Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Kasım 21, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeFelsefe (Genel)Evet, insan kendi kendinin amacıdır, kendi kendinin tek amacı | Albert Camus

Evet, insan kendi kendinin amacıdır, kendi kendinin tek amacı | Albert Camus

«Dünyayı elde eden adam, diyor, ben işi seviyorum diye düşünmekten vazgeçtim sanmayın, inandığım şeyi pekâlâ anlatabiliyorum. Çünkü, inandığıma var gücümle inanıyorum, kesin ve açık bir görüşle görüyorum onu. O kadar iyi biliyorum ki anlatamıyorum.» diyenlerden sakının. Çünkü anlatamıyorlarsa, iyi bilmiyorlar ya da tembel oldukları için anlatmak istedikleri şeyin dışında, kabuğunda kalıyorlardır.

Düşünce adamı olarak fazla inanç aramayın bende, insan bütün bir ömrün sonunda bir tek gerçeği benimsemek için yıllar geçirdiğini fark eder. Oysa, bir tek gerçek apaçık olmak koşuluyla, bütün bir ömrü doldurmaya yeter. Bana gelince,insan teki üstünde söyleyeceklerim var, her halde. İnsan bunu gerekince ve gereken küçümseme ile dobra dobra söyleyebilmeli.

Bir insan söyledikleri kadar söylemedikleri ile de insanlaşır. Ben de çok şeyleri söylemeyeceğim. Ama, var gücümle inanıyorum ki, insan tekine iyi ya da kötü diyenler, bu düşüncelerini söylerken hiç de bizim kadar görmüş geçirmiş değillerdi. Düşünce, duygulan altüst eden düşünce görülmesi gereken şeyi sezinlerdi belki de. Ama, çağımız, yıkıntıları ve dökülen kanlarıyla her şeyi açıkça gözümüzün önüne koydu. Eski uluslar, toplumla bireyin değerlerini ölçebiliyor, hangisinin hangisine hizmet etmesi gerektiğini arayabiliyorlardı. Neden? Çünkü, her şeyden önce, insanların severek bağlandıkları bir aldanışa göre bütün varlıklar dünyaya ya iş görmek ya da iş gördürmek için gelmişlerdi. Sonra da, ne toplum ne de insan teki neler yapılabileceğini henüz göstermiş değillerdi.

Nice iyi insanlar gördüm ki, o kanlı Flandres savaşlarında Hollanda ressamlarının yarattıkları büyük yapıtlara, o korkunç Otuz Yıl Savaşının ortasında Silezyalı din adamlarının söylevlerine hayrandılar.Yaşadıkları dünyanın gürültüleri üstünde, ölmez, değişmez değerler olduğuna inanıyorlardı. Ama, o gün bugündür zaman değişti. Bugünün ressamlarında o eski rahatlık yok artık. Ama yürekleri yaratıcının yüreği gibi, yani taştan da olsa, bir işe yaramaz. Çünkü, bugün herkes, evliyanın kendisi bile seferberdir. İşte, en derinden duyduğum şey belki de budur. Siperlerde zorlama yaratılan her üründe, ister dua ister edebiyat olarak, top tüfek altında yoğrulan her çizgide sonsuzluktan bir şeyler eksiliyor. Zamanımdan ayrılamayacağımı anlayınca, onunla birleşmeye karar verdim. İşte, onun için, insan tekine önem verişim, onu anlamım yitirmiş, küçülmüş gördüğümdendir yalnız. Kazanılmış bitmiş davalar olmadığını bildiğim için, gönlüm yitirilmişlerden yanadır: Bunlar insandan, bozgunda da utkuda da değişmeyen bir ruh bütünlüğü ister. Bu dünyanın yazgısını benimseyen için uygarlıkların çatışmalarında bunaltıcı bir şey var. Ben bu bunaltıyı benimsedim ve onda kendi rolümü oynamak istedim. Tarihle sonsuz arasında kalınca, tarihi seçtim. Çünkü, ben kesin olarak bildiklerimi severim. Tarih hiç olmazsa apaçık karşımda. Üstüme abanan bu güce nasıl «yok», derim.

Bir an gelir ki insan iç dünya ile dış dünya, düşünme ile iş yapma arasında, ikisinden birini seçmek zorunda kalır. Buna adam olmak derler. Bu seçmenin verdiği acılar korkunçtur. Ama, onurlu bir yürek için, ikisinin ortası yoktur. Ya Tanrı var, ya zaman. Ya şu haçı alacaksın, ya şu kılıcı. Ya dünyamızın, bütün kendi gürültülerini aşan bir anlamı var, ya da bu gürültü patırtıdan başka hiçbir gerçek yok. Ya zamanla birlikte yaşar ölürsün, ya daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın. Biliyorum, insan gevşek davranabilir, hem zamanını yaşar hem de zamansız’a inanır. Buna boyun eğmek denir. Bu sözdense iğrenirim. Bana ya hep ya hiç gerek. îş dünyasını, dış dünyayı seçince, iç dünya benim için bilinmeyen bir ülke oluyor sanmayın. Ama, o bana her şeyi veremez, sonsuzdan yoksun kalınca da, zaman ile birlik olmak isterim. Hesaplarımda ne özleme, ne vahlanma isterim. İstediğim, her şeyi apaçık görmektir yalnız. Size şunu söylüyorum, yarın asker olacaksınız.

Sizin için de, benim için de, bir kurtuluş olacak bu. İnsan teki hiçbir şey yapamaz ama, her şey de yapabilir. İnsan tekinin bu güzel elindeliği karşısında neden onu bir yandan yüceltirken bir yandan küçülttüğümü anlarsınız. Onu ezen dünya, kurtaransa benim. Ona bütün haklarını veriyorum.

Dünyayı elde edenler, bilirler ki iş kendi başına yararsızdır. Tek yararlı iş, insanı ve dünyayı yeniden yapan iştir. İnsan yapacak’ değilim ben. Ama, öyle yapıyormuş gibi davranmalıyım. Çünkü savaş yoluna girince, insan bedeni çıkıyor karşıma. Küçülmüş alçalmıs da olsa, tek gerçeğim o. Yalnız onunla yaşayabilirim. Yaratık vatanımdır benim. İşte, bunun için bu saçma ve sınırlı çabayı seçtim.

İşte, bunun için savaştan yanayım. Çağ böyle istiyor, söyledim. Şimdiye kadar bir fatihin büyüklüğü coğrafya yönündendi. Büyüklüğü, yendiği ülkelerin büyüklüğü ile ölçülürdü. Sözcüğün anlamı boşuna değişmedi; yenen – komutan anlamına gelmiyor artık. Büyüklük yön değiştirdi. Büyüklük artık karşı koymada, geleceksiz bir özveride aranıyor. Bu da bir yenilmez zevkinden gelmiyor. Utku elbette istenecek bir şeydir. Ama, bir tek utku vardır, o da sonsuz utkudur, hiçbir zaman ulaşamayacağım bir utku. Takıldığım, kafamı çarptığım işte bu. Bu devrim her zaman Tanrılara karşı yapılır, başta Prometheus’unki, yeni anlamdaki fatihlerin ilki olan Prometheus’unki. Devrim, insanın yazgısına karşı koyması, hakkım istemesidir. Yoksulun hak istemesi bir bahanedir yalnız. Ama, ben bu devrimci davranışı yalnız bir tarih olayı olarak kavrayabilirim, ancak orda buluşabilirim onunla. Ama, bu davranıştan hoşlandığımı sanmayın. Tanrı ve insan anlaşmazlığı karşısında ben insandan yanayım. Aydınlığımı, ona yok sayan karanlığın ortasına koyuyorum. İnsanı, onu ezen güce karşı yüceltiyorum, özgürlüğüm, başkaldırışını, tutkum bu gerginlik, bu aydınlık ve bu sonsuz yenileşme içinde birleşiyor.

Evet, insan kendi kendinin amacıdır, kendi kendinin tek amacı. Bir şey olmak istiyorsa, ancak yaşamda olabilir. Bunu çok iyi biliyorum artık. Fatihler kimi zaman yenmekten, aşmaktan söz ederler. Demek istedikleri, her zaman «kendini aşmaktır». Bunun ne demek olduğunu anlarsınız. Her insan kendini bir Tanrı gibi görür zaman zaman, öyle derler hiç değilse. Şundan dolayı ki, insan bir an içinde insan kafasının şaşırtıcı büyüklüğünü sezinler. Fatihler hep bu yükseklerde, bu büyüklüğün tam bilincinde yaşayacak kadar güçlü olduklarını sanan insanlardır. Bu bir hesap sorunudur, az mı çok mu sorunu. Fatihler çok ister, çok yaparlar. Ama, ne yapsalar insanın isteyip yapabileceğinden çoğunu yapamazlar. Onun için, hep insan potası içinde kalırlar, en ateşli devrimlerde bile.

Devrimlerde insanı paramparça bulurlar. Ama sevdikleri, hayran oldukları tek değeri de orada bulurlar : insan ve sessizliği. Yoksulluklar zenginlikler bundan gelir. Bir tek lüksleri varsa, o da insanlar arasındaki alışveriştir. İnsan nasıl anlamaz ki, bu geçici evren içinde, insanca olanın, yalnız insanca olanın daha ateşli bir anlamı vardır. Uzanan çehreler, bugün var yarın yok kardeşlik,insanlar arasındaki o güçlü ve çekingen dostluklar en gerçek zenginliklerdir. Çünkü, bunlar yok olup gidecek değerlerdir. İnsan yalnız onlar arasında kendi güçlerini ve sınırlarım, yani kendi yapabileceği şeyi kavrar. Kimileri deha sözünü ederler. Ama,’deha pek düşünülmeden söylenmiş bir sözdür. Bence zekâ demek daha iyi. Doğrusu, zekâ yaman bit değer olabilir. Bu ıssız dünyayı aydınlatan, ona egemen olan zekâdır. Köleliklerini bilir ve değerlendirir. Zekâ bu bedenle birlikte ölecektir. Ama, bilgi, işte, onun özgürlüğüdür.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments