Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeFelsefe (Genel)Weber'in Siyasi Düşüncesinin Sosyolojik Çerçevesi | Anthony Giddens

Weber’in Siyasi Düşüncesinin Sosyolojik Çerçevesi | Anthony Giddens

Bu çalışmanın bundan önceki bölümü, doğrudan ve en çok Wilhelm Almanya’sının siyasi gelişmesinin analizinden etkilenen Weber sosyolojisinin ilgili boyutları üzerindeki vurgulamayla Weber’in siyasi yazılan ve genel sosyolojik çalışmaları arasındaki bağlantının bazı esaslı çizgilerini özdeşleştirmeye çalışmıştı. ‘Alman modeli’nin Weber’in düşüncesi üzerindeki etkisi köklüydü.

Esas olarak Weber’in bütün büyük entellektüel ilgileri bu model tarafından biçimlendirilmişti. Ancak Almanya’nın siyasi gelişmesine ilişkin değerlendirmesi, yüzyılın bitiminden daha sonrasına uzanarak kullanmış olduğu soyut düşünce çerçevesi içerisinde sistematik olarak oldukça formüle edilmiş daha keskin konular da getirmişti. Bu dönemin başlangıcında belirlemiş olduğu metodolojik konum, özellikle bu bağlantı içinde önemli olmaktadır. Çalışmalarının diğer kısımlanyla ilgili olarak özellikle İngilizce konuşulan dünyada bir tarafta metodolojik denemeleri diğer tarafta daha ampirik yazılan arasında bir ayrılmanın varlığını vurgulamaya yönelik bir eğilim bulunmaktadır.

Lowith’in belirttiği gibi, bununla birlikte Weber’in metodolojik başlangıç noktası diğer çalışmalanndan ve özellikle modern kapitalizmin yükselişine ilişkin genel yorumundan ayrılamaz. Weber’in metodolojik görüşlerinin ana unsurları Protestan Etik üzerinde çalıştığı sırada kotarılmıştı. Bu görüşler genelde Batı kapitalizminin gelişme eğilimi ve özelde de Alman toplumsal ve siyasi yapısı analizinin kalıba dökülmesine izin veren temel entellektüel bir ‘girdi’ydi. Weber’in metodolojik denemeleri ağırlıklı olarak polemik niteliği taşırlar ve ondokuzuncu yüzyıl Almanya’sındaki muhtelif toplumsal ve ekonomik düşünce okullarının arkaplanlarına karşı değerlendirilmek zorundadırlar. Roscher ve Knies hakkındaki uzun denemesinde, iki çeşit temel sorunla ilgilenmektedir.

Bu yazarların eserlerinde klasik idealist felsefeden uyarlanan ‘mistik’ kavramların kullanılışıyla tutarlı ampirik metodlara bağlılığın karışması ve tabiî dünyanın “öndeyilenebilirliğiyle” karşılaştırıldığında insan davranışının varsayılan ‘irrasyonel öznelliği’. Weber, insan davranışının tabiî dünyadaki olaylar kadar ‘öndeyilenebilir’ olduğunu iddia etmektedir “Tabiat süreçleri”nin “öndeyilenebilirliği” hava tahmin raporlarında olduğu gibi, tanıdığımız bir kimsenin eylemlerinin “tahmini” kadar kesin değildir’. Böylece ‘özgür irade’ ‘tahmin edilemezlik  anlamında ‘irrasyonalite’ kesinlikle insan davranışının özgül bir tamamlayıcısı değildir, aksine, Weber’in vardığı sonuca göre, böylesi bir irrasyonalite ‘normal’ değildir Çünkü bu ‘sağlıksız’ olarak tanımlanan bireylerin davranışının bir özellliğidir.

Şu halde insan davranışlarının genellemelere uymadığını öngörmek yanıltıcıdır. Gerçekte toplumsal hayat insan davranışındaki düzenliliklere bağlıdır.sözgelimi bir birey kendi eylemlerine diğerlerinin muhtemel tepkilerini tahmin edebilir. Ancak eş derecede bu insan eylemlerinin, bütünüyle tabiî dünyadaki olaylarla bir düzeyde yâni pozitivizmin varsıydığı gibi ‘nesnel’ fenomenler olarak ele alınabileceğini göstermez. Eylem tabiî dünya tarafından paylanılmayan ‘öznel’ bir muhtevaya sahiptir ve eylemlerin aktöre anlamım yorumlayıcı kavrama, insan davranışında ayırdedilebilir düzenliliklerin açıklanması için esastır. Bu nedenle Weber, bireyin sosyolojinin ‘atomu’ olduğunda ısrar eder.

Parti ya da millet gibi bir birlikteliğe gönderme içeren herhangi bir önerme nihaî olarak tekil bireylerin eylemlerine müracaat eden kavramlarda çözümlenebilir olmalıdır. Weber’in bu bakımlardan’ aldığı tavır, o zaman, ‘özgür iradeyi’ irrasyonel olanla özdeşleştirmeyi reddetmektedir. Bu tür güçler tarafından harekete geçirilen insan eylemleri seçme hürriyetinin tam karşıtı tarafından yönetilmektedir. Seçme hürriyeti, eylemin, güdülendirilmiş eylemde araçların amaçlara uygunluğuna işaret eden ‘rasyonaliteye’ yaklaştığı derecede verilmektedir. Buradan çıkarak Weber araç amaç ilişkileri çerçevesinde sosyal bilimcilere ‘düşünülebilir’ gelen iki tür katışıksız rasyonel eylem tipi ortaya koymaktadır: Aktörün rasyonel olarak özel bir amaca ulaşmak için verili araçları seçişi tarafından içerilen sonuçların tam bir sıralamasını öngördüğü ‘amaçsal rasyonelite’ {Zweckrationalitat) ve bir bireyin bilinçli bir şekilde, ‘maliyeti hesaba katmaksızın’ tavizsiz bir bağlanmayla yöneltici bir amacı araştırdığı ‘değersel rasyonalite’. Bu eylem tiplerinin ikisini Weber irrasyonel eylemle karşılaştırır ve temel metodolojik bir ilke ortaya koyar: ‘Bütün irrasyonel, ve duygusal bir şekilde belirlenen davranış öğeleri’, ‘kavramsal olarak katışıksız bir rasyonel eylem tipinden türemenin faktörleri olarak’ ele alınmalıdır. Bu metodolojik şemaya göre ‘moral’ olanın mantıksal olarak bütünüyle ‘rasyonel’ olandan farklı bulunduğunu vurgulamak önemlidir. Rasyonalitenin değerlendirilmesi; moral hedefleri ya da ‘amaçlan’ veriler olarak almaktadır.

Weber ‘rasyonel’ alanın birbiriyle rekabet eden etik standartların değerlendirilmesine uzanabileceği düşüncesini bütünüyle reddeder. Sık sık ‘dünyanın etik irrasyonalitesi’ olarak gönderme yaptığı şey epistemolojsine bir temel teşkil etmektedir. Olgusal önermeler ve değer yargılan mutlak bir mantıksal aynmla birbirlerinden aynlmışlardır. Bilimsel rasyonalizmin, bir diğeriyle karşılaştınlan etik bir ideallerin geçerliliğini sunulabileceği bir yol yoktur. Farklı etik sistemlerinin bitmeyen çatışması hiç bir zaman rasyonel bilginin büyümesiyle çözülemez. Bilinmeye ‘değer’ olanın kendisi rasyonel olarak belirlenemez; bilinmeye değer olan şey, ancak neden belirli olayların ‘ilgiye değer’ olduğuna özgülleştiren değerlere dayanmalıdır. İnsan eylemlerinin nesnel incelenmesi mümkündür, fakat sadece deSergeçerliliŞi olan sorunlann seçilmesi ön temelinde. Weber’in metodolojik başlangıç noktası şu halde ‘rasyonalite’ ve ‘irrasyonalite’ ile ‘öznellik’ ve ‘nesnellik’ arasındaki belirli kutuplann tesisine değinmektedir: Bütün ampirik bilgimizin nesnel geçerliliği, başka herşeyi dışta bırakacak şekilde verili gerçeği, hususi bir anlamda öznel olan yâni bilgimizin öndayanaklannı temsil etmeleri ve sadece ampirik bilginin bize vermeye muktedir olduğu doğruların değerinin önda. yanağına bağlı olduğu kategorilere göre düzenleme işlemine yaslanmaktadır…Ancak bu veriler hiç bir zaman değerlendirici fikirlerin geçerliliğinin ampirik olarak mümkün olmayan kanıtının temeli olamaz.

Nihaî veya sonul değerlerin metaampirik geçerliliğinde şu ya da bu biçimde sahip olduğumuz inanç (ki içinde bizim varlığımızın anlamı yer almaktadır), ampirik gerçekliğin manidarlığınm kazandığı somut bakış açılannın fasılasr değişebilirliğiyle uzlaşmaz değildir. Aksine bu iki görüş diğeriyle uyum içindedir. İrrasyonel anlamıyla birlikte hayat ve onun mümkün anlamlar kaynağı tüketilemezdir. Şu halde Weber için Hegelci ‘nesnel idealizm’ ya da Marksizm tarafından konulduğu kadarıyla tarihin ‘rasyonel’ olabileceği bir anlam yoktur. Dolayısıyla insanın toplumsal gelişimi rasyonel olarak belirlenmiş ideallere varılmasına yönelik bir ilerlemeyi gerektirmez. Marx’in ‘insan türü her zaman çözebildikçe kendisine böyle görevler yükler’ önermesi Hegel’in meşhur ‘gerçek olan rasyonel ve rasyonel olan gerçektir’ önermesi kadar Weber’in konumuyla çatışmaktadır. O’nun bazı zamanlar açıkladığı gibi hakikat ve iyilik bir diğerine belirli bir tarihsel ilişkiyle durmamaktadır. Bu epistemolojik tavrın Weber’in dolaysız sosyal bilimler metodolojisi alanının ötesine uzanan sosyolojik ve siyasi düşüncesinde bazı sonuçlan vardır. Dünyanın ‘etik irrasyonalitesi’, Weber’in ‘dünya dinleri’ çalışmasını ve Batı’da rasyonali (1949) s.11011. Weber’in bu terimleri kullandığı muhtelif anlamlarda ‘rasyonel’ ve ‘irrasyonel’ arasındaki kutuplaşma ‘rasyonel olmayan ‘ ve ‘irrasyonel’ arasındaki herhangi bir ayrımın tanınmasını engellemektedir. zasyonun izlediği özgül gelişme yolunun analizini belirliyen kavramlarda başat bir unsurdur. Weber’in başlangıç noktasına göre, varolan ve birbiriyle rekabet eden etik standartlara hiç bir zaman rasyonel bir çözüm bulunamaz. Şu halde bütün medeniyetler dünyanın ‘irrasyonalitesini, ‘anlamlı kılma’ sorunuyla karşılaşmaktadırlar.

Dini teodesi bu soruna bir ‘çözüm’ sunmaktadır ve ‘anlamsızlığı anlamlı kılma’ ihtiyacı dinî inanç sistemlerinin rasyonalizasyonuna yönelik temel psikolojik itkidir. Rasyonalizasyonun büyümesi kendilerinde rasyonel olmayan güçlere bağlıdır. Buradan Weber’in düşüncesindeki karizma kavramının önemi ortaya çıkmaktadır. Karizma ‘ bütün kurallara yabancı’ olması anlamında ‘özellikle irrasyonel’ bir güçtür.38 Bu niteliktir ki karizmatik hareketleri tarihte büyük devrimci bir güç, yeni rasyonalizasyon biçimlerinin en etkili kaynağı yapmaktadır. Weber’in ‘rasyonalizasyon’ kavramı, kompleks bir kavramdır ve Weber bu kavramı, birbiriyle ilgili üç olgu kümesini kapsamak üzere kullanmaktadır:

1- Muhtelif kereler pozitif tarafından ‘entellektüalizasyon’, negatif tarafındansa ‘dünyanın büyüsünün giderilmesi’ (sekülerleşme) (Entzauberung) olarak.
2- ‘Yeterli araçların giderek artan açık bir belirleniminin kullamlışıyla tanımlanmış bir şekilde verili olan pratik bir amaca metodolojik olarak varılması’39 anlamında rasyonalitenin büyümesi olarak.
3- ‘Sistematik ve karmaşaya meydan vermeyecek şekilde belirli hedeflere yönlendirilen bir etiğin’ oluşması anlamında rasyonalitenin büyümesi olarak.

Hindistan ve Çin çalışmalarında gösterdiği gibi, nihaî inanç sistemlerinin rasyonalizasyonu bu üç öğenin muhtelif bireşimlerini içererek oldukça farklı biçimler alabilir. Batı Avrupa’nın toplumsal ve iktisadi gelişmesinin özgül formu kesin ve belirli biçimlerde, rasyonalizasyon sürecinin başka yerlerde gittiği yollardan bütünüyle farklı olan bir bireşim içermektedir. Weber, modern kapitalizmin yükselmesine bile öncel olan rasyonalizasyonun Batı’da, özel bir biçimde veya ileri bir düzeyde geliştiği toplumsal ve iktisadi hayatın muhtelif esas alanlarını ayrıntılandırmaktadır.

Bu öncel gelişmelerRoma Hukuku’ndan devralınan rasyonel hukuk sisteminin oluşması gibi çağdaş kapitalizmin yükselişini kolaylaştırmada belirli bir rol oynamışlardı. Kalvinizm ve asketik Protestanlığın diğer dallarının önemi, Weber’in Protestan Etik ‘te açıkladığı gibi, modern kapitalizmin doğuşunun ‘nedeni’ oluşları değil, ‘özelleştirilmiş’ bir ‘çağrıda’ disiplinli bir parasal kazanç arayışına irrasyonel bir itki sunmaları ve dolayısıyla kapitalizmin doymak bilmeyen genişleyişi tarafından harekete geçirilen rasyonalizasyon etkinliğinin ayn tiplerinin daha da yayılmasının yolunu açmalarıdır. Asketik Protestanlık modem kapitalizme entegre olan ve kaçınılmaz olarak kapitalizmin yayılmasını bürokrasinin ilerleyişiyle birleştiren iş bölümünü kutsamıştır.

Kapitalizmin daha ileri düzeydeki ilerleyişiyle bürokratikleştirilmiş iş bölümü bütün büyük kurumların karakteristiği olmuş, ‘mekanik olarak’ işler hale gelmiş ve köken olarak temellendiği dinîetiğe ihtiyaç duymamıştır. Böylece kapitalizmin daha ileri düzeydeki gelişimi bilimsel ‘ilerlemeye’ duyulan bağlanma aracılığıyla dünyanın büyüsünün giderilmesini tamamlamakta; toplumsal ilişkilerin bir çok formunu, bürokratik örgütlerdeki rasyonal işbirliğine dayanan görevler aracılığıyla Zweckrational tipe yaklaşan davranışa dönüştürmekte ve ilkesel olarak devlette müseccem, modem ‘meşru düzenin’ ana formunu oluşturan soyut ve hukuki normların yayılmasını ilerletmektedir. Kapitalizm tarafından geliştirilen rasyonalizyonun bu üç boyutunun her birinin Weber’in modem politik düzeni analiz ederken aslî bir anlam atfettiği sonuçlan vardır:
1-Weber, bilimsel önermeler ya da ampirik bilginin değer yargılarını geçerli kılamıyacağı seklinde mantıki bir ilke tesis ettiğinden, bilimsel entelllektüalizasyonun büyümesinin ki kapitalizmin karakteristiğidir kpndindpn ve kendisinin hir anlam çıkaramıyacağı sonucuna varılabilir. Böylece Weber, bilimin ger”çek ilerlemesi, önceleri bilimsel girişimi olgunlaştıran düşünceyi ‘uzaklaştırmıştır sonucuna varır: Leonarda türü sanatsal yaratıcılar ve müziksel yenilikçiler için, bilim doğru sanata giden yol anlamına gelmekteydi ve bu da onlar için doğru tabiata giden yol anlamını taşımaktaydı…Ya bugün? Gerçekten tabii bilimlerde bulunan bazı büyük çocukların dışında astronomi, biyoloji, fizik ve kimyanın bulgularının bize hayatın anlamı konusunda bir şeyler öğretebileceğine kim inanır?…Eğer tabii bilimler bu yolda herhangi bir şey vermiyorlarsa, evrenin ‘anlamı’ diye bir şey olduğu ve onun gerçek köklerinde öldüğü inancını oluşturmak için uygundurlar. ‘Yanılsamalar olmaksızın’ modern dünyanın gerçeklikleriyle karşılaşma zorunluluğu üzerindeki vurgu, Weber’in siyasi yazılarında sürekli bir temadır.’ Yeryüzünde politika yapmak isteyen kim olursa olsun, herşeyin üzerinde, yanılsamalardan azade olmalıdır…

Bu temanın kendisi yakından Weber’in dünyanın etik ‘irrasyonalitesi’ kavramıyla bütünleşmiştir. Tanrıların, ruhların ya da geleneksel sembollerin tuzaklarının nüfuzundan kurtarılmış rasyonel bir siyasi etkinlik alanının yaratılması, siyasetin özü olan önü alınamaz iktidar çatışmalarını çirkin kılmaktadır. Dünyanın büyüsünün giderilmesi sürecinin sonucunda, başka bir şekilde anlam üretebilen aşkın değerler sadece ‘dolaysız ve şahsî insan ilişkilerinin kardeşliğinde’ varolmakta ya da mistik geri çekilmenin biçimlerine de yansıtılmaktadır. ‘Zamanların kaderiyle yüzleşemeyen’ bireyler bu tür geri çekilmelerde ya geleneksel kiliselere ya da daha yeni kültlere katılarak yer alabilirler. Ancak bu tür insanlar doğrudan siyasete katılma kapasitelerine ihanet ederler. Siyaset vasatıyla insanî çatışmaların aşılmasını ve ‘ insanın insan tarafından kullnılmasına’ son vermek isteyenler, mistik geri çekilme lehi mak üzere kamusal hayatı ortadan kaldırmak isteyenler kaoar gerçeklikten uzaklaşmaktadırlar. Buradan Weber’in siyasetteki Tadıicai yanılsamaları” hoş olmayan hakikatleri kendilerine söyleyen her bağımsız insanı düşürmekten yana olan’ devrimci sosyalistlereleştirisi çıkmaktadır.

Bu ‘sadece günlük gazeteye, trene ve elektriğe sahip olma’ anlamında olsa bile, ‘modem bir insan olarak yaşamayı dileyen’ kimse kendisini radikal devrimci değişim ideallerinin kaybolmasına teslim etmelidir; gerçekte bu kimse böylesi bir hedefin ‘düşünülebilirliği’ fikrini ortadan kaldırmalıdır.

Weber’e göre aktif siyasetçi ‘olgusallık (matteroffactness) anlamında bir duyuma, araçlar ve amaçlar arasındaki ezelî gerilimin ve ‘sonuçların paradoksunun’ bilinciyle bir ‘nedene’ adanmayı dengeleyen Alltagweisheit ‘a ihtiyaç duymaktadır. Amaçlarına ulaşmak için kullanılmak zorunda olan araçların, kendilerinin başlangıçta koydukları amaçtan bütünüyle farklı bir olaylar toplamına yol açacağını görmeyi başaramayan devrimciler arasında eksik olan bu bilinçtir. Weber 1918 yılında Rusya’daki Bolşevik hükümetin, açık bir şekilde sol askeri bir diktatörlük,’ generallerden çok, bir korporallar diktatörlüğü’ olması dışında44 muhteva olarak sağ bir diktatörlükten farklı olmadığım yazmıştır. ‘Sonuçların paradoksu’ problemi Weber’in ‘sorumluluk ahlakı’ ve ‘ kanaat ahlakı’ arasında, etik düzeyde amaçsal ve değersel rasyonalite ayrımına karşılık gelen farklılaştırmasının temelinde ye.r,, almaktadır. Weber’in kendi mantıkî bakış açısından, siyasette nihai amaçların bir etiğinin tutulması rasyonel bir şekilde gösterilmez; ancak birey gerçekleştirdiği eylemin gidişatım araştırırken yanılır, böyle bir birey, siyasi iktidarın ‘daemonik’ (şeytansı) karakterinin bilincinde olmayan ve ‘dünyanın etik irrasyonalitesi altında kalamayan’ birisidir.

2- Weber’de modern kapitalizmin entellektüalizasyon _karakteri ikinci anlamda insan davraşının rasyonalizmivle, özellikle bu nitelik kendisini bürokratik iş bölümünde açığa yjır= dukça, içsel olarak sınırlıdır. Siyasi ve sosyolojik yazılarında, Weber bürokratik rasyonalitenin gelişmesini kapitalizmin büyümesinin kaçınılmaz bir unsuru olarak tanımlamaktadır Modern toplumsal düzenin Marx’in kapitalist üretimdeki sınıf sisteminin karakterine götürdüğü ‘yabancılaştıncı’ etkileri gerçekte bürokrasinin bir türevidir. Weber sık sık bürokratik örgütlenmenin mahiyetini analiz ederken makine imgesini kullanmıştır. Tıpkı bir makine gibi, bürokrasi enerjileri özelleştirilmiş görevlerin yerine getirilmesine hasreden en rasyonel sistemdir. Bürokrasinin üyesi, ‘kendisine temelinden belirlenmiş bir işleme yolu veren, sürekli hareket halinde bir mekanizmada sadece bir çark dişidir.’ Makineyle ortak olan bürokrasi, bir çok farklı efendinin hizmetine koşulabilir. Dahası bir bürokratik örgüt, üyelerinin ‘insanlığının giderildiği’ oranda etkili bir şekilde işlev görmektedir. Bürokrasi ‘resmi işten sevgi, nefret ve bütünüyle irrasyonal ve duygusal, yâni denetimden kaçan öğelerin ortadan kaldınlmasında ne kadar kusursuz bir şekilde başarılıysa, o kadar mükemmel gelişmektedir.

Fakat Weber’e göre, bürokraside ihtiva edilen görevlerin özelleştirilmesine bireylerin tâbi kılınmasının aşılması yönünde bir ihtimal olamaz. Bürokrasinin işleyişi insanı, Gehâuse der Hörigkeit ‘ta, modern toplumsal ve ekonomik düzenin yönetiminin bağlı olduğu özelleşmiş iş bölümünün ‘demir kafesinde’ mahkum etmektedir. Protestan Etik, bu durumun çarpıcı bir sunumuyla bitmektedir: İçerdiği insanın Faustiyan evrenselliğinden, vazgeçişle, özelleşmiş işe sınır konulması modern dünyada değerlendirilebilir herhangi bir işin şartı olmaktadır; dolayısıyla bugün iş ve vazgeçme kaçınılmaz olarak birbirinin şartıdır… Püriten bir çağnda çalışmak istedi; biz de öyle yapmaya zorlanıyoruz. Asketizm monastik hücreleri gündelik hayata taşıyıp, dünyevi ahlakiyâtı belirlemeye başladığında, modern ekonomik düzenin devasa kozmozunu inşa ederken üstüne düşeni yaptığı için, bu düzen şimdi, bu mekanizmada doğan ve sadece doğurduğu ekonomik kazançla ilgilenenlerin değil, karşı koyulmaz bir güçle, bütün bireylerin hayatını belirliyen makine üretiminin teknik ve ekonomik şartlarıyla bağlanmış bulunmaktadır.

Weber’e göre muhafazakârlar ve sosyalistler, modern insanın ‘demir kafesten kaçabilmesinin’ mümkün olduğu şeklindeki yanlış anlaşılan inancı ortaklasa paylaşmaktadırlar. “Muhafazakârlar önceki çağın geri dönmesini istemektedirler, sosvalistlerse kapitalist üretimin varnian şartlanın radikal bir biçimde değiştirecek yeni bir toplum biçiminin oluşmasını. Her iki eğilimin zihninde, hümanist kültürün ‘evrensel insanı’ vardır ve, kapitalist iş bölümünün ‘parçalanmış özelleştiriminin’ ortadan kalkmasını beklemektedirler. ‘Evrensel jnsan’ ideali, idarî görevlerin sadece düşük bir rasyonalizasyon düzeyinde açığa vnffilduğu, patrimonyalizm sistemindeki eğitime özsel bir hed.eL sunmaktadır. Bu şartlarda resmî bir konum için nitelik kazanımı ‘yetişmiş kişilik’ kavramına dayandınlabilirdi: Eğitimsel ka- 46 The Protestan Ethic and the Spirit of Capitalism (New York, 1958) s. 1801. zanimlan özelleştirilmiş becerilerden çok öncelikle davranış ve konumunda gösterilen herşeye ehliyetli bir insan. Bugün bununla birlikte genelde toplumsal hayatta eğitimde de uzmanlaşma kaçınılmazdır: meslekî eğitim hümanizmin geçecektir.

Bu mülahazalar Weber’in meşhur ‘etik yansızlık’ tartışmasınının altını çizmektedir. Schmoller gibi ‘eski okul’ profesörleri Almanya’nın kapitalist gelişmenin eşiğinde durduğırve ‘üniversitelere, ve dolayısıyla kendilerine siyasi, . etik, estetik, kültürel ve diğer tavırları aşılayan şekillendirici insanın evrensel rolünü atfetmenin’ alışıldık olduğu bir zamana aitttiler. Durduğu yerden bakıldığında, Weber için bu, tabiatıyla bir değer yargısı ihtiva etmesi hasebiyle rasyonel olarak kanıtlanamazdı. Bu kavram, üniversiteyi ‘sadece özel bir şekilde niteliklendirilmiş kişilerin özel eğitimi aracılığıyla gerçekten değerli etkiler yaratabilen’ bir üniversite kavramı lehine olmak üzere ortadan kaldırılmalıydı.

Sonraki bakış açısından Weber’e göre, ‘ entellektüel bütünlük dershanede gözetilen yegâne genel hedef olmalıydı’. Modem ‘çağrının’ karakteristik özellikleri olan disiplin ve kendinisınırlama böylece diğer modern meslekler kadar profesör ve öğrencinin konumuna da uygulanmak zorundadır. Buna göre profesör kendisini üniversitenin içerisinde, özel olarak öğretmeye nitelikli kılındığı konununun tutarlı bir sunumuna adamalıdır. Eğitici kişiliklerin karizmatik özellikleri mümkün olduğu kadar öğretimlerini etkilemeden uzakta tutulmalıdır. ‘Her eğitimsel görev kendisinin ‘içsel normlarına’ sahiptir ve bu görevler, bu normlara uygun bir şekilde yerine getirilmeli’ din..Gerektirdiği özel türden kendinisınırlamayı yerine getiremezsek, hâlâ etik bir manidarlık taşıyan yegâne anlamı, Beruf (meslek) kavramını gözden düşürmüş oluruz.’ Weber’in çok sık olarak aşağılayıcı bir sıfat olarak kullandığı ‘müptedf (dilettante) terimi açıkça disiplinli bir şekilde ‘çağrıya ulaşmayı başaramayan ve bunun yerine sahip olmadığı evrensel bir ehliyet iddiasında bulunan kişiyi anlatmaktadır.

Weber üniversite eğitiminin içsel rasyonalizasyon sürecinin tamamlanmasını, ‘rekabet eden tanrıların savaşının’ meşruiyet içerisinde sürdürülmesi gereken modern toplumsal hayatta en önemli alan olarak siyasetin tanınması ihtiyacını çok daha vurgulama ihtiyacı nedeniyle tercih etmektedir? Değeryargılannın geri çekilmesi için üniversitenin uygun bir platform teşkil ettiği varsayımının desteklenilmesi Weber’e göre muhafazakâr çevrelerin üniversite eğitimi üzerindeki sürekli iktidarının bir dışavurumudur. Weber’in kendisi entellektüel olmayan mülahazaların bir neticesi olarak özellikle Michels ve Simmel gibi arkadaşlarının (Michels bir sosyal demokrat, Simmel yahudiydi) kariyerlerindeki gerilemeye tanık olmuştu. Üniversite sıralarının değerkonumlannın ilerletilmesi için kullanılabileceğine izin veren yaklaşım, bütün bakış açılan temsil edildiğinde inanılabilir olmaktadır.
Bu olay, ‘üniversitenin “sadık” idarecilerin yetiştirildiği bir devlet kurumu olması durumunda geçerli değildir.

3-Weber’in bazı zamanlar ‘teknik rasyonalite’ olarak kavramlaştırdığı şeyin Batı’daki büyümesi, bürokratizasyon formundaki toplumsal ilişkilerde ortaya çıktığı gibi zorunlu bir şekilde legal’ tipin (yâni üçüncü anlamdaki rasyonalizasyonun) rasyonalize edilmiş formlarının gelişmesiyle yakından alakalıdır. Weber’in modern kapitalizm analizindeki rasyonel hukukun gelişmesine verdiği manidarlığı abartmak güçtür. Batı Avrupa’da Roma hukuku mirasının önemi, doğrudan rasyonel kapitalizmi ortaya çıkaran kurumlara dönüştürülmesi değil, formel bir şekilde rasyonel hukuki düşüncenin yaratılması olgusundan gelmektedir. Mutlakiyetçi ya da hiyerokrotik yönetimin her türünde, hukuki sürecin güçlendirilmesi formel ‘ilkeler’ olarak uygulanmayan özsel prosedür ölçütlerine bağlıdır. Hukuk ya keyfi olarak olaydan olaya ya da geleneğe göre yönetilmektedir. Şu halde rasyonel hukukun doğuşu bu türden geleneksel hakimiyet sistemlerinin gücünün azalmasına işaret etmektedir. Kapitalist üretim ve rasyonel hukukun arasındaki yakınlık her ikisine de gidimli olan (intrinsic) ‘tahmin edilebilirlik’ faktöründen türemektedir. Sadece Batı’da bu ilişki anlamlı bir düzeyde devlet tarafından dolayımlanmaktadır. Batı’da rasyonel hukuk gövdesinin yaratılması ‘ modern devlet ve modern devletin iktidar iddiasının iyileştirilmesi amacmdaki hukukçular arasındaki ittifakla sağlanmıştır’.

Ekonomi ve Toplum’ un bir parçasını oluşturan katışıksız ‘hukuki hakimiyet’ tipinin soyut kategorizasyonu doğrudan Weber’in rasyonel devletin doğuşu analiziyle ilgilidir. Weber yazmayı planladığı şekilde, modern devletin sistematik değerlendirilişini tamamlayacak kadar yaşamadı. Bir çok noktada banlı devlet biçiminin aymdedici özelliklerine gönderme yapmakla birlikte, bunlar hiç bir yerde genişlemesine ele alınmamışlardır. Modern devlette açığa çıktığı şekliyle, Weber’in rasyonel hukuki hakimiyet kavramını belirliyen genel önermelerin bazılan, farklı 48 (1961) s. 252.
Geleneksel Çin’de Weber, bir hukukçular takabasının yokluğunun devlet ricali üyeliğinin eğitimsel yolu olan ortodoks Konfüçyanizmin ‘biçimlendirilmiş’ hümanizmine izin verdiğini göstermiştir. Benzeri şekilde Hindistan da Batı’nınkiyle karşılaştırılabilir bir hukukçular sınıfına sahip değildi. bir materyeller alanından yeniden inşa edilmek zorundadırlar. Bu türden bir önerme hukuki hakimiyetin sınırlarıyla ilgilenmektedir. Kendisinin açıkladığı gibi, ‘sadece bürokratik olan yâni anlaşmaya dayalı olarak işgören ve atanan resmiyet tarafından yönetilen bir hakimiyetin olmaması Weber’in modern devlet analizinde son derece önemlidir. Bununla birlikte bürokrasi, hukuki hakimiyetin yegâne tipi değildir: ‘Parlamenter yönetim ve ‘ortaklığa dayalı ve devlet dışı otorite* ve yönetim birimlerinin bütün çeşitleri bu tipe girmektedirler.

Weber’e göre, bu birimler rasyonel devletin meşru düzenin güçlendirilmesinde aslî bir rol oynamışlardır. ‘Yerleşik’ otoriteler kavramının kökeni, bu aracıların gücünde bulunmaktadır. Modern siyasi düzenin karşılaştığı karakteristik sorun, daha önceki zamanlarda ortaklaşa ve devlet dışı işleyen birimlerin aracılığıyla ve zorunlu olarak bu birimlerin manidarlığının azalmasıyla (çünkü gerçek iktidarın bu tür aracılarda yattığı dönem, geleneksel olarak varolan ve politikadan ‘uzakta’ olmaktan ziyade politika ‘için’ yaşayan ‘itibarlıların’ baskın olduğu bir dönemdi) birlikte, kısmen gelişmekte olan halihazırdaki ‘demokratikleşme’ taleplerin uzlaşünlmasıdır. ‘Demokrasinin, kitle dayanışmasının, kitlelerin yakınlaştırılması ve örgütlenmesi zorunluluğunun çocuğu olan’ modern siyasi biçimler politikadan ‘uzak’ yaşayan liderlerinin gerçek iktidarı elinde tuttuklan bürokratikleşmiş partilerin oluşmasını gerektirmektedir.

Weber’ln sosyolojik yazılarıyla ilişkili kılarsak, toplumsal örgütlenmenin rasyonelleşmiş sistemleri değer yaratmazlar, yerine, sadece varolan değerlerin geliştirilmesinin araçları olarak işlev görürler. Weber’in açıkladığı gibi ‘bu sınırlama, gelişmesinin en yüksek düzeyindeki (yâni bürokratik örgütlerdekki tipte mündemiçtir. Çünkü idari eylem kurallarla uygunluk içinde olanla sınırlandırılmıştır.
Weber’in plebisiter demokrasi tartışmasının altını çizen de bu mülahazadır. Hukuki hakimiyet sistemlerinde liderlik modern siyasi gelişmenin erken aşamalarında ‘itibarlılar’ çevresince sunulabilirken, bürokrasinin gelişimiyle bu tür grupların gücünün azalması, davranışın (‘entellektüel’ ya da ‘pratik’ ) rasyonalizasyonun ‘amaçları’ değil, ‘araçları’ verebilmesi olgusuna keskin bir bakış getirmektedir. Dolayısıyla önceleri ortaklaşa yönetim sistemleriyle çağrıştırılan ‘sosyal karizmada’ müseccem olan karizmatik öge, şimdi bir kişilik olarak modern siyasi lider ve onun izleyicisi kitle arasındaki duygusal bağlılıkta yeniden inşa edilmek zorundadır. Şu halde Kayzerizmin gizil tehlikelerinin farkına varmakla birlikte, Weber kiüe yakınlaşması tarafından türetilen karizmatik Tercüme, The Theory of Social and Economic Organisation , s.392. Parantez bana ait.
Bu bürokratik görevlilerin hiç bir zaman ‘insiyatif kullanmadıkları anlamına gelmez, ancak bürokratın ‘sorumluluğunun’ moral mahiyetine gönderme yapmaktadır: ‘…iktidar mücadelesi alanının dışında kalmakbürokratın görevidir…'(1968, ıı 1404). ‘ liderlik özelliklerinin zorunluluğunu tanıyan teorik sisteminin kabulleri doğrultusunda hareket etmiştir.

SONUÇ

Weber’in siyasi düşüncesindeki esas ikilemlerden bazılanni açığa çıkartmak mümkün olmaktadır. Weber’in siyasi enerjisini harcadığı yönlendirici sorun, Bismarck’ın hakimiyetinden kaynaklanan liderlik sorunu’ydu. Almanya, birliğini diğer Avrupalı milletlerle çarpışarak elde eden bir ‘güçdevleti’diydi. Millîdevleüerin siyasi çatışmalarında, ‘tanrıların’ bitmeyen savaşı ki şimdi ‘gayri şahsî güçler’ biçiminde açığa vurulmaktadır, tedbiri elinde tutmayı sürdürmektedir. ‘Burada… nihaî Weltanshauung lar (dünya görüşleri), sonunda insanların aralarında tercih yapmak zorunda olduğu ideolojiler, çarpışmaktadır. Siyasi kariyerinin erken dönemlerinde Weber ‘seçimini’ yapmıştı:
Alman siyasi mirasında müseccem değerler, sadece Alman millîdevletinin gücünün ilerletilmesi ve kabul edilmesiyle savunulabilir ve daha ileriye götürülebilirdi. Siyasi alanda bu kültürün önceki taşıyıcıları olan Junker ‘aristokrasisi’ çöken bir grup olduğundan, siyasi liderliğin sorumluluğu diğer kaynaklardan türetilmeliydi. Jünker’ lerin konumunu zayıflatan süreç siyasi düzenin rasyonelleşmesini hızlandırmaktaydı. Weber’in rasyonelleşme ve toplumsal değişme arasındaki ilişkiye ait genel sosyolojik formülasyonu, bürokrasinin kuralbağımlı karakteri ve karizmanın değeryaratıcı özellikleri arasında kutupsal bir karşıtlık koymaktadır.

Böylece siyasi hayatın bürokratizasyonu kendinde, insan olaylarının yürütülmesini bir teknik yeterlilik zirvesine yükseltirken, ‘özgün’ liderlikte içerilen kapasiteleri yaratamaz. Weber demokratik düzende modern siyasi lider için zorunlu olan karizmatik ödenin yaratılmasının hem ihtiyacını hem de imkânlarını bulmaktaydı. Weber’in analizinden demokratik hükümetin, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılın klasik demokratik teorisinde olduğu gibi herhangi bir tabii hukuk kavramında temellendirilemiyeceği çıkmaktadır. Demokrasi hir tpknik. bir amaç için araçtır.
Weber’in siyasi yazılannın analizinde, bu noktanın manidarlığının vurgulanmasında, Mommsen bütünüyle haklıdır. Ancak Weber’in bu sorun üzerindeki önermelerinin kaba açıklığı siyasi görüşlerinin üç açıdan özlü bir şekilde yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Bu yanlış anlaşılmalar ilkin, onun farzı muhal ‘Makyavelciliğine; ikincisi, Weber’in Alman ’emperyalizmini’ kutsamasına ve üçüncüsü de Nietzscheci bir ‘aristokratik etik’ lehine olmak üzere liberalizmi reddedişine aittir. Machiavelli’nin düşünceleriyle hangi yakınlığa sahip olursa olsun, Weber kesin bir şekilde, sonrakinin kavramında bulunan iktidara etik ya da estetik nitelikler atfetmek imâsından kaçınmıştır. Weber’in yazdığı gibi:’ Salt “iktidar siyasetçisi” güçlü etkilerde bulunabilir, ama gerçekte çalışmaları hiç bir yöne gitmez ve manasızdır.’

O’na göre bu, tam olarak Bismarck’ın düşüşünden beri Almanya tarafından takib edilen şahsiyetsiz politikaları karakterize eden Realpolitik biçimidir. JVeber’in emperyalizme bağımlılığının derecesi özelllikle Marcuse ve LukâcsTaTafmdan vurgulanmıştır. Lukâcs’a göre, Weber için demokrasi sadece ’emperyalizmin çok daha uygun bir şekilde işlemesini kolaylaştıracak teknik bir tedbirdir.
Ancak bu görüş, düşüncelerinin bir ifadesi olarak, Weber’in siyasi yazılannın yeni bir Makyavelcilikten başka bir şev olmadığını ileri süren görüş kadar yanıltıcıdır ve aynı nedenle Weber hiç bir yerde Alman yayılmacılığına normatif bir manidarlık yüklemememiştir. Weber’in””siyasi düşüncesinde, ’emperyalizm ( ve aynı biçimde ‘güc’ün kendisi) bir araçtır, amaç değil. Weber’in siyasi yazılan ve tavırları (Mommsen’in çalışması da dahil olmak kaydıyla) üzenhde varolan literatürün büyük bir kısmı, Weber’in kendisinin ayncalıksız kesimin ümitleri ve özlemleri konusunda hissettiği güçlü kişisel yakınlığı görmezlikten gelmektedir. Eğer Weber demokratik teorinin etik öncüllerini uyarlamayı reddettiyse, yazılan buna rağmen Avrupa liberalizminin geleneklerinde yer almaktadır. Sürekli olarak ‘insanın kişisel özerkliğini’ ve ‘insan türünün ruhsal ve ahlaki değerlerini’ savunusunu onaylamaktadır.

Ancak Weber’in siyaset sosyolojisinin bağlamı içerisinde aşağı sınıflann yükselen beklentileri ve kendisinin müracaat ettiği liberal bireyciliğin akideleri sadece devletin güçistemlerince ileriye götürülebilirdi: ‘Bugün tüm kültür bütünüyle millete bağlıdır ve bağlı kalacaktır.’56 Dahası bir taraftan tarihsel olarak yakınen ilişkili eşitlik ve bir düzeye gelme, diğer taraftan bireysel hürriyet ve kendiliğindenlik arasında trajik bir karşıtlık vardır. Kitle siyasetinin büyümesi zorunlu olarak bireysel özgürlük ve kendiliğindenlik değerlerinin çağdaş toplumsal düzende gerçekleştirilebileceği düzeyi sınırlar. Eğer bu görüşler Weber’in Wilhelm dönemi Almanya’sının siyasi yapısına ilişkin değerlendirmesinde kökleşmekteyse de, bunlar aynı zamanda mantıksal ve ampirik olarak metodolojik kavramları ve ‘dünya medeniyetleri’ çalışmalarıyla ilişkilidir ve kısmen onlar tarafından biçimlendirilmiştir.

Weber milletin ‘güçistemleri’nden ve Herrenvolk (efendi millet)’tan bahsettiğinde çağdaşlarının lisanıyla konuşmaktadır. Özellikle sonraki yazılarında olmak üzere Weber’in bu nosyonları kullanışı, bu terminolojiyi uyarladığı kaynaklardaki kullanışlarından belirli bakımlardan oldukça farklıydı, îlkin, şahsî siyasi hedeflerinde nihaî değer olarak devletin kendisi üzerindeki vurguyu reddetmişti. Antrittsrede’ sinde bu konu üzerinde hâlâ bir belirsizlik bulunmakla birlikte, sonraki yazılarında bu huşu oldukça sarihtir ve ‘millîdevlet’te Weber’in şahsî değerler skalasmda manidar olan denklemin ilk yansını oluşturmaktadır. İkincisi Weber Herrenvolk terimini, Alman kültürünün diğer milletlerin kültürü üzerinde ‘meşru’ bir hakimiyet iddiasında bulunabileceği bir çağrışımı getirecek bir biçimde kullanmamıştır. Aksine, Weber’e göre, böyle bir iddia hem olgusal olarak geçersiz ve hem de mantıksal olarak ayrı bir sorun olmakla birlikte normatif olarak reddedilmiştir.

Millî devletlerin siyasi mücadelesi güç ilişkilerinin bir alanıdır; bu devletlerin millî kültür alanlarında içerilen değerler ‘etik olarak’ Alman kültürüne üstündür biçiminde yorumlanamaz. Weber’in epistemolojik dünyanın ‘etik jrrasyonalitesi’ kavramı ve bu temel üzerinde inşa ettiği metodolojik aygıt Alman sosyal düşüncesindeki muhtelif ve farklı eğilimleri bütünleştirirîeye yönelik bir teşebbüsü ihtiva etmektedir. ‘Sezgicilik’ ve ‘bilimciliği’ reddederek, ‘rasyonel’ ve ‘irrasyonel’, ‘sübjektif ve ‘objektif arasındaki belirli çelişkilere dokunan bir çerçevede işleyen öğeleri ödünç almıştır. Bu çalışmanın 4. bölümünde işaret edildiği gibi, bu öğeler Weber’in bir ‘salt kategoriler’ kümesi olarak geliştirdiği ve tarih ve toplum çalışmalarında ampirik olarak uyguladığı sosyolojik kavramların altını çizmektedir. Bu kavramlar, (Weber’in aslî iki anlamının her birinde) rasyonaliteye yaklaşan bütün beşerî eylemlerin zorunlu olarak irrasyonalitede (‘nihaî değerler’) temellendirilmesi gerektiği nosyonunu ihtiva etmektedir.

Ancak akıl ve değer arasında temel bir ikilem vardır. Dolayısıyla sosyoloji ve tarih ‘anlamın’ anlaşılmasına müracaatı gerektirir; ancak sosyolojik ve tarihsel analiz normatif olarak ‘geçerli’, verili bir değerler kümesini ‘kanıtlayamaz’. Weber’in hakimiyet tipolojisinde, bu iki vurgu karizma kavramında inşa edilmiştir. Karizma, kuralbağımlı eyleme yabancı olma anlamında irrasyonel ve dolayısıyla tarihte değeryaratıcı bir güçtür; kavram Weber’in formüle ettiği gibi, bütünüyle Hitler’in Gandi kadar özgün bir karizmatik lider olduğu şeklindeki karizmatik bağlanmaların muht ev asındaki bütün farklılıklara yer açmaktadır. Dolayısıyla Weber’in düşüncesinde ‘değer’ nosyonu (irrasyonel) kanaatle eşanlamlı olmaktadır; kavramsal kategorileri, bu bakımdan, etik teoride geleneksel olarak anlaşıldıkları gibi ‘bencillik’ ve ‘diğergâmlık’la bir ilişki taşımazlar. Weber’in Alman siyaseti analizinde, Antrittsrede’ sinde ‘liderlik problemi’ olarak görülen şey, sonraki yazılarında bürokratik rasyonalite ve karizma arasındaki karşıtlığa dönüşen bir husus olarak analiz edilecekti. Şu halde Weber kaçınılmaz olarak karizmatik öğenin muhtevasının kendisinin, bilinçli bir şekilde nihaî değer olarak aldığı (Alman kültürünün özerk gelişimi) şeyle ilgisiz olduğu sonucuna yöneltilmişti.

Bu, modern kapitalist devlette içerilen bürokratizasyon analiziyle birleşerek, Weber, yöneltildiği liberal demokratik değerlerin en fazlasından ‘araç’ olarak kavranılabildiği ve dolayısıyla içsel nıanidarlıklannın inkâr edildiği bir konuma getirdi. Weber’in siyasi düşüncesi şu halde yazılarının güçlü bir şekilde tanımlanılan pathos (keder) karakterini veren içsel bir gerilim gizlemektedir. Bir taraftan klasik liberalizm ve hatta sosyalizmin belirli akidelerine sempatilerini açıklamıştır; ancak diğer taraftan onun siyasetteki başlangıç noktası (Antrittsrede’ de konulduğu gibi) ve akademik yazılarında geliştirdiği entellektüel bakış açısı, görüşlerini, kendisinin ortaya koyduğu gibi,’ “hakin iradesi” , halkın gerçek iradesi gibi kavramların …kurgu  olarak kaldığı bir konuma yönlendirmiştir.

Ölmeden çok kısa bir zaman önce Marx ve Nietzsche’nin modern kültürdeki iki hakim etkiyi temsil ettiğine işaret etmiştir. Weber’in çalışmalarının bütününün bu iki sarih olarak telif edilemez düşünce akımınının en temel vukuflarını birleştirmek yönünde devasa bir teşebbüsü oluşturduğu söylenebilir. Siyasi görüşleri bu yoğun ancak gevşek entelllektüel sentez tarafından biçimlendirildiği gibi, bu sentezin biçimlenmesine de yardım etmiştir, bu sentezin içerdiği ikilemleri de paylaşmıştır. Weber’in siyaset sosyolojisinin tatmin edici bir kritiği hem siyasi hem de entellektüel. olmalıdır. Bir başka deyişle, ayrıntıda, sorunlara ilişkin olarak fikirlerinin belirli bir tarihsel bağlama bağımlılığını ve teorik formülasyonlannın zayıflığını incelemelidir. Şimdiye kadar böyle bir kritik siyasi yazılan üzerin 57 Zikredildiği yer Mommsen (1959) pp.3923.

Bu türden önermeler Weber’in ‘ “insan Hakları”nın başarılan olmaksızın en muhafazakâr olanı da dahil olmak üzere hayatını sürdürebileceğine inanmak büyük bir kendini kandırmak’tır kanaatıyla yanyana getirilerek okunmak zorundadır. (1968, m 1403) deki tartışmadan neş’et etmemiştir. Bir tarafta Weber’in Marksist eleştirmenleri sosyolojik yazılarını, siyasi çıkarlarının ifadesi olarak ele almaya yönelmişlerdir. Saçma bir şekilde Weber’in sosyolojisi geniş olarak Wilhelm dönemi Almanyasındaki ‘burjuva kültürü’nün tikel bir açığa vurumuna indirgenmiştir. Diğer yanda, Weber’in ‘ortodoks’ tefsircileri, sosyal bilimlere akademik katkılarının bütünüyle siyasi bağlanmalarından ayrı olarak ele alınması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. Ancak bu tavırlar, hiç olmazsa bazı zamanlarda sergilendikleri nihai biçimlerinde açık bir şekilde Weber’in eserlerinin yeterli bir değerlendirilmesine engel teşkil etmişlerdir. Böylesi bir değerlendirme modem sosyoloji için hâlâ hann sayılır derecede önem taşıyan bir görevdir. Bu tavırlardan her biri malumu ilân etmekten başka bir şey olmayan hususları dile getirmektedir. Eseri, yaşadığı özel toplumsal ve siyasi bağlama açıklayıcı olan herhangi bir büyük düşünürün de genelleştirilmiş uygulamalara izin veren kavramlara cisim verdiği de doğru olmalıdır.

 

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments