Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Kasım 21, 2024
No menu items!
Ana SayfaMüzikMüzik GruplarıOnlar ki Yaratanlardır... | İşçi Şarkıları

Onlar ki Yaratanlardır… | İşçi Şarkıları

Ölenlerin adını unutma / Türkülerin, meydanların / Bırakmasın onlar seni

Sait Faik, 1935’te yazdığı Semaver’e, anasının Ali’ye seslenişiyle başlar: “Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın.”

Ali, hikâyenin baş kişisidir ve “nihayet” iş bulmuştur: Fabrikada çalışmaktadır. Anası, o sabah da semaveri çoktan kaynatmıştır: “Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi.”

Bu, rutin bir şekilde ilerler ancak bir sabah semaver kaynamaz, hem de Ali işe geç kalır: Anası aniden ölmüştür. Ali semaveri görmeyeceği bir yere kaldırır ve onun yerine “Ali’nin hayatına bir salep güğümü girer”: “Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden işe gidenler” gibi, o da her sabah “kocaman bir duvara sırtını” vererek “üstüne zencefil ve tarçın serpilmiş salep” içer artık…

İşçi hikâyeleri edebiyatımızda çok fazla sayılmaz. Sait Faik’inki, herhalde en güzellerinden biri. İşçilerin siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte, popüler şarkılarda da -özellikle ‘70’li yıllarda- işçi figürü ve mücadelesi zaman zaman görüldü. Bora Ayanoğlu’nun isimsiz Fabrika Kızı’nı anlatan ve 1967 yılında Alpay tarafından yorumlanan şarkısı, hem ilklerden hem de en güzellerden biri:

Gün doğarken her sabah
Bir kız geçer kapımdan
Köşeyi dönüp kaybolur
Başı önde yorgunca

Fabrikada tütün sarar
Sanki kendi içer gibi
Sararken de hayal kurar
Bütün insanlar gibi

(…)
Makineler diken gibi
Batar her gün kalbine…

Fabrika Kızı, yakınlarda Haramiler tarafından yorumlandı; şarkının bir kısmı Ahmet Kaya tarafından bir potporide kullanıldı, bu haliyle Hüveyda Evis’in Karadut albümüne de girdi.

Alpay, 1976’da ilginç bir denemeye imza atar ve çıkardığı albüme 11 dakikalık bir şarkı -adeta hikâye- koyar. Can Arpaç’ın şiirini Müjdat Akgün bestelemiştir:

Bu kente Konya asfaltından gelir işçi kızları
Balgat’tan çıkıp dolmuşa biner, Güven Parkı’nda toplanır
Açıksa kısmetleri, kimi çamaşıra, kimi temizlikçi diye
Bir büyük eve kapılanır her biri, gündelikçi diye…

Şarkı, çalışmak için kocası ve çocuğuyla “acımasız, kalleş, katı” şehre gelen Fatma kızın hikâyesini anlatır. Üç yılda nüfusları altıya yükselir ve Fatma kız, kocası takatten kesilince onun bayrağını devralır. Çocukludur, çalışması zordur. Nitekim bu tempoya dayanamaz ve “düşer…”

Grup Yorum’un 1989 tarihli Cemo albümünde yer alan İnsan Pazarı da yine Güven Parkı’nda toplanan işçileri anlatır.

Safinaz, kapıcı Kasım ve Ayşe’ler

“Gün doğmadan” uyanan bir başka şarkı kahramanı Kapıcı Kasım’dır; Cem Karaca’nın Edirdahan eşliğinde yorumladığı Safinaz’ın babası. Kızını okutmak için kapıcılık yapar, karısı Asiye’yi gündeliğe gönderir Kasım ama fiyatlar artarken onun “ücreti sabit” kalınca Safinaz’ı okuldan alır:

Yine erken kalkıyordu Safinaz sabahları
Her sabah geçerek o aynı sokakları
Kendi gibi insanlarla doldurup fabrikaları
Kendi gibilerine satıyorlardı yaptıkları malları…

Şarkının sonrası ayrı bir hikâye: Alpay’ın Ağa Düşen Kadın’da, Özdemir Erdoğan’ın Vitrin’de, Nükhet Duru’nun Kaldırımlar’da anlattığı bir “yoldan çıkma” hikâyesi. Timur Selçuk’un Size Kötü Kadın Derler’de anlattığı kadınların hikâyesi…

Çalışan kadınlardan söz etmişken Ahmet Kaya’nın Tezgahtar Nebahat’ına selâm çakıp Melike Demirağ’a kulak verelim: 1979 tarihli Şanar Yurdatapan şarkısı Makine Yiyor Beni’de 13 yaşında makine başındaki Ayşe’nin hikâyesini anlatıyor, Demirağ. Ayşe, “üç beş kuruş uğruna” makinenin kölesi olmuştur ve bir gün “başını dik tutmayı” öğrenir, isyan eder: “İsyan ediyor içim / Niçin Allahım niçin / Daha fazla kâr için / Makine yiyor beni” Sonrasında, çevresindekilere seslenir:

Gel kardaş gel
Ver elini ver
Ver ki tek kalmayasın
Ver ki ezilmeyesin
Makinenin suçu ne
Canı yok ki kan emsin
Beynini parçalayan sermayenin sesidir
Haykırdığımız türkü onun son nefesidir

Red Türküleri serisinin ikinci albümünde bir İşçi Kız’ı anlatan Arif Kemal’e uzanalım şimdi de. Tesadüfe bakın ki buradaki kızın da adı Ayşe; hem de mevzu aynı:

Her akşam yorgun işten dönerken
Görürdüm onu yolunda ben
Düşürmüştü gönlüme bir sızı
O hüzün gözlü işçi kızı

Ellerindeki işten kalan izler
Tütün işlemiş o parmaklar
Allıksız yanaklarıyla ağzı
İzmir narı gibi kırmızı

Benimle aynı işte çalışan
O genç kızın Ayşe’dir adı
Çok darbe yedik biz patronlardan
Nihayet bir gün grev patladı

Ayşe’yle geçtik grubun başına
Ayşe oldu kavga yandaşı
Biz işte o gün Ayşe yandaşla
Grev meydanında nişanlandık

O da bir işçi ben de bir işçi
Bir sınıfın evladıyız biz
Gaye uğruna verip elele
Güzel günlere gitmekteyiz

İşçisin sen işçi kal

Bir dönem Ekmek Aslanın Ağzında diyen ve 1995’te “yaşı yaklaşık on yedi” olan Kaportacı’nın şarkısını söyleyen Bulutsuzluk Özlemi, bu şarkıda Cem Karaca’ya selâm göndermeyi ihmal etmez.

“Sabah erken kalkar / Kahvaltısız çıkar” ve “kırık aynada saçını tarar” Kaportacı. Tamirci Çırağı’nın saçını taradığı aynanın “arkası kuşlu”dur ve “ayağında uzun etek, dalga dalga saçları”yla bir gün önce “tamirhane”ye gelen kızın yeniden gelmesini beklemektedir, üzerinde tulumları olmaksızın ve “cildi parlak kağıt kaplı pahalı” bir kitapta okuduğu hikâyenin gerçek olmasını umarak.

Kız gelir, bizim çırak arabanın kapısını açar: “Kalktı hilal kaşları, sordu kim bu serseri // Çekti gitti arabayla egzosuna boğuldum / Gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum”.

Kaportacı’nın sırtına “n’aber lan” diyerek vuran usta, burada farklı bir şekilde devreye girer: “Ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları / İşçisin sen işçi kal giy, dedi tulumları!”

Cem Karaca-Dervişan bu plağında sizlere bugüne dek hep belli bir mutlu son masalıyla biten yoksul erkek zengin kız ilişkisini değişik bir yaklaşımla sergiliyor. Gerçekçi olduğu için katı belki ama gerçeklerin kendi acılığı bu. Yapıtı tüm ulus emekçilerine adıyoruz.

Sözleriyle sunulan Tamirci Çırağı’nın tarihi 1975. Karaca, Türkiye’ye döndükten sonra bir müddet bu şarkıyı söylemeyi reddetti. Hatta konserlerinde bu şarkıyı isteyenlere şöyle bir hikâye anlattığına bizzat şahit olduk:

Geçenlerde tanıdık bir yüz gördüm; bizim Tamirci Çırağı. Rastladığımda bir otelin kapısında kâhyalık yapıyordu. O güne dek adını bilmiyordum, sordum, öğrendim: Yahya’ymış

Bu hikâyenin ardından gelen şarkı, elbette Kâhya Yahya’ydı: Sivri uçları temizlenmiş, modern Tamirci Çırağı! Şarkı sonradan Cem Karaca repertuarına girdi ve genç kuşaklar canlı dinleyebildi. Grup Yorum’un kimi konserlerinde seslendirdiği Tamirci Çırağı, Ali Altay tarafından da yorumlandı.

Zülfü Livaneli’nin 1979’da Refik Durbaş’tan besteleyerek söylediği Çırak Aranıyor, merakla karışık bir seslenişi, bir yandan da isyanı barındırıyordu içinde: “Elim sanata düşer usta / Yürek acıya / Ölüm hep bana mı / Düşer usta…”

1982’de Maria Faranduri’nin O Paragiyos adıyla Yunanca yorumladığı şarkı, 1984’te Edip Akbayram tarafından yorumlandı. Hümeyra da o şahane Benim Şarkılarım albümünde Esin Engin’in bestesiyle ve Usta adıyla seslendirdi bu şiiri.

Şarkının yayımlandığı 1979, malûm, “Dünya Çocuk Yılı”; Türkiye’nin de karışık dönemleri. Livaneli’nin aynı albümde (Atlının Türküsü) Nâzım’ın “Büyük insanlık sekizinde işe gider” dizesini müziklediği dönem. Taner Öngür’ün Çalışan Çocuklar’ı belki de o dönemin ürünü:

Çalışan çocuklar
Geleceğimiz umudumuz
Suçumuz utancımız

(…)
Çocuk sevinçleri
Sabahın karanlığında
İlkel endüstrinin
Kurbanları bunlar

(…)
Arkadaş bırak çocukları
Bırak oynasınlar
Bırak ki geleceğimizi tazelesinler
Baştan ölmüş insanlar
Ne sana ne bana yara getirir
Bırak çocukları
Çocuk gibi büyüsünler…

Asu Maralman’ın aynı yıllarda seslendirdiği Çöplük, sonundaki enteresan vurguyla ilgi çekiyor:

Kentin çöplüklerinde iş arayan çocuklar
Bilir misiniz ben sizin için ağlarım
İki damla gözyaşı dökülür gözlerimden
Adınıza kendimden, herkesten utanırım

Gece rüyalarında ekmek gören çocuklar
Ne yer ne içersiniz, sizden uzak dostluklar
Sanmayın belki bir gün sizi de anımsarlar
İşte onun için ben, onun için utanırım

Dünya çöplüklerinde hayat arayan çocukla
Küçüklüğe doymadan büyük olan çocuklar
Gelecek yıllar sizin diyorsa da insanlar
Bir bayramdan bayrama sizi düşünmüyorlar…

1979’da en güzel çocuk şarkısını yazan (Dışarda Kar Yağıyor) ve onunla Altın Mikrofon kazanan Ünol Büyükgönenç, on yıl sonra yayımlanan ilk albümünde Yapıcılar’ı anlatıyordu: “Yapıcılar türkü söylüyor / Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama / Bu iş biraz zor…”

Aynı yıllarda kulağımıza çalınan bir başka şarkı, Ezginin Günlüğü’nün Sabah Türküsü’ydü: “Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü / Bir iner bir çıkarım bu yokuşu / Kazanırım çocuklarıma ekmek parası”

Tarlada çalışan işçiler de zaman zaman şarkılara, türkülere konu olmuş. Tülay German’ın meşhur ettiği Burçak Tarlası, “aman kızlar ne zor imiş burçak yolması” dizesiyle bu yazıya girmeyi hak ediyor.

‘70’li yıllarda kurduğu korolara işçi şarkıları söyleten Ali Asker repertuvarından Sarı Sıcak, ‘80’lerin sonunda Yavuz Bingöl’lü Atmacalar (sonradan Umuda Ezgi adını aldı) tarafından seslendirilmişti:

Tepemizde sarı sıcak
Olur mu böyle yaşamak
Bir avuç toprağa muhtaç

Sarı dünyam tütün benim
Beyaz dünyam pamuk benim
Yeşil dünyam haşhaş benim…

Bulutsuzluk Özlemi’nin Yol albümünde yer alan, pamuk işçilerini anlattığı Harran Ovası (“Pamuk tarlasında / Güneşin altında / Kadın erkek yan yana / Yapardılar çapa…”) ve Cem Karaca’nın ilk plaklarından birinde söylediği, sonradan Hasret Gültekin’in de yorumladığı Ümit Tarlaları (“Toprak yarık / Yarık toprağa / Basan tabanlar yarık / Avuçlar / Kan ağlar / Kara saban deyu / Sür ha sür / Ümit tarlalarını…”) tarla şarkılarına verebileceğimiz örnekler.

Almanya acı vatan

1980’ler, “Alamanya” yılları. ‘70’lerin başında giden işçi kervanına, 12 Eylül’le birlikte müzisyenler de katıldı: Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Cem Karaca, Fuat Saka, Ali Asker ve niceleri, 1980 sonrasını “zorunlu tatil” ilan edenler. Tatil hali, ülkeye dönememekten ibaret. Yoksa, müzik çalışmalarını orada da sürdürdüler ve ekseriyetle göç ve hasret temalı şarkılar yazdılar.

Bunlar arasında en içlilerinden biri, Fuat Saka’nın 1984’te yayımlanan Ayrılık Türküsü albümündeki Liman İşçisi:

Eser Hamburg akşamları
Yüreğime işler gider
Fırtınayla gelen rüzgâr
Yüzümü kavurur gider

Bir hüzün çöker inceden
Çömelir tütün sararım
Tütün değil sanki bilmem
Kaç yıllık hasret sararım

Yaman olur gurbetliğin
İnceden çöken sızısı
Ne zaman diner bilinmez
Hasretimizin yarası…

Cem Karaca, Alamanya’da, “on beş yıldır gurbet elde mark ile ırgat” olanların şarkılarını söyler: “Markla ırgatlıktır işim geldim geleli / Bantta akan sanki ömrüm bildim bileli” Bu dönemde, isyanını yansıttığı en güzel şarkılardan biri Alamanya Berbadı’dır: “Bizim elin açlığına selamım söyle…”

Almancılar, o yıllarda Almanca olarak yapılmış, Türkiye’ye döndükten sonra yayımladığı ilk albümde (Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar) Türkçe sözlerle yer almıştır:

Davulla zurnayla yola çıkmış
Bandoyla karşılanmıştık

İş gücümüzdü sattığımız
Ter olup çarklara aktığımız
Servete servet kattığımız
Gurbet el şimdi bize dön geri diyor…

Almanca adı Es kamen Menschen an olan şarkının eski sözleri daha ağır:

İş olduğunda
En boktan işleri verdiniz bize
Ve gelip çatınca beklenen işsizlik
Çıkmazınızın hesabını sordunuz bizden…

Almanya’da, 1984’te yayımlanan Die Kanaken’deki şarkıların hemen hepsinin teması budur. Total geschlaucht, işsizliğin türküsüdür; Willkommen’de sarmısak kokuyor diye dışlanan Türkler anlatılır; Ab in den Orient-Express ise “defolun Orient Ekspresiyle” diyen Almanlara söylenmiştir ve sonunda (iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına misali) Türkçe bir yakarış vardır: “Bırakalım nefreti körükleyip durmayı / Bu yangın büyümesin…”

Ruhi Su, El Kapıları albümünde, bu duruma içeriden bakar. Albümde yer alan ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dizelerinden müziklediği Almanya’da Çöpçülerimiz’i özellikle anmak gerekiyor. Anılması gereken bir başka çalışma, Abdullah Eryılmaz’ın yaptığı ve 1990’lı yılların başında Türkiye’de yayımlanabilen Gastarbeiterlieder / İşçi Şarkıları başlıklı albüm. O dönem Almanya’ya gitmiş halk ozanlarının ve orada yükselen hip-hop’çu gençliğin yaptıklarını başka bir yazıya bırakıp, memlekete dönelim.

Kömürün ateşi

Türkiye’de her daim yaşadığımız maden kazaları, ‘70’li yılların başından beri şarkılara ve filmlere konu olmuş; maden işçilerinin dramı plaklar, kasetler, CD’ler aracılığıyla insanlara ulaşmış. Bu konuda ilk örneklerden biri, Rıfat Özsaraç’ın “ağlamalı/konuşmalı” ağıtı Zonguldak Faciası adlı 45’liği. 1977’de yayımlanan Cem Karaca-Dervişan albümü Yoksulluk Kader Olamaz’da yer alan Lütfü Gültekin şarkısı Maden Ocağının Dibinde, en iyi örneklerden:

Maden ocağının dibinde
Hava yok ışık yok
Besin yok karın yok
Oğlun bile yok

Bir sen varsın direnen…

Ankaralı rock grubu İstasyon’un Görmedin Ki albümünde duyduğumuz Karadır Ellerim, yeni dönemde yapılmış ilginç madenci şarkılarından:

Geçen her gün yavaş yavaş kurutur bizi
Kan tükürsek bilen olmaz yeryüzünde
Bir nefeste biter ömrün belki de burada
Özleriz güneşi gizli gizli…

Selda’nın Maden İşçileri ise 1970’li yıllardan günümüze ulaşan bir başka güzel örnek:

Umutsuz bir sonbahar günüydü
Çocukları uyurken çıktılar Ereğli sokaklarına
Üzülmez’e gidiyorlardı
Kır düşmüştü kemikten şakaklarına

(…)
Yürüdüler elele
Giriyorlardı cennet bahçelerine
Her yıl şehit düşen kömür işçilerine
Kavuşmak inancı içinde

Yürüdüler yürüdüler
Dilaver kömür ocağına geldiler

Hakkı dedi Ali, Satılmış dedi Hakkı
Önleri toz dumandı derdi karanlıktı
Sarsıldı topraklar kömür oldu canavar

(…)
Verdiler el ele gönüller gönüle
Sonra sarıldılar
Kömürün ateşine kibrit oldular…

Grup Yorum tarafından Yeniçeltek kazası üzerine bestelenen Madenciye Ağıt, Kızılırmak’ın ilk albümünde yer alan enstrümantal Göçük Altında, Emre Saltık’ın Maden İşçileri ve Mahzuni’nin Madenciler’i bu minvalde bestelenmiş şarkılar.

Ali Asker’in “Zonguldak’ta madendeyiz / Ölümle bir aradayız / Sosyalizm için savaştayız / Devrimler için kurstayız” gibi sözler içeren Maden Ocakları da öyle.

Bu dönemde yapılmış en güzel şarkılardan biri, Grup Yorum’un 1991 tarihli albümü Yürek Çağrısı’nın açılışında yer alan Madenci’den:

Bugün maden ocağına
Kara elmas diyarına
İnmedik selam olsun sana dost

Ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzlere
Grev grev güneş doğmuş dost

(…)
Yeraltında ezilenler
Yeryüzüne seslenirler
Madenler bizim derler
Gerekirse ölüm derler
Günü geldi grev derler
Artık kaybedecek bir şey yok

Grev hakkımı isterim, grev!

Grup Yorum şarkılarıyla devam edelim… 1989 tarihli Cemo albümünde yer alan ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’den bestelenen Borçlusun’da şu sözlere rastlıyoruz:

Kolay gelsin dememişsen
Taş kıran işçilere
Günaydınsız bırakmışsan
Bahçe bezeyenleri

Pankartlı yürüyüşlere
Ve halaylı grevlere
Katılmayı bir aşk gibi
Ta şuranda duymamışsan

Sende iş yok be kardeşim
Alnındaki çizgilere
Yüzündeki ışıltıya
Borçlusun sen yaşamın kendisine…

Aynı albümde yer alan ve bu şarkının hemen arkasından gelen Gün Gelir ise “Bugün grev günüdür dostlar / El ele türkülerle coşalım / Emek ile ter dökenler / Hep birlikte halaya duralım” sözleriyle bitiyor. Albümün sonunda yer alan Çağrı, fabrikadan meydanlara bir davet: “Al yüreğini / Öfkeni kuşan da gel / Emeğin kavgası var…”

Geliyoruz albümünde yer alan İşçi Halayı’nı ve Feda albümündeki Emekçi Halayı’nı bu şarkılara ekler, anmadıklarımızı da hesaba katarsak, Grup Yorum külliyatından bir albüm dolduracak kadar grev şarkısı çıktığını görüyoruz…

Kızılırmak’ın kimi şarkılarında, Kutup Yıldızı’nın Yürüyüş Marşı’nda, Arif Kemal’in Vardiya’sında da bu tarz çağrılara rastlamak mümkün. Yenigün Müzik Topluluğu’nun yeniden yorumladığı Halkız Biz, ‘70’lerde Vur Ulan Köpek Dölü diye bilinen, 1997’de Grup Yorum tarafından da söylenen bir Şanar Yurdatapan bestesi: “Biz bir gün çalışmasak / Çarklar durur sular kurur…”

Bir şarkısında, “Top tüfek tabanca değil, şarkılarımı saldım üstüne” diyen Yurdatapan, o dönemdeki eşi (plaklarda “bir avuç mutlu azınlığın değil, halkın sanatçısı” diye tarif edilen) Melike Demirağ’la birlikte pek çok şarkı yaptı. 1977 seçimlerinden hemen önce çıkartılan ve CHP tarafından meydanlarda kullanılan Elele, bunlardan biri: “Birken iki üç dört beş on / İşte bugün tam kırk milyon / Çarklar bizim toprak bizim / Bir tek vücut olmak bizim…”

Plağın arkasında yer alan Niçin ise, bir konuşma; “Ben Melike Demirağ, 21 yaşındayım” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor:

Ben bu seçimde ilk kez oy kullanacağım ve bir milyon oyum olsa, bir tekini bile, kendilerine sözüm ona ‘milliyetçi’ adını takan partilere vermeyeceğim. Niçin? (..) Sizin için işçi kardeşlerim; sendika, grev, toplu sözleşme ve sosyal güvenlik haklarınızla daha fazla alay edilmesine engel olmak için.

1970’li yıllarda yapılmış bazı 45’liklere kulak verelim şimdi de. (…) İskender Doğan onu bize tanıtan Kan ve Gül 45’liğinin arka yüzünde (Âşık İhsani’nin ağzından) şöyle laflar ediyor:

Meydanlara doluş bizim
El ele bir oluş bizim
Dayanış kurtuluş bizim
Bizim dostlar hepsi bizim…

O dönem İskender Doğan dâhil pek çok sanatçıya plaklarında eşlik eden Dün Bugün Yarın Orkestrası’nın 1972 yılında yaptığı “solo” 45’liğin arka yüzünde yer alan Makine ve İnsan, bir trenin makine dairesinde geçiyor ve “yıllarını ateş ve kömürle kucak kucağa geçirmiş iki dost”un, lokomotif ve makinistin öyküsünü anlatıyor. Şanar Yurdatapan, makinistin ağzından seslendiriyor bu “müzikli şiir”i: “Kömür, ateş, sen ve ben / Evlenmiş gibiyiz imza atmadan…”

Önce 36. Paralel grubunun, sonradan Arif Kemal’n seslendirdiği Reyman Eray’ın Yorgun Adam’ı da ‘70’lerde yapılmış ilginç plaklardan:

Güneş altında bütün gün
Üstü başı solgun adam
Çalışmaktan işten değil
Yaşamaktan yorgun adam

(…)
Kolundaki zincirden
Başka hiçbir kaybı yok
Bugün artık savaşmaktan
Başka bir seçeneği yok (1)

Timur Selçuk, 1977’de yayımlanan ve kendi adını taşıyan albümünde, Nuran Atakır’ın piyanosu eşliğinde, Çiğdem Talu’nun sözlerini seslendiriyor:

Nereye payidar nereye
Seninkiler direnişte
Bir sen yoksun içlerinde
Çıkmaz bu yol bir yere

Nereye payidar nereye
Gönlün yoksa ezilmeye
Sen de katıl direnişe
İşçilerle el ele…

(Nereye Payidar) ve “Geldi vakit gün doğacak / Selam olsun tüm illere / Hele hele hele hele / Örgütlenen işçilere // Çaldı saat söktü şafak / Selam olsun hepimize / Hele hele hele hele / Grevdeki kardeşlere…” (Direniş Türküsü) Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sergilediği Bilgesu Erenus’un Nereye Payidar müzikli oyunundan alınan bu şarkıların yanına Âşık İhsani’nin 15-16 Haziran için yazdığı sözleri de ekleyelim:

Düş değil bu hayal değil he hey be hey
Yetmiş bin dev işçim kalktı yürüdü

(…)
Nasırlı elinde gürz gibi kini
Güneş tepesinde kızıl bir sini
Sağır beyinlere ayak sesini
Paslı çivi gibi çaktı yürüdü

Yeter demek için patron karına
Dev adımlar selam çaktı yarına
İşbaşından cadde ortalarına
Kükreyen sel gibi aktı yürüdü…

Nâzım Hikmet’in dizelerine Çiğdem Talu’nun yaptığı eklerle kotarılmış Türkiye İşçi Sınıfına Selam ise bugüne dek yapılmış en güzel işçi şarkılarından:

Selâm yaratana selâm
Tohumların tohumuna selâm
Serpilip gelişene selâm
Türkiye işçi sınıfına selâm

Madenden atölyeden
Tezgahtan tersaneden
Hakkını almak için
Yola çıkan devrimci işçiye bin selâm

Gücüyle bilinciyle
Korkusuz yüreğiyle
Düşmanı yenmek için
İlerleyen devrimci işçiye bin selam

Bir de, Attilâ İlhan dizelerini seslendiren Ahmet Kaya’ya kulak verelim:

Oy bilesin ki ben ha
Taş döven demir döven
Toz toprak içinde şanlı
Sıfatım kat’i çamur
Ellerim mağrur yağlı

Oy bilesin ki ben ha
Yerden cevahir söken
Zincirin yitirmiş dev
Erkan üzredir feryadım
Grev hakkımı isterim
Grev hakkımı grev!

“Mahir’in Türküsü”

Can Yücel’in İşçi Marşı, bugüne dek defalarca bestelendi. 1979 yılında yayımlanan ilk Yeni Türkü albümünde (meşhur Buğdayın Türküsü) Selim Atakan bestesiyle yer aldı bu şarkı ve o günlerde Yeni Dünya Korosu tarafından da seslendirildi.

1977’de, Cem Karaca, Taner Öngür bestesiyle söylemişti. 1995’te de Kutup Yıldızı, Hava Döndü İşçiden Yana adıyla yorumladı. “Hava döndü işçiden esiyor yel” dizesiyle başlayan marş, memleketin “yerli” marşlarından.

Bir de “adapte” marşlar var: “Hayat denilen kavgaya girdik / Çelik adımlarla yürüyoruz” sözleriyle başlayan Avusturya İşçi Marşı; değişik zamanlarda başka sözlerle seslendirilen Çav Bella ve Venseremos; “Ege denizi kararınca” diye de bilinen Yunanistan İşçi Marşı; Türkçe ve Kürtçe söylenen İtalyan İşçi Marşı (Avanti Populo) ve elbette Enternasyonal, bunların sadece birkaçı.

1968’de Avrupa’daki işçi örgütlerinin kurduğu Avrupa Türkiyeli Toplumcular Federasyonu (ATTF) bünyesinde 1973 ocak ayında kurulan ATTF İşçi Korosu, bu marşları toplu halde ilk söyleyen ekip. 1974 yılının Temmuz ayında plak olarak Almanya’da yayımlanan ve bugüne kadar Türkiye’de basılamamış İşçi Şarkı ve Marşları, yapılmış ilk derli toplu albüm. Bu albümde, “dünya işçi hareketinin en tanınmış şarkı ve marşları, koro tarafından Türkçeye çevrilmiş, devrimci ozanlarımızdan alınan şiirler bestelenmiş”.

Bu albümün yanına, ‘70’lerin sonunda yayımlanan Yeni Bir Dünya İçin kasetlerini; Kızılırmak’ın Gidenlerin Ardından, Grup Yorum’un Marşlarımız, Sevinç Eratalay’ın Mahir’in Türküsü albümlerini de koyabiliriz.

Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda toplanan kalabalığın içinde bulunan ve Dostlar Korosu’ndan duyduğu marşı plak yapmak isteyen Cem Karaca, bu plağını 1977’nin son günlerinde çıkarttı.

Bu, onun Türkiye’de çıkarttığı son 45’likti ve Sarper Özsan’ın bestesi 1 Mayıs’ı söylüyordu. Şarkı, aynı yıl Timur Selçuk tarafından da plak yapılmıştı; sonrasında da defalarca yorumlandı, ama Cem Karaca’nın yorumu, hep akılda kalan oldu. Dünyanın bütün işçileri için, bir kez daha döndürelim o plağı:

Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde

Sait Faik’le açtık yazıyı, Orhan Veli’nin bir şiiriyle sonuna yollanalım. Mehmet Ali Sel müstear adıyla yayımlattığı şiirlerden biri bu; 1938 tarihli Quantitatif:

Güzel kadınları severim,
İşçi kadınları da severim;
Güzel işçi kadınları
Daha çok severim.

Son sözü, Sezen Aksu ve Rahmi Saltuk’un bestelediği Gülümse’nin şairi Kemal Burkay söylesin ve Aksu’nun atladığı, Rahmi Saltuk’un gördüğü dize, bu yazının finali olsun: “Hadi gülümse bulutlar gitsin / İşçiler iyi çalışsın gülümse” (2)

Dipnotlar:
(1) Bu sözler, şarkının Arif Kemal versiyonundan. 36. Paralel, son bölümü şöyle söylemiş: “Kolundaki kuvvetten / Başka sermayesi yok / Bugün artık yaşamaktan / Başka hiçbir gayesi yok”
(2) Memlekette yapılmış işçi şarkılarına dair büyük bir külliyat var ortada ve bu yazıda örneklediklerimiz, bunların küçük bir kısmı. Değişik meslekler için yazılmış ve başka bir yazının konusu olabilecek nice şarkı var: Dursun Kaptan (Selda), Polis Haydar (Ersen), Şoför Mehmet (Erol Evgin), Şoför (Bergen), Taksici (Müslüm Gürses), Arabacı (Korkut Koray), Sandalcı (Erkin Koray), Garson (Ferdi Tayfur) Balıkçının Öyküsü (Haramiler), Konfeksiyoncular (Kızılırmak), Yaz Gazeteci (Selda) ve hatta Sanatçının Kaderi (Esin Afşar) bunlara örnek gösterilebilir. Yurdumun Güzel İnsanı (657), 9-6 Yolları (Efkan Şeşen) ve Memurun Şarkısı (Bülent Ortaçgil) gibi memurlar için yazılmış şarkılar; İlköğretmen (Ali Rıza Binboğa), Öğretmenim (İstanbul Gelişim Orkestrası), Dünyanın Bütün Çiçeklerini Getirin Bana (Selda), Bir Öğretmene Ağıt (Cem Karaca-Dervişan) gibi öğretmen şarkıları var. Kimi meslekleri anlatan çocuk şarkılarını, değirmencisinden dondurmacısına akla gelmeyecek meslekler için yazılmış kantoları ve boyacıdan limoncusuna oyun havalarını da bunlara eklersek, başka tür bir külliyata ulaşırız. Modern Folk Üçlüsü şarkısı Saat bile farklı bir boyuttan bu yazıya eklenebilir: “Trik trak trik trak / Olur mu hiç çalışmamak…” İyisi mi, daha fazla uzatmayalım, Adnan Menderes’in kendi sesinden plaklaştırılan “Türk İşçilerine Hitabe”sini (Menderes’in başbakanlığı döneminden kalma resmî bir 1 Mayıs mesajı) analım ve Ezginin Günlüğü solisti Hüsnü Arkan’ın yıllar önce yaptığı solo albümünde yer alan Nereye Uçar Turnalar şarkısıyla bu mevzuyu kapatalım:

Ölenlerin adını unutma
Türkülerin, meydanların
Bırakmasın onlar seni

Ne de çabuk yıktın kendini
Sarıldın yalanlara boşluğa
Bak işçi tulumu giymiş umut…

Alıntı: Alınteri İşçi Gazetesi

{play}mp3/iscisarkilar.xml|[AUTOPLAY]{/play}

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments