Evrimin balıklarla kara hayvanları arasındaki geçişi sağlayan ara halkası bulundu. Su hayvanlarının kara hayvanlarına dönüşmesinin tedrici bir örneğini oluşturan 375 milyon yaşındaki Tiktaalik‘in fosili Kanada’ya bağlı Kuzey Kutbu’ndan 970 km. uzaklıktaki Ellesmere Adası’nda bulundu.
Tiktaalik’in bulunduğu bölge o zaman bugünkünden bambaşka özellikler taşıyordu. Bölge ekvatorun üzerine oturan bir kara kütlesinin parçasıydı. Subtropik bir iklime sahip olan bölgede Tiktaalik’in yaşam alanını küçük dereler oluşturuyordu.
Sürüngenler ile kuşlar arasındaki ara geçişi oluşturan Archaeopteryx ise daha önceden bulunmuştu.
Önce sığ sularda yaşamaya başlayan balıklar evrimin ilerlemesi ile karaya çıktılar. Gövde uzunluğu 2.75 metreyi bulan ve başı timsah başını andıran Tiktaalik, keskin dişli bir yırtıcıydı. Kafası, ensesi ve kaburgaları ile bir kara hayvanının özelliklerini barındıran Tiktaalik, çenesi, yüzgeçleri ve pulları ile balık özellikleri taşıyor. Tiktaalik’in yüzgeçlerinde kara hayvanlarının kollarının ilkel kemikleriyle benzeşen kemikler bulunuyor. Bu durum yüzgeçlerin uzuvlara dönüşmesine ışık tutuyor.
Bilim insanlarına göre Tiktaalik’in evriminde, balıklarda solungaç kısmını kapatan ve solungaç mekanizmasına yardımcı olan bir dizi kemiği kaybetmesi önemli bir rol oynadı. Tiktaalik baş ve omuz kısmındaki bir dizi kemiği yitirerek bir ense kazandı. Ve böylece başını daha kolay kaldırarak havayı solumaya başladı. Ki bilim insanları Tiktaalik’in sahip olduğu esnek ve güçlü uzuvları, kafasını sudan çıkarıp nefes almasına bağlıyorlar.
İlk yaşam formlarından yüksek karmaşık yapılara doğru gidişte gerçekleşen sembiyogenetik bütünleşmeler, çelişkili birliktelikler (bir aradalıklar) her ikisini de içerir-ikisi de olmayan yeni bir üst niteliğin ortaya çıkması biçiminde gerçekleşmektedir. Çevre koşullarıyla da sürekli bir etkileşim söz konusudur ki, bir aradalığı ve daha üst bir uyum sağlayabilmek için gelişme zorunluluğunu ortaya çıkaran bir etken de budur. Bununla birlikte, basit organizmalardan yüksek canlı yapılara doğru evrimin düz bir mutasyon süreci olmayacağı anlaşılır. Yaşamın yeryüzündeki gelişiminde çok önemli bir yenilik olan çekirdekli hücrenin oluşumu, oksijen soluma, organellerin oluşumu, en karmaşığı insan olan yüksek organizmalara doğru gelişen evrimin önceki kilit önemdeki sıçrama basamaklarıdır. Eğer çelişkili birliktelikler içerisindeki karşılıklı etkileşimler ve bunlardan yeni bir niteliksel düzeyin doğuşu olmasaydı, gelişkin karmaşık organizmalara sahip canlı yapılar da ortaya çıkmazdı.
Evrim Kuramı
Darwin, değişimin mekanizmasını açığa çıkartıp doğal evrim sürecine açıklık kazandırdı. Türlerin milyarlarca yıl içerisinde tek hücreli basit organizmalardan başlayarak insan da dahil olmak üzere hayvansal yaşamın en karmaşık formlarına doğru nasıl gelişip değiştiğinin bilinmesini sağladı. Onunla insan, kendi doğal tarihinin bilgisine de sahip olabildi.
Darwin’in bulguları çağı itibarıyla sarsıcı, katkısı devrimciydi. Dogmatizme, metafiziksel düşünüşe, her türden idealizme etkili bir darbe indiriyor, doğabilimsel düzeyde felsefi materyalizmi doğrulayıp güçlendiriyor, henüz biçimlenmekte olan tarihi materyalizm teorisine, Marks’ın deyişiyle “doğal bir bilimsel temel” sağlıyordu.
Çeşitli türlerin ve insanın tarihsel evrimine ilişkin bulgular, dinsel görüşü (dünyanın/evrenin 5 bin yıllık bir tarihi olduğunu ve tüm canlıların bugünkü durumlarıyla 7 gün içerisinde yaratıldıklarını ileri süren Yaratılış teorisini) çökertti. Tür oluşumları ve geçişler, türsel çeşitlenme, değişim; kaba ayrımlar ve sınırlandırmaların yanlışlığını gösterdi. Yeni türlerin oluşumu, çeşitlenme, basitten karmaşığa doğru oluşan gelişim, canlı varlıkları sabit, değişmez ve bir kerede yaratılmış olarak niteleyen metafizik yaklaşımın yanlışlığını ortaya çıkarttığı gibi, koşullara uyum sağlayabilme zorunluluğu içerisinde ilerleme ve değişimin varlığını, evrim sürecindeki diyalektiğini de göstermektedir.
Doğa, ancak materyalist bir temelde anlaşılabilir ve doğadaki hareketin şekli diyalektiktir. Evrim kuramıyla bir kez daha doğrulanmıştır bu.
Bununla birlikte evrim kuramı, fizyolojik süreçlerin gözlemi ve jeolojik kayıtların incelenmesine, ampirik bir sınırlılık ve akıl yürütmeye dayanmaktaydı. Güçlü bulgularına karşın, doğal seleksiyonun yorumlanışında yanlış çıkarsamaları da içermekteydi. Evrim sürecindeki sıçrama ve kopuşları, bunlara yol açan, etkide bulunan farklı etkenleri görebilmeyen, değişimi sadece niceliksellikle açıklayan-bundan dolayı, evrimsel gelişimin kimi halkalarını yerleştiremiyor- sınırlı ve eksik bir teoridir. Darwin’in kuramı, evrimin tarihsel sürecinin diyalektiğe uygun eksiksiz bir tablosunu vermez, evrimin açıklanışında bir başlangıç kuramı niteliğindedir.
Doğal seleksiyon teorisi, türlerin daha iyi uyum sağlayabilmek için gelişim gösterdiklerini açıklıyor, yeni türlerin nasıl oluştuklarını açıklamakta ise yetersiz kalıyordu. Bunun için evrime niteliksel bir bakış gerekmektedir. Engels, “ardı arkası kesilmeyen sonsuz küçük değişikliklerin oluşturduğu özdeşlik içerisindeki farklılaşma”ya, bunun sonucu yeni bir türün oluşumuna işaret eder. Plehanov da, “evrimde bir nitelikten bir başka niteliğe geçişin de nicel değişimler kadar özsel olduğunu, her niteliksel geçişin tedricilikteki bir kesikliği temsil ettiğini” söyler. Son bulgu, evrimsel gelişmedeki kritik bir halkanın somut kanıtı olması yönüyle anlam taşımaktadır. Niceliksel birikimle kopuş ve sıçramalarıyla niteliksel geçişlerin birliğini bir kez daha ispatlamaktadır.
Darwin’in kuramı, yanlış çıkarımları da içerisinde barındıran, fizyolojik gözlem ve jeolojik fosil kayıtlarının sınırlı bilgisine dayanıyordu. Doğru felsefi bakış ve yöntemin bulunmayışı tek yanlı ve yanlış çıkarımlara, bulguların ortaya koyduklarının dahi doğru ve açık ifadelerle belirtilmemesine, eksik nitelemelere kaynak oluşturuyordu. Bilimlerdeki (biyoloji, kimya, botanik, zooloji, fizyoloji, evren bilim…) birbirini bütünleyen bir dizi gelişme, geçişlere ve ayrıntılara hakim olabilme olanağını kazandıran alt bilim dallarının ortaya çıkmış oluşu, evrimi, başlangıç noktasına doğru götürme ve daha geniş bir temele yerleştirme olanağını sunmaktadır. Evrim sürecini, özgül evreleri ve çeşitli yönleriyle inceleme, aralarındaki bağıntıları kurma ve birleştirme olanağına sahibiz. Ve bunlar için pek çok bulgu bulunmaktadır. Kuşkusuz böylesi geniş bir tarihsellik içerisinde bu bağıntıları ve bütünlüğü doğru (eklektik olmayan) kurabilmek için, bağıntılar bilimi olan diyalektik yöntemi uygulamak, değişimi diyalektikle açıklamak zorunludur.
Evrim sürecindeki değişim ve farklılaşmaları, sadece tedrici bir gelişimle açıklayan Darwin’in kuramının zaafını, materyalist diyalektiğe paralel bir açıklamayla aşan kuramı bu noktadan geliştiren Kesintili Dengeler Kuramı‘dır. (1972) Stephan Joy Gould ve Niles Eldredge, evrim kuramının tedriciliğine alternatif bir açıklama getirdiler. S. J. Gould, “yaşamın tarihi bir gelişim sürekliliği değildir, tersine kısa ve kimi zaman jeolojik açıdan ani, kitlesel tükeniş ve bunu takip eden çeşitlenme dönemleriyle kesiklikler gösteren bir tarihtir…” demektedir. 1972’de ileri sürülen Kesintili Dengeler Kuramı’na göre, yeni türler, Darwin’in söylediği gibi milyonlarca yılda ağır ağır gelişmiyor, daha çok hızlı atlamalarla birkaç bin yıllık kısa sürelerde gerçekleşiyor. Bu değişmeyi organizmanın ufak değişiklikler geçirdiği uzun dengeleme dönemleri izliyor.
Değişimin mekanizmalarına açıklık kazandırılarak doğal evrim sürecinin açıklanışı, insanın kendi doğal tarihsel sürecinin bilgisini de içeren büyük bir keşifti. Değişim sürecinde niteliksel geçişler ve bu geçişlerde rol oynayan etkenlerin açıklanışı ise, yeni türlerin ortaya çıkışına açıklık kazandırdı. Evrim kuramı, kuramsal düzeyde ileriye taşındı. Evrimin biyolojik-genetiksel düzeyden açıklanışı ise, kuramın daha ileriye taşınıp derinleşmesidir.
Evrimi başlangıç noktasına doğru götürerek, evrim kuramını daha geniş ve sağlam bir temele yerleştirebiliriz. Bu bize mikrokozmik bir bakış ve evrim sürecini bakteriyel yaşamdan itibaren inceleyebilme olanağını sağlar. Gezegenimizin katı bir madde halini alışı, atmosferde oksijenin çoğalması, denizlerin oluşumu gibi canlı yaşamı olanaklı hale getiren koşullarının ortaya çıkmasından başlanılabileceği gibi öncesinden, güneş sisteminin oluşumu ya da evrende bulunan ve sonrasında canlı yaşamı olanaklı kılan C, O, H, N gibi gazlardan da başlanabilir.
Canlı yaşam, başlangıçtan itibaren olmadığına göre, inorganik doğadan organik doğaya geçişin açıklanması (evrimin daha zor fakat yanıtı meçhul olmayan sorusu budur kuşkusuz) sonraki canlı yaşamın gelişim süreçlerini açıklamayı kolaylaştırır. Bir bakıma tüm giz buradadır. (Nitekim bugün gidilebilen komşu gezegenlerde de aranılan buz kütlesi ve yüzey altında ilk yaşam belirtisi olabilecek bir parça yosun değil mi?)
Gezegenimizde canlı yaşamın olanaklı hale gelinceye dek olan sürecini bir aşama olarak kabul edersek, canlı yaşamın ilk ortaya çıkışından bu yana geçen 3.5 milyar yıllık süreç de sonraki aşamayı oluşturur. Ki ilk canlı yaşamın sularda başladığını bilmekteyiz. Bu tarihsel evrim de bize, önceki inorganik/organik doğanın iç ilişki ve gelişimine, kökenlerine ilişkin bir fikir ve ipucu vermektedir.
Organik doğanın iç evrimi, hücre yapıları üzerine bulgular, genetik bilgilerimiz bitki ve hayvan yapıları arasındaki benzerlikleri, daha ötesi birisinin varlığının/oluşunun diğerinin varlık nedeni olduğunu, organik ve inorganik doğanın bir ekosistemler bütünlüğünü oluşturduğunu göstermektedir. “Birinin atığı diğerinin besinidir.”
Gezegenimizin varoluşundan itibaren evrimin tarihsel sürecine baktığımızda inorganik, organik doğa ve organik yaşamın iç ilişkilerinde karşılıklı bağımlılığı doğrudan ve dolayımlı nedensellikleri ve bunların oluşturduğu bütünselliği buluruz. Türlerin arasında ve hatta tür içerisindeki mücadele, birbirine duyulan ihtiyaç ve uyum, her bir türün doğa dengeleri içerisinde varlığı koruma ve sürdürme çabası bu bütünlüğün parçaları olarak vardırlar. Malthus’un görüşünün doğaya uygulanması, sosyal Darwinizm vb. yanlışlığı da böylelikle görülebilir.
Doğaya ekosistemler ve ortak yaşam bütünlüğü içerisinde bakış, gerek tüm bitki ve hayvan türleriyle organik yaşamın, gerekse organik inorganik doğa ilişkisinin daha bütünsel, daha doğru ve eksiksiz bir kavranışına ulaştırmaktadır bizi. Biz bu sayede genetik düzeyde kanıtlanmış olarak bitki ve hayvanlar arasında benzerlikleri görebiliyor, daha önemlisi birisi olmadan diğerinin de olmayacağı karşılıklı bağımlılık ilişkisinin zorunluluğunu biliyoruz. Dahası, havadaki gazlar, topraktaki mineraller, su ile bitki ve hayvan (insan) yaşamının nasıl bir çevrimsel ilişki içerisinde olduğunu, inorganik organik doğa ilişkisini -dolayısıyla yaşam gibi ölümün de doğal olduğunu- görmekteyiz. Diyalektik bir hareket, geçişlilik ve dönemler içerisinde…
Mücadele ve karşılıklı bağımlılık içerisinde varolma, bunu başarmakta zorlanan kimi türler ve tür içi ayıklanmalara yol açsa da çevrimsel bir süreklilik ve onun içerisinde de yaşamın basitten karmaşığa doğru gelişimini de görürüz -ki bakteriyel yaşamdan karmaşık gelişkin canlı yapılara doğru gelişimde ortak yaşar bakteriler, çekirdekli hücre ve organellerin oluşumu tarihin başlangıcını oluşturan ilk kilometre taşlarından itibaren evrimsel sürecin mükemmele doğru olan sürekliliğini de gösterir.
Evrim sürecinin, bakteriyel yaşamdan itibaren açıklanışı, ilkel basit bir canlı yaşamdan yüksek düzeyde organizma oluşumlarına uzanan milyarlarca yıllık sürecin açıklanabilir oluşu, maymundan insana geçişin açıklanmasını da bir hayli basitleştirip kolaylaştırır. Canlı yaşamın evriminin üç milyar yıllık sürecinde insan, nihayetinde diğer memeli türlerinden beyinsel evrim ve farklılaşma ile ayrılmaktadır. İnsanın ortaya çıkışı doğaya ve kendi koşullarına (tarihsel sürecine) bilinçli etkin müdahale edebilme olanağıyla evrim tarihinin en önemli sıçramasıdır.
Evrim sürecine, başlangıçtan itibaren tüm aşamaları bilinerek ve ekosistemler ve ortak yaşarlık ilişkileri içerisinde bakılması, evrim tarihinin daha iyi bilinir ve anlaşılır olmasını sağladığı gibi daha bütünsel ve ileri bir doğa/evren tasarımı kurmamızı ve kendimizin de bir parçası olduğumuz bu bütünle bilinçli ve etkin bir ilişki kurabilmemizi olanaklı kılar.
375 milyon yıl önce ve sonra: Tarih ileriye doğru akıyor
375 milyon önce tarihin ileriye doğru akışında çok önemli bir basamağı oluşturan Tiktaalik bu misyonunu milyonlarca yıl sonra bugün de sürdürüyor. Tiktaalik milyonlarca yıl sonra bugün idealizm bulamacını insanlara boca eden emperyalist kapitalizme diyalektik materyalizmin tokadını bir kez daha indiriyor.
Emperyalist kapitalizm küreselleşme saldırısının felsefi ayağı olarak diyalektik ve tarihsel materyalizme savaş açmış ve ortalığı belirlenemezlik ve belirsizlik döküntüleriyle doldurmuştu. Postmodernizm bulamacında “hit”leştirilen bu idealist saldırıyla, sınıflar ve sınıf mücadeleleri, proletaryanın kurtuluş ideolojisi, ulusal özgürlük savaşımları, demokratik kurtuluşçu savaşımlar, sendikal mücadelelere varıncaya kadar yadsınıp paralize edilmeye çalışılırken; farklılık, çeşitlilik, bireysellik, ötekinin hakları, bir tek doğru olmayabileceği, kişiye doğru değişen gerçeklik ve benzerleri ile sözde bireysel haklara dayalı, “sivil toplumcu” yerel inisiyatiflerle yürütülen, değiştirici dönüştürücü bir müdahalenin olmadığı bayağı reformist perakendeci bir demokrasi ve demokrasi anlayışı ileri sürüldü.
Sosyalizmin kaçınılmazlığı, perdelenmek istenen budur. Tarihin ileriye doğru gelişiminde kendi yokluğunu gören bir sınıfın nafile çabası, liberal kapitalizmin ebediliğini ilan eden “tarihin sonu” tezi olsun, “tarihselcilik” eleştirileri olsun, post-modernistlerin tarihi döngüsel bir harekete indirgeme çabaları olsun, burjuva felsefesi alanında tüm çaba, birleşme noktası, tarihin ileriye doğru hareketini durdurmak, bugünde dondurmaktan ibarettir. Diğer deyişle işçi sınıfını, emekçi insanlığı geleceksiz, umutsuz bugüne mahkum ve köle olarak bırakmaktır. Nafile çaba!
kaynak: ufukcizgisi