Cinsel konulara ilgi duyan bir yazar böylesi konuların irdelenmemesi gerektiğini düşünenler tarafından suçlanıp bunlar tarafından tedirgin edilme tehlikesiyle her zaman karşılaşabilir. Konuya olan ilgisi, konunun önemiyle tümden oransız olursa aşırı tutucu ve şehvet düşkünü kişilerin sansürüne uğrama tehlikesinden kurtulabileceği düşünülür. Bu görüş gene de sadece geleneksel ethikde değişikliği savunanlarca dikkate alınmaktadır. Orospuların rahat bırakılmaması için uğraşanlar ve yasalara sahip çıkanlar görûnüş de Beyaz Kadın Ticaretine karşıdırlar, fakat aslında bunlar istiyerek ve bilerek gerçekleştirilen evlilik dışı ilişkilere karşıdırlar. Kadınların kısa etek giyip, dudaklarını boyamalarına karşı çıkanların ve plajlarda açık saçık mayolar görürüm umuduyla dolananların hiçbirisi cinsel saplantıların kurbanları değillerdir. Ama bunlar daha fazla cinsel özgürlüğü savunan yazarlardan daha çok acı çekmektedirler.
Katı ahlak genellikle şehvet düşkünlüğüne bir tepkidir. Ve bunları dile getiren kişiler de bu edepsiz düşüncelerle doludurlar. Bu düşünceler cinsel içerik taşıdıkları için değil, ahlakın kişileri açık ve sağlıklı biçimde bu konuda düşünmeyi olanaksızlaştırdığı için terbiye dışıdır. Ben cinsel konulara kafayı takmanın kötülüğünde kiliseyle aynı görüşteyim, ama bu kötülükle mücadelede uyguladıkları yöntemlerde kiliseyle birleşmiyorum. St. Anthony dünyaya gelmiş geçmiş en şehvet düşkünü kişiden çok daha fazla kafayı sekse takmasıyla ünlüdür. Kimseyi darıltmamak için bu günlerden örnek vermiyorum. Seks yemek, içmek gibi doğal bir gereksinimdir. Oburlarla ayyaşları suçlarız çünkü yaşamda belli yeri olan herhangi bir ilgi kişinin duygu ve düşüncelerinde çok önemli bir yeri tutar.
Bunun yanında yediği mantık dahilindeki bir miktar yemekten duyulacak hazdan dolayı kimse suçlanamaz. Çilecilerin böyle davrandıkları gerçektir ve insanların yeme içmelerini ancak yaşamalarına yetebilecek düzeye indirmelerini savunmuşlardır. Bu düşünce günümüzde eskisi gibi yaygın değildir hatta unutulmuştur. Seksin hazzından kaçınmak istiyen Puritanlar sofra zevklerine kendilerinden öncekilerden daha fazla dalmışlardır. 17. yüzyılda Puritanizmi eleştirenler şöyle demektedirler:
«Keyifli geceler ve nefis yemekler mi istiyorsun?
Sofraya azizlerle otur, günahkârlarla gir yatağa.»
Puritanların insan doğasının bedensel yanını tümüyle bastırmakta başarılı olamadıklarmı göstermektedir bu durum. Seksten esirgediklerini boğazlarına vermektedirler. Oburluk katolik kilisesi tarafından yedi ölümcül günahtan biri olarak kabul edilmektedir. Dante oburları cehennemin en dibine atmıştır ama bir yanıyla da muğlak bir günahtır oburluk, zira hangi noktaya kadar yemenin hak olduğunu ve suçun hangi noktadan başladığını belirlemek zordur. Besleyici olmayan bir şey yemek günah mıdır? O halde yediğimiz her tuzlu bademle boyumuzca günaha batmaktayız. Bu görüşler bugün çağdışıdır. Obur birisini görür görmez tanır, onu pek sevimli bulmayız ama günahkâr olmakla pek az suçlarız. Buna rağmen yoksulluğun acısını çekmeyenler arasında yemeğe kafasını takana çok az rastlanır. Birçok kişi iki yemek arasında başka şeyler düşünürler. Çilecı felsefeye bağlananlar kendilerini yiyebilecekleri en az yemeğin dışındaki herşeyden yoksun bırakırlar, düşlerindeyse ziyafet sofraları, türlü türlü yemişler görürler. Balina yağı rejimi yapmak zorunda kalan Antartika kâşifleri Carlton’da yiyecekleri akşam yemeğinin planlarını yapmakla geçirirler günlerini.
Bu gerçekler göstermektedir ki eğer cinsiyetin bir saplantı olması istenmiyorsa ona Thebai rahiplerinin yiyeceğe baktığı gibi değil ahlakçıların yiyeceğe baktığı gibi bakmak gereklidir. Seks yemek içmek gibi doğal insan gereksinimlerinden biridir. İnsanoğlunun yemeden içmeden yaşayamıyacağı ama seks yapmadan yaşayabileceği bir gerçektir. Ama psikolojik olarak sekse duyulan istek, yemeğe içmeye olan isteğin tepkisidir. Bu istek karşılanmadığı zaman hızla büyür, karşılandığında ise bir süre yatışır. İstek dayanılmaz hale geldiğinde insanın kafasında cinsiyet dışındaki tüm dünya silinir. O anda dışta kalan tüm ilgiler yok olur ve daha sonra suçluluk duyulacak olan o andaki hareketlere delilik gözüyle bakılır. Bunun da ötesinde istek tıpkı yemek ve içmekte olduğu gibi, konulan yasaklarla daha da kabarır. Kahvaltıda önlerine konulan olgun elmaları yemeyip bahçeden ham elmaları çalan çocuklar tanırım. Amerika’da hali vakti yerinde olanlar arasındaki içki düşkünlüğünün yirmi yıl öncesinden çok daha yaygın olduğunu yadsıyacak hiç kimse yoktur. Aynı şekilde, Hıristiyan öğretisi ve Hıristiyan oteritesi cinsiyete olan ilgiyi kamçılamıştır. Geleneksel öğretinin sınırlarını aşan ilk kuşak, cinsel özgürlük sorununda görüşleri boş inançların olumlu ya da olumsuz etkisinde kalmamış kişilerden çok daha ileri giderler. Seks konusundaki saplantıları özgürlük dışında hiçbir şey engelleyemez. Özgürlükte bu etkisini cinsel sorunlara akıllıca yaklaşan bir eğitimle bütünleşip olağan bir hale gelmedikçe bunu başaramaz. Gene de gereksiz yere seksle uğraşmanın bela getireceğini bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Ama bu bela özellikle Amerika’da karşıtları gibi gördüklerinin yanlış olduklarına inanmaya hazır katı ahlakçılar arasında bir hayli yaygınlaşmıştır. Ufuklarını kendi istekleriyle ya doygunluk ya da inzivadan yana sınırlamış oburlar, şehvet düşkünleri ve çileciler kendi içlerine kapalı kişilerdir. Aklı ve sağlığı yerinde hiç kimse ilgi alanının merkezi kendi kendini yapmaz. Fırdolayı dünyaya bakıp kendisine ilgisini çekecek nesneler bulur. İçedönüklük bazılarının sardığı gibi ahlak dışı insanların doğal yapısı değildir. Bu hemen her zaman doğal içtepilere direnmeden kaynaklanan bir hastalıktır. Tıpkı yiyecek istif eden kişinin bir zamanlar yoksulluk çekmiş ya da aç kalmış olması gibi şehvet düşkünlüğü da cinsel haz düşüncesinin başarısızlığı üzerine oturmuş bir tür yoksunluktur. Sağlıklı, dışadönük erkek ve kadınlar doğal içtepilere direnilerek sağlanamaz, aksine içtepilerin eşit ve dengeli gelişmesi mutlu yaşam için temeldir.
Cinsiyete bakışımızda, yemek yemeğe bakışımızdan daha fazla ahlakilik ve kendi kendini sınırlama olmamalıdır. Yemeğe bakışımızda üç tür sınırlayıcı vardır, bunlar, yasalar, koşullar ve sağlıktır. Yiyecek çalmayı, ortak sofrada payımıza düşenden fazlasını almayı ve bizi hasta edecek kadar çok yemeyi yanlış buluruz. Cinsiyet söz konusu olduğunda benzer sınırlandırmalar temel alınmalıdır, fakat getirilen bu kısıtlamalar çok daha karmaşık ve çok daha fazla özdenetim gerektirir. Ayrıca herhangi bir insan bir diğerinin malı olamıyacağına göre, hırsızlığa koşut düşen edim zina değil zorla ırza geçmedir ki yasalarca kesinlikle yasaklanmalıdır. Sağlığa ilişkin doğan sorun fahişelerden söz ederken değindiğimiz zührevi hastalık kapmakla ilişkindir. Aslında ilacı bir yana koyarsak, bu beladan kurtulmanın en iyi yolu meslekten orospuların sayısını azaltmaktır ve böylece yarının büyükleri olacak olan gençler arasında özgürlüğün sınırlarının genişlemesinde bu azaltmanın olumlu katkısı olacaktır.
Kapsamlı bir cinsel ethik sekse sadece doğal bir açlık ve tehlike kaynağı olarak bakmaz. Bunların her ikisi de önemlidir ama cinsiyetin insan yaşamının en yüce yanlarına bağlı olduğunu unutmamak, çok daha önemlidir. Bu yüce yanlardan önde gelen üçü, duygusal aşk, evlilikte mutluluk ve sanattır. Sanatın cinsiyetten bağımsız bir şey olduğuna ilişkin savın savunucuları bugün dünkünden çok daha azdır. Açıkça ortadadır ki her türlü estetik yaratıcılığa yönelik içtepi psikolojik olarak karşı cinse duyulan isteği belirtmeye bağlıdır. Bunun doğrudan ve apaçık olması gerekmez.
Cinsel tepinin sanatsal ifadelere yol açabilmesi için bir dolu koşul gereklidir. Bir kere sanatsal yeteneğin olması gereklidir ama sanatsal yetenek veri bir ırkta bile bazen nadir bazen yaygın olarak ortaya çıkmaktadır. Doğuştan var olan yeteneğe karşıt bir çevre, sanatsal tepinin gelişmesinde önemli rol oynar. Özgürlüğün belli türü bulunmalıdır. Bu sanatçıyı ödüllendiren değil sanatçıyı estetik anlayış ve zevkten yoksun bir kişi haline getiren alışkanlıklar kazandıran zorlama ve yönlendirmelerin bulunmadığı bir özgürlüktür. II. Julius, Michelangelo’ya baskı yaparken sözünü ettiğimiz sanatçının gereksindiği özgürlükle hiçbir şekilde çatışmıyordu. Michelangelo’yu önemli kişi olarak kabul ettiği için ona müdahale ediyor, derecesi Papalığın altında olan herhangi bir yerden ona yönelik hiçbir karşı çıkışa izin vermiyordu. Gene de sanatçı zengin patron ya da kent yöneticilerinin önünde bel kırmaya zorlanıp onların estetik ölçütlerine uygun çalışırsa, sanatçı özgürlüğü yiter. Benzer biçimde eğer sanatçı toplumsal ve ekonomik korkularla çekilmez hale gelen evliliği sürdürmeye zorlanırsa sanatçı yaratıcılığının gereksindiği güç yok olur. Geleneksel olarak iffete düşkün toplumlar gelişkin bir sanat olayı üretemezler. İnsanlar İdaho’ da olduğu gibi kısırlaştırılmış olurlar. Günümüzde Amerika sanatsal değerlerini Avrupa’dan ithal etmektedir ama bu arada Avrupa’nın Amerikalılaşması daha henüz özgürlüklerin varlığını sürdürmesinden dolayı zencilere yönelmeyi zorunlu kılmaktadır. Sanatın en son yurdu Yukarı Kongo dolaylarında bir yer, burası da olmazsa Tibet’in yukarlan olacak gibi gözükmektedir. Fakat Amerika’da yabancı sanatçıların kaçınılmaz bir şekilde sanatsal yokoluşlarını hazırlıyan ölçüsüz ödüllendirme de nihai tükenişi daha fazla erteleyemiyecektir. Sanatın geçmişte yaşamanın tadı olmasından kaynaklanan yaygın bir yapısı vardı. Yaşamanın tadı olması aslında cinsiyete ilişkin belli bir kendiliğindenliğe dayanmasından gelmektedir. Cinsiyetin baskı altında tutulduğu yerlerde geriye sadece çalışmak kalmaktadır ve sadece çalışmak aşkına evliya gibi çalışmak, ortaya değeri olan hiçbir iş çıkartmaz. Tabii ki binlerinin Amerika’da gerçekleşen cinsel eylemlerin günlük istatistiki sınırlamasını yapmasından söz etmiyorum, bu eylemlerin kişi başına düşen tutarı tüm diğer ülkelerden çok daha fazla olabilir. Durumun gerçekten de böyle olup olmadığını bilmiyorum ve bunu hiçbir şekijde de yadsımaktan yana değilim. Geleneksel ahlakçıların en büyük hatalarından biri de daha kolayca hırpalayabilmek için cinsiyeti, cinsel eyleme indirgemeleridir. Eğer eyleme yönelten içtepi duyulursa, kur yapma, sevme ve arkadaşlık yeşerir. Bu doygunluk olmadan her an şahlanmaya hazır bir bedensel açlık söz konusuyken, düşünsel açlığı azaltmak mümkün değildir ve derin bir doygunluk elde etmek olanaksızdır. Sanatçıların gereksindikleri cinsel özgürlük herhangi bir kadınla bedensel ihtiyaçlarım karşılama değil sevebilme özgürlüğüdür ve herşeyden önce bu özgürlük gelenekçi ahlak çılarca kabul edilebilecek bir şey değildir. Eğer dünya Amerikalılaştırıldıktan sonra sanat yeniden canlanacaksa Amerika’nın da değişmesi zorunludur. Amerikalı ahlakçılarınsa daha az ahlaksız olmaları kısaca her ikisinin de cinsiyete daha fazla değer verip, neşeli olmayı banka hesabının önüne koymaları gerekecektir. Amerika’yı dolaşan birisine neşe eksikliği kadar hiçbir şey acı veremez. Mutluluk, o anı unutturan içki alemleri ve kendi kendinden geçmedir. Balkanlar’ da ya da Polonya’da her çalgı sesiyle dansa kalkanların torunları bugün, sandalyelerine yapıştırılmış gibi oturup, büyük bir ciddiyet, önem ve duyarsızlık içinde daktilo yazıp, telefonlara cevap vermektedirler. Akşamları içkiye ve farklı bir gürültüye sığınarak mutluluğu yakaladıklarını sanmaktadırlar. Oysa sadece insanoğlunun bedenine hizmet edip ruhunu köleleştirmekte kullanılan paranın kazanıldıkça kendini yeniden doğuruşunun umutsuz aynılığında çılgınca ama kırık dökük bir kayıtsızlık bulmaktalar.
İnsan yaşamında mükemmel ne varsa tümü cinsiyete bağlıdır demek istemiyorum. Ayrıca böyle birşeye de inanmamaktayım. Ben ne pratik ne kuramsal olarak bilimi ne de önemli toplumsal ve siyasal etkinlikleri cinsiyete bağlı olarak görmemekteyim. Yetişkinlerin yaşamındaki karmaşık isteklere yol açan içtepiler birkaç ana başlıkta toplanabilir. Kendilerini korumak için gerekli olanın dışında iktidar, cinsiyet ve ana-babalık insan yaşamındaki birçok derin kaynağı olarak ele alınabilir. Bu üçü içinde iktidar ilk başlayan ve en son bitendir. Küçükken iktidar gücüne çok az sahip olan çocuk daha fazlasını edinme peşinde koşar. Faaliyetlerinin büyük bir bölümü aslında bu istekden kaynaklanır. Bir diğer belirleyici istek de el üstünde tutulmaktır — övülme arzusu ve terk edilme ya da suçlanma korkusu —. Onu toplumsal kişi yapan ve ona toplum içinde yaşamak için erdemli olma gerekliliğini aşılayan bu gururdur. Her ne kadar kuramsal olarak ayrıştırılsa da gurur cinsiyetle sıkıca kaynaşmıştır. Buna rağmen iktidar tutkusunun cinsiyetle çok az bağlantısı vardır. Çocuğu derslerine çalıştırtıp, vücudunu geliştirmek için çabalamaya iten, gurur kadar iktidar tutkusudur da. Bana göre araştırma ve bilgi peşinde koşmaya iktidar tutkusunun bir parçası olarak bakılmalıdır. Buna göre biyolojinin bir kaç dalı ve psikoloji dışında bilmin cinsel duyguların etki alanı dışında olduğu kabul edilmelidir. İmparator II. Frederick artık yaşamadıgına göre bu görüş ister istemez bir varsayım olarak kalacaktır. Eğer bugün hayatta olsaydı hiç kuşkusuz seçkin bir matamatikçiyi ve başarılı bir besteciyi iğdiş ederek bunun onların yapıtları üzerindeki etkisini gözlemeye çalışırdı. Bence bu işlem matamatikçide hiçbir iz bırakmaz ama bestecinin üzerinde ciddi etkisi olacaktır. Bilgi peşinde koşmayı insan doğasının en önemli öğelerinden biri olarak ele aldığımızda, eğer yanılmıyorsak, son derece önemli bir faaliyet alanı cinsiyetin egemenliğinin dışında demektir.
Aynı zamanda iktidar, kelimenin geniş anlamıyla, birçok siyasal faaliyetin itici gücüdür. Büyük bir devlet adamının kamunun çıkarlarına kayıtsız kalabileceğini söylemek istemiyorum, tam tersine onda ana-babalık duygusunun son derece gelişmiş olduğu kanısındayım. Fakat aynı zamanda onda önemli ölçüde iktidar tutkusu yoksa siyasal girişimlerde başarılı olması için gerekli çalışmayı gösteremez. Devlet işleriyle uğraşan tanıdığım bir dolu üstün zekalı kişi önemli ölçüde hırslı olmadıkları sürece amaçlarını gerçekleştirmekte pek başarılı olamamışlardır. Abraham Lincoln oldukça zor koşullarda kendisine direnen iki inatçı senatöre karşı yaptığı konuşmaya «Ben ABD başkanıyım ve büyük yetkilerle donatılmışım,» diye başlayıp aynı sözlerle bitirmiştir. Bu gerçeği dile getirirken aldığı taddan kuşku duymak imkansız. İyi ya da kötü tüm siyasetlerde ekonomik güdüyle iktidar sevdası iki ana güçtür. Bence siyaseti Freud’un ilkeleriyle açıklama eğilimi yanlıştır.
Eğer söylediklerimiz gerçekse, sanatçıların dışındaki birçok büyük adam önemli faaliyetlerini cinsiyetle bağlantısı olmıyan bir güdüyle gerçekleştirmişlerdir. Eğer bu faaliyetler kazandıkları saygınlık içinde süregeleceklerse cinsiyetin insanın geri kalan duygusal ve coşkulu dünyasını karartmaması gereklidir. Dünyayı kavramak ve onu dönüştürmek ilerlemenin iki büyük motorudur ve bunlar olmadan bir toplum olduğu yerde sayar ya da gerisin geriye sürüklenir. Tümüyle mükemmelleşmiş bir mutluluk da bilimsel ve dönüştürücü içtepileri zayıflatır. Birçok insan yaşadığımız dünyanın sıkıntılarından soyut işlere sıvanarak kurtulmak istemektedir. Yeterli gücü olan bir adam için acı, değerli bir uyarıcı olabilir ve bence eğer tam anlamıyla mutlu olduğumuzda, daha fazla mutlu olmak için çaba harcamayız. Bu arada birilerinin insanları verimli kılmak için onlara acı vermeyi iş edinmelerini onaylamamaktayım. Acı insanların yüzde 99’unu tümüyle ezer geçer. Yüzde birindeyse insanlığın miras aldığı doğal şoklara inanmak gerekmektedir, ölüm var oldukça keder de var olacaktır. Ve keder var oldukça insanoğlunun işi, bunu nasıl değiştireceğini bilen pek az hevesliye rağmen kederi çoğaltmak değildir.
Evlilik ve Ahlak | Bertrand Russell