Bir saltanat hükümetinin ya da bir istibdat hükümetinin devam etmesi, dayanması için fazla doğruluğa lüzum yoktur. Birinde kanunların kuvveti, ötekinde hükümdarın daima kalkık duran yumruğu her şeyi düzenler, yoluna koyar. Ama halkçı bir devlette başka bir kuvvet gerekir ki, o da fazilettir.
Bu sözlerimin doğruluğunu tarih olayları topyekûn gösterir; hem zaten olayların niteliğine de son derece uygun bir şeydir bu. Çünkü saltanat hükümetinin, yani kanunları yürütenin kendisini kanunların üstünde hissettiği saltanat hükümetinin, halk hükümetinden, yani kanunları yürütenin kanunlara bağlı olduğu, bütün yükü sırtında taşıdığını hisseden halk hükümetinden daha az fazilete muhtaç olduğu apaçık bir şeydir.
Yine apaçık bir şeydir ki, kendini şunun bunun kötü öğütlerine ya da ihmale kaptıran hükümdar, kanunları yürütmekten vazgeçebilir ama kötülüğü tamir etmekte de güçlük çekmez. Ya danışma kurulunu değiştirir ya da kendi ihmalinin sebep olduğu kötülüğü gidermeye çalışır. Ama bir halk hükümetinde kanunlar yürütülmedi mi, bu da ancak cumhuriyetin bozulmasından ileri gelebilir, işte o zaman devlet yıkılmış demektir.
Geçen yüzyılda ülkelerinde demokrasiyi kurmak için İngilizlerin boşuna harcadıkları çabalar oldukça güzel bir manzara arz ediyordu. İşe karışanlarda faziletten eser olmadığından, en çok cüret edenin başarıları bunların tutkularını tahrik ettiğinden, bir topluluğun düşünme tarzının başka bir grubun düşünme tarzıyla bastırıldığından, hükümet durmadan değişiyordu; şaşkına dönen millet de demokrasiyi arıyordu ama hiçbir yerde bulamıyordu. Birçok hareketten, çarpışmadan, sarsıntıdan sonra nihayet halk yine, şikâyet edip ortadan kaldırdığı hükümet şekline sığınmak zorunda kaldı
Sylla; Roma’yı yeniden hürriyete kavuşturmak istediği zaman Roma bunu bir türlü benimseyemedi; pek az bir fazilet kalıntısı vardı. Orada; bu kalıntı her gün biraz daha eksildiğinden, Caesar’dan, Claudius’tan, Neron’dan, Domitien’den sonra Roma, uyanacağına her gün biraz daha kölelik haline düştü; ihtilaller yalnız tiranların başlarını yiyor ama tiranlıkla yönetime karşı hiçbir şey yapamıyordu.
Halk hükümetinde yaşayan Yunanlı politikacılar, kendilerine dayanak olarak faziletten başka kuvvet göremiyorlardı. Bugünkü politikacılar ise bize yalnız endüstriden, ticaretten, maliyeden ve hatta servet ve lüksten söz ediyorlar.
Bu fazilet tükenince tutku, kendisini buyur edenlerin kalplerine, cimrilik de herkesin içine girer. İstekler yön değiştirir; sevilen şey sevilmez olur; kanunlara uyarak hür yaşarken kanunlara uymadan hür yaşamak arzusu uyanır; her vatandaş efendisinin evinden kaçmış bir köleye benzer; sav olan şeye sertlik adı verilir; kural olan şeye engel denir; dikkatin adı değişir korku olur. Orada azla yetinmek, cimrilik adını alır, biriktirme isteği değil. Önceden vatandaşların malı mülkü ülkenin serveti sayılırdı ama şimdi ülkenin serveti vatandaşların har vurup harman savurmak istedikleri babadan kalma miras halini alır. Cumhuriyet artık bir ölüyü andırır; kuvveti de, birkaç vatandaşın yetkisiyle bütün milletin serkeşliğinden başka bir şey değildir.
Atina, gerek şan ve şerefiyle bütün dünyaya hükmettiği çağlarda olsun, gerek utana utana başkalarına kölelik ettiği çağlarda olsun bağrında hep aynı kuvvetleri taşımıştır. Yunanlıları Perslere karşı savunduğu zaman, imparatorluğu Isparta’nın elinden almak için savaştığı zaman, nihayet Sicilya’ya saldırdığı zaman topu topu yirmi bin vatandaşı vardı. Phaleros’lu Demetrius onları esir pazarındaki köleler gibi saydığı zaman da yine yirmi bin vatandaşı vardı. Philippos, Yunanistan’ı egemenliği altına almaya cüret edip de Atina kapılarına dayandığı zaman, Atina yalnız biraz geç kalmıştı, işte o kadar. Onu uyarmak için ne büyük bir çaba gerektiğini anlamak isterseniz Demosthenes’i okuyun. Atinalılar, Philippos’tan hürriyet düşmanı olduğu için değil, zevkle eğlence düşmanı olduğu için çekiniyorlardı. Bunca felakete göğüs geren, defalarca yıkıldıktan sonra yeniden kurulan bu şehir Keronea’da mağlup olmuş, bir daha da belini doğrultamamıştır. Philippos bütün esirleri geri göndermiş, bundan ne çıkar? Geri gönderilenler adam olmadıktan sonra… Atina kuvvetlerini yenmek ne kadar kolay olmuşsa faziletini yenmek de öteden beri o kadar güç olmuştur.
Kartaca nasıl dayanabilirdi? Anibal yargıç olup da memurların cumhuriyeti yağma etmelerine mani olmak istediği zaman bu memurlar gidip kendisini Romalıların huzurunda suçlamadılar mı? Yazık o kimselere ki, sitesiz vatandaş olmak, servetlerini de kendilerini mahvedenlerin ellerinden sağlamak isterler! Çok geçmeden Roma onlardan tutsak olarak üç yüz tane belli başlı vatandaş istedi; silahlarıyla gemilerini ellerinden aldı, arkasından da harp ilan etti. Silahsız kalan, umutsuzluk içinde çırpınan Kartaca’da olup bitenleri düşününce, insan, askeri kuvveti ve fazileti olsaydı aynı Kartaca’nın neler yapabileceğini kolaylıkla gözlerinin önünde canlandırabilir.
Kanunların Ruhu Üzerine | Demokrasinin ilkesi üzerine – Montesquieu