gibi hep birden ayağa dikildi, ve bu silah başına çağrısını yineledi. 12 Haziranda, Ulusal Meclis, suçlama istemini geri çevirdi, Montagne da meclisi terketti. 13 Haziran olaylarını biliyoruz: Montagne’ın bir bölümünün Bonaparte ve bakanlarını “anayasa-dışı” ilân eden bildirisi, silahsız olan ve Changarnier’nin birlikleriyle daha ilk karşılaşmalarında dağılan demokrat ulusal muhafızların sokak gösterileri, vb., vb.. Montagne’ın bir bölümü yabancı ülkelere sığındı, bir başka grup Bourges Yüce Divanına verildi[149] ve bir parlamento yönetmeliği, geri kalanını, Ulusal Meclis başkanının tam yetkili gözetimine tâbi kıldı. Paris’e yeniden sıkıyönetim kondu ve Paris ulusal muhafızının demokrat kesimi dağıtıldı. Böylece Montagne’ın parlamentodaki etkinliği ve küçük-burjuvazinin Paris’teki (sayfa 509) kuvveti kırıldı.
13 Haziranda kanlı bir işçi ayaklanmasının ilk işaretinin verildiği Lyon, çevresindeki beş ille birlikte, sıkıyönetim bölgesi ilân edildi ve bu durum bugüne kadar sürmekte.
Montagne’ın önemli kısmı, bildirisini imzalamayı reddederek, öncüsünü yalnız bırakmıştı. Basın sahneden çekilmişti, şu anlamda ki, yalnız iki gazete pronunciamento’yu[16*] yayınlamayı göze alabilmişti. Küçük-burjuvalar, temsilcilerine ihanet ettiler, çünkü ulusal muhafızlar ortadan yok oldular, ya da kendilerini gösterdikleri yerde de barikatlar kurulmasına karşı çıktılar. Temsilciler, küçük-burjuvaları aldatmışlardı, çünkü ordu içinde varlığı ileri sürülen sözde taraftarları hiç bir yerde görmek mümkün olmadı. Nihayet, demokrat parti, proletaryadan bir ek kuvvet alacağı yerde, kendi zayıflığını proletaryaya da bulaştırdı ve demokratların marifetleri sırasında her zaman olduğu gibi, liderler kendi “halk”ını kaçaklıkla, halk ise liderlerini aldatıcılıkla suçlayabilmekte teselli buldular.
Montagne’ın yakında kampanyaya başlayacağının büyük bir gösterişle ilân edilmesi pek ender görülmüştür, ve gene demokrasinin kaçınılmaz zaferinin daha büyük bir güvenle ve çok daha uzun bir zaman öncesinden, büyük bir gürültüyle duyurulması pek enderdir. Kuşkusuz, demokratlar, Eriha’nın[280](sayfa 510) tehditlerini uygulamaya geçirmek zorunda görecek kadar güç ve tatsız bir durumda kalınca da, bunu, amaca giden yolda hiç bir şeyden kaçınmayan, ve canlabaşla geri çekilmek için bahaneler arayan, ikircil bir tarzda yapıyorlar. Kavgayı haber veren gözkamaştırıcı başlangıç, kavganın başlaması gerektiği anda, zayıf bir mırıltı halinde yitip gidiyor. Oyuncular kendilerini ciddiye almaz oluyorlar, ve eylem, iğneyle delinen bir kuru barsak gibi acıklı bir şekilde fosluyor.
Hiç bir parti, elinde bulunan araçları, demokrat partiden daha çok abartmaz. Hiç biri, durum hakkında daha hafiflikle hayale kapılmaz. Ordunun bir kısmı kendisi için, oy verdi diye, Montagne, ordunun kendinden yana ayağa kalkacağı kanısındaydı. Peki hangi durumda? Böyle bir durum, birlikler açısından, ancak, devrimciler, Fransız askerlerine karşı, Roma askerlerinin tarafını tuttukları zaman doğardı. Öte yandan proletaryanın, ulusal muhafıza karşı derin bir nefret duymaması ve gizli derneklerin liderlerinin demokrat partinin önderlerine karşı derin bir güvensizlik beslememesi için, 1848 Haziranının anıları henüz pek tazeydi. Bu anlaşmazlıkları gidermek için büyük ortak çıkarların ortaya konmuş olması gerekliydi. Anayasanın soyut bir paragrafının çiğnenmesi böyle bir çıkar koymuyordu ortaya. Anayasa, demokratların bizzat kendilerinin açıkladıklarına göre, daha önce birçok kez bozulmamış mıydı? En popüler gazeteler, anayasayı karşı-devrimci bir tertip olarak damgalamamışlar mıydı? Ama demokrat, küçük-burjuvaziyi, dolayısıyla, bağrında karşıt iki sınıfın çıkarlarının karşılıklı birbirlerini körelttikleri bir ara sınıfı temsil ettiği için, sınıflar arası uzlaşmaz çelişkilerin üstünde olduğunu sanır. Demokratlar, karşılarında ayrıcalıklı bir sınıf bulunduğunu teslim ediyorlar, ama onlar kendileri, ulusun bütün geri kalanlarıyla birlikte halkı oluşturuyorlar. Onların temsil ettikleri şey ise, halkın hakkıdır, onları ilgilendiren şey, halkın çıkarlarıdır. O halde, bir savaşıma girişmeden önce farklı sınıfların çıkarlarını ve durumlarını incelemeleri gerekmiyor. Kendi öz araçlarını, fazla bir titizlik ve özenle tartmalarının gereği yok. Halkın tamamen kendi kaynakları ile kendini ezenlere karşı saldırması için demokratların (sayfa 511) yapacakları tek şey, bir işaret vermektir. Ama eğer, pratikte, onların çıkarlarının çıkar olmadıkları ortaya çıkarsa, ve eğer onların gücü bir güçsüzlük olarak kendini açığa vurursa, bunun suçu, ya bölünmez halkı birçok düşman kamplara bölen kötülükçü safsatacıların, ya demokrasinin hedeflerini kendi öz iyiliği olarak değerlendiremeyecek kadar sersem ve kör olan ordunundur, ya da uygulamada bir ayrıntı her şeyi berbat etmiştir, ya da artık beklenmedik bir rastlantı bu kez partiyi kaybettirmiştir. Her halde de, demokrat, en yüzkarası bir bozgundan, savaşıma girdiği zaman ne kadar masum idiyse o kadar tertemiz olarak ve yeni bir inançla, kendisi ve partisi eski görüş açısını bırakacağı için değil de, tersine, koşullar ardından yetişeceği kadar olgunlaşacağı için mutlaka kazanacağı inancı ile çıkar.
Bunun içindir ki kırıp geçirilmiş, yere serilmiş ve yeni parlamento yönetmeliğinin aşağıladığı Montagne’ı fazla mutsuz sanmamalısınız. 13 Haziran, onun liderlerini başından uzaklaştırmış olsa da, bu yeni durumdan umuda kapılan daha düşük yeteneklere yer açıyordu. Parlamentodaki güçsüzlükleri artık kuşku götürmez olduğundan, artık, eylemlerini manevi hoşnutsuzluk, öfkelenme nöbetleri ve gürültülü beyanlarla sınırlandırmaya hak kazanmışlardı. Düzen partisi, onları, ne kadar devrimin son resmi temsilcileri olarak, anarşinin bütün dehşetinin cisimleşmesi olarak görüyormuş gibi yapsa da, onlar, gerçekte, gene de öylesine yavan ve öylesine ılımlı olabiliyorlardı. Ama 13 Haziran üzerine şu derin kıvırttırmayla kendi kendilerini avuttular: Hele genel oy sistemine dokunmaya bir cüret etsinler! O zaman gösteririz onlara kim olduğumuzu! Nous verrons![17*]
Yabancı ülkelere sığınan montanyarcılara gelince, burada şuna dikkati çekmek yeter: Ledru-Rollin, başında bulunduğu güçlü partiyi, onbeş günden kısa bir süre içinde ve geri getirme umudu kalmamacasına yıkmayı başardığı için, in partibus [98] bir Fransız hükümeti kurmanın kendisine düştüğüne inandı; uzakta, eylem alanının uzağında, devrimin düzeyi düştüğü ölçüde ve Resmi Fransa’nın resmi büyüklükleri gitgide küçüldükleri ölçüde bu partinin çehresi o kadar (sayfa 512) büyüyor gibi görünüyordu. Ulahlara ve öteki halklara, Avrupa kıtasının zorbalarını, gerek kendi müdahalesi ile ve gerekse müttefiklerinin müdahalesi ile tehdit ettiği aralıklı genelgeler göndererek 1852 için cumhuriyetçi bir talip gibi görünebilmişti. Proudhon, bu baylara Vous n’êtes que desblagueurs[18*] diye bağırdığı zaman, tamamen haksız mıydı?
13 Haziran günü, düzen partisi, yalnız Montagne’ı yıkmakla kalmamış, anayasayı Ulusal Meclisin çoğunluğunun kararlarına bağımlı kılmayı da başarmıştı. Cumhuriyeti şu şekilde kavrıyordu: parlamenter biçimlerde, egemenliğin, krallık döneminde olduğu gibi, yürütme gücünün vetosu ya da parlamentoyu dağıtma hakkı ile sınırlı olmaksızın parlamenter biçimlerde şimdiki burjuva egemenliği. Bu, Thiers’in dediği gibi parlamenter cumhuriyetti. Ama burjuvazi, 13 Haziranda, parlamento içinde salt egemenliğini güven altına aldıysa da, parlamentonun kendisini, en popüler kesimini atarak, yürütme gücü karşısında ve halk karşısında devasız bir zaafla yaralamıyor muydu? Herhangi başka bir merasime gerek görmeden, birçok milletvekilini, savcıların istemlerine teslim ederek, kendi parlamenter dokunulmazlığını yok ediyordu. Montagne’a uyguladığı aşağılayıcı yönetmelik, halkın herbir temsilcisini alçalttığı ölçüde, cumhurbaşkanını yükseltiyordu. Burjuvazi, anayasayı savunmak için girişilen ayaklanmayı, anarşist diye, toplumu altüst etmeyi amaçlayan bir eylem diye damgalamakla, yürütme gücü, kendisine karşın, anayasayı çiğnediği takdirde, başkaldırma çağrısı olanağını kendisi için de yasaklıyordu. Tarihin acı alayı öyle istedi ki, Bonaparte’ın emri üzerine Roma’yı topa tutan ve böylece 13 Haziran ayaklanmasının dolaysız nedeni olan general Oudinot, 2 Aralık 1851’de, düzen partisi tarafından, halka, ısrarla ve boş yere Bonaparte’a karşı anayasanın generali olarak sunuldu. 13 Haziranın bir başka kahramanı, yüksek maliyenin adamları olan bir ulusal muhafızlar çetesinin başında, demokrat gazetelerin yönetim merkezlerindeki kaba davranışlarından ötürü Ulusal Meclis kürsüsünden kutlanmış olan Vieyra, evet bu aynı, Vieyra, Bonarparte’ın komplosuna sokulmuştu ve Ulusal Meclisin (sayfa 513) son saati geldiğinde, onu, ulusal muhafızlardan gelecek her türlü koruyuculuktan yoksun bırakmakta çok büyük bir katkısı olmuştu.
13 Haziranın başka bir anlamı daha oldu. Montagne, meclisten Bonaparte’a karşı bir suçlama koparmak istemişti. Bu bakımdan, onun yenilgisi, Bonaparte’ın doğrudan bir zaferi, hasımları olan demokratlara karşı parlak bir kişisel başarısı oldu. Düzen partisi, zaferi ele geçirmek için dövüştü, Bonaparte ise parsayı topladı. İşte onun yaptığı bu. 14 Haziranda, Paris duvarları üzerinde bir bildiri görülüyordu, bu bildiride, Başkan, güya, elinde olmayarak, istemeye istemeye, ancak olayların zorlaması ile keşişlere özgü yalnızlığından çıkıyor ve o değeri bilinmemiş erdem, hasımlarının kara çalmalarından yakınıyordu ve kendi kişiliğini düzenin davası ile özdeşleştirir görünerek, daha doğrusu düzenin davasını kendi kişiliği ile özdeşleştiriyordu. Üstelik, Ulusal Meclis, iş işten geçtikten sonra da olsa, Roma seferini onayladıysa da, buna ilk girişen o, Bonaparte’ın kendisi idi. Büyükrahip Samuel’i Vatikan’a geri götürdükten sonra, Tuileries sarayına kral David olarak yerleşmeyi umabilirdi.[281] Papazları kazanmıştı.
13 Haziran ayaklanması, gördüğümüz gibi, sokaklarda barışçıl bir yürüyüş alayı olmaktan ileri gitmemişti. Demek ki, ona karşı kazanılacak askeri şeref ve zaferler yoktu. Şurası da daha az gerçek değildir: kahraman bakımından olduğu kadar olay bakımından da yoksul olan bu çağda, düzen partisi, bu kansız savaşı ikinci bir Austerlitz’e[282] çevirdi. Kürsü ve basın, orduyu, anarşinin güçsüzlüğünü temsil eden halk yığınlarına karşı düzenin gücü olarak kutladılar ve “toplumun kalesi” Changarnier’yi göklere çıkardılar. Sonunda Changamier’nin kendisinin bile inanmaya başladığı bir yutturmaca. Ama, el altından, şüpheli görünen birlikler Paris’ten uzaklaştırıldı, demokratlardan yana oy kullanan alaylar Fransa’dan Cezayire sürüldü, birliklerin elebaşıları disiplin bölüklerine yollandı. Son olarak da, basın kışladan, kışla da burjuva toplumundan sistemli olarak koparıldı.
İşte Fransız ulusal muhafızının tarihinin kesin dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. 1830’da, Restorasyonun devrilmesine karar veren oydu. Louis-Philippe zamanında, (sayfa 514) ulusal muhafızın nizami birliklerin yanında yer aldığı her ayaklanma yenilgiye uğradı. 1848 Şubat olayları sırasında ulusal muhafız ayaklanmaya karşı pasif ve Louis-Philippe’e karşı da kesin olmayan bir tutum aldığı zaman, Louis-Philippe kendini yenilmiş saydı. İşte böylece, devrimin, ulusal muhafız olmadan galip gelemeyeceği, ordunun da ulusal muhafıza karşı galip gelemeyeceği inancı kök saldı. Bu, ordunun, burjuvazinin sonsuz erkine olan temelsiz boş inancı idi. 1848 Haziran olayları sırasında tüm ulusal muhafızın ordu birliklerinin yardımı ile başkaldırmayı ezmesi, bu boş inanı kuvvetlendirmekten başka bir şey yapmamıştı. Bonaparte’ın iktidara gelişinden sonra, ulusal muhafız komutanlığı ile birinci askeri tümen komutanlığının, anayasaya aykırı olarak, Changarnier’nin şahsında birleştirilmesi sonucu, ulusal muhafızın etkinliği, bir bakıma, azaldı.
Ulusal muhafız komutanlığı, şimdi artık yüksek askeri komutanlığın basit bir sıfatı gibi göründüğünden, ulusal muhafız, artık askeri birliklerin eklentisinden başka bir şey değildi. En sonunda, 13 Haziranda parçalandı, yalnız, bu çağın başından beri Fransa’nın her yanında zaman zaman yinelenegelen kısmi dağılması sonucu değil, hiç bir iz, kırıntı bırakmamacasına dağıldı. 13 Haziran gösterisi her şeyden önce demokrat ulusal muhafızların bir gösterisiydi. Onlar orduya karşı, silahlarını değil, üniformalarını çevirmişlerdi. Oysa esas tılsım da, bu üniformadaydı işte. Ordu, bu üniformanın da tıpkı herhangi başka bir yün kumaş olduğuna kendini inandırabildi. Büyü bozulmuştu. 1848’in Haziran olaylarında burjuvazi ve küçük-burjuvazi, ulusal muhafız olarak proletaryaya karşı ordu ile birleşmişti. 13 Haziran 1849’da, burjuvazi, küçük-burjuva ulusal muhafızı dağıttı. 2 Aralık 1851’de, burjuva ulusal muhafız kendi kendini dağıtıyordu ve Bonaparte, iş olup bittikten sonra dağıtma kararnamesini imzalarken bir emri-vakiyi gerçeklemekten başka bir şey yapmış olmadı. Böylece, burjuvazi, küçük-burjuvazi, artık onun için bağımlı olmaktan çıkarak bir başkaldıran olduğu andan itibaren, orduya karşı da son silahını kendi eliyle parçalamıştı, nasıl ki, bizzat kendisi de mutlak hale gelir gelmez, mutlakiyete karşı savunma araçlarının tümünü, genel bir biçimde, kendi elleri ile yıkacaksa. (sayfa 515)
Bu arada, düzen partisi, tekrar bulmak üzere yalnızca 1848’de kaybetmiş göründüğü bir iktidarı, 1849’da, hiç bir sınır tanımazcasına yeniden ele geçirişini, cumhuriyete ve anayasaya söverek, kendi öz liderlerinin yaptıkları da dahil olmak üzere geçmiş, bugünkü gelecek bütün devrimleri lânetleyerek, ve basının ağzına kilit vuran, dernek kurma hakkını yokeden yasalar çıkararak, sıkıyönetimi düzenli, kurala uygun, temel bir kurum haline getirerek kutladı. Sonra, Ulusal Meclis, kendi yokluğu süresince görev görecek bir sürekli komisyon atadıktan sonra, ağustosun ortasından ekimin ortasına kadar tatile girdi. Bu tatil sırasında, meşruiyetçiler Ems ile, orleancılar Claremont ile dolaplar çevirdiler, aynı şeyi, Bonaparte, hükümdarvari gezilere çıkarak, il meclisleri de, anayasanın yeniden gözden geçirilmesini tartışarak yaptılar. Bunlar, Ulusal Meclisin tatil dönemlerinde düzenli olarak her zaman meydana gelen ara olaylardı ve ben bunlardan ancak birer “olay” oldukları zaman sözetmek niyetindeyim. Burada sadece şuna işaret edelim. Ulusal Meclis, uzun bir süre için sahneden kaybolmakla ve cumhuriyetin başında yalnız bir tek siluet, hem de Bonaparte’ınkinden daha da yürekler acısı bir siluet bırakmakla, siyasal olmayan bir davranışta bulunuyordu, oysa düzen partisi, halkı çileden çıkaran bir tutumla, içindeki ayrı ayrı kralcı öğelere ayrılıyor ve kendisini, krallığın yeniden canlandırılması konusundaki iç çekişmelere bırakıyordu. Bu tatiller sırasında, parlamentonun anlaşılmaz gürültüsü ne zaman kesilse ve parlamento ne zaman ülkeye dağılmak üzere ayrılsa, bu cumhuriyetin çehresini tamamlamak için yalnız bir tek şeyin eksik olduğu tartışma götürmez bir biçimde ortaya çıkar: parlamento tatillerini sürekli hale getirmek ve parlamentonun “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik!” sloganlarının yerine, açık seçik, belli anlamları olan “Piyade, Süvari, Topçu” terimlerini koymak.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments