“İdeoloji” kavramı, siyasi çalışmaların ortaya koyduğu bir gerçeği; yönetenlerin belli bir duruma kendi çıkarları için kuvvetlice bağlanıp hakimiyetlerini altüst edecek bazı gelişmeleri göremeyecek kadar fikir bulanıklığına düşmeleri gerçeğini yansıtır. Diğer bir deyişle “İdeoloji” kelimesinde, belli durumlarda, belli grupların kolektif şuurlarının toplumun içinde bulunduğu gerçek durumu hem kendisi için, hem de diğerleri için adeta bir sis perdesine bürüdüğünü ima ettiren bir mana gizlidir.
Öte taraftan ÜTOPYA kavramı ise aynı siyasi kavganın diğer yönünü yansıtmaktadır. Baskı altında olan belli gruplar, toplumun o andaki durumunun tahrip edilmesi veya değiştirilmesi düşüncesini öylesine bir fikri sabit haline getirirler ki, çok hatalı olarak o durumun sadece menfi olan taraflarını görürler. Bunların düşünme kabiliyetleri, toplumun o durumunu sıhhatli ve doğru olarak teşhis edecek vasıfta değildir. Zaten mevcut olan durumla ilgilenmekten ziyade, o olmasını arzu ettikleri mevcudun zıddı durumla doludurlar. Düşünceleri, hastalığın teşhisi değil, eylemin işaretidir. Ütopik zihniyette kolektif şuursuzluk, eylem hırsı ve ümitli arzularla yönlendirildiği için realitenin, gerçeğin büyük bir kısmını gizlemeye çalışır.Bu sebeple, inancını sarsacak ve değiştirme arzusunu köstekleyecek her şeye sırtını döner.
Bir zihniyet, bir düşünce şekli, eğer içinde yaşadığı gerçek durum ile bağdaşmıyorsa yani ona ters düşüyorsa, o zihniyet ve düşünce şekli ütopiktir.Bu bağdaşamama veya ters düşmeyi şuradan da anlıyoruz ki, böyle bir zihniyet, ne düşünce olarak, ne tecrübe olarak, ne de pratik olarak gerçek durumlarda mevcut olmayan şeylerle, muhalle uğraşmaktadır. Yalnız, mevcut durumla ters düşen veya onu aşan her zihniyeti, ütopik (hayalci) olarak nitelendirmemek gerekir. Sadece gerçekleri bir yana iten ve belli bir zaman kesitindeki düzeni ya kısmen, ya da bütünüyle gerçekleri kaale almadan sarsmak, yıkamak eğilimine yönelen düşünceleri ütopik kabul ediyoruz.
Ütopya (hayal) kavramını, bu şekilde “gerçekleri” göz ardı eden ve mevcut düzenin bağlarını koparmaya çalışan düşünce şekli olarak sınırlamakla, onu ideolojik zihniyet, yani ideolojik düşünme şeklinden ayırmış olmaktayız. Bir kimse, gerçeklere yabancı olan düşüncelere ve mevcut varlığı aşan eğilimlere yöneldiği halde, yine de sürüp gitmekte olan düzenin devamlılığını koruma endişesini taşıyabilir.Böylesine uyumsuz bir eğilim, eğer mevcut düzenin temellerini sarsmayı da ihtiva ederse, işte o zaman ütopik (hayalci) olur.
Tarihteki her dönem, mevcut düzeni aşan fikirlere şahit olmuştur. Ama bunlar, ütopya olarak görülmemişlerdir. Bu fikirler daha ziyade, dönemin dünya görüşüyle bütünleşmiş, düzenin uygun ideolojileri olarak telakki edilebilirler (çünkü bu fikirler ihtilalci vasıflar taşımamışlardır). Nitekim bütün ortaçağ boyunca, ruhbanların ve feodallerin teşkilatı olan düzende yaratılmak istenen cennetler için hep toplum dışında mekanlar aranmış, tarihi realitenin dışına taşan böyle bir tutum ihtilalci özellikleri tamamıyla yumuşattığı için ortaçağ toplumunun bir parçası olarak, toplum içinde sürüp gitmiştir. Ne zaman toplum içindeki bazı gruplar bu arzularını hareket ve davranışlarına mesnet edinip, gerçekleştirme eylemine koyuldular; o zaman ideolojileri ütopyaya dönüşmüş oldu.