Teatral bir dünyanın içinde yaşıyoruz. Sosyal bir varlık olarak insan toplumsal varlığını sürdürebilmek için düzen tarafından düzenlenmiş kimlik ve rollere uymak zorunluluğu içinde bin bir çeşit kişilik ve tiple yola devam ediyor. İçinde yaşadığımız kapitalist düzen insanı kendi çarklarını işletecek hakikatsiz sahte bir yapıya büründürüyor. Hayat içinde başarı olarak lanse edilen şey ise toplumsal sahnede en iyi oyunculuğu çıkarmak anlamına geliyor.
İnsanın kendini bulması demek en temelde ondan düzenin beklediği rolleri bir yana bırakabilme bilincini geliştirip ona giydirilmiş kostümlerden arınabilmesi anlamına geliyor. Bunun için düzen içi ideolojilerden sıyrılmak zorunluluğu var elbette. Sistemi besleyen, onu yeniden üreten ideolojiler insanı kendi gerçekliğinden daha fazla uzaklaştırdığı için yeni maske ve kostümlere büründürüyor insanı. Hayata sistemin dışında başka bir pencereden bakınca kavranan şey ilk planda oyun olgusu oluyor. Teatral bir dünya hakikati bastırıyor öncelikle. Hakikatin ne olduğuna falan değinmeden en yüzeysel planda bu oyunsuluğun, teatralliğin çıplak olarak gerçekleştiği siyasal alandan duruma bir bakalım.
Teatrallik en açık şekilde özellikle seçim zamanlarında kendini belli ediyor. Adayların oyunculuğu çoğu zaman gerçek tiyatroculara parmak ısırtan beceriler sergiliyor kanımca. Adayları televizyonlarda, diyaframdan aldıkları karizmatik sesleriyle bizlerden biri olduklarını hatırlatan vurguları izlemek yetiyor. Üniversiteler bitirmiş üst sınıflardan gelen bu insanlar danışmanlarından aldıkları öğütleri harfi harfine uygulamanın kitlenin gözünde kendilerini yücelteceğini biliyorlar. Seçim oyununun oyunculuğu önce kendini kostümlerden belli ediyor. Bazen kolları kıvrılmış salt beyaz gömlekle delikanlı tavırla poz vermeler. Bazen halktan olduğunu gösteren bir kostüm olarak hırka giyinmeler. Gidilen muhitin futbol takımının formasını giyinmeler. Zaman zaman kitlenin niteliğine göre takılıp çıkarılan kravat.
Seçim oyunculuğunun diğer bir öğesi ise ses. Delikanlılığı kimseye bırakmayan başbakan örneğinde olduğu gibi yüksek perdeden bas bas bağırarak dinleyicilere içindeki öfkeyi bulaştıran tarz epey yaygın. Bu tarzı kullananların, halkı akıl çağına ulaşamamış, çocukluk aşamasına saplanmış bir topluluk olarak tanımladıkları düşüncesindeyim. Sözler akla değil duygulara, dürtülere sesleniyor her zaman. Diğer yandan hüzünlü formda sunulan ve gözyaşlarının eşlik ettiği konuşma tarzı da izleyicilerin özellikle inançlı izleyicilerin tava getirilmesi için kullanılan genel bir oyunculuk tarzı. Bu konuda siyasetçilerin hocaları Gülen’den öğrenecekleri daha çok teknik var sanırım.
Jest ve mimiklerin kullanımı da önemli. Kimisi Hitler vârî kol hareketleriyle çırpınırcasına konuşuyor. Sanki kürsüye zincirlemişler de zincirlerini kırmak ister gibi. Kimi izleyicilere güven vermek isteği ile üzerinde çalıştığı el kol hareketlerini bir bir sergiliyor. Avuç içleri gösteriliyor, öfkeli ses tonuna eşlik eden elinin tersiyle itme hareketleri uyguluyor. Tüm bunlar olurken seçim oyuncusu mimiklerini konuşmanın akışına uygun olarak kâh kaşlar çatılı, kâh gözler gülümseyişten kısılı oyununu sürdürüyor. Seçim sürecinde oyuncular halka hep sevecen görünmek zorundalar. Bu yüzden el sıkışma ayinlerinde gülümseyiş eksik olmuyor adayın yüzünden. Güven verme olasılığını yükseltmek için tokalaşırken seçmenin elinin sıkı sıkı kavranması çok önemli.
Sözün özü, hakikati imajla, oyunculukla çarpıtan bu sahteliği aşmak için, gözlerin artık görmesi kulakların gerçeğin sesini duymayı öğrenmesi gerekiyor. Yalanla beslenen yoksul halk kendi açlığının, çilesinin gerçek müsebbiplerinin çılgınca alkışladıkları şaklabanlar olduğunu aklının gözleri ve kulaklarıyla gördüklerinde her şey daha farklı bir mecrada akmaya başlayacaktır. Aksi takdirde bu süren tragedyanın sonu bir türlü gelmeyecektir.