Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeFelsefe (Genel)İvan İllich'in, Okulsuz Toplum'u veya liberal eğitim anlayışının radikal eleştirisi

İvan İllich’in, Okulsuz Toplum’u veya liberal eğitim anlayışının radikal eleştirisi

Okulsuz Toplum’un tezleri, bağlı olduğu gelenek dikkate alınmadan etraflıca ve bütün boyutlarıyla kavranamaz. Bu yüzden kitap yayınlandığında üzerinde yapılan tahlil ve açıklamalar tatmin edici oluştan uzaktır. Okulsuz Toplum, bir yönüyle mevcut düzenin radikal bir eleştirisini yapan- eğitim ve öğretim açısından – anarşist geleneğe, bir yönüyle de aynı paralelde gelişen sol akımlarla Marksizme ilişir.

Eğitim tarihi bize eğitme ve eğitilme işinin ilk önce mabetler etrafında başladığını ve daha ziyade ferdi, yüzyüze bir mahiyet arzettiğini bildirir. Bu yüzden eğitim kitleye değil ferde dönüktür bu ilk adımda. Dahası her ferdi hedefe almaz.Yetenekli ve seçkin insanlara hitab eder. Eğitici açısından da kabule şayan olan seçkinlerin eğitime talip olmasıdır ve en önemlisi de gerçekten amaç, yetiştirmedir, geliştirmedir, daha doğrusu bi hakikati iletmek, bir mesajı alma kabiliyeti olanlara ulaştırmaktır.

Eğitimin gücü anlaşılınca giderek o bir silah, bir alet olarak kullanılır. Eğitilenler de, eğitenler de organize olur ve eğitim kurumsallaşır. Eğitimin meslekleşmesi, kurumsallaşması gayri tabii bir oluşum değildir. İtiraza konu edilen bu organlaşma ve meslekleşmenin her hangi bir güç odağı adına kullanılmaya başlaması ve süregelmiş olmasıdır. İşte radikal anarşist eğilim ve Marksizm toplumsal eğitime bu noktada karşı gelir ve sorgular. Onlara göre, okul ve eğitim sistemleri 18. yüzyıldan itibaren sanayinin çarklarını çeviren uysal, itaatkar ve masum insanlar yetiştirecek şekilde organize edilmiş, işçiler de sanayi devleti için şekillendirilmişlerdir. Böylece okul bir kitleyi körükörüne sanayi devletlerinin itaakar kölesi yapar, buyurucu devletin tüm emirlerine – doğru veya yanlış olsun evet demeyi öğretir. Bu demektir ki, işe göre insan, artık eğitim yoluyla hazırlanacak, en onur kırıcı işlerde bile en zor şartlarda çalışacak gönüllüler bu yolla sağlanacaktır. Burada eğitim bir değişme ve gelişmeyi değil tabakalaşmayı yüceltir, sınıfsal olguyu meşrulaştırır.

Okulun en etkili olduğu alan da kitleyi teşkil eden fertlerin düşüncelerini ablukaya alması, denetim güçlerinin doğrultusunda yönlendirmesidir. Nerede bir milli eğitim fikri doğmuşsa, orada politik güç zihinleri yönlendirebilecek içerikleri hazırlanmış, böylece kitle, eğitim yoluyla sistemi omuzlamaya hazırlamıştır.

Kanunlar da bu paralelde gündeme getirilmiş, baskı grupları ve zenginler bu yolla, haksız kazançlarını ve güçlerini meşrulaştırmışlardır. Okul ve devlet bu olumsuz gelişmenin merkezi ve koruyucusu olagelmiştir. Bu yüzden anayasalar da idare edilenlerin istek ve arzularına, özelliklerine göre değil, güç odaklarının çıkarlarına göre hazırlanmış belgelerdir. Hakikati ifade etmezler. Çıkar ilişkilerini yansıtırlar.

Bu yüzden bu belirleyicilere göre eğitilen toplum, artık bir sürüdür. Çünkü aklını, hürriyetini kullanma imkanı olmayan insanların oluşturdukları topluluklar ancak sürü olarak nitelendirilebilir. Zira bunlar hayatlarını da kendileri olarak tanzim etme hakkına sahip değillerdir. Böyle bir anlayışa da ulaşamamışlardır. Akıllarını kullanma yolları sürekli tıkanmış ve elleriden alınmıştır. Eğitim burada despotizmin emrindedir ve sürekli hakikati bastırma aracı olarak işlev görmektedir. Halbuki okulu bir mabet kabul eden hürriyetçi anlayışlar, onun, bireyleri daha olgun, daha fedakar ve varlığını millet ve topluma adayacak şekilde yetiştirdiğine inanıyorlardı. Dahası okul ve eğitim yoluyla refah toplumu oluşturulabilecek, bir çok toplumsal problemin üstesinden gelinebilecekti. Radikal eğitimciler, kapitalist sistem taraftarlarının bu kehanetlerinin yanlışlığını vurgular, özellikle Nazi Almanya’sında uygulanan üstün ırka göre oluşturulan insan haralarını buna örnek verirler. Hatta içeriği bir takım yanlış ve çarpıtıcı, duygusal motiflerle doldurulmuş Amerikan vatan severliğini de adaletsizliğin ve eşitsizliğin sürdürülmesi olarak nitelerler, bütün bunların devlet eliyle ve eğitim yoluyla, okulun aracılığıyla yapıldığını ifadeyle, denetimin etkinliğine ve sürekliliğine dikkat çekerler.

Devlet okulları, hep ideolojilerin özellikle kurulu sistemin ideolojilerinin bir yayım merkezi, bir hayat üssüdür. İnsanlar bu kurumlarda değiştirilir ve şekillendirilir. Böylece toplumu yönetme fikrini taşıyanlar, tahakküm ve hakimiyetlerini sürdürmenin esas merkezi olarak okulu görürler.

Okul sistemleri iktidar sahiplerinin ve devletin istekleri doğrultusunda bir felsefeyi yansıtırlar. Toplumsal yapının acımasızlığı, ferdi ezişi bu kurumlarla devam ettirilir. Eğitimin hedefi mevcut yapıyı kökünden değiştirmek olmadıkça ezilenler adına gelecek karanlıktır. Bunları olurlamak yoksulluğu, düşünce durgunluğunu, adaletsizliği ve despotizmi olurlamaktır.

Radikal eğitim anlayışında okul, toplum ve eğitim bir başka açıdan da tahlil edilir. Bu eleştiri, insanı kişiliksiz ve köle konumuna indirgendiği tezi etrafında gelişir. Okul 18. ve 19. yüzyıllar boyunca bilgiyi ve enformasyonu kişiyi kendinden koparmak için kullandı. Bu ortamda çocuk veya genç öyle bir eğitimle karşı karşıya kalır ki, o istese de kendisi olamaz. Şahsiyet olamaz. Bunu seçebilecek bir imkana kavuşamaz. Okul, eğitim ve çevre onda silik bir itaat vicdanı oluşturur. İnsan bu anlamda kendisinden alınmış, bir alet olarak başkaları için kullanılmak üzere yeniden suni bir şekilde inşa edilmiştir. Eğitim fertte başkasına ait olma vicdanı oluşturmuştur. Böylece insan kendi iç dünyasında öldürülmüş, hür ve kendisi olarak olma imkanı yok edilmiştir. Bu olumsuz insan; daima bir otorite adına, mesela hıristiyanlık, kapitalizm, çıkarcılık hakim sınıfın ideolojisi vs. gibi inşa edilegelmiştir.

Boyun eyme, olumlama o derece merkezileştirilir ki, eğitim insan aklını bu bağlamda bir araç olarak kullanır. Daima olumlamanın bir aracı olarak akla zıt bir işlev yükler. İnsan böylece kendine sahip olamadığı gibi, akim aydınlatıcı güç ve rehberliğinden de faydalanamaz. Bunun neticesinde insan en aziz ve değerli düşünce, akletme gücünden de yararlanamaz. Aksine düşünce dünyası yoluyla ona hükmedilmiş olur. Bu hale, – düşüncenin insana hakim olmasına – radikal, anarşist eğitim düşünürü ve eleştirmeni Dr. Stirner “kafadaki tekerlek” hali der (Joel Spring, Özgür Eğitim, Çev : Ayşen Ekmekçi, İstanbul : Ayrıntı Yay., 1991, s. 29). “Tekerlekler” uygun bir şekilde kafalara eğitim yoluyla, organize kurumlar yoluyla, kurumsal eğitimle yerleştirilir ve vicdanileştirilir. Bunun anlamı, insanın kendisi olmadan, seçimini hürce yapmadan kendisinden çalışması, düşünce dünyasına hakim olunarak kolayca yönlendirilmiş olmasıdır. Günümüz modern devletleri de 18. ve 19. yüzyıl devlet ve toplumsal sistemlerinin bu anlayışını aynen benimser ve yüceltirler. Hatta bir adım daha otorite ve baskıyı ilerletir, “Jandarmayı kalbe yerleştirirler.” (Spring, s. 30).

Çağımızda her an yeni bir keşif ve gelişme vukubulmakta, toplum gittikçe daha girift ve kompleks bir yapı kazanmaktadır. Fert bu gelişmeler karşısında güçsüz, savunmasız, ve çoğu defa da kendi başına kalmaktadır. Ayrıca yeni yeni oluşumlar açısından yeteri kadar donanıma sahip de değildir. İşte çağın bu özelliği, okul sistemleri yanında başka organize kuruluşlar da varetmiştir.

Bu kuruluşlar yoluyla kişi toplum ilişkilerinin tanzimi amaçlanmışsa da, giderek kişilerin sorumluluklarını yüklenir bir fonksiyon arzetmeleri, şahsiyeti dışlamalarına yol açmıştır. Bu açıdan karar veren, seçim yapan, irade eden ve ettiren okul ve benzeri kuruluşlardır. Bunlar, ferdin iradesi ile toplumsal ilişkileri neticesi hür bir oluşumu engellediklerinden reddedilmektedirler.

Radikal görüş, öteden beri okullarda uygulanan metot anlayışını da reddeder. Bu okullarda fertler birer şahsiyet değil, pasif birer alıcıdırlar. Onlara dikte ettirilen mevcut otoritelere eleştirisiz bir şekilde itaattir. Bu bakımda hayata karışamaz, geleceklerini ve toplumsal gidişi etkileyemezler. Ders müfredatları, oyun malzemeleri bile hep bu paralelde hazırlanır ve olaylar sürekli bir otoritenin kılavuzluğunda verilir. Dünyayı yöneten kahramanlardır. Yapıp edenler hep onlardır. Bizi bile bizden daha iyi bilirler. Onlar düşünür, hareket eder, yolumuzu ve ne olacağımızı kararlaştırırlar. Bize düşen kabuldür, olurlamaktır. Bu tür bir metot anlayışının felsefesi olmaya, yönlenmeye, biçimlenmeye hazır olmaktır. Gücünü, düşüncesini, karakterini kurmada yapıcı değil, alıcı olmaktır. Bu bakımdan da bu anlayış insanı ve ahlaki değildir.

Radikal anlayış, okula ve toplumsal güç odaklarına insanın ” kendisini bilme” şuuruna ermesini engelledikleri için de karşıdır. Marksist terminolojide de önemli bir yer tutan “Bilinçlenme” olgusu, esas itibarı ile insanı konumunun farkına varması, etkilendiği güçleri tahlil etmesi, bir olma cehti içerisinde bulunması demektir. Yani fert, sürüklenişi değil eylemde bulunuşu temsil eder bu anlayışta. O bir somnanbul gibi çevreye ve topluma dalmış olarak yaşamaz. Bilakis faaliyette bulunur, deneyimlerini kendi yapar, şekillendiricileri tanıdıkça onlara karşı belirli bir mesafede bulunduğunu farkeder ve “şeyleşmeye” direnir. Eylem, aslında insanın içerisinde bulunduğu durumu kavramasıyla, nasılını bilmesiyle başlar. Böyle olunca da her türlü nesnelleşmeye, yabancılaşmaya ve bunları kontrol eden güçlere mesafe alınır, direnilir ve giderek tüm bu şartlar değişime uğratılır. İnsanileşme bu yolla olur. Aksi durum pasif bir kabulü ve sürekli yönlendirilmeyi, ezilişi, bir nesne olarak kullanılışı getirir. Bu; radikal eğitimci P. Ferrine’in deyimiyle, “insanın eyleyen değil, şey durumuna getirilişidir”. Bu ezilme durumu ona göre bir “sessizlik kültürü” oluşturmuştur. (Spring, s. 48). Böylece şuur toplumsal güç
odaklarınca geliştirilmekte, insan; şuuruna yabancılaştırmaktadır. Bu durumda, tahakküm edenlerin bakış açısı doğrultusunda bir içselleşme, okulun ve diğer kurumsallaşmış örgütlerin görevi haline gelir.

Mevcut sistemin redde konu edilen bir diğer kurumu ailedir. Aile, bu gelenekte özgürlüğün yok edildiği bir ocaktır. Aile aynı zamanda cinsel hayata da müdahale etmekte, çocuğun ilerde bastırılmış bir ruh haline sahip olmasına yol açmaktadır. Kişide zalimce ve saldırgan bir karakter yapısı da bu kurum vasıtasıyla kazanılmaktadır. Otoriteye bağımsızlıkta böylece çocuğun içerisinde doğup geliştiği aileden intikal etmektedir. Gelenek, ahlak, din vs. gibi toplumsal baskı araçları ailede, çocuğun şekillenmesinde kullanılmakta, böylece insanın kendi şahsiyetini seçme çabası önlenmektedir. Baskıcı ve buyurucu devlet anlayışı ve kabulü de bu kaynaktan beslenir. Çünkü ev küçültülmüş bir devlet demektir. Bu yüzden tam bir özgürlük ortamının sağlanması ve problemlerden arınmış bir toplumun varedilmesi ancak aileyi yok etmekle oluşturulabilir.

Mich, bu geleneğin çağımızdaki sesi ve önemli bir halkasıdır. Bu yüzden tenkitleri baştan beri ifade edilenler dikkate alınmadıkça tam anlamıyla kavranamaz. Ona göre çağdaş insan çeşitli kurumlaşmış hizmet birimleriyle kuşatılmıştır. Politika, sağlık , din, eğitim vs. gibi kurumlar insanı teslim aîmış, onun şahsiyet olmasını, daha doğrusu insan olmasını, önlemişlerdir. Okul da tüm bu yapılanısın merkezi rolünü üstlenmiş, bir bakıma o ” yeni bir kilise” konumuna getirilmiştir.

Çağımızda öğrenmenin yegane ekseni ve dinamiği öğretim olarak alınmıştır. Diploma da yeterliliğin belgesidir. İcat ve yemlik polemikle karıştırılmış, eğitim ilerlemenin, değerlendirmenin odağı durumuna getirilmiştir. Okul değer verme ve geliştirme yerine görev yükleme, şahsiyeti boğma fonksiyonlarını yüklenmiş, bağımsızlık, orjinal çalışma vs. gibi değerlerin geliştirilmesi daha çok kurumlara sahip olmakla sağlanacak şeyler olarak görülmüştür. Bu tür değerlerin kurumsallaştırılmış olması fiziksel kirlenme, ruhi yetersizlik gibi önemli çürümelere yol açmıştır.

Refah; toplumun koşturulduğu bir amaç olarak konulmuş, bürokratlar ve teknokratlar bu konuda standartlar geliştirmişlerdir. Bu da mesleki, politik ve parasal önemli tekeller oluşturmuştur. Standartlar bir bakıma bu yolla geliştirilmiş yoksulluk böylece çağdaşlaştırılmıştır. Tüm bu değerlerin değer olarak benimsetildiği bir vasıtadan ibarettir. Bu açıdan kurumsallaşma yaygınlaştırıldığı ölçüde fakirlik ve bağımlılık da arttırılmıştır. Mesela, bi köydeki toprak ağaları bir şehre yerleştimi politik patronlara bağımlı hale gelirler; okula gitmedikleri için de güdük sayılırlar ve dolayısıyla herkesin kendisini yetersiz hissettiği durumlarda, kendi yağıyla kavrulmama olanla yetinmeme gibi önemli olumsuzluklar peşinen birer kabul haline gelir. Okul böylece” aşağılık ve suçluluk duygularını veren…” (ve besleyen bir kurum işlevini görür.) (Olivier Reboul, Eğitim Felsefesi, Çev. :[Işın Gürbüz, İstanbul, 1991, s. 45]. Toplumun çoğu kesimi, yani halk çağımızda değişik açılardan hep bu konuma indirgenmiş, bağımsızlıkları, insanileşmeye dönük cepheleri törpülenip ortadan kaldırılmıştır. Zaten modern toplumun çoğu kurumları bu felsefe, bir sürü oluşturma felsefesi üzerine varedilmiştir.

Okul burada özgürleşme ve otoriter güçlere bağımlılığın ifadesidir. Böylece insanı kendisi olması, okuldan bağımsızlaştığı nispette gerçekleşecektir. Illich’in geliştirdiği ve işlediği tema budur. Bu bakımdan okulun bugünkü yapısındaki öğretmen-öğrenci ilişkisi “… Modern insanlığın kitlesel bir tüketim toplumuna köle edilmesinin belkemiğidir. ” (Spring, s. 40). Okul böylece insanı bağımlı kılmakla, kendisine yabancılaştırmış , onu kendisi dışında karar veren bir uzmanlar ve kurumlar grubuna teslim etmiştir. Bu yüzden , toplum bu kurumlardan kurtarıldığı ölçüde insan kendisi olarak bağımsızlığına kavuşacak ve sömürülmesi ancak bu yolla önlenebilecektir.

Illich,”biz temel ve hayati fonkisiyonları iradi olarak kazanırız. Sevmeyi, politika yapmayı, düşünmeyi vs. hayat yoluyla, okul dışında öğreniriz, bu bakımdan okul hayatı sunidir, ifade edildiği gibi okulun temelini teşkil eden “Öğrenme öğretimin sonucudur” tezi de mantıki ve gerçekçi değildir. Veliler okula bir diploma kazandırma odağı ve dolayısıyla bununla kazanılacak para cephesinden; öğretmenler de bir iş merkezi olarak bakmakladırlar, işin çocuklar açısından ne anlama geldiği düşünülmemekte, nelerin öğretilmesi gerektiği ve niçin öğretileceği, kimseyi ilgilendirmemektedir. Bu, okulun insanları kullanmasına yol açmakta, böylece henüz yetişme çağındaki gençler dimağlarından yakalanmakta, kişilikleri üzerine sömürü imparatorlukları kurulmaktadır;” der.

Okul yoluyla sınıflı toplum beslenmekte, insanlar derecelendirilmekte, toplumsal kutuplaşma da bu usulle varedilmekte ve şiddetlendirilmektedir. Bu bakımdan okulların artışı, toplumlar için silahların artışı kadar zararlıdır. Okul ayrıca bir tür sorumsuzluk duygusunun da kaynağıdır. Okula her çocuğunu gönderen artık onun ne olacaksa, ne olması gerekiyorsa bu kurumda olmasını düşünmekte, tüm mesuliyetten kendisini, böylece kurtulmuş saymaktadır.

Bilgi açısından da okul bir bitmemişliği ifade eder. Her yıl bir diğer yıla göre modası geçmiş bir öğretimi, müfredatı simgeler. Ders kitapları dolandırıcılığı da bu sistem üzere kurulur. Yani Illich’e göre okul problemleri halletmez, aksine esaslı problem kaynağı bizatihi okulun kendisidir. Öyle ki , onlar mevcut sistemin üreticisi, baskıcı, otoriter rejimlerin yayıcısı ve besleyicisidirler.

Illich; hürriyetin, mevcut rejimlerin ruhundan doğan yapısallaşma – kurumsallaşma yoluyla yokedildiğini savunur. Bu yüzden böyle bir sistem içerisinde okulun kendi başına özgürlük yolunu açamayacağına inanır. Okul yoluyla hürriyete ulaşılamaz. Çünkü hürriyetin yolunu tıkayan, mevcut rejimler ve onları üreten kurumlardır. Öyleyse bu kurumsallaşma ve okullaşma reddedilmedikçe bağımsızlığa ulaşılamaz. Bu tez O’nu ” Okulsuz Toplum” a götürmüştür. İnsan, okul yoluyla şekillendirilmeden, kendi kendine toplumda iradi olarak hareket etmeli, deneyimleriyle olması gerekene ulaşmalıdır. Bu bakımdan okul ve eğitimde belirlenmiş ve ulaşılmaya çahşılan amaçlar insanı boyun eğmeye ve tutarsızlığa götürür. Okulun fonksiyonları toplumda ihtiyaçlara göre oluşan, fertlerin yararına çalışacak birimlerce yüklenilmelidir. Bunlar anonim olmalı, beceriler yüzyüze veya enformasyon merkezlerince, ferdin isteğiyle kazanılmalıdır. O’na göre önemli olan, öğretim ve öğrenimde esas olan müfredat ve süreçlerin bir otoritenin değil, ferdin kontrolünde olmasıdır. Böylece fert bir başkasına göre şekillendirilemeyeceği gibi, kendisi olma yolunda bir anlayışa; kendisini anlama ve tanımaya da kavuşmuş olacaktır.

Bugün toplumsal gelişme kitle iletişim araçları, enformasyon kaynakları ve benzeri oluşumlarla insanların bir çok şeyi kendi başlarına öğrenebilecekleri bir ortam varetmiştir. Ayrıca yüzyıllardan beri varolan okul ve okul eğitimi, insanı önemli problemlerden kurtarmışta değildir. Açlık, savaş, sömürü, insanlık haysiyetinin çiğnenişi, zulüm, soykırım olanca hızıyla devam etmektedir. Öğleyse insanın doğumundan ölümüne kadar kurumlar elinde zelil edilmesine gerek yoktur. Bunda direnen rejim ve anlayışlar insanlığı iğdiş edici bir entellektüel yapıda tutmaya, saçma ve adeletsiz bir ekonomik bölüşümü sürdürmeye ve kutuplaşmış bir toplumsal- politik yapıyı muhafaza etmeye yöneliktir. Her hal ve durumda tüm bu tezler ne gelişme, ne teknoloji ve ne de refah adına savunulmaz. Çünkü önemli olan insan ve insanileşme, özgürleşmedir.

Liberal eğitimi esaslı bir şekilde tenkit ve tahlil eden radikal düşünürlerin tezleri iki noktada toplanabilir. İlki özgür, hür bir insana giden yolun açılışıdır. Hür insan her tür dış baskıdan, otoriteden azade olan insan demektir. Okul veya yetiştirme sistemi bu foksiyonu yüklenmeli, tüm toplumsal kurumlar buna göre ve ihtiyaca binaen teşekkül ettirilmeli, değilse ortadan kaldırılmalıdır. İkincisi ise eğitimin ıslah, geliştirme veya verimlilik için değil, toplumsal yapıyı kökten değiştirmek için kullanılmasını amaçlar. Bu tür bir metot ve eğitim anlayışı geliştirmeyi esas alır.

Radikal eğitim felsefeci ve düşünürlerinin liberal eğitim anlayışına dönük çözümlemeleri, bir kaç nokta dışında övgüye değerdir.

Elbette insanın hür bir gelişime göre yetkinleşmesi benimsenecek ilk amaçtır. Toplum da bu doğrultuda bir yapı arz etmelidir. Şüphesiz liberal ve batılı eğitim felsefeleri bu açılıma ulaşamamışlardır. Tekelci bir zihniyet, sömürü ve ezme, belirli şahıs ve rejimlere köle, uysal insan yetiştirme, güce tapma bu anlayışların temel felsefeleri olmuştur. Eğitim de bu paralelde kullanılmıştır. Bu bakımdan radikal tenkidi olurlamamak mümkün değildir. Ancak tenkit ve çözümlemede bu derece haklılık kazanan radikal gelenek, tenkit ettiği hususları insani, hür ve toplumsal açıdan uygun bir yapıda kurabilecek nirengi noktalarına sahip değildir.

Mesela insanın her şeyden azade, tam olarak hür bir yapıya kavuşturulması nasıl
sağlanabilecektir. Okul bir sömürü, bir köle düzenini, çarpıklıkları üreten bi kurum değil de, insanın kedini seçmesine delalet eden bir kurum haline getirilebilecek mi?

Onu ortadan kaldırmak tüm bu olumsuzlukları yok etmeye ne ölçüde yardımcı olacaktır?

Eğitim bir manipule aracı olmaktan hangi yolla kurtaraılabilecektir?

Okul ve mevcut kurumların yerini alacak iş hayatının gereklilikleri ve benzeri yapılanmaların, okulun foksiyonlarmı yüklenmeyecekleri garanti edilebilir mi?

Despotik bir organlaşmaya ulaşan günümüz toplumu, daha insani bir yapıya nasıl kavuşturulacaktır?

Özetle hasta bir toplumu tüm kurum ve kuruluşlarıyla, gelenek ve inançlarıyla yeniden yapılanmaya kavuşturmak, radikal anlayışın önerileri çerçevesinde mümkün değildir. Çözümü aşkın varlığa yönelişte aramalıdır.

Necmettin TOZLU

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments