Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cumartesi, Kasım 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeFelsefe (Genel)Ekim Devrimi ve Sanat | Nadiye R. Çobanoğlu

Ekim Devrimi ve Sanat | Nadiye R. Çobanoğlu

“Tüm kurtuluşlar, insanı insan dünyasına, insan ilişkilerine, insanın özüne götürür.” K. Marx

Ekim 1917, sosyalist devrimin, en geniş anlamıyla kültürün ve dünya hümanizminin gelişiminde bir dönüm noktası olarak taşıdığı önemi kanıtladı. Lenin’in, Clara Zetkin’le yaptığı bir konuşmada söylediği sözler Ekim devriminde yer alan herkes için geçerliydi: “Kızıl Ekim, geniş çapta bir kültür devriminin yolunu açtı. Çeşitli milliyetlerden ve farklı kültür düzeylerinden milyonlarca insanın yeni bir yaşama doğru atıldığını gözünüzün önüne getirin. Sovyet Hükümetine de büyük bir görev düşmektedir. Birkaç yıl içinde, yüzyıllar boyu yapılan kültürel yanlışlar düzeltilecek, kitlelerin kültür düzeyindeki yükselme, Sovyet sanatı, bilim ve teknolojisinin gelişimini sağlayacak, tükenmek bilmez güçleri eğitmek için gerekli sağlam temeli yaratacaktır. Proletarya iktidarı alalı, kültür devrimi için en önemli koşullar, yani kitlelerin uyanışı ve kültür özlemleri gerçekleşti. Yeni bir toplumsal düzen yaratan ve bu düzen tarafından yaratılan yeni bir halkın büyüyüşüne tanık oluyoruz.”

“İlkel mülkiyet temeline dayanan bir toplumda, sanatçı pazar için mal üreten biridir, alıcıya ihtiyacı vardır. Devrimimiz, sanatçıları bu son derece sıkıcı koşullardan kurtardı. Sovyet hükümeti sanatçıların koruyucusudur. Tüm sanatçılar, kendini sanatçı olarak nitelendiren herkes, kendi ideallerine göre, herşeyden ve herkesten bağımsız olarak eserlerini özgürce yaratma hakkına sahiptir.”

“Ama, elbette ki,” diye ekliyordu Lenin, hemen ardından,”biz komünistler, ne yönde olursa olsun bir kaosun ortaya çıkmasına eli kolu bağlı, seyirci kalamayız. Bu süreci de bir plana göre yönlendirmeli ve sonuçlarına biçim vermeliyiz.”

Ekim devriminin getirdiği çok zor koşulların, sanat etkinliklerini güçleştirdiği, azalttığı düşünülebilir. Ama, gerçek bunun tam tersiydi. Tüm ülkeyi boydan boya saran içsavaşın tüm sertliğine, açlık ve kıtlığa karşın, 1920’de Rusya’yı ziyarete gelen H. G. Wells’in karşılaştığı durum ve bu konudaki yorumu ilginçtir: “Rusya’yı baştan aşağı sallayan şiddet fırtınasına karşın, tiyatro ve operalarda sanat çalışmalarının aralıksız sürdürülmesi şaşırtıcı. Petersburg’da, her gece kırktan fazla tiyatro temsili veriliyor; Moskova’da da öyle.” Savaş komünizmi yılları, açlık ve ambargo yılları, aynı zamanda sanat alanında cüretkar düşüncelerin ortaya konduğu ve büyük çabaların harcandığı yıllardı.

Ekim devriminin sert koşulları ve içsavaş, yazar ve sanatçıların gerçek “yüzlerini” ortaya çıkardı, aralarındaki farkları iyice belirginleşirdi. Birçokları halka ve devrim davasına bağlı kaldı, ama bu onların hemen bu çağın karmaşık sorun ve çelişkilerine yöneldiği, toplumsal ve siyasi düşüncelerinin, dünya görüşlerinin, ülkenin ihtiyaç ve çıkarlarına tam anlamıyla uyduğu anlamına gelmiyordu. Hatta Ekim Devriminden önce sosyalist geçinen bazı sanatçılar bile, devrimden sonra bolşeviklere karşı düşmanca bir tavır takınabiliyordu. Birçok sanatçı, devrimi anlayamamış, ülkenin içinde bulunduğu güç koşullar onları ürkütmüş, selameti Rusya’yı terk etmekte bulmuşlardı. Devrimi hemen benimseyenler, tüm çabalarıyla devrime katılanlar da oldu. Ülkede kalmayı yeğleyen bazı yazar ve sanatçılar da “politikanın dışında kalmayı” seçmişti, bu da şaşırtıcı değildir, çünkü derhal zaferini perçinleyecek, derhal herkesi ikna edebilecek, herkesi kendi yanına çekebilecek devrim yoktur. Lenin, edebiyatçı ve sanatçıların bu tarafsızlığını, aydınları sosyalizm düşüncesine götürecek zorunlu bir aşama olarak kabul ediyor, “… bolşevizme düşmanlıktan tarafsızlığa, sonra da devrimi desteklemeye geçeceklerdir.” diyordu.

Aynı zamanda, bir grup duyarlı yazar ve sanatçı, devrimi bir oldubitti gibi kabul etmekle kalmak istemeyip eski dünya görüşlerini dönüştürmeye, devrimin insanların karakterini ve genellikle insan ilişkilerini nasıl değiştirdiğini anlamaya çalıştılar. Bu kuşkusuz, güç ve karmaşık bir süreçti. Güçlükler, daha çok yazar ve sanatçıların eserlerinin konularını ve ideolojik yönelimlerini değiştirmeleri zorunluluğundan kaynaklanıyordu; bu ise dünya görüşlerinin tümüyle dönüşmesi anlamına geliyordu. Böyle başkalaşımlar, her zaman güçtür ve acı verir. Ayrıca, yazar ve sanatçılar arasında artık oluşmuş bulunan yöntem, ifade biçimi ve yaratıcı tarzların önemini de hesaba katmak gerekiyordu. Devrim öncesi gerçekliği tanımlamaya uygun tarzların, devrimi ve devrimin insanlarını doğru ve sanatsal bir biçimde betimlemeye yetmeyeceği kabul edilmeliydi. Öyleyse, yalnızca edebiyat ve sanatın yalnızca amaç ve çalışma tarzları değişmekle kalmayıp, sanatçının kullandığı ifade araçlarının da dönüşümü söz konusuydu ve bu da toplumsal, politik ve ideolojik çatışmaları, estetik alanındaki mücadeleye sıkı sıkıya bağlı kılıyordu. Bu nedenle, sanatçılar hemen devrimci kampa geçmeye zorlanamazdı. Lenin, tarafsız kalmayı yeğleyen aydınlar için şöyle diyordu: “Tarafsız olmak ve bizimle iyi komşuluk ilişkileri sürdürmek istiyorlarsa onlara şu cevabı veririz: Bize de gerekli olan bu zaten.”

Lenin’in 1922’de yayınlanan “Militan Materyalizmin Önemi” başlıklı makalesi, ideolojik mücadele alanında büyük bir rol oynadı. Lenin, tüm bir tarihi dönem için partinin ideoloji alanındaki görevlerini tanımlıyor, uzun süreli bir çalışmanın programını çiziyordu. Bu çalışmanın amacı, bilimsel dünya görüşü ilkelerini savunma ve geliştirmek, Sovyet toplum yaşamının tüm alanlarına bu ilkeleri egemen kılmaktı.

Makalenin ana konusu, ideolojinin sınıf ve parti karakteri taşıdığı ve bunun sonucunda komünistlerin görevinin, burjuva ideolojisine, gerici felsefeye, idealizm ve mistisizmin bütün türlerine karşı sistematik bir saldırı yürütmek olduğuydu. Bu mücadele, diye altını çiziyordu Lenin, komünistlerin parti üyesi olmasalar bile tüm tutarlı materyalistlerle işbirliğini gerektirir. Lenin, Marksist felsefe ile doğa bilimleri arasında ve Marksist filozoflarla bilim adamları arasında sıkı bağlar kurulmasına çok önem veriyor, “çünkü” diyordu, “komünist olmayanlarla, en çeşitli etkinlik alanlarında işbirliği olmaksızın komünist toplumun kurulmasında hiçbir başarı söz konusu olamaz.”

Ekim devrimi, Sovyetler Birliği’nde, Marksist-Leninist felsefe ilkelerine dayanan yeni bir sanat anlayışı getirdi. Marx-Lenin-Stalin doktrini, insan toplumunda sanatın rolünü bütün açıklığıyla tanımlar. Kurumların üstünde yükselen “ideolojik üstyapı”lardan biri olan sanat, gerçeğin bilgisine ulaşmakta özel bir araç rolü oynar. Sınıf savaşlarından doğan toplumsal evrimin mantığı gereği, ideolojik üstyapılar, ya varolan toplumsal düzende devrimci bir değişim eğilimi gösterir yahut da varolan toplumsal düzenin sürmesine ve sağlamlaşmasına hizmet eder. “Sanat için sanat” yoktur. İnsanlık tarihinin tüm aşamalarında, sanat toplumsal işlevleri yerine getirmiştir ve bunun sonucunda, siyasetten, maddi çıkarlardan, toplumsal sınıf çıkarlarından uzak birşey olarak düşünülemez.

Sovyet sanatının gelişim süreci, sosyalist ideoloji temeli üzerinde, ülkenin tüm yaratıcı güçlerinin sağlam bir yapı oluşturması sürecidir. Sovyet sanatçılar, yalnızca konu bakımından yeni olmakla kalmayıp yeni görüşler de içeren, yeni insanın ve Sovyetler Birliği’ndeki insan ilişkilerinin tüm içsel anlamını yansıtan eserler yaratmışlardır. Bu yeni sanat anlayışı, yeni gerçekçi biçimlere bürünmek zorundaydı; bu, sovyet sanatının ve eleştirisinin sloganıydı.

Proleter bakış açısından, sovyet sanatçılarının kitlesel temelinin oluşması, sosyalist yapılanmanın başarılı gelişimiyle birlikte derinleşen, uzun ve karmaşık bir süreçtir. Sovyet sanatının gerçek tarihi gelişimi, geçmiş yüzyılların sanatını eleştirel biçimde özümleme ilkesinin benimsenmesini getirdi. Sovyet sanatında, yeni temalar üzerinde derin ve ısrarlı çalışmaların sonucunda, yaşanan olaylara dayanarak, geçmiş yüzyılların sanatının eleştirel özümlenmesi ve gerçek ustalığın kazanılmasıyla, sovyet sanatı, gelişiminin tümünü belirleyen yaratıcı bir yöntemi, sosyalist gerçekçilik yöntemini uygulamaya başladı. Bu sanat, Stalin’in deyişiyle, biçim bakımından ulusal ve içerik bakımından sosyalistti. Edebiyat ve sanattaki gerçekçilikse, eski Rus geleneğine dayanıyordu. Bu geleneğin özünü, M. Gorki’nin sözleri çok net bir biçimde açıklar: “Rus edebiyatı demokratik duygu açısından zengindi, toplumsal yaşamın sorunlarını çözmek için duyulan istek, mesajlarındaki insancıllık, özgürlük tutkusu ve halkın yaşamına gösterilen derin ilgi bu edebiyatı güçlü kılıyordu.”

Yaratıcı yöntemler ve teknik deneyimler çok çeşitli olmakla birlikte, Sovyet sanatı ülkenin yeni yüzünü, yeni yaşamın aktif kurucuları olan milyonların yeni düşünce, duygu ve özlemlerini ve yaşam tarzının hızlı değişimini sanatsal imajlarla dile getirmek gibi ortak bir niteliğe sahipti. Lenin, sosyalist sanatın ilkelerini tartışırken şu sözleri söylemişti: “Sanat, halka aittir. Geniş emekçi kitlelerin ta derinliklerine kök salmalıdır. Sanat, kitleler için anlaşılır olmalı, halk kitleleri sanatı sevmelidir. Sanat, kitlelerin duygu, düşünce ve iradesini birleştirmeli, kitleleri eğitmeli ve yüceltmelidir.”

Sovyet sanatının özelliklerinin, içinde geliştiği özel atmosferin, sanatçılar için yeni yaşam koşulları ve yeni çalışma biçimleri yarattığını kabul etmek mantıklı olur. Sanatçılar artık zengin patronlarının kaprislerinin kölesi değildi, dar sanat çevrelerinin zevklerine hizmet etmek zorunda da değillerdi.

Sovyet sanatçılarının, ülkenin yaşamıyla, halk kitlelerinin çıkar ve özlemleriyle organik birliğinden tartışılmaz bir gerçek olarak söz edebiliriz.

Sovyet iktidarının şafağında, Lenin “deneyim aydınların, yazar ve sanatçıların kaçınılmaz ve geri dönülmez biçimde, bizim saflarımıza geçtiğini gösterecektir” demiş ve bu öngörüşü kesinlikle doğru çıkmıştır. Buna paralel olarak, daha güç ve karmaşık bir görev de yerine getirilmiş, işçi ve köylü kitleleri arasından yeni aydın kadroları, yazar ve sanatçılar yetiştirilmiştir; bunlar olmaksızın geri tarım ülkesi Rusya’nın, ileri bir sanayi ülkesine dönüşmesi olanaksızdı. Burjuva entelligensiyanın yeniden eğitilmesi, ayrıca işçi ve köylü saflarından gelen yeni bir yazar ve sanatçılar, aydınlar katmanının oluşumu ve sosyalist yapılanmada görevlendirilmesi, insan toplumu tarihinde evrensel öneme sahip, büyük bir başarı, büyük bir olaydır.

 

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments