3.BÖLÜM
EVRİM VE YARATILIŞÇILIK
Bu yaratılış ve yeniden yaratılış, doğum ve yeniden doğum öyküleri Batı düşüncesinin tarihinde en gurur verici efsaneler arasındadır. Böyle efsaneler ve öyküler, bizimki de dâhil olmak üzere her kültürde önemli rol oynarlar. Dünyada ve bin yıl boyunca ayrıntılar değişir ama tipler bir noktada birleşir.
Nuh tufanı öyküsü aslında, yeniden yaratılış efsanesi olması dışında, Denizden Yaratılış Öyküsü’ nün bir versiyonundan başka bir şey değildir. Sâhip olduğumuz en eski versiyon, çok eskidir; İncil’deki öyküden bin yıl öncesine gitmektedir.
M.Ö. 2800 yılları civarında bir Sümer efsanesi, tufan kahramanı olarak büyük bir selden kurtulmak için bir gemi inşa eden rahip-kral Ziusudra’yı gösterir. M.Ö. 2000 ile 1800 arasında, ünlü Babilli Gılgamış Destanı’nın kahramanı, tufanı Utnapishtim adlı bir atasından öğrenir. Gılgamış tufan öyküsü, Yakın Doğu’ da yüzyıllar boyunca yayıldı ve İbraniler’in Filistin’e gelmesinden önce biliniyordu. Yazınsal karşılaştırma onun, Nuh tufanı öyküsü üzerindeki etkisini açığa çıkarmaktadır.
Bir efsaneyi bilime çevirmeye ya da bilimi efsaneye çevirmeye çalışmak, efsanelere bir hakaret, dine bir hakaret ve bilime bir hakarettir. Bunu yapmaya çalışırken yaratılışçılar efsanelerin önemini, anlamını ve gurur verici yapısını kaçırmaktadır. Onlar, güzel bir yaratılış ve yeniden yaratılış öyküsünü almakta ve onu bozmaktadırlar.
Bir efsaneyi bilime çevirmeye çalışmanın saçmalığını göstermek için insanın sâdece, onların yiyeceklerini bir tarafa bırakın milyonlarca türün her birinden iki taneyi 75’e 45 feetlik, 450 feet karelik bir gemiye sığdırma konusundaki gerçekleri düşünmesi yeterlidir. Tüm bu hayvanların beslenmesi, sularının verilmesi ve temizlenmesinin lojistiğini düşünün. Birbirlerini avlamalarını nasıl önlersiniz? Sâdece yırtıcı hayvanlara ait bir güverte mi vardı?
Bilimsel olduğu ileri sürülen, iddiaları sâdece evrimci biyolojiyi değil ama ilk insan tarihinin çoğunu reddettiğini söylemeye gerek olmadan, kozmolojinin, fiziğin, paleontolojinin, arkeolojinin, tarihsel jeolojinin, zoolojinin, botaniğin ve biyo coğrafyanın çoğunu reddeden, yaratılışçılıktan daha olağanüstü olan bir inanç sistemi bulmak zor olacaktı. Skeptic’de incelemiş olduğumuz tüm iddialar içinde, var olan çok fazla bilgiyi göz ardı etmek ya da yok saymak için bize sorabileceği kolaylık ve kesinlik açısından yaratılışçılıkla karşılaştırabileceğim sâdece bir tane bulmuştum. Bu soykırımın inkarıdır. Dahası, mantık yürütme yöntemlerindeki ikisi arasındaki benzerlikler korkutucudur.
1. Soykırımı inkar edenler, tarihçilerin bilgisinde hatalar bulurlar ve sonra, sanki tarihçiler hiçbir zaman hata yapmazmış gibi, bu yüzden vardıkları sonuçların yanlış olduğunu ima ederler. Evrimi inkar edenler, bilimde hatalar bulurlar ve sanki bilim adamları hiç hata yapmazmış gibi, tüm bilimin yanlış olduğunu ima ederler.
2. Soykırımı inkar edenler çoğunlukla Nazileri, Yahudileri ve soykırım konusunda bilgili olanları, soykırımı inkar edenlerin iddialarını destekliyormuş gibi görünmesini sağlamak için yönlendirerek, kapsam dışı olan alıntıları yapmaktan hoşlanırlar. Evrimi inkar edenler, Stephen Jay Gould ve Ernst Mayr gibi önde gelen bilim adamlarından kapsam dışı ve onların ketum bir şekilde evrim gerçeğini inkar ettiklerini ima ederek alıntılar yapmaktan hoşlanırlar.
3. Soykırımı inkar edenler, soykırım bilginleri arasındaki gerçek ve dürüst tartışmanın onların kendisinin soykırımdan şüphelendikleri ya da kendi öykülerini doğrulayamayacakları anlamına geldiğini iddia ederler. Evrimi inkar edenler, bilim adamları arasındaki gerçek ve dürüst tartışmanın, onların bile evrimden kuşku duydukları ya da kendi bilimlerini doğrulayamayacakları anlamına geldiğini ileri sürmektedirler.
Birçok yaratılışçı, bâzı ünlü kuşkucuların ya dine karşı hiçbir düşmanlık barındırmadığını ya da kendilerinin inananlar olduğunu öğrendiklerine şaşıracaklardır. Stephen Jay Gould bir keresinde şöyle yazıyordu: “Meslektaşlarımın en az yarısı aptal olmadıkça – en ham ve deneysel zeminde – bilim ve din arasında hiçbir çatışma olamaz.”
Steve Allen, “Tanrı’ nın varlığıyla ilgili şimdiki durumum, tam olarak hayali görünse de onu kabul etmektir çünkü alternatif daha da hayali görünmektedir” diye açıklıyordu.
27 Ekim 1996’da, Papa John Paul II, Roma’daki Papalık Bilim Akademisi’nde yaptığı bir konuşmada, doğanın bir gerçeği olarak evrimi kabul ettiğini açıkladı ve bilim ile din arasında hiçbir savaş olmadığını belirtti: “Bilginin değişik düzenlerinde kullanılan yöntemi düşünmek, uzlaştırılamaz görünen iki bakış açısının uyumuna izin verir. Teknoloji, Yaratıcının tasarımına göre nihai anlamı… çekip çıkarırken… gözlem bilimleri çok daha kesin olarak yaşamın çoklu ortaya konuluşunu tanımlar ve ölçer.”
Yaratılış Araştırma Enstitüsü emekli başkanı Henry Morris şöyle cevap verdi: “Papa sâdece etkili bir kişi; bilim adamı değil. Evrim için hiçbir bilimsel kanıt yok. Gerçek somut kanıtın tümü yaratılışı desteklemektedir.”
Yaratılışçılara Karşı Koymak
Yirmi Beş Yaratılışçı Tez, Yirmi Beş Evrimci Yanıt
Bilim ve din ilişkisini sınıflandırırken üç katmanlı bir sınıflandırma önermek isterim:
Aynı dünyalar modeli: Bilim ve din aynı konularda uğraşır ve sâdece üst üste binme ve uzlaşma yoktur ama bir gün bilim dinî tümüyle kapsayabilir. Frank Tipler’in antropik ilkeye dayanan kozmolojisi (1946) ve evrenin uzak geleceğinde bir süper bilgisayarın sanal gerçekliğinde tüm insanların sonunda yeniden canlanması buna bir örnektir.
Ayrı dünyalar modeli: Bilim ve din ayrı konularla uğraşır, çatışmazlar ya da üst üste binmezler ve ikisi birbirleriyle barış içinde bir arada var olmalıdır. Charles Darwin, Stephen Jay Gould ve birçok diğer bilim adamı bu modeli tutmaktadır.
Çatışan dünyalar modeli: Birisi doğru ve diğeri yanlıştır ve iki bakış açısı arasında hiçbir uzlaşma olamaz. Bu model ağırlıklı olarak, çoğunlukla birbirleriyle kavgalı olan ateistler ve yaratılışçılar tarafından ileri sürülür.
Bu sınıflandırma bizim, Darwin’in öğüdünün bugün de yüzyıl önce olduğu kadar uygulanabilir olduğunu görmemizi sağlar. Bu yüzden yaratılışçıların tezlerini çürütmenin dine saldırmak demek olmadığı konusunda açık olalım. Eğer yaratılışçılar haklıysa, o zaman fizik, astronomi, kozmoloji, jeoloji, paleontoloji, botanik, zooloji ve tüm yaşam bilimlerinde ciddi sorunlar vardır. Tüm bu bilimler aynı şekilde yanlış olabilir mi? Kuşkusuz olamaz ama yaratılışçılar onların yanlış olduğunu düşünüyorlar ve daha kötüsü bilim karşıtlıklarının devlet okullarında öğretilmesini istiyorlar.
Evrim Nedir?
Darwin’in, 1859’daki Doğal Seçme Yoluyla Türklerin Kökeni adlı kitabında, taslağı verilen teorisi aşağıdaki gibi özetlenebilir. (Gould 1987a; Mayr 1982, 1988):
Evrim: Organizmalar zamanla değişir. Hem fosil kaydı hem de doğa, bugün bunu açıkça göstermektedir.
Değişiklikle miras kalma: Evrim, ortak soydan kolların ayrılması yoluyla ilerler. Yavrular ebeveynlerine benzerler ama tam kopyaları değildirler. Bu, sürekli değişen çevreye uymak için gerekli değişikliği sağlar.
Aşamalılık: Değişiklik yavaştır, düzenlidir, görkemlidir. Natura non facit saltum – Doğa sıçramalar yapmaz. Yeterli zaman verilirse evrim tür değişikliklerinden sorumlu olur.
Türlerin çoğalması: Evrim, sâdece yeni türleri oluşturmaz; artan sayıda yeni türleri oluşturur.
Doğal seçme: Darwin ve Alfred Russel Wallace tarafından ortak olarak keşfedilen evrimci değişiklik mekanizması aşağıdaki gibi işler:
A. Nüfus, sonsuza kadar geometrik oranla artma eğilimindedir.: 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128, 256, 512,…
B. Ama doğal bir ortamda nüfus sayıları belirli bir düzeyde kalır.
C. Bu yüzden “var olmak için bir mücadele” olması gerekir çünkü oluşan organizmaların tümü yaşayamaz.
D. Her türde değişim vardır.
E. Var olma mücadelesinde, çevreye daha iyi uyum sağlayan değişikliklere sâhip olan bireyler arkalarında, daha az uyum sağlayan bireylerden daha fazla yavru bırakır. Bu, meslek jargonunda, diferansiyel çoğalma başarısı olarak bilinir.
Bilim yeni araştırma alanları yaratarak, yaşamın nasıl ortaya çıktığı ve evrimleştiği konusundaki bilgilerimizi iyi bir şekilde düzenleyerek ileri giderken, yaratılışçıların bir iğnenin ucundaki melekler ve Nuh’un Gemisi’ndeki hayvanlar konusunda yapılan Orta Çağ tartışmalarına saplanıp kalmaları üzücüdür.
Felsefe Temelli Tezler Ve Cevaplar
1. Yaratılış bilimi bilimseldir ve bu yüzden devlet okullarında fen kurslarında öğretilmelidir.
Yaratılış bilimi, sâdece ad olarak bilimseldir. Bu, bilimsel yöntemleri kullanarak test edilecek bir teori olmaktan çok zayıf bir şekilde gizlenmiş dinî bir durumdur ve bu yüzden bir şeye Müslüman bilimi ya da Buda bilimi veya Hıristiyan bilimi demenin, onun eşit zaman gerektirdiği demek olmadığı gibi, devlet okulları fen kursları için uygun değildir.
2. Bilim sâdece, burada ve şimdi olanla uğraşır ve böylece evrenin yaratılış ile yaşamın ve insan türlerinin kökeni konusundaki tarihsel soruları cevaplandıramaz.
Bilim, özellikle kozmoloji, jeoloji, paleontoloji, paleoantropoloji ve arkeoloji gibi tarihsel bilimlerde gerçekten geçmiş olgularla uğraşır. Evrimsel biyoloji geçerli ve yasal bir tarihsel bilimdir.
3. Eğitim, bir konunun tüm yönlerini öğrenme sürecidir; bu yüzden devlet okullarındaki fen kurslarında yaratılışçılık ve evrimin yan yana öğretilmesi uygundur.
Konuların çeşitli yüzlerini açığa çıkarmak, aslında genel eğitim sürecinin bir parçasıdır ve din, tarih ya da hâttâ felsefe kurslarında yaratılışçılığın tartışmak uygun olabilir ama elbette bilimde pek değil; benzer şekilde biyoloji kursları Amerikan Yerlileri’nin yaratılış efsaneleri konusunda konferansları içermemelidir. Üstelik, yaratılışçılığın arkasındaki varsayımlar, sâdece evrimci biyolojiye değil tüm bilimlere karşı çatal dişli bir saldırıdan oluşur. Bir, eğer evren ve Dünya sâdece on bin yaşındaysa, o zaman modern kozmoloji, astronomi, fizik, kimya, jeoloji, paleortoloji, paleoantropoloji ve ilk insan tarihi bilimlerinin tümü geçersizdir.
4. Doğanın gerçekleri ve İncil’in yasaları arasında şaşırtıcı bir bağlantı vardır.
Aynı zamanda doğada bu konuda hiçbir gerçek bulunmayan İncil’deki yasalar arasında ve bu konuda İncil’de hiçbir yasa bulunmayan doğadaki gerçekler arasında şaşırtıcı bağlantılar vardır.
5. Doğal seçme teorisi gereksiz tekrarlarla doludur ya da bir çeşit dolambaçlı mantık yürütmedir. Yaşamlarını sürdürenler en iyi uyum sağlayanlardır. En iyi uyum sağlayanlar kimlerdir?
Bazen tekrarlar bilimin başlangıcıdır ama hiçbir zaman sonu değildirler. Yer çekimi tekrarlanıyor olabilir ama onun sonucu, bu teorinin bilim adamlarının doğru bir şekilde fiziksel etkileri ve olguyu öngörmelerini sağlaması yoluyla kanıtlanmıştır. Aynı şekilde, doğal seçme ve evrim teorisi test edilebilir ve önceden haber verme güçlerine bakılarak gerçek olmadığı kanıtlanabilir. Örneğin, nüfusun genetiği oldukça açık şekilde ve matematiksel öngörüyle doğal seçmenin ne zaman bir nüfus üzerinde değişiklik yapıp yapmayacağını gösterir.
6. Yaşamın kökenleri ve insanların, bitkilerin ve hayvanların varlığı için sâdece iki açıklama vardır: Bu, ya bir yaratıcının işidir ya da değildir. Evrim teorisi kanıtlarla desteklenmediği için yaratılışçılık doğru olmalıdır.
Ya o ya o yanlış düşüncesinden ya da yanlış alternatifler yanlış düşüncesinden sakının. Eğer A yanlışsa B doğru olmalıdır. Oh? Neden? Ayrıca B, A’ dan bağımsız olarak kendi ayakları üzerinde durmamalı mı? Kuşkusuz. Bu yüzden eğer evrim teorisinin tamamen yanlış olduğu ortaya çıksa bile bu, bu yüzden yaratılışçılığın doğru olduğu anlamına gelmez.
7. Evrimci teori, Marksizmin, komünizmin, ateizmin, ahlaksızlığın ve Amerikan kültürünün genel çöküşünün temelidir ve bu yüzden çocuklarımız için kötüdür.
Atom bombası, hidrojen bombası ve birçok daha yıkıcı silahın icat edilmiş olması gerçeği atom çalışmalarını terk etmemiz gerektiği anlamına gelmez.
Üstelik, Marksist, komünist, ateist ve hâttâ ahlaksız evrimciler olabilir ama belki de birçok kapitalist, Tanrı’ ya inanan, agnostik ve ahlaklı evrimciler de vardır.
8. Evrim teorisi, yakın dostu lâik hümanizmin yanı sıra gerçekten bir dindir, bu yüzden devlet okullarında öğretilmesi uygun değildir.
Evrimci biyoloji bilimine din demek, din tanımını, tamamen anlamsız yapacak kadar genişletmektir. Başka bir deyişle din, dünyayı yorumlamak için içinden baktığımız herhangi bir lens haline gelir. Ama din bu değildir. Din, iman ve görünmeyenle ilgilidir; bilim, deneysel kanıt ve test edilebilir bilgiye yoğunlaşır.
9. Önde gelen birçok evrimci, teori konusunda kuşkucudur ve onu sorunlu bulmaktadır. Örneğin, Eldredge ve Gould’un kesintili denge teorisi Darwin’in yanlış olduğunu kanıtlar.
Yaratılışçıların, bilim güçlerini yanlarına çekme çabalarında, önde gelen bir yaratılışçılık karşıtı sözcüden –Gould’dan- alıntı yapmaları, özellikle ironiktir. Yaratılışçılar, ya saflıkla ya da kasıtlı olarak evrimciler arasındaki organik değişikliğin nedensel etmenleri konusundaki sağlıklı bilimsel tartışmayı yanlış anlamışlardır. Eldredge ve Gould’un kesilen denge teorisi, Darwin’in evrim teorisinin düzeltilmesi ve ilerletilmesidir. Bu, Darwin’in teorisinin yanlış olduğunu, Einstein’ın görecelilik teorisinin Newton’un yanlış olduğunu kanıtlanmasından daha fazla kanıtlamaz.
10. “İncil, Tanrı’nın yazılı sözüdür… Onun tüm sacları tarihsel ve bilimsel olarak doğrudur. Tekvin’de tanımlanan büyük Tufan, büyüklüğü ve etkisi dünya çapında olan tarihsel bir olaydı.
Böyle bir inanç cümlesi açıkça dinidir. Bu, onu yanlış yapmaz ama bu yaratılış biliminin gerçekten yaratılış dinî olduğu anlamına gelir ve bu ölçüde kilise ve devleti ayıran duvarda gedik açmaktadır. Yaratılışçılar tarafından finanse edilen ve denetlenen özel okullarda onlar çocuklarına istediklerini öğretmekte özgürdürler.
11. Her nedenin etkileri vardır. “X’ in” nedeni “X gibi” olmalıdır. Zekanın nedeni zeki –Tanrı- olmalıdır. Bütün nedenleri zaman içinde geriletin ve ilk nedene –Tanrı’ya- gelirsiniz. Her şey hareket halinde olduğu için bir tane, hareket etmek için başka bir hareket ettiriciye gerek duymayan esas hareket ettirici –Tanrı- olması gerekir. Evrendeki her şeyin bir amacı vardır, bu yüzden amacı olan bir tasarımcı –Tanrı- olması gerekir.
Eğer bu doğru olsaydı doğanın, doğaüstü değil doğal bir nedeni olması gerekmez miydi? Ama “X’ in” nedenleri “X gibi” olmak zorunda değildir. Yeşil boyanın “nedeni” hiç birisi yeşil gibi olmayan mavi ve sarı boyanın karışmasıdır. Hayvan gübresi, meyve ağaçlarının daha iyi büyümesine neden olur. Meyve lezzetlidir ve bu nedenle hiç gübre gibi değildir! Parlak bir şekilde, on dördüncü yüzyılda St. Thomas Aquinas tarafından önerilen (ve daha parlak bir şekilde David Hume tarafından on sekizinci yüzyılda çürütülen) ilk neden ve esas hareket ettirici tezi, sâdece bir soruyla kolayca ters çevrilir: Kim ya da ne Tanrı’ ya neden oldu ve hareket ettirdi? Son olarak Hume’un gösterdiği gibi, tasarımın amaçlı olması çoğunlukla aldatıcı ve özneldir. “Erken kalkan kuş solucanı alır” sözü, eğer siz kuşsanız akıllıca bir tasarımdır, eğer solucansanız o kadar iyi değildir.
12. Bilim adamları, hiçbir şey yoktan yaratılamaz demektedirler. Öyleyse, Büyük Patlama için malzeme nereden geldi? Stanley Miller’in inorganik bir “çorbadan” amino asitleri yaratması ve diğer biogenik moleküller yaşamın yaratılması değildir.
Bilim, evrenin başlangıcından önce ne vardı ya da zaman başlamadan öncesi ne zamandı veya Büyük Patlama için malzeme nereden geldi gibi, “nihai” tipte belirli sorulara cevap vermek için donanımlı olmayabilir. Yaşamın kökenine gelince, biyokimyacıların inorganikten organik karışımlara doğru evrimleşme, amino asitlerin ve protein zinciri yapısının yaratılması, ilk kabataslak hücre, fotosentezin yaratılması, cinsel üremenin bulunuşu ve bunun gibi şeyler için çok mantıklı ve bilimsel bir açıklaması vardır. Stanley Miller, hiçbir zaman yaşamı yarattığını iddia etmedi, sadece onun yapı taşlarından bazılarını yaratmıştı.
Bilimsel Temelli Tezler ve Cevaplar
13. Nüfus istatistikleri görmektedir ki, eğer var olan nüfustan geriye doğru, var olan nüfus artış hızını kullanarak tahminde bulunursak, günümüzden ortalama olarak 6300 yıl önce (M.Ö. 4300) yaşayan sadece iki kişi vardı. Bu, insanlığın ve uygarlığın oldukça genç olduğunu kanıtlar. Nüfus artış hızının yüzde 0.5’inde ve aile başına ortalama 2.5 çocukla 25.000 kuşağı düşünerek, Dünya – diyelim ki bir milyon – yaşındaysa, var olan nüfus 2100 üzeri 10 kişi olacaktı; bu, bilinen evrende sadece 130 üzeri 10 elektron olduğu için olanaksızdır.
Onların modelini uygularsak M.Ö. 2600’de Dünya’nın toplam nüfusunun yaklaşık 600 kişi olduğunu buluruz. M.Ö. 2600’de Mısır’da, Mezopotamya’da, İndus Nehri Vadisi’nde ve Çin’de gelişen uygarlıklar olduğunu yüksek derecede bir kesinlikle biliyoruz. Eğer Mısır’a, son derece cömert bir şekilde dünya nüfusunun altıda birini verirsek, o zaman piramitleri 100 kişi inşa etti, diğer mimari anıtlardan bahsetmeye gerek görmüyorum – kesinlikle bir ya da iki mucizeye… ya da belki de eski astronotların yardımına gerek duyuyorlardı!
14. Doğal seçme, hiçbir zaman türler içindeki önemsiz değişikliklerden – mikro evrimden – başka herhangi bir şey için açıklama yapamaz. Makro evrimi açıklamak için evrimciler tarafından kullanılan dönüşümler her zaman zararlı, nadir ve rastgeledir ve evrimci değişikliğin itici gücü olamaz.
Fullerton, California Devlet Üniversitesi’nde evrimci biyolog Bayard Brattstrom’un, öğrencilerin beyinlerine işlediği dört kelimeyi hiç unutmayacağım: “Mutantlar canavar değildir.” Onun önem verdiği nokta, insanların mutantları – kasaba panayırındaki iki başlı inekler ve benzerleri – algılayışının, evrimcilerin tartıştığı tipten mutantlar olmamasıdır.
15. Fosil kayıtlarında hiçbir yerde, özellikle insanlar dâhil olmak üzere hiçbir geçiş biçimi yoktur. Tüm fosil kaydı evrimciler için rahatsızlık vericidir. Örneğin, Neanderthal örneği kireçlenmeyle, raşitizmle ve kavisli bacaklara, çıkıntılı alna ve büyük iskelet yapısına neden olan diğer hastalıklarla bozulan hastalıklı örneklerdir. Homo erectus ve Australopithecus sadece maymundur.
Yaratılışçılar her zaman Darwin’in Türlerin Kökeni’ndeki, “Öyleyse neden her jeolojik yapı ve her katman böyle arada bulunan bağlantılarla dolu değildir? Jeoloji kesinlikle, böyle herhangi iyi bir şekilde aşamalı olarak değişen organik zinciri ortaya çıkarmamaktadır ve bu belki de teorime karşı getirilebilecek en ciddi itirazdır,” diye sorduğu ünlü paragrafından alıntı yaparlar. (1859, s. 310) Yaratılışçılar alıntıyı burada sona erdirirler ve Darwin’in bölümünün sorunu açıkladığı geri kalan kısmını göz ardı ederler.
İkinci bir cevap, konuşma sanatıyla ilgilidir. Yaratılışçılar, sadece bir geçiş fosili istemektedir. Onlara bunu verdiğinizde, o zaman bu iki fosil arasında bir boşluk olduğunu iddia ederler ve bu ikisi arasında bir geçiş biçimi sunmanızı isterler. Eğer yaparsanız şimdi fosil kaydında iki boşluk daha vardır ve bu sonsuza kadar gider. Sadece bunu göstermek tezi çürütür.
16. Termodinamiğin İkinci Yasası, evrimciler evrenin ve yaşamın, İkinci Yasa tarafından öngörülen entropinin tam zıttı olarak, kaostan düzene ve basitten karmaşığa doğru gittiğini belirttikleri için, evrimin doğru olamayacağını kanıtlar.
Her şeyden önce hepsinin en büyüğü olandan – Dünya üzerindeki 600 milyon yıllık yaşam tarihinden – farklı herhangi bir ölçüye göre türler, basitten karmaşığa doğru evrimleşmez ve doğa, basit şekilde kaostan düzene doğru ilerlemez. Kaos teorisindeki son araştırmalar düzenin, Termodinamiğin İkinci Yasası’nı hiç bozmadan, görünürdeki kaostan kendiliğinden ortaya çıkabileceğini ve çıktığını ileri sürmektedir (bkz. Kauffman 1993). Evrim, Termodinamiğin İkinci Yasası’nı, bir kimsenin zıplayarak yer çekimi yasasını bozduğundan daha fazla bozmaz.
17. Yaşam biçimlerinin en basiti bile tesadüfen bir araya gelmek için fazlasıyla karmaşıktır. Sadece 100 parçası olan basit bir organizmayı ele alın. Matematiksel olarak parçaları birleştirmek için 158 üzeri 10 kadar olası yol vardır. Evrende ya da başlangıçtan beri geçen zamanda, insanları oluşturmayı bir yana bırakın, bu olası yolların en basit yaşam biçimi içinde bir araya gelmesi için bile yeterli molekül yoktur. Yalnızca insan gözü bile evrimin rastgeleliği ile yapılan açıklamalara karşı çıkar.
Doğal seçme rastgele değildir, şansla iş görmez. Doğal seçme kazançlarını korur ve hataları yok eder. Göz, tek bir ışığa duyarlı hücreden bugünün karmaşık gözü haline binlerce değilse bile yüzlerce, birçoğu halâ doğada var olan basamaktan geçerek gelmiştir (bkz. 1986). Maymunun, Hamlet’in kendi kendine konuşmasının başındaki on üç harfi tesadüfen yazması için 13 üzeri 26 deneme yapması gerekir. Bu, Güneş sistemimizin yaşamı boyunca geçmiş olan toplam saniye sayısının on altı katıdır.
18. Tufan sırasındaki hidrodinamik sıralama, jeolojik katmanlardaki görünür fosil dizisini açıklamaktadır. Daha karmaşık, daha akıllı ve daha hızlı organizmalar daha yukarıda ölürken, basit, bilgisiz organizmalar denizde öldü ve onlar alt tabakalarda yer aldı.
Tek bir trilobit bile daha yüksek bir katmana sürüklenmedi mi? Hiçbir şaşkın at kumsalda değil miydi ve daha alt bir katmanda boğulmadı mı? Tek bir geri zekâlı insan yağmurdan kurtulmadı mı?
19. Evrimcilerin tarihleme teknikleri tutarsızdır, güvenilmezdir ve yanlıştır. Gerçekte, El Paso’daki Texas Üniversitesi’nden Dr. Thomas Barnes’in, Dünya’nın manyetik alanının yarı ömrünün 1400 yaşında olduğunu gösterdiği zaman kanıtladığı gibi, on bin yıldan daha yaşlı değilken, yaşlı bir dünya hakkında yanlış izlenim vermektedirler.
Her şeyden önce, jeofizik, onun zaman içinde inip çıktığını göstermişken, Barnes’in manyetik alan tezi, manyetik alanın bozulmasının doğrusal olduğunu varsaymaktadır. Yanlış bir dayanak noktasından hareket ediyordu.
20. Tür düzeyinin üzerindeki organizmaların sınıflandırılması, keyfî ve insan yapısıdır. Sınıflandırma, özellikle türler arasındaki birçok bağlantı olmadığı için hiçbir şeyi kanıtlamaz.
Sınıflandırma bilimi, diğer tüm bilimler gibi gerçekten insan yapısıdır ve kuşkusuz organizmaların evrimleşmesi mutlak olarak herhangi bir şeyi kanıtlayamaz. Ama onun organizmaları gruplaması, ona karşı bir öznellik ögesi olsa da, keyfîden başka her şeydir.
21. Eğer evrim aşamalıysa türler arasında boşluklar olmamalıdır.
Evrim her zaman aşamalı değildir. Genellikle oldukça dağınıktır. Ve evrimciler, hiçbir zaman boşluklar olmaması gerektiğini söylemediler. Son olarak, boşluklar yaratılışı, insanlık tarihindeki boş noktaların tüm uygarlıkların aynı anda yaratıldığını kanıtlamasından daha fazla kanıtlamamaktadır.
22. Coelecanth ve at nalı yengeci gibi “yaşayan fosiller” tüm yaşamın birden yaratıldığını kanıtlamaktadır.
Yaşayan fosillerin varlığı basit şekilde onların görece olarak statik ve değişmeyen çevrelerine uygun bir yapı evrimleştirmiş olduğu anlamına gelmektedir. Böylece onlar, ekolojik yerlerini sağlar sağlamaz durdular.
23. Yeni başlamış yapı sorunu, doğal seçmeyi çürütmektedir.
Kötü gelişmiş bir kanat, ektotermik sürüngenler için bir ısı düzenleyicisi gibi çok iyi gelişmiş başka bir şey olabilir. Ve yeni başlayan aşamaların tamamen yararsız olduğu doğru değildir.
24. Birbirine benzer yapılar (yarasanın kanadı, balinanın yüzgeci, insanın kolu), akıllı tasarımın kanıtıdır.
Mucizeler ve özel ilahî takdir isteyerek yaratılışçılar, doğadaki herhangi bir şeyi Tanrı’nın işinin kanıtı olarak seçip alabilirler ve geri kalanı göz ardı edebilirler. Birbirine benzer yapılar gerçekten özel yaratılış paradigmasında hiçbir anlam taşımaz. Neden bir balinanın yüzgecinde bir insanın kolundaki ya da bir yarasanın kanadındaki aynı kemikler olsun? Kesinlikle gücü her şeye yeten akıllı bir tasarımcı daha iyisini yapabilirdi. Birbirine benzer yapılar, ilahî yaratımın değil, değişikliklere uğramış nesillerin işaretidir.
25. Özel olarak evrimci teorinin ve genel olarak bilimin tüm tarihi, yanlış teorilerin ve yıkılan düşüncelerin tarihidir. Nebraska Adamı, Piltdown Adamı, Calaveras Adamı ve Hepseropithecus bilim adamlarının yaptığı büyük hatalardan sadece bir kaçıdır. Açıkçası bilime güvenilemez ve modern teoriler geçmiştekilerden daha iyi değildir.
Yine aynı anda bilimin otoritesine dikkat çekmek ve bilimin temel çalışmalarına saldırmak yaratılışçılar için çelişkilidir. Üstelik, bu tez bilimin yapısı konusunda büyük bir yanlış anlamayı ortaya koymaktadır. Bilim sadece değişmez. Sabit bir şekilde geçmişin düşünceleri üzerine inşa olur ve geleceğe doğru ilerleyicidir. Bilim adamları gerçekten birçok hata yaparlar ve aslında bilim bu şekilde ilerler.
Tartışmalar ve Gerçek
Bu yirmi beş cevap, sadece evrimci teoriyi destekleyen bilim ve felsefenin yüzeyini kurcalar. Eğer bir yaratılışçıyla karşılaşırsak, birçok kere yaratılışçılarla karşılaşmış olan Stephen Jay Gould’un sözlerine kulak verecek kadar akıllı olacağız:
Tartışma, bir sanat biçimidir. Tezlerin kazanması hakkındadır. Gerçeğin keşfedilmesi hakkında değildir.
SAVUNULAN BİLİM, TANIMLANAN BİLİM
Eşit Zaman mı Yoksa Her Zaman mı?
Genel olarak yaratılışçılar, İncil’i harfi harfine okuyan Hıristiyan kökten dincilerdir – örneğin, Tekvin altı günde yaratılıştan söz ettiği zaman bu, 24 saatlik altı gün anlamına gelir. Kuşkusuz özel olarak, 24 saatlik gün yorumuna bağlı kalan genç Dünya yaratılışçıları; İncil’deki günleri, jeolojik çağları temsil eden mecazi konuşmalar olarak almak isteyen yaşlı Dünya yaratılışçıları ve ilk yaratılış ile insanların ve uygarlığın çıkışı arasında bir zaman boşluğuna izin veren boşluk yaratılışçıları dâhil olmak üzere birçok değişik tipte yaratılışçı vardır.
1991’de Gallup’un yaptığı bir kamuoyu araştırması, Amerikalar’ın yüzde 47’sinin, “Tanrı’nın insanı son on bin yıl içinde şimdiki durumunda yarattığına” inandığını buldu. “İnsanın daha az gelişmiş yaşam formlarından milyonlarca yılda geliştiği ama Tanrı’nın insanın yaratılması dâhil olmak üzere bu süreci kontrol ettiği” şeklindeki merkezci görüş, Amerikalılar’ın yüzde 40’ı tarafından kabul edilmektedir. Sadece yüzde 9, “İnsan, milyonlarca yılda daha az gelişmiş yaşam biçimlerinden gelişmiştir. Tanrı’nın bu süreçte hiç payı yoktur,” diye inanmaktadır. Kalan yüzde 4, “Bilmiyorum,” diye cevap veriyordu.
O zaman neden bir tartışma vardır? Çünkü bilim adamlarının yüzde 99’u, Amerikalılar’ın sadece yüzde 9’u tarafından paylaşılan katı doğalcı görüşü kabul etmektedir. Bu, rahatsız edici bir farklılıktır. Sokaktaki insanla fildişi kulesindeki uzman arasında böyle geniş bir ayrımın olduğu başka herhangi bir inancı hayal etmek zor olacaktır.
Tanımlanan Bilim
İyi kurulmuş gerçeklerin üzerine test edilebilir hipotezler biçimlendirilir. Test süreci, “bilim adamlarını, değerli gözlemsel ya da deneysel destek toplayan o hipotezler üzerinde özel bir değerde uzlaşmaya yönlendirir.” Bu “özel değere, teori” denir. Bir teori, “büyük ve çeşitli bir gerçek kütlesini açıkladığında,” ona, “sağlam” denir; eğer “daha sonra gözlemlenen yeni olguları sürekli olarak öngörüyorsa,” o zaman “güvenilir” olarak kabul edilir. Gerçekler dünyanın verisidir; teoriler, bu gerçekler hakkındaki açıklayıcı düşüncelerdir. “Açıklayıcı bir ilke, açıklamak için aradığı ilkeyle karıştırılmamalıdır.” Yapılar ve diğer test edilemeyen ifadeler bilimin bir parçası değildir. “Doğası gereği, test edilemeyen bir açıklayıcı ilke bilim alanının dışındadır.” Böylece bilim, olgular için sadece doğal açıklamaları arar.
Bilim, gözlemlerimiz için doğaüstü açıklamaları değerlendirmek için donanımlı değildir; bilim, doğaüstü açıklamaların doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda yargıda bulunmadan, onların düşünülmesini dinsel inanç alanına bırakır.
Bilimde hiçbir açıklayıcı ilkenin son olmaması bilimsel yöntemin yapısından ileri gelir. “En sağlam ve güvenilir teori bile… kesin değildir. Bilimsel bir teori, sonsuza kadar yeniden incelemeye konu olur ve – Ptolemeci astronomide olduğu gibi – yüzyıllarca kullanıldıktan sonra en sonunda reddedilebilir.” Yaratılışçıların kesinliği, bilim adamlarının işlerinin düzenli ve doğal bir parçası olarak karşılaştığı belirsizlikle derin bir zıtlık içinde durur. “İdeal bir dünyada her bilim kursu, evrenle ilgili gözlemlerimizi açıklamak için sunulan her teorinin bu nitelikleri taşıdığı hakkındaki tekrarlanan anımsatıcıları içerecekti:
“Bugün elde edebildiğimiz kanıtları inceleyerek şimdi bilebildiğimiz kadarıyla bu böyledir. Ama Gell-Mann’ın belirttiği gibi yaratılışçılar şu takıntıya sahiptirler: “İncil yanılmazdır. Kanıtın ne olduğu önemli değildir, sonuna kadar kendi doktrinlerine inanmaya devam edeceklerdir.” Böylece Gell-Mann şunu belirtti: Yaratılışçılar “bilim yapmıyorlar. Onlar sadece kelimeyi içeri sokuyorlar”.
Yaratılışçılar Cevap Veriyor
Ama yaratılışçıların “seküler” bütünlüğü, bilim adamlarının tamamen hatalı olduğunu ileri sürdükleri, aşağıdaki aşamalı şekilde cesur ifadelerin ağırlığı altında sorgulanabilir hâle gelmektedir: “Yaratılış bilimini destekleyen bilimsel kanıt kitlesi, evrimi destekleyenler kadar kuvvetlidir. Aslında daha kuvvetli olabilir”; “Evrimin kanıtı inanmaya yönlendirildiğimizden çok daha az zorlayıcıdır. Evrim, laboratuarda gerçekten gözlemlenemediği için bilimsel bir ‘gerçek’ değildir. Evrim daha çok, bilimsel bir teori ya da tahmindir”; “O da kötü bir tahmindir. Evrimdeki bilimsel sorunlar o kadar ciddidir ki doğru bir şekilde bir ‘efsane’ olarak nitelenebilirdi.