Yirminci yüzyıl yakında sona eriyor. Siyasal, toplumsal, ekonomik ve teknolojik konulara değin birçok eleştiriler, özetler, incelemeler söylenecek. Bu yazıda kendi kendime şunu sordum: Bu yüzyılda Batı felsefesinde neler oldu? Bizim yüzyılımızda özgün çevreler ortaya çıkarmış felsefe hakkında hangi sonucu çıkarabiliriz. Eğer, Hegel’in yapağı felsefe tanımı- felsefe, düşüncede yakalanmış zamandır- doğruysa, bizler, yirminci yüzyıl insamnca hangi düşüncelerin kavranıldığını sormalıyız. Bu genel ama karmaşık olarak benim yaklaşımım bakışçılık anlamında olacak. Çağımızda üretilmiş 20. yüzyıl felsefesi bakışaçılannı anlatmaya çalışacağım. Gelecek nesillerin 20. yüzyıl Batı felsefesinin basanlarını nasıl yargılayacakları belirsiz-ama şimdi bizler, en azından, 20. yüzyıl özgün felsefi bakışaçılannın dış hatlarını belirleyebiliriz.
FELSEFİ BAKIŞ AÇILARININ BELİRLENMESİ
Batı dünyasındaki 20. yüzyıl felsefi ediniminin bütün alanını tararken, ondört bakışaçısı belirleyebiliyorum. Bunları sıralayayım ve herbirinin köklerini ve savunucularını belirleyeyelim.
1- Yorumsamacılık – Modern yorumsamacılığın kökleri, Almanya’da Protestan
tanrıbilimince resmen başlatılmış olan încil metinlerinin eleştirilerine kadar gerilere gider. Titiz dilbilim metinleri eleştirileriyle özdeşleştirilen isim, çağdaş Alman felsefesi uğraşanlannca hâlâ Almanca Plato çevirileri kullanılıyor olan Friedrich Schleirmacher’dir. Yorumsamacılığın mesajı açıktı: Hristiyan Protestan bakışaçısı içinde, încil metinlerinin tanrısal kelimeleri kavramak için doğrudan yorumlanması. Almanya’daki felsefi çevreler, bu tanrıbilimsel ince eleştirileri dinsel olmayan metinlerin bağımsız bir yorumunun hizmetine dönüştürdüler. Yazınsal bütünlük, belgeleme, tarihsel kayıt araştırması ve doğru bir dipnot aracı düşüncesi bu güçlü yazınsal eleştirinin sonucu oldu. Yüzyılımızdaki yorumsamacı bakışı geliştiren Hans-Georg Gadamer’den başkası değildi. Gadamer’in temel savı şuydu: Bir metini anlayabilmek için dilin sınırlarına başvurmak gerekir. Asıl yazarın metindeki mesajını kendisinden daha iyi anlamak- yorumsamacı döngüsellik diye adlandırılan- ondokuzuncu yüzyıl yorumsamacılığının klişeleşmiş sözüydü.
Gadamerci yorumsamacılık biçimi, dil içinde dünyanın kavranılmasının bir yöntemi olarak, metin anlamının varlıkbilimsel yapısına ulaşmayı amaçlar. Bu program, 1960’da yayınlanmış olan Wahrheit und Methode (Doğruluk ve Yöntem) adlı klasik çalışmasıyla Gadamer tarafından oluşturulmuştur.
2- Pragmatikler – Pragmatizm ve kökleri, amaçları ve istekleri en yanlış anlaşılmış olan felsefi bakış açısıdır. Bu özellikle de kurucusu Charles S. Peirce’m yorumlamış olduğu Amerikan pragmatizmi için doğrudur. Peirce’ın görüşünden pragmatizm, ya da daha sonraları onun pragmatisizm diye adlandırdığı bir kuramsal düşünce içinde saklı kılgısal sonuçları çözmeye çabalayan felsefi bir yöntemdir. Peirce’ın görüşünde, bir düşüncenin sonuçlan, eyleme yönelik önceden tasarlanmış düşüncenin bir parçasıdır.
Bu anlamda, kuram ve kılgı, bir sürekli bilinçlilik akışı içinde birbirlerine bağlanmışlardır. İkinci sözcük (kılgı), William James tarafından düşünülmüştür- onun pragmatizmi, daha bir kılgısal yönlendirilmiş tutumdu. Doğruluk, yaparken ortaya çıkan şeydir. Pragmatizmin basitleştirilmiş bu doğruluk kuramı, birçok Avrupalı yorumculan pragmatizmin gerçek doğası konusunda yanlışa sürüklemiştir. Pragmatik anlamının en üst düzeyi, önceden tasarlanmış bir düşüncenin gelecek anlamında kuramsal kavranışında yatar. Peirce’a göre, bir düşünceyi düşünürsem onun geleceğini de düşünürüm, yani onun sonuçlarını da. Kuşkusuz, pragmatik görüş eski kuram-kılgı tartışmasına katkıda bulunmuştur ve deneyim düşüncemizi zenginleştirmiştir. Pragmatizm, klasik İngiliz görgücülerin ortaya attığı asıl görgücü duyu-deneyim düşüncesini yaymışlardır. Peirce’ın pragmatizminin katkısı yirminci yüzyıldaki bilim felsefesi tartışmalarında, özellikle Karl Popper, Paul Feyeraband ve Thomas S.Kuhn’un çalışmalarında görülebilir. Peirce’ın temel görüşü, 1935’de Charles Hartshorue ve Paul Weiss tarafından ilk kez derlenmiş olan Toplu Eserler’de yayınlanmıştır.
3- Marksçılık – Bir ideoloji olan Marksizm yerine, yüzyılımızda etki yapmış bir özgün felsefi bakışaçısını Marksçılık diye belirtiyorum. Marx’in anamalcı üretim biçiminin başlangıç aşamasının çözümlemesi sanayi insanının doğasına önemli anlayışlar sağladı. Ruhbilim ve din, yabancılaşma ve sınıfsız bir toplumun kiliyastik görüşü anlamında oyundaydılar. Marx, kuram-kılgı tartışmasına önemli savlar sağlamasına karşın özdekçi bilgikuramı onu insanın özsel doğasını- yani temel bir psişik, özgün yaratık- görmesinden alıkoydu.
Toplumcu ilhamı almış ekonomik sistemlerin çöküşü, özdekçi bilgikuramının çöküşünü kanıtlıyor. Ama, yabancılaşma paradoksunu içeren Marksçı sanayi insanı -özgün bir yaratık olarak- değerlendirmesi, sınıfsız toplumda dinselvari bir kurtuluşu,ararken, sanayi Zeitgeist’ı deyimlerine ulaşmakta cesur bir çabaydı. Yirminci yüzyıl Batı felsefesinde hâlâ başvurulan temel belge, 1932’de Herbert Marcuse’un ortaya çıkardığı “1844 Paris elyazmaları”dır. Ne yazık ki, o dönemde Stalinizm iyi yerleşmişti ve Marksçı projenin temel çöküşü onunla olmuştu.
4- Çözümleyiciler – Çözümleyiciler deyimini, Viyana’da, özellikle de Ludwig Wittgenstein’in Tractatus-Logico-Philosophicus adlı önceki çalışmasından ötürü ilk başlangıcı olan çözümleyici felsefenin değişik okullarını özetlemek için kullanıyorum. Daha sonraki gelişmeler, Gilbert Ryle ve J.L.Austin’i etkilemiş olan Wittgenstein’in sonraki çalışması Felsefi Araştirmalar’a dayanıyor. Bu tür felsefe, Oxford’da ve daha sonra da A.B.D.’de önemli felsefe bölümlerinde yaşatıldı.
Çözümleyici felsefe, ingilizce konuşan çevrelerde uzun bir zaman etkin felsefi bakış olmasına rağmen, hiçbir zaman Fransız ve Alman çevrelerde gerçek anlamda etkin olamadı. Çözümleyici felsefe Amerikan Üniversiteleri’nde ve Britanya’da önemli bir düşüş içerisinde. Bunun nedenlerinden biri, savlarını genişletmesi ve günümüz dilbiliminin deneysel araştırmaları içine el uzatmasıdır. Gerçi zamanla felsefi yöneliş, Noam Chomsky’e dayanan dönüşümsel dilbilgisi kuramı ve Eric Lenneberg’in bio-dilbilgisi çalışmalarının bayatlaştırdığı çağdaş dilbilim, açık bir biçimde Wittgenstein-Austin-Searle Okulu’nun dil çözümleyicilerinin ötesine geçti.
Çözümleyicilerin başat bakışaçısı şunu söylüyor: Dil gerçekliğin aynasıdır, bu nedenle, önermeleri ve onlardaki mantıksal koşulları çözümleyerek dünyadaki olgulara değin bazı doru sonuçlara varabiliriz. Kesin dil çözümlemeleriyle, çözümleyici felsefeciler, felsefeyi bir bilime dönüştürebileceklerine inandılar. Söylemek gereksiz, bazı dilbilimci çözümlemeler dil ve dünya arasındaki ilişki konusunda bilinçliliğimizi belirginleştirmelerine karşın, bütünüyle akademik olan ve artık insanın gerçek gereksinimleriyle ilgili olarak görülmeyen çözümleyici felsefe bir “sinir bozucu” – felsefe olarak sonuçlandı. Çok özel bir felsefeydi ve bundan ötürü de üniversite çevrelerine döndü. Modern çözümleyici felsefenin öyküsü birçok biçimde bize insan türünün tarihten öğrenme yeteneğinin olmadığını söylüyor. Latin Ortaçağ Batısı’nda kathedral okullarında yürütülmüş Latin Skolastizmi örneğinin çözümleyici felsefe hayranlarına bir uyarı olması gerekirdi. Felsefe yalnızca dil ötesi dil ve yalnızca formal terimlerle uğraşsaydı, ‘tekhne’ye dönüşürdü -yani teknik işçiliğe, öngörüsü olmayan teknik işçiliği gibi mantıkçılar için birşeye.
Böylece, modern çözümleyiciliğin bakışaçısı yararlı ama modern dünyayı anlamamamızda sınırlı oldu. Gelecekteki tarih kitaplarında çözümleyici felsefecilerden şöyle sözedecekler: Onlar doğruluk değerine varmak için teknikler araştırırken dünya imgesizlikten öldü ve akademik felsefe tarafından farkedilmedi- neredeydiler erdem arayışındaki erkekler ve kadınlar?
5- Görgünbilim – “Görgünbilimsel” diye adlandırılan bakışaçısı yirminci yüzyılda Edmund Husserl tarafından Mantıksal Araştırmalarda bir yöntem olarak tanıtıldı. Hegel’in Görüngübilim’i ile Husserl’in bu terimi kullanışının aynı olmadığını unutmamamız gerekir. Hegel’e göre, tinin görüngübilimi, dünya tarihi sahnesinde bilincin görgül gelişmesi anlamına geliyor-Geist(tin) bu gelişmenin ürünüdür.
Husserl’de, görüngübiliminin asıl amacı psikolojizmin üstesinden gelmekti ve bununla da araştırmanın nesnesini, yönelimliliğin tam tanımı düzeyine indirgemekti. Husserl’in bakışaçısı açıkça, yöntembilimsel olarak, onun kafasındaki düşünceyle, felsefeyi Wissenschaft’a dönüştürmeyi tasarlıyordu. Husserlci eldeki durumların (Almancası Sachverhalt) görüngübilimsel betimlemesi yöntemi büyük başarı kazandı, belirgin olarak Kıta Avrupası’nda, özellikle de Max Scheler ve Martin Heidegger’in önceki çalışmalarında. Hatta, Jean Paul Sartre ve Emmanuel Levinas Husserl’in yöntemlerinden etkilenmişler ve bununla Fransız entellektüel yaşamında taze tohumlar ekilmiştir.
Yine,çözümleyici felsefe durumunda olduğu gibi, görüngübilim, yöntemi yöntembilimsel
koşullarda dünyadaki nesnelerin gerçekliğini yakalamak konusunda ileri sürüyor. Peter
Strawson’un, çözümleyici felsefenin ve görüngübilimsel kesinliğin en saf içgüdülerini
ifade eden görkemli bir çalışma olan Individuals’a değinmeliyim. Gerçekte bu çalışma, altbaşlığında da olduğu gibi, bir betimsel metafizik. Ama mutlak doğruluk savları olmayan bir metafizik.
6- Varoluşçuluk – Varoluşçuluk, yöntemle ilgilenmemiş, insan varlığının gerçek varoluşunun tözüyle ilgilenmiş Batı felsefesi bakışaçılarının çokazından biridir. Bu bakışaçısı İkinci Dünya savaşı’ndan sonra Varlık ve Hiçlik yapıtıyla Jean Paul Sartre tarafından ileri sürüldü. Ayrıca Albert Camus’nun edebiyat çalışmaları, belirgin olarak Sisyphos Söyleni çalışmasıyla varoluşçu bakış geliştirildi, zamanla Karl Jaspers,haklı bir biçimde bir varoluşçu olarak gösterildi, ama Heidegger öyle değildi. Varoluşçuluğun temel bakışaçısı “varoluşun özü öncelediği” tutumunu ifade eder. Buradaki düşünce, gerçek görgül dünyadaki ‘Existenz’i kavramak için felsefe doğrudan sosyo-ekonomik-politik yaşamı içermelidir. Bütün Batı bakışaçıları içinde varoluşçuluk tutumu, yirminci yüzyılda Batı insanının en dünyevi bakışıdır.
7- Olguculuk/Atomcu – Kuşkusuz, çözümleyici felsefe bir yana, olguculuk Batı düşüncesinde, Comte tarafından başlangıcından ve ondokuzuncu-yinninci yüzyıl dönümünde Viyana Okulu’ndan beri büyük bir etkiye sahip oldu. Göriingübilime denk düzeyde, olguculuk bir program ileri sürer. Bu, felsefeyi bir doğa-matematik bilimine dönüştürmeyi isteyenlerin bilimsellik kaygılarıyla ortaktı. Olguculuğun temel öğretisi,Hans Reinhenbach ve Rudolf Carnap gibi insanlar tarafından metafizik önermelerin anlamsız olduğu biçiminde ifade edildi. Çünkü bu önermeler kesin bilimsel işlemler ve yöntemlerce belirlenen koşullarda doğrulanamazdı. Yalnızca doğrulanabilir önermeler anlamlı olarak nitelenebilirdi. Bu bakışaçısının atası Ernst Mach olmuştu. Ancak bu tür olguculuğun daha mantıkçı vurgusu kaynağını Alman matematikçisi Gottlob Frege’de buldu. Frege, kendisi Büyük Britanya ve Amerika’da birçok kuşağı etkilemiş ve “Mantıkçı Atomculuk” diye adlandırdığı felsefi bakışı geliştirmiş olan Bertrand Russell tarafından keşfedildi. “Mantıkçı Olguculuk” ve “Mantıkçı Atomculuk” olarak adlandırılanlar arasındaki belirgin ayrım, birincisi olgusal bilginin doğruluğunu şüphe götürmeksizin oluşturan bir doğrulama sürecinin bilimsel işleyişine önem verirken ikincisi mantıksal yapı ve Platonik formlar anlamında atomik (bölünemez) önermelerin formu üzerine Önem verir. Bu nedenden ötürü diyebiliriz ki olgucular bakışaçılamun izlerini Aristotie’da bulabilirler, atomcular ve Bertrand Russell’sa açıkça bakışaçılarında Platonik izlere sahiptir. “Bilim felsefesi” diye adlandırılan akademik alan Viyanah Karl Popper ve sonralan Paul Feyerabend tarafından geliştirilmiştir. Amerikalı bilim tarihçisi Thomas S.Kuhn ise aslında özgün olgucu programın bir reforumcusudur.
8- Anglo-Metafîzik Görüş – Bu bakışaçısı, ingiliz matematikçisi ve sonradan filozofluğa dönen Alfred North Whitehead, arkeolog, tarihçi ve tarih felsefecisi R.G. Collingwood ve daha azda olsa, aslen Avustralyalı olan Manchester’da ders veren Samuel Alexander tarafından ortaya atılmıştır. Bu üç filozof, felsefeyi, metafiziğin bir çağın,kuşağın ya da bir paradigmanın öndayanaklarının felsefi araştırması olduğu bakışaçısını yerleştirmeye çabalayan bir metafizik olarak ortaya koydular. Genel olarak söylenirse,bu bakışaçısı felsefî çevreden uzak bir tutum olarak kaldı. Çünkü bu ingiliz filozoflarının birçok öğrencisi Birinci Dünya Savaşı’nda Flauders’de kanlı çatışmalarda öldü.
Ama Whitehead’in Süreç ve Gerçeklik, Alexanderen Uzay, Zaman ve Tanrı (Hem 1927 hem de 1918-19 Gifford Dersleri) ve Collingwood’un Metafizik, Tarih Düşüncesi, Doğa Düşüncesi ve Sanatın tikeleri ciddi okumayı hak eden birinci sınıf metafizik çalışmaları. Bu üç düşünür, doğrudan akademik felsefe üzerinde olmasa da, tarihçiler, arkeologlar, biologlar ve çevrebilimciler ve protestan tanrıbilimi üzerinde etki kazandılar.
9- Kıta Avrupası – Varlıkbilimsel Görüş – Bu bakışaçısı Martin Heidegger’in büyük çalışması Sein und Zeit (Varlık ve Zaman) da en iyi şekilde özetlenmiştir. Kuşkusuz Batı felsefecilerinin çoğunluğu Heidegger ve onun çalışmasının, yalnızca yirminci yüzyılda değil felsefede büyük bir basan sunduğunda anlaşıyorlar. Birçok çalışma, Kant, Hegel ve Nietzsche ile yanyana Heidegger’e değiniyor. Ancak, “Heideggerci Bakışaçısı”nı Avrupa’da Japonya’da, Latin Amerika’da özellikle başat yapan şey nedir? Aynca yavaş yavaş İngilizce konuşan felsefi topluluklarda Heidegger modern felsefe için büyük bir program geliştirmiş olarak kabul ediliyor.
Heidegger’in bakışaçısı birkaç tümcede söylenecek kadar kolay değil, ancak ben Heidegger’ci mesajı özet olarak iletmeye çalışacağım.
a) Heidegger, hocası Husserl’in görüngübilimsel yöntemini insanlığın felsefi sorununun gerçek doğasını, varlığı, açmak (ya da açığa çıkarmak) için kullanıyor.
b) Heidegger, Batı metafiziğinin, Aristotle’ın ifade ettiği biçimiyle, felsefenin gerçek sorununu kaçırdığını ileri sürüyor. Aristotle Metafizik’de birçok biçimde, yani töz ve kategoriler içinde, herkesin kendi sınıflandınlması anlamında ifade edilmiş olan varlıktan sözediyor. Heidegger, Aristotle’ın gerçekte hiçbir zaman Varlık’a ulaşmadığını ama yalnızca da metafiziği Varlık ötesi Varlık’a ilgilenen alan olarak arduvazla kaplamadığını ileri sürüyor.
c) Heidegger, eski metafiziğin yıkımı olarak adlandırdığı karşıt bir program sunar. Varlığın içine doğru temel görüşleri yeniden kazanmak için, Presokratiklerin-Anaximander, Thaies, Heraclitus, Parmenides orijinal düşüncelerine başvurmalıydık. Onların felsefi düşünüşlerinde olan ve bu “düşünüş”ten Seinsfrage diye adlandırılan şey elegeçirilmeliydi ve yayılmalıydı. Heidegger, bunu 1927’de yayınlanan Varlık ve Zaman adlı ünlü kitabında tam olarak yaptığı şey olarak gösteriyor.
d) Yirminci yüzyılda insanlığın temel konumuna dair Hedigeger’in öyküsü nedir? insan dünyaya fırlatılmıştır- kendini sürgünde bulur- ve köklerine, kendi varlığına dönmeye çabalar. Heidegger Dasein, dünyanın-içinde- olmak diye adlandırdığı olgunun betimlemesinde görüngübilimsel yöntemi kullanır.
e) Ne yazık ki, yer sorunundan ötürü Heidegger incelemesini burada kesmeliyiz. Heidegger’in hocası Husserl, Varlık ve Zaman’ı bir felsefi antropoloji olarak yanlış anladı. Heidegger’in kitabının orijinal kopyasının görülebileceği Belçika’daki Louvain’de kendim Husserl’in notlarım gördüm. Usta, öğrencisinin çalışmasına şu notları düşüyor:
“Philantrop.’Telsefi antropoloji anlamına gelen kısaltma. Buradaki ironi Heidegger’in
bakışaçısmın büyük başarısı Husserl geleneğinde yanlış okunuyor. Ama aynı zamanda,
Heidegger’in 1925 Marburg derslerinde “Hermeneutik der Faktizitat” diye adlandırdığı bir varlıkbilimi geliştirdiğini anlıyoruz. Şimdilerde, Batıdaki birçok filozof bu yabancıyla uzlaşıyorlar ve Varlık olarak güçlü Dasein sözcüğü, Varlık (Sein) anlamında yorumlanmış görüngübilimsel bir olgusallık olarak anlaşılıyor. Varlıkla (Sein) ilintili zaman (Zeit) arayışı yüzyılımızın sonunda gelişme süreci içerisinde.
10- Frankfurt Bakışaçısı- Frankfurt Okulu diye adlandırılan felsefi tutum ve bakışaçısı, Weimar dönemindeki Almanya’nın sosyo-ekonomik-politik durumunun bir sonucudur. Bu dönem son derece önemlidir çünkü “Modernizm” ile faelsefi ve sanatsal bir yüzleştirmede onunla uzlaştı. Fraknfurt Okulu, Max Horkheımer, Theodore Adorno ve daha sonraları Walter Benjamin ve Herbert Marcuse gibi asistanları ve çalışma arkadaşlarının eserleriyle başlangıcını kazanırken mimaride Bauhaus Okulu’nu buluyoruz.
Frankfurt bakışaçısı, toplum bilimleri ve edebiyat kuramı olduğu gibi tarih ve eğitim kuramı arasında büyük etki kazanmıştı. Sorabiliriz, nedir bu bakışaçısınm temel önermesi? Temel eser, Horkheımer ve Adorno’nun yüzyılımızda aydınlanmanın ortaya çıkarılması gereken karanlık bir yüzü olduğu düşüncesini ileri süren Aydınlanmanın Diyalektiği’dir. Frankfurt düşünürleri şuna değiniyorlar: Doğaya hakim olmaya ve kontrol etmeye çabalarsan, bunu insan varlığı için de yapmış olursun. Aydınlanma insan varlığının da kontrol edildiğini ve böylece baskıya yöneltildiğini unutmuştu.
Aydınlanmadan beri, tarihin sonucu, toplama kampları, sürgünler ve mülteciler göstermiştir ki aydınlanmanın eğitim felsefesinin baş önermesi başarısız olmuştur. Frankfurt görüşü, temelde, bilimsel biçimde bir yöntem ortaya koymuyor, düşünme ve bilimsel olma düşüncesini yadsıyor. Çünkü bilimsel-teknolojik görüşün insanlığı köleleştirdiğini savunuyor. Bundan ötürü, her birey Aydınlanma felsefesinin asıl amacını canlı tutmak için eleştirel bir bilinçliliğe ulaşmalıdır, bu amaç özgürlük, kardeşlik ve eşitliktir. Temel Frankfurt programı, günümüzde Batıda en önemli
düşünürlerden biri olan Jürgen Habermas tarafından sürdürülmektedir. Onun bakışaçısım
“Yeni Frankfurt” görüşü olarak adlandıracağım.
11- Yeni-Frankfurt Görüş – Habermas’ın bakışaçısmı “Neo Frankfurt” diye adlandırmanın gerekçesi, onun Erkentniss und Interesse(1968) de Kommunikative Handlung’a bütün çalışmalarında bulunan temel varsayımları Kant, Hegel ve genç Marx’da bulunan inançlara dayanmaktadır. Bu üçlü aynı zamanda Frankfurt Okulu’nun altındaydı. Habermas, “bilgi”yi, “erkentnisleitude Interesse” diye adlandırdığı bir eylem kuramının dünyasal biçimi içerisinde, Plato’daki kutsal bağdan koparmaya uğraştı. Bu noktada, bilginin ne olduğu ve bir bilgi sosyolojisinin ayrımını yapmak zor. Habermas,bir ‘post-Frankfurt’ konumla (iletişimin, postmodern olgusu) yüzyüze gelen diyalektiğinin çatısı içinde çözümleyici felsefenin bağdaşmaz sonuçlarına önem vermeliydi. En son çalışmasında, Habermas yetkeden bağımsız bir “iletişimsel akıl” kuramı geliştiriyor, gerçekte bu kavram, benim bir ileticiler topluluğu diye adlandırdığım bağlam içine konulmuş, dönüştürülmüş bir Kantçı özne. Bu ileticiler topluluğu Habermas’ın “iletişimsel akıl” olarak söylediği şeyin temellendirilmesinde hizmet gören Kantçı ussallığı kabul ediyorlar. Bu bakışaçısı oldukça fazla içeriğe sahip ve Habermas tarafından daha da geliştirilme sürecinde.
12- Yeni-aşkın Pragmatizm – Bu bakışaçısı, Habermas’ın Frankfurt’da arkadaşı olan Karl-Otto Apel tarafından geliştirildi. Apelin sayısız yazısı, bize, dilin doğası içine keskin bakışlar sunar, özellikle de Rönesans’tan beri felsefi dönüşüm yolunda. îki ciltlik kitap, Transformation der Philosophie, “araştırmacılar topluluğu”nu sonlandıran C.S.Peirce’ın bilimsel araştırmanın mantığı yardımıyla Kant’ın aşkın programını kurtarmak için büyüleyici bakışlar veren bir çabasıdır Apel’in. Gerçekte, apel aşkın özneyi,uzlaşmayı amaçlayan araştırmacıların bir “aşkın topluluğu” düşüncesiyle değiştirir.Apel, iletişimsel ahlakın yeniden oluşturulmasında, Kant ve Peirce’m düşüncelerinin çağdaş bir iletişimsel olanaklar düzeyine dönüştürülmesinde özel bir çaba harcadı.
13- Yapısalcılar – Bu bakışaçısı Claude Levy-Strauss, Rolant Barthes ve Michel Foucalt’nun çalışmalarıyla ileri sürülmüş olan yapısalcılık diye bilinir. Bu bakışaçısı felsefi görüşü zenginleştirmiştir. Şöyleki Levy-Strauss’un etnoloji alanında yaptığı ampirik çalışma, Barth’m gösterge kuramı, Foucalt’nun toplum tarihi çalışmalarıyla felsefe yardımlaşmıştır. Bu düşünürlerin hepsi ortak bir zemine sahip: Bilgi, açılması gereken bir evrensel yapılar çatışıdır. Foucalt’nun sonraki çalışmaları, özellikle post-yapısalcı olarak bilinenleri- ama temel eğilim kalıyor- düşünmenin arkeolojki yapılarının üstünü açıyor, vahşi insandan eleştirel insana, yapısalcıların birçok görüşü, günümüzde post-modernistler diye adlandırılanlar tarafından dönüştürülmekte.
14- Post-Modernizm – Günümüz post-modernist bakışaçısı, yapısalcıların temel varsayımlarına saldıran Jean-François Lyotard ve Jacques Derrida tarafından temsil edilmektedir. Post-modernistler çalışmalarında Nietzsche, Heidegger ve dilbilimci Saussure’e dayanırlar. Yapısalcılar, batı ussallığının temelinin, Plato, Aristotle, Kant ve aydınlanmanın biçimlendirdiği gibi evrensel geçerliliğe sahip olduğunu savunuyorlardı.
Postmodernistler bu evrensellik savını yadsıyorlar. Onlara göre, çağdaş toplum bir bunalım içerisinde, çünkü Aydınlanmanın ortaya koyduğu ussallık çöktü. Postmodernistler Frankfurt bakışaçısıyla bir bağlılık oluşturma anlamında yirminci yüzyıldaki olaylara değiniyorlar. Dil oyunu kuralları, öznenin merkezden çıkarılması,mantıkmerkezciliğinin yadsınması, herkes için adalet ve eşitlik gibi evrensel taşanların yıkılması post-modernistlerce savunuluyor. Günümüz felsefi söylemi başlıca Frankfurt-Paris-California üçgeni arasında yerleşiyor. Bu söylem hâlâ gelişmekte.
Birçok iyi tanınan Amerikalı Richard Rorty, Alman Hans Blumenberg ya da Kanadalı Charles Taylor gibi Batı felsefecileri incelemeyi hak ediyor-her biri kendi yolunda Avrupa’da ve Kuzey Amerika’daki çok ilginç felsefi söylemin birçok biçimde yürütülmesinde katkıda bulunmuşlardır.
III. Evrensel Bir Söylem tçin Gelecekteki Durum
Yirminci yüzyılda felsefede gelişmiş olan ondört bakışaçısı belirleyebildim. Bakışaçılarının çoğu dünyasal ve bilimsel geçerlilik amacıyla bir tür yöntembilimi amaçlıyorlar- bu özellikle de mantıkçı olguculuk, görüngübilim ve çözümleyici görüşler gibi bakışaçıları için doğru. Yorumsamacılık, günlük dil yaklaşımı ya da yeni aşkın pragmatizm gibi diğer bakışaçılan da modern insanın dilsel ve iletişimsel boyutuna değiniyorlar. Ancak bazıları da toplumsal yaşam durumunu değiştirmek amacıyla, kuram ve kılgı arasındaki ilgi sorununa önem veriyorlar- bu çaba pragmatizm, Marksizm, Varoluşçuluk ve Frankfurt Okulu tarafından yapıldı. Temel metafiziğe, Heidegger ve Whitehead, Alexander, Collingwood gibi Anglo metafizikçilerin günümüz felsefi söyleminde tartışılıyor olan ciddi öneriler sunmasına karşın daha az önem verildi.
Her nasılsa, yirminci yüzyıl Batı felsefesinde üstün gelen felsefi alan bilim, mantık ve dil oldu. Bunu temellendiren öndayanak hâlâ evrensel ussallık savıdır. Ancak, yüzyılımızın sonunda Lyotard, Derrida ve Habermas, Rorty arasındaki post-modernist söylemde bu sav saldırıya uğradı. Bu söylem gelişmekte. Yine de, doğru bir evrensel söylem için gelecek durumun oluşturulmadığını teslim etmeliyim. Şimdiki felsefe tartışmalanndaki temel eğitim kültürel ve iletişimsel olarak durumu gözönüne alıyor- bunu ingilizce, Fransızca ve Almanca dillerinin söyleme hakim olduğu Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da özellikle görebiliriz.
“Üçüncü dünya” ülkelerinin bu söyleme ne ölçüde katılabilme olanağını araştırmamız gerektiğini sormalıyız. Yenilikler içerden gelir, akıllıca taklitlerden değil. Örneğin İslam falasifah geleneğinde, eleştirel olarak değerlendirilmesi ve sunulması gereken özgün katkılar için sayısız olanaklara sahibiz. Al-Afghani, Leopord Seughor, Franz Fanon modernizm ve onun uygarlıklan üzerinde yayılan etkisiyle uzlaşmaya çabaladılar. Sonuç bir tür bilinçliliğin artması oldu – ama bu yeterli değil.
Gereken şey yürekli bir dönüşüm ve yerli kaynaklardan gelen değerli görüşler üzerinde oluşmuş yenilik. Dünyada insan deneyiminin yorumu sayısız bundan ötürü, insanoğlunun dünyadaki deneyiminin yalnızca Batı yorumlan mı çok özel ve evrensel insanlığın mutlak yorumu? Sanmıyorum. Ben, yorumlama yollannm, evrensel bir yorumlama topluluğu için değişik olanakları zenginleştirme yolunda dünyanın kültürel olanaklannı sunan bütün kaynakların doğru bir söylemine bizi götüren bir “açık-uçlu yorum” öneriyorum.Kant’ın söylediği gibi, Aydınlanma çağında yaşıyor olabiliriz ama henüz Aydınlanmış yüzyılda değil. Gelecek, yolu gösteriyor.
Çeviren: Erdal Cengiz