Konuşmanın gerisini bekledim, sustu.Sonra “kendini tanı” dedi aynı büyülü, etkileyici olmaya çalışan ses.
“iyi de, neden?” dedim. “Kendini tanıma çabasının amacı ne?”
Soruma şaşırmış gibi,bön bön baktı. ” eee.. senden başka hiç birşey yok, dolayısıyla kendini tanıyamazsan, bomboş yaşayıp gideceksin”
Dünyanın kendisi gerçek değil miydi yani. Kendini tanıma, dünyayı tanıma amacı için bir araçtan başka bir şey olamazdı bence. İnsanı kendi içine gömen; gözlerini kendi içine çevirip o karanlığı herşey olarak gösteren bu çarpık anlayış sinir bozucuydu.
“Hiç birşey yok mu gerçekten. O halde Allah aşkına sen kimsin ve neden kendi dışındaki bir yokluğa laf atlaymaya çalışıyorsun.”
Bu sözüme sinirlenmişe benziyordu. Hemen saatine baktı. “Kusura bakma bir yere yetişmem gerek, gitmeliyim, hoşçakal” deyip gitti.
Sanırım hiç kimse ona soru sormamıştı bu güne kadar. Reddettiği ve yokluk olarak var kıldığı şeyden ses çıkması onu öfkelendirmişti.Ben ise bir yandan ölesiye gülmek isterken, diğer yandan insanların bu ipe sapa gelmez fikirlerine inanacak kadar aptallaşmalarına ölesiye üzülüyordum.