omcalarına döl verip yürüdüğüm
bağımın bahçemin gövermiş çeliği
dudak bükümüne tutulup saklandığım
günebakan : tek sırdaşım, gecem, çıplaklığım
savunmasız gençliğim. daha teri tuzu
kurumadan gövdelerimizin
nereye böyle ?
salkım söğütlerin yıllardır ruhuma fısıldadığı ezgi
başakların, bağların, kayaların arasından fışkıran
sevda : pekmeze, pestile, güneşe , toprağa dönüşen
şırası kıvamını bulmadan üzümlerinin
halkın kara kocaman kadim ayaklarından doğan şarap
dudağımda mayalanıp ermeden kıvamına
nereye böyle ?
sabaha kadar kapımda kişneyen taze kısrağın
rüzgarı yatışmadan, antik güğümler arasında gülümseyen
arsız kertenkelem bir freskten ötekine sıçrarken
yüzüğünü, bileziklerini, kolyesini düş kuyusuna düşürmüş
kibele, kara kılçık başaklar arasında nazlı gelinciğe
ibadetini tamama erdirmeden
nereye böyle ?
gece, hayaları burulmuş buhurdur bozlar dağlarda
tülü mayalar döner ihanet ateşiyle süsleyerek hörgüçlerini
karamuğa, oğlanotuna, devedişine, kuzukulağına, yarpuza mı
anlatayım, tuzlaya inen sürüyü mü boğazlayayım
bozkırda çalılara kevene kengere mi dalatayım yüreğimi
kanattığın yarayı yalayıp onarmadan
nereye böyle ?
sevda ki baş kahramanı, çoban aldatanı oymağımızın
pınar başında sekip oynayan alaca karanlığı şarkılarımızın
hayal ipliğiyle kirmenini eğiren şaman cırtsın yüzünü
çadırı başına yıkılsın, orta direği elinde kalsın göçebenin
yurtlanıp çoğalmaya vakti olmayanın konakladığı zamandın yar
sabah çiyi kurumadan memelerinde
nereye böyle ?
Fettah KÖLELİ