Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeMaurice BLANCHOTKendini tüketme uğruna kendini yenileyen anlatılar... | M.Blanchot biyografisi - Christophe Bident

Kendini tüketme uğruna kendini yenileyen anlatılar… | M.Blanchot biyografisi – Christophe Bident

Hâkim ve sıradışı, işte Maurice Blanchot’nun edebi, kritik ve felsefi yapıtının 20. yy. boyunca sahip olduğu yer. Bu dev ve önemli yapıt en coşkulu hayranlıklara ve en şüpheci yermelere sebebiyet verdi. Samimi ve şaşırtıcı bir dünyada, keskin bir dil, derli toplu bir lirizm, her defasında kendini tüketme uğruna kendini yenileyen olay örgüsüyle anlatılar, zor rastlanılan bir ilgi alanı sundu, ötekine karşı duyulan ezeli bir ahlaki samimiyetin alanı: belleğine karşı, diline, nefes alıp verişine, boğulmasına, hassasiyetine, sırrına. Kritik yapıtları yüzlerce kitabı yorumladı, birkaç klasikten neredeyse tüm çağdaşlarına kadar; kendisinden önce gelen büyük yazar ve filozoflarla (Nietzcshe, Hegel, Heidegger, Hölderlin, Mallarmé, Valery, Rilke, Kafka, Sade, Lautréamont, Artaud…)

ve kendisine eşlik edenlerle (Char, Paulan, Sartre, Leiris, Klosowski, Laporte, Foucault, Derrida, Nancy, Duras, Mascolo, des Forêts…) giriştiği sonu gelmeyen bir diyalog içerisinde, kendisine has bir edebiyat yaklaşımı ve kavramsal sözlüğü yonttu. Maurice Blanchot bu diyaloğa birkaç isim de verdi: bitmeyen görüşme veya dostluk , ve artık ismi onlardan ayrı geçmeyen ona en yakın yazarlar Emmanuel Levinas, Georges Bataille ve Robert Antelme ile olan bu dostluğunun içinde felsefi yapıtını ördü. Felaketin ötesinde, komünist ideolojilerin ve toplumsal mitolojilerin yıkımının berisinde, komünoter düşüncenin zorunluluğunu ve gerekliliğini, mesela ilkin “itiraf edilmemiş birliği”, “birliksiz birliği” savunabilen felsefesini.

Bu yapıtı yaşamı boyunca gizli saklı kalmış olsa da, hiçbir tanıklık, fotoğraf, röportaj kabul etmeden, örnek bir şekilde kişiliğini tüm medyalaştırmadan arındırarak ve Mallarmé’den miras “Yazarın biyografi olmaz” düşüncesini benimsemeye çalışarak Blanchot bunu kendisi istedi. Bu sayede bizi yazarın olabilirliği ve meşruiyeti üzerine düşünmeye çağırır; üstelik ideolojiler, yazılar, kopukluklar ve tarihsel mutlak(Auschwitz) üzerine hem canlı hem mesafeli bakışını paylaşır bizimle. Kökeninden başka bir kopukluğu olmayan bir bakışla (gazeteci kalemiyle, Blanchot 30’lu yıllarda aşırı sağ için militanlık yapmıştı) ve aşırı sola dahil olarak, “Öyle düşün ve hareket et ki, Auschwitz bir daha asla tekrarlanmasın” siyasi düsturuyla reddettiği bu kökenle, düşüncenin nasıl sadece özden kaçışta ve edebiyatın da, Fransız edebiyatından farklı olarak, tüm reaksiyonlar unutulduğunda süregeldiğini anlatır.

Fransız bir gençlik

Maurice Blanchot, 22 Eylül 1907’de, Burgonya’nın Quain köyünde, toprak sahibi zengin ve koyu katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Edebiyat birikiminin tohumlarını, büyük ailelerin çocuk eğitmeni babasının yanında attı. Felsefe ve Almanca eğitimi aldığı Strasbourg Üniversitesi’nde 1923’e doğru, Litvanya’dan gelen musevi bir öğrenci ile yıkılmayan bir arkadaşlık kurdu: Emmanuel Levinas. Blanchot Levinas’ı fransız edebiyatına (sürrealizmden uzak: Proust ve Valery ile); Levinas da Blanchot’yu Alman Felsefesine başlatır (fenomenoloji ve Heidegger).

1929’da Blanchot Paris’e gider. Sorbonne’da kuşkucular üzerine bir tez savunur ve Saint-Anne’da tıp eğitimine başlar. Ancak onu Üniversite’den çok gazetecilik ilgilendirir. Aşırı sağa ait birçok gazete ve dergide adı geçer: daha çok siyasi, bazen de edebi katkılar. Thierry Maulnier yönetimindeki Fransız Hareketi’nden ayrılan gençlerle zaman geçirir. Anti-kapitalizm, anti-parlamentarizm, anti-komünizm, tinselcilik ve klasisizm vazgeçilmez sözcükleri olur. Anti-almancılık ve dolayısıyla anti-hitlerciliği de ekleyebiliriz: Blanchot aynı zamanda nazi ihtilaslarını ele vermeye hazır milliyetçi musevilerin de arasındaydı. 1933’den itibaren, arkadaşı Paul Lévy tarafından yönetilen Le Rempart gazetesinde, Musevilerin çalışma kamplarına ilk götürülüşlerine isyan eder.

Hem kişisel (bir arkadaşının ölümü, gittikçe kötüleşen sağlık durumu) hem de tarihsel nedenler (Munich’ten Vichy’e milli bozgunculuk) onu, 1938 ve 1940 arasında, yavaş yavaş milliyetçi hareketten uzaklaştırır. Savaşın, Georges Bataille ile tanışmasının ve Direniş ile yakınlaşmasının da elbette bunda payı var. Haziran 1944’te, idam mangasından bir mucize eseri kurtulması, doğduğu evin duvarında, ona hayatta kalmış olduğu hissiyatını bırakır (sonradan “artık ölüm anım hep duruşmada” yazacaktır). Ve edebiyatın verdiği güçle, ölümün en uç yüzüyle gözgöze geldiği zamanlarda yazdığı ve kurduğu yazını sayesinde, kimliksel mitlerin iç çöküntüsüyle ilişkisini keser: “Yazmak yazmak sorusu olarak, soru ki içinde yazı var ve onun içinde de soru var, artık sana “olan”la bir bağ kurdurtamıyor- en başta gelenek, düzen, kesinlik, gerçek, her türlü köksalma olarak anlaşılan şey- bir gün dünyanın geçmişinden aldığın.”

Edebiyattan kopuş

1933’ten itibaren, Maurice Blanchot bir roman yazmaya başlamıştı, Thomas l’obscur (Karanlık Thomas), ve birkaç verimsiz denemeden sonra (birkaç elyazmasını yakar), sonunda 1940’ta bitirir. Roman 1941’de, peşinden de hemen bir ikincisi, Aminadab yayımlanır. Birkaç gençlik kusurunu ele verse de, mesela Giraudoux ve Kafka’nın etkisi bariz olsa da, eleştirmenler Blanchot’yu Yeni Fransız Edebiyatının birinci sıralarına yerleştirir. Sonra da “yeni roman”a yakındır derler; ama o kendini hiçbir ekole ait bulmaz. Romanda ve anlatıda (bu iki akımın ayrı olduğunun üstünde durur), yeraltında ve hükümdar, az okunan ama seçkince tanınan, kendi yolunu izler. Le Très-Haut’nun (1948, Yücelerin Yücesi) da ait olduğu ilk kurmacalardan itibaren, daha kısa, daha az referanslı anlatılara geçer, daha çok sözün/konuşmanın yoğun ve anonim biçimine önem verir. L’arrêt de Mort’dan (1948, Ölüm Hükmü) L’attente l’oubli (1962, Bekleyiş Unutuş) ve L’entretien infini’ye (1965, Sonsuz Söyleşi) kadar, bir tutkulu, bir erotik, bir dost canlısı, bir hayalperest, bir fantastik olan iki veya üç kişinin karşılaşmasına eşlik ederiz. Tutkunun veya kaybolmanın sınırında erkek ve kadınların arasında, Blanchot hala aralarında kalabilenlerin izini sürer, bu aldatıcı ve herkesin başkasında mutlak bir kaynak, tanrısal bir mutluluk ve indirgenemez bir sır bulduğu andan yola çıkarak.

Aşırı teatral olan Blanchot’nun yazısı birkaç sakat ve patlayıcı olaya yoğunlaşır; bu olayların vücutlarımızda ve bilincimizde nasıl yayıldığına ve bunları hala anlatabilmenin, anlatmak istemenin yarattığı meydan okumaya. Empédocle dergisinde 1949’da yayımlanan kısa kurmacası La folie du jour (Günün deliliği) ile Blanchot Auschwitz’den sonra anlatının olabilirliği sorusunu sormuştu. “Bir anlatı mı? Yok anlatı hayır, bir daha asla” diye bitirir. Yazılmak artık sadece silinmekle olabilir: özelin teşhirinin doğurduğu en az utanılan noktaya duyulan saygıda. Eleştirel yapıtlarında da buna nötr adını verir. Edebiyatın bu yıkılmaz tarafsızlığı (nötrlüğü), her okura kabına sığmayan bölüm ve itiraf beklentisini sorgulatır – edebiyat beklentisini.

Edebi alan

İlk eleştiri (kritik) kitabı 1943’de çıkar: Faux Pas (Gaf) yazarını anında genç eleştirmenler arasında en umut vereni mertebesine yükseltir. Kurtuluştan sonra Blanchot en prestijli dergilerde yazar: L’Arche, Critique, les Temps Modernes ve 1953’te yeniden basımından beri La Nouvelle Nouvelle Revue Française. Romanları ve anlatılarından ziyade, büyük kitaplar için değişiklik yaptığı bu yazılar ismini dünyaya tanıtır: la Part du Feu (1949), L’Espace littéraire (1955, Yazınsal Uzam/Alan), Le livre à venir (1959, Gelecek Kitap), L’entretien infini (1969, Sonsuz Söyleşi), L’Amitié (1971, Arkadaşlık). Blanchot yine de asla anlatısal ve eleştirel yazıyı birbirinden ayırmaz. Bir anlatıdan bir denemeye aynı cümleler dolaşır (Artaud üzerine bir yazıda örneğin, Dernier Homme’un (Son İnsan) son sayfalarında). Eleştirel denemelerine yayılan çabalar da her şeyden önce, sürekli yeni ve hep daha fazla titiz yazı biçimleri arayan, yorulmak bilmeyen bir yazarın çabalarıdır. Bu araştırma eleştirel düşünceye devrimci bir yol açar (Blanchot’yu her hafta NNRF’te okuyan Barthes, Deleuze, Bataille, Derrida, Foucault, Sollers de bunu bilir ve söylerler). Yazarlarla yaşadığı çok kişisel bir meditasyon ona hareket verir. Blanchot ölmenin ve yazmanın başka bir zamanında kişiliği tarafsızlaştıran (nötrleştiren) deneyimlere ilgi duyar, “bitmeyen ve durmayan”. Bizi yazarın güzergâhını Orpheus olarak okumaya davet eder. Yapıtın tüketen ama hiç tükenmeyen yönünü hayal eder, o hiç ulaşılmamış, gecenin kalbinden hep aşırılmış, “öteki gece”nin, artık “varlığın gizlenmesi”ne açık yazarın uykusuzluğunu misafir eden gece, çünkü işte o zaman ona kayboluşun özü, varlığın dibinde varlığın yokluğu, zamanın başlagıcının da evveliyatı, dilin daha sadece bir fısıldama, şiirin özüne hep daha fazla yakın duran hızlı ve kesintisiz bir düzyazı olan kökeni belirir.

Siyaset ve toplum

1958’de, Eze köyünde on yıllık emeklilikten sonra, Paris’e geri döner. Bu dönüş sağlam ve esnemez aşırı sol yandaşlığının meşru başlangıcı olur, Bataille (1962’de ölür) ve (bu harekata katılmayan) Levinas’tan sonra en yakın arkadaşlarının eşliğinde: Robert ve Monique Antelme, Marguerite Duras, Louis René des Forêts, Maurice Nado, Elio ve Ginetta Vittorini. Asıl tüm bu başkoymaları gerçekten başlatan Dionys Mascolo ortaklığında, 1958’de de Gaulle darbesine karşı, 1960’ta Cezayir savaşına karşı (daha çok “121 manifestosu” olarak bilinen Déclaration sur le droit à l’insoumission dans la geurre d’Algérie (Cezayir savaşında boyun eğmeme hakkı üzerine açıklama) sının da baş yazarıydı), 1968’de de Yazar-Öğrenci Komitesi için yazdı. Aynı arkadaşlarla bir Revue Internationale çıkartmak için uzun seneler harcar. Derginin ana bölümü “Şeylerin gidişatı” anonim tutulan yazarladan parçalar sunmak ister. Her düşüncenin bir komşu düşünce tarafından ayıklandığı ve ayrıştırıldığı komünoter bir dergi. Bu projenin 1962’de başarısızlığı Blanchot’yu yıkar.

1968’den sonra, aşırı solun Filistin yanlılığı konusunda fikir anlaşmazlığı, peşine yeni ve acımasız bir hastalığın gelişi Blanchot’yu kamudan uzaklaştırır. Fragmanter (parçalı) ve felsefi yazın zamanıdır. Pas au dela ve L’Ecriture de Désastre’ı (Felaket Yazısı), La communauté inavouable (İtiraf Edilemeyen Cemaat/Birliktelik) ve arkadaşlarının yazıları ve düşünceleri üzerine kitapçıklar izler: Celan, Foucault, des Forêts, Mascolo. Sınırlarına dek zorlanmış, parça parça yazma gerekliliği kendi namına tüm dil etkilerini dışarı iter. Tüm merkezi otoriter duruştan vazgeçişi onaylar. Yazıyı aslında başka şeye meyilli bir harekete emanet eder; bilgiyi bilgi-olmayana; düşünceyi Tarih’in mutlak olayını koruma yeri olan depreme yani Soykırıma emanet eder. Yıkımın düşüncesidir. “Düşünmek, yıkımı art niyet olarak adlandırmaktır (çağırmaktır).”

Sonuçta düşüncenin, bugün bile olabilirliğini göstermek ister Blanchot. Nihilizmsiz, tüm bilinciyle, daha önce Georges Bataille’a 1962’de bir mektubunda yazdığı gibi: “Gerçek ve insan geleceği üzerine söylenenleri sadece “mutlak” bir umutsuzluk zemini üzerinde kabul etmeye hazırım.”

Fransızca Aslından Çeviren: Atakan Karakış

Not: Bu yazı, Monokl’un 2007 Temmuz’unda çıkan 3. sayısında yayımlanmıştır. Kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur…

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments