Şu sırada dünyayı ele geçirmek isteyenler var-güçleriyle çalışıyorlar. Belirli mezheplerce sürdürülen bu akıl almaz savaşa ben, yakından tanık oldum; hemen hemen otuz yıldır da bu savaşın uzaktan tanığıyım; yani 1915 yılının, bir ilkyaz gününden bu yana.
O gün, beni, iki mürit, Protestan kilisesinin önünde sırtımdan bıçaklamışlardı. On dokuz yaşındaydım. Madeleine Bulvarı’nın sonunda, eczanenin önünden geçiyordum ki ‘kötülükleri yüzlerine vurmuş iki adamın çevremde gezindiklerini gördüm; görür görmez de bu adamların beni vuracakları, içime doğdu. İkisini de tanımıyordum. İçlerinden biri bana gülümsedi, sanki şunu demek istiyordu: «Hayır,bizden korkmana gerek yok. Aradığımız sen değilsin.» Sonra yüzündeki anlam değişti; bana gülümseyen o yüz, bir hayvan maskesine dönüştü. Afalladım.
Bu yüzün, o adamın olduğuna inanamıyordum Ama yüzünün buruşmakta, bozulmakta olduğunu da görüyordum. Sanki birdenbire şöyle mırıldanmaya başlamıştı: «Kimim ben, ne istiyorum? Bu adam benim düşmanım değil; onu tanımıyorum, vurmayacağım. Böylece çekip gitti. Ben de yoluma devam edecektim ki arkamda havanın, yırtılıyormuşcasına sarsıldığını duyumsadım.
Aklıma gelen, şu oldu : «Bir pezevengin ruhudur, bu yırtılan.» Ama daha arkama dönmeden, bir bıçağın sırtımı yırttığını duydum; yüreğimin gerisine, omurgamın iki santim yakınına saplanmıştı. Arkamda bir bedenin yere düştüğünü duymama kalmadan, ben kendim yere devriliverdim, bir yandan da düşünüyordum son saatimin daha gelmediğini, kanımın akacağını, sonra duracağını. Bu düşünceyle yerden kalktım; korkunç acım, hafifliyordu. Yere serilmiş olan pezevenk, bana şöyle dedi: «Ben yapmadım. Dünyada hiçbir şey değmez seni vurmama. Seni tanıyorum, sen beni unuttuysan da; kim olduğunu biliyorum. Seni vurmamı istediler ama ben bundan kaçındım; gerçi bedenim, tümüyle kaçınamadı bundan, seni vurdu azıcık, çünkü birden denetimimi yitirmiştim; ama ruhum değildir seni vuran. Onu bedenimden kurtarmak için yere düştüm ben.»
Adama dedim ki : Beni vurmak isteyenin kim olduğunu biliyorum; bir melek o, sen değilsin. Bu çok eski bir öyküdür, tarihin derinliklerinden bu yana sürer gelir. Anlattıkça kendimi buluyordum bu unutulmuş cinayet öyküsünde; İsa’ nın bir şamar oğlanı haline getirildiği, Şeytanın da Tanrı’nın kutsayıcısı olduğu bu öyküde. Dedim ki: Bu öykü, bizi uzaklara götürüyor, daha bitmiş değil; beni Rodez sığınağına sürükleyen, bu serüvendir.
Burada, dünyanın bu en katolik katedralinin karanlığında kendimi, gözlerden gönüllerden ırak hissediyorum; gece gündüz, dinmeyen büyülü dalgalarını üzerime gönderen o dünyadan uzakta. Otuz yaşımdan beri, sırtımda bu bıçak yarasını taşıyorum; yarayı tazeleyip duran bu bıçak, sulara gömüyor adamı ki bedenîyle taşımakta yarasını, ruhuyla değil.
Sırtımdaki Bıçak Yarası | Yaşayan Mumya – Antonin Artaud