Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Aralık 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeFelsefe (Genel)Öyle ise, Kriton, bırak da gene benim dediğim olsun | Kriton -...

Öyle ise, Kriton, bırak da gene benim dediğim olsun | Kriton – Platon

Kriton, yunan filozof Platon tarafından yazılmış, şehrin tanrılarına inanmayışı ve gençlerin ahlakını bozması gerekçesiyle yargılanan Sokrates’in davası sonucunda çıkan idam kararının ertesinde, öğrencisi aynı zamanda onunla yaşıt ve onun gerçeklerine ulaşamamış bir arkadaşı olan Kriton’un onu hapisten kaçmaya ikna etmeye çalışmasını konu alan bir diyalogdur. Sokrates’in Savunması ve Euthyphron ile birlikte üçlü bir dizi oluşturur. Euthyphron mahkemenin hemen öncesini, Savunma mahkeme sürecini, Kriton ise mahkeme sonrasını anlatır. Yani eser Sokrates’in Savunması adlı diyalogun devamı niteliğindedir.

Kriton, Sokrates’i ikna etmeye çalışır ama başarılı olamaz yani Sokrates hayatına son verenlere direnmez, verilmiş olan karara karşı çıkmaz. Sokrates kurtulmayı neden reddettiğini bu diyalogta açıklar ve Kriton’u ikna etmeye çalışır…

SOKRATES. — Bu vakitte niye geldin, Kriton? Daha pek erken, değil mi?
KRITON. — Evet, erken.
SOKRATES. — Yani vakit tam ne sular­da?
KRİTON. — Gün ağarıyor.
SOKRATES. — İçeri girmene hapishane bekçisi nasıl razı olmuş, şaştım.
KRİTON. — Buraya sık sık geliyorum, Sokrates, o da artık beni yabancı bilmiyor. Hem kendisini hoşnut da ettim.
SOKRATES. — Şimdi mi geldin, yoksa çoktan beri mi buradasın?
KRİTON. — Epey oldu.
SOKRATES. — E niçin uyandırmadın da böyle bir şey demeden oturdun durdun?
KRİTON. — Uyandırır mıyım hiç, Sokra­tes? Senin yerinde ben olsam, böyle acılı gün­lerimde bir de erkenden uyandırılmak istemem. Deminden beri senin tatlı tatlı uyuduğunu gör­düm de hayran oldum doğrusu; bu zamanda nasıl böyle rahat uyuyorsun, şaşıyorum.. Mah­sus uyandırmadım; elden geldiği kadar rahat edesin istedim. Zaten bütün hayatımda senin tabiatına çok defa imrenmiştim; hele şimdi ki felâketine ne kolaylıkla, ne sabırla dayan­dığını görüyorum da…
SOKRATES. — Ben yaşta bir adama, öle­ceğim diye yanıp yakınmak doğrusu yakışmaz, Kriton.
KRİTON. — Senin yaşta nice kimseler, Sokrates, böyle felâketlere düşsünler, ihtiyar­lıklarına bakmaz, talihlerine isyan ederler.
SOKRATES. — O doğru. Ama, söyle, sen ne diye bu kadar erkenden geldin?
KRİTON. — Kötü bir haber getirdim; gö­rüyorum, sen aldırmıyorsun, ama benim için, bütün dostların için en kötü, en acı bir haber. Hiç bir şey beni bu kadar üzemezdi.
SOKRATES. — Neymiş o haber? Delos’a giden gemi dönünce ben de ölecekmişim, o  mu geldi yoksa?
KRİTON. — Daha gelmedi ama bugün ge­lir sanıyorum; Sunion’dan gelenler onu orada bıraktıklarını söylüyorlar. Onların anlattıkla­rına göre bugün burada olacak; sen de, Sok­rates, yarın öleceksin.
SOKRATES. — Hayırlısı, Kriton! Tanrılar öyle buyurmuşsa, öyle olur. Ama bugün gele­ceğini sanmam.
KRİTON. — Nereden çıkarıyorsun bunu?
SOKRATES. — Söyleyeyim. Ben, geminin geldiği gün değil, ertesi gün ölecekmişim.
KRITON. — Evet, bu işe bakanlar öyle diyor.
SOKRATES. — Onun için ben de geminin bugün geleceğini sanmıyorum; ama yarın ge­lir. Bu gece, daha demin, bir rüya gördüm de ondan anladım; beni uyandırmadığına belki iyi etmişsin.
KRITON. — Ne idi o rüya?
SOKRATES. — Beyazlar giyinmiş, güzel, heybetli bir kadın gördüm, karşıdan doğru gel­di, bana adımla seslenip: “İki gün sonra bere­ketli Phtia’ya ereceksin” dedi.
KRITON. — Garip bir rüya, Sokrates.
SOKRATES. — Değil, neye yorulacağı açık.
KRITON. — Fazlasıyla açık… Ama, Sokra­tes, ne olur? beni dinle de kurtulmaya çalış. Senin ölümünle ben, bir daha eşini bulamaya­cağım bir dost kaybetmekle kalmam, başıma bir felâket daha gelir. Seni de, beni de iyi ta­nımayanlar, para vererek seni kurtarmak elim­de iken bundan kaçındım sanacaklar. Bir in­san için de, dostlarından çok parasına bağlı­dır diye bilinmekten daha utandırıcı şey olur mu? Gel, seni kurtaralım diye o kadar yalvar­dık; ama çoğu kimseleri inandıramayacağız.
SOKRATES. — Çokluğun diyeceğinden bize ne, mutlu Kriton? En akıllı insanlar, bu işin gerçekten böyle olup bittiğinden şüphe bile etmezler; biz de asıl onların ne diyeceği­ne bakmalıyız.
KRİTON. — Ama görüyorsun ki, Sokrates, çokluğun ne dediğini de hesaba katmak zorundayız. Senin başına gelenden de belli: iftira bir kimseyi göstermesin, çokluk ona kö­tülük etmekten, en büyük kötülüğü bile et­mekten çekinmiyor.
SOKRATES. — En büyük kötülükleri et­mek keşke elinden gelseydi! Öyle olsa en bü­yük iyilikleri de edebilirdi. Ne iyi olurdu! Ama ikisi de elinden gelmez. Onun demesiyle bir insan ne akıllı olur, ne de budala. Çokluğun işi hep rasgeledir.
KRİTON. — Diyelim ki öyledir; ama, Sokrates, sen başına şunu söyle: senin burada kalman beni de öteki dostlarını da düşündü­ğünden olmasın? Sen buradan kurtulursan kaçmana yardım ettik diye çaşıtlar (1) başı­mıza iş açar, varımız yoğumuz, hiç olmazsa bir hayli paramız gider, daha başka sıkıntı­lara da uğrarız diye mi korkuyorsun? Böyle bir korkun varsa, çıkar aklından; seni kurtar­mak için değil böyle bir tehlikeyi, daha büyü­ğünü de göze almak boynumuzun borcudur. Sözünü tut, Sokrates, uy dediğime.
SOKRATES. — Doğru, sizleri düşünüyo­rum, Kriton; ama başka sebepler de var.
KRITON. — Hiç tasa etme, Sokrates, seni buradan kaçırıp kurtarmak için istenilen pa­ra çok bir şey değil. Bilmez misin? çaşıt takı­mına biraz bir şey verdin mi, dillerini tutar­lar. Benim nem varsa kendinin bil: sanırım ki bu işe yeter. Beni düşünüp paramı harcamak­tan çekiniyorsan, buraya dışardan gelenler var, parayı vermeyi minnet bilecekler. Biri, bu işe yetecek parayı yanında getirmiş bile. Kebes, daha birçok kimseler sen­den bir söz bekliyor. Gene söyleyeyim, kendi­ni kurtarmana bu gibi düşünceler engel ol­masın. Mahkemede: “Ben yurdumdan çıkar, başka bir yere gidersem halim ne olur?” diyordun; Onun içinde hiç üzülme zorluk çek­mezsin. Nereye gitsen baş üstünde yerin olur; hele Thessalia’ya gitmek istersen, orada benim dostlarım var, senin değerini bilirler, seni ko­rurlar, Thessalia’da sana kimse dokunamaz.
Şunu da söyleyeyim, Sokrates. Bana öyle geliyor ki kurtulmak elinde iken kurtulmamakla bir kabahat işlemiş oluyorsun, seni yok etmek için içleri titreyen düşmanlarının dile­yip diliyebileceklerini kendin yerine getiriyorsun. O kadar da değil, çocuklarına da kötülük ediyorsun; onları yetiştirmek, okutup yazdırmak elinde iken koyup gidiyor, sana düşen bir işi bahta bırakıyorsun. Onlar da bu dün­yada öksüzlerin çektiği acılan çekecek. İnsanın ya çocuğu olmamalı, yahut çocuğu olunca, bes­leyip yetiştirmek için sonuna kadar çabalamalı. Bana öyle geliyor ki işin kolayına gidiyorsun; oysaki insan, hele bütün ömrünce faziletten başka düşüncesi olmadığını söyleyen bir insan, doğru, mert kimselerin gittiği yolu tutmalı. Doğrusu senin için de, biz dostların için de utanıyorum: başına gelenleri, dâvanın, pekâlâ önlenebilirken mahkemeye düşmesini, duruş­maların aldığı şekli hep bizim ödlekliğimiz­den bilirler diye korkuyorum; hele dâvanın sonu, insanla acı acı alaya benzeyen o hüküm, bizim hiç tasa etmediğimizi, ödlekliğimiz yü­zünden senin davana bakmadığımızı sandıracak…
Elbette, seni kurtaramadık, sen de ken­dini kurtarmadın, az bir yardımımız dokunsa kurtarabilirdin. Bütün bunlarda, uğrayacağın ölüm felâketinden başka, senin için de, bizim için de unutulacak bir şey yok mu? Bir dü­şün, Sokrates!… Yok, artık düşünme sırası de­ğil, çoktan düşünmüş olmalısın, senin için bir tek yol var. Bu akşam, gece, her şey olup bit­meli. Daha beklersek, elimizden artık bir şey gelmez. Dediğimi tutmalısın, Sokrates, başka çare yok.
SOKRATES. — Ah! Kriton, ah! benim dostum! bu çabalaman bir de vazifeye uyarsa, bilsen ne hoşuma gider! Ama vazifeye uygun düşmeyince, bil ki ne kadar ateşli ise o kadar da insanın ağırına gider. Şimdi bir inceleye­lim: senin dediğini tutmak doğru olur mu, olmaz mı? Ben, yalnız bugün değil, öteden beri bir yol tanırım: düşündüklerimden han­gisini en doğru buluyorsam ona uymak. Şim­diye kadar ileri sürdüğüm düşünceleri bugün, halim yamandır diye atamam ki! O düşünce­ler benim için eskiden ne idiyse bugün de aşağı yukan gene odur: ne onlara olan say­gım eksilmiştir, ne de onların benim gözüm­deki değeri. Gelelim bizim işe: senin dedikle­rinden üstün sebepler bulamazsak sana uyamam; kalabalık gücünü gösterip bizi birer ço­cuk gibi ürkütmek için korkuluklarını çoğalt­sın, hapse atarım, işkence ederim, varınızı yo­ğunuzu alırım desin, gene uymam. Şimdi ba­kalım bu işi en iyi nasıl inceleriz? Demin öte­ki beriki ne der diye düşünüyordun; önce onu bir ele alalım, değil mi? Ne zaman bu söz açıldıysa kiminin dediğine bakılır kimininkine bakılmaz dedik; böyle dememiz acaba doğru muydu? Yoksa bütün bu sözler, bana ölüm ce­zası verilmezden önce iyi idi de havadan birer söz, birer çocukluk, gevezelik oldukları şimdi mi meydana çıktı? Benim halim bugün böyledir diye o sözün değeri de değişti mi, yoksa gene eskisi gibi mi kaldı? onu atacak mıyız, yoksa ona uyacak mıyız? işte, Kriton, seninle bunu incelemek istiyorum. Ağırbaşlı kimseler, kendileriyle ne zaman konuştumsa hep, benim demin dediğimi söylediler: adam vardır, dediğine bakılır, adam vardır, bakılmaz. Tanrı­ları seversen söyle, Kriton, doğru bir söz de­ğil mi? Sen yarın ölecek değilsin… Elbette, insanın başına ne geleceği bilinmez; ama öyle bir tehlike gözükmüyor, düşünme gücün bir felâketle bozulmuş değildir. Sen bir incele. İnsanların her dediklerinin değil, ancak bir kıs­mının, her insanın değil, ancak bazı insanların dediklerinin bir değeri vardır sözü doğru de­ğil mi? Ne dersin? Hakça söylenmemiş mi?
KRİTON. — Hakça söylenilmiş.
SOKRATES. — İyi sözlere saygı gösterilir, kötülerine gösterilmez, öyle değil mi?
KRİTON. — Öyle.
SOKRATES. — İyileri aklı başında kimse­lerin, kötüleri de delilerin söyledikleridir, de­ğil mi?
KRİTON. — Elbette.
SOKRATES. — Şimdi bakalım o sözü söyliyenler ne demek istemişler? Beden terbiye­siyle uğraşan bir kimse herhangi bir kimse­nin övmesine, kötülemesine, ne dediğine mi bakar, yoksa hekimle beden terbiyesi öğretmeninkileri mi dinler?
KRITON. — Elbette hekiminkileri, öğretmeninkileri.
SOKRATES. — Demek ki çokluğun değil, ancak öyle bir kimsenin kötülemesinden kor­kacak, övmesini bekleyecektir.
KRITON. — Elbette.
SOKRATES. — Öyle ise beden terbiyesin­de, yemesinde, içmesinde bütün insanların de­diğine bakmayacak, kendisine yol göstersin di­ye seçtiği, bu işlerden anlayan kimsenin sözle­rini dinleyecek.
KRITON. — Doğru.
SOKRATES. — Peki. Ya o tek adamın sö­zünden çıkar, onun dediğine övmelerine bak­maz da bu işten anlamayan kalabalığın dedi­ğine uyarsa, bundan kendisine kötülük gelmez mi?
KRITON. — Gelir elbet.
SOKRATES. — Ama nasıl bir kötülük? Etkisi nedir? Söz dinlemeyen kişinin nesine dokunur?
KRITON. — Belli ki bedenine bedenini yıpratmış olur.
SOKRATES. — Güzel söyledin. Birer birer saymayalım. Kriton, her şey için böyledir. He­le söz doğru ile eğriden,güzelle çirkinden, iyi ile kötüden, bizim şimdi konuştuğumuz şeylerden açılınca, çokluğun dediğine uyup on­dan mı çekinmeliyiz, sayılmaya, çekinilmeye herkesten çok değerli bir kimse varsa o tek kimsenin dediğim mi tutmalıyız? Onun sözün­den çıktık mı, doğrulukla iyileşen, eğrilikle de yitirilen şeyi bozar, çürütürüz. Yoksa bu bir şey değil mi?
KRİTON. — Bir şey omaz olur mu, Sok­rates?
SOKRATES. — Öyle ise bilmeyenlerin de­diğine uyar da sağlığımıza bakmakla gerçek­ten iyileşen, bakmayınca da bozulan şeyi yı­karsak, o bozulunca biz artık yaşayabilir miyiz? Bu dediğimiz şey bedenimiz, değil mi?
KRİTON. — Evet, beden.
SOKRATES. — Peki, bozulmuş, hastalıklı bir bedenle yaşanır mı?
KRİTON. — Yaşanmaz.
SOKRATES. — Ya eğriliğin gerçekten bayağılıştırdığı, doğruluğun ise sağlamlaştırdığı şeyi bozarsak yaşayabilir miyiz? Yoksa bizde eğrilikle, doğrulukla ilgili olan o şeyi, ne olursa olsun, bedenden aşağı mı sayacağız?
KRITON. — Hayır.
SOKRATES. — Daha da değerlidir, değil mi?
KRITON. — Elbette çok daha değerlidir.
SOKRATES. — Öyle ise, dostum, kalaba­lığın bizim için ne diyeceğini bu kadar tasa etmeyelim de doğru ile eğriyi bilen tek kişi­nin, bir onun, bir de hakikatin kendisinin ne diyeceğine bakalım. O halde demin sen, doğ­ruluk, güzellik, iyilik ile bunların zıtlarından söz açılınca, biz kalabalığın ne söyleyeceğini tasa edelim demekle yanlış bir öğüt vermiş ol­dun. Ama biri çıkıp da kalabalığın elinden bi­zi öldürmek geleceğini söyleyebilir.
KRITON. — Söyler ya, Sokrates!
SOKRATES. — Orası doğru… Ama, a dos­tum! deminden beri söylediklerimiz benim gö­zümde değişmedi, eskiden ne ise gene o… Şim­di de şunu bir incele: çok yaşamaya değil, asıl iyi yaşamaya değer vermeli sözünü gene ka­bul ediyor muyuz? etmiyor muyuz?
KRITON. — Elbette ediyoruz.
SOKRATES. — İyilik, güzellik, doğruluk hep birdir sözünü de gene kabul ediyor mu­yuz?
KRITON. — Ediyoruz.
SOKRATES. — öyle ise, ikimizin de kabul ettiğimiz bu sözlere göre bir araştıralım: Atinalılar beni buradan salıvermezken benim çık­maya kalkmam doğru olur mu, olmaz mı? Olur dersek, bir deneyelim; diyemezsek, bıra­kalım. Demin şu kadar para gideceğinden, son­ra herkesin ne diyeceğinden, çocukların yetiş­tirilmesinden söz açtın; iyi bir bak, Kriton, bir insanı düşüncesizce öldüren, ellerinden gel­se gene düşüncesizce diriltecek olanlar, yani kalabalık da tıpkı öyle düşünmez mi?… Şim­di inceleyeceğimiz bir tek şey var, düşüncemiz bize öyle diyor: o da demin söylediğim şey: beni buradan çıkaracaklara para vermekle, onlardan böylesine iyilik görmekle) borçlan­makla, kaçışa yardım etmekle, kalkıp kaçmak­la doğru bir iş mi görmüş oluruz, eğri bir iş mi? Böyle bir işi eğri bulursak, ölmeye de, katlanılacak daha başka kötülükleri de dü­şünmeden burada kalmalı, bir şeye kalkışma­malıyız: başımıza gelecek her kötülük, eğrilik etmekten yeğdir.
KRİTON. — Bence güzel söylüyorsun, Sokrates. Ama sen de bir bak, ne yapalım acaba?
SOKRATES. — Birlikte araştıralım, dostum. Benim söylediklerimde takılacağın bir şey olursa, söyle, dediğine uyarım; öyle bir şey bulunmazsa, a benim Kriton’um! sen de ba­na boyuna: “Atinalılara aldırmadan buradan kaç.” demeyi bırakırsın. Beni kandıracak bir sözün varsa, buyur; ama zorla razı edeceğim deme. Hele bir bak, bu araştırmanın başında söylediklerimizi doğru buluyor musun; sonra  da benim soracaklarıma, gerçekten ne düşünü­yorsun öyle cevap ver.
KRITON. — Çalışırım, Sokrates.
SOKRATES. — İnsan hiçbir zaman eğrilik etmemelidir mi diyoruz, yoksa yeri var eder, yeri var edemez mi diyoruz? eğrilik hiçbir yer­de güzel değildir, iyi değildir diye eskiden kaç kere söyledik, demin de söyledik, gene öyle diyor muyuz? Vaktiyle bunlar üzerinde anla­şırdık; şu birkaç gün içinde değişi mi verdi?
Biz bu yaşımızda, Kriton, birbirimizle ağır­başlı, ağırbaşlı konuşuyoruz, diye bilmeden çocukça mı düşünmüşüz? Bütün o sözler, kala­balık ister beğensin, ister beğenmesin, gene doğru değil mi? Başımıza gelecek, hafif, ağır, ne olursa olsun, eğrilik etmek, eden için her zaman kötü, utanılacak bir şey değil midir? Biz gene böyle diyor muyuz, demiyor muyuz?
KRİTON. — Diyoruz, Sokrates.
SOKRATES. — Demek hiçbir zaman eğ­rilik etmemeli.
KRİTON. — Elbette etmemeli.
SOKRATES. — Öyle ise, kalabalığın sandığının tersine olarak, insan eğrilik görse de ge­ne eğrilik etmemeli, çünkü hiçbir zaman eğri­lik etmemeli.
c KRİTON. — Belli bir şey.
SOKRATES. — Ya kötülük etmek, Kriton? Söyle, insan kötülük etmeli mi, etmemeli mi?
KRİTON. — Elbette etmemeli, Sokrates.
SOKRATES. — Peki, kötülük gördüm diye kötülük etmek, kalabalığın sandığı gibi, doğru olur mu, olmaz mı?
KRİTON. — Hayır, doğru olmaz.
SOKRATES. — Doğru olmaz, çünkü bir in­sana kötülük etmekle eğrilik etmek, hep birdir.
KRİTON. — Doğru söylüyorsun.
SOKRATES. — Demek ki eğrilik gördüm diye eğrilik etmemeli; bir insan bize ne etmiş olursa olsun, ona kötülük etmemeli. Ama, iyi bir bak, Kriton, bu dediklerimi kabul etmekle, asıl düşündüğüne uymayan bir şey kabul et­miş olmayasın; çünkü bunlara inananlar, bili­rim, azdır, her zaman da az olacaktır. Böyle düşünenlerle böyle düşünmeyenlerin anlaşma­ları da olacak şey değildir; tuttukları yolların ayrılığını görünce elbette birbirlerini aşağılayacaklar, küçümseyeceklerdir. Bunun için sen de iyice araştır, bakalım benimle birlik misin, benim gibi mi düşünüyorsun, “Eğrilik etmek, eğrilik gördüm diye eğriliğe, kötülük gördüm diye kötülükle öc almaya kalkışmak” sözünü temel olarak alıp konuşabilir miyiz? yoksa sen benden ayrılıyor da o sözü kabul etmiyor e musun? Ben o sözü çoktan beri doğru buldu­ğum gibi gene doğru buluyorum; sen başka gene eskisi gibi düşünüyorsan, dinle, bak da­ha ne diyeceğim.
KRITON. — Düşüncemi değiştirmedim; bana da öyle geliyor. Söyle, dinliyorum.
SOKRATES. — Bak ne diyeceğim; daha doğrusu sana bak ne soracağım: insan bir kim­seye bir iş için doğru der, onunla anlaşırsa, o işi görmeli mi, yoksa sözünden dönmeli mi?
KRITON. — O işi elbette görmeli.
SOKRATES. — Öyle ise bu sözlerin sonu­cunu düşün. Biz buradan devleti razı etmek­sizin çıkar gidersek bununla bir kimseye, hem de kötülüğümüz dokunmaması gereken kimse­lere, kötülük etmiş oluyor muyuz, olmuyor muyuz? doğru dediğimiz sözlere uyuyor mu­yuz, uymuyor muyuz?
KRITON. — Sorduğuna bir şey diyemeye­ceğim, Sokrates, anlamadım da ondan.
SOKRATES. — Şöyle araştıralım. Biz bu­radan kaçmak, yahut gitmek, sen nasıl dersen de  biz buradan kaçmak üzere iken, Ka­nunlar ile Devlet karşımıza çıkıyor, dile gelip bize soruyorlar: “Söyle, Sokrates, nedir bu yaptığın? Bu giriştiğin iş bizi, Kanunları da, bütün Devleti de, elinden geldiği kadar yıkmak değildir de nedir? Verilen hükümlerin hiçbir gücü kalmaz, kişiler onları etkisiz bıra­kır, silah atarsa sanır mısın ki bu devlet gene sürebilir, yıkılıp gitmez?” Buna, buna benzer sorulacak şeylere karşılık ne diyebiliriz, Kriton? Bir kimse, hele güzel konuşmasını bilen bir kimse, verilen hükümlerin yerine getiril­mesini buyuran kanunu, bizim yıkmaya kalk­tığımız kanunu korumak için neler söyleyemez ki!… Biz buna karşılık: “Devlet bize eğrilik et­ti, dâvamızı iyi görmedi” mi diyeceğiz, ne söy­leyeceğiz?
KRITON. — Elbette öyle diyeceğiz, Sokra­tes.
SOKRATES. — Ya o zaman kanunlar bize derse ki: “Biz seninle böyle mi sözleştikti, Sokrates? Sen devletin verdiği hükümlere uya­cak değil miydin?” Biz bu sözlere şaşarsak o zaman da belki şöyle derler: “Söylediklerimi­ze şaşma, Sokrates, cevap ver, senin her zamanki yolun soru ile karşılık yoludur. Bize de, devlete de ne suç buldun ki bizi böyle yıkma­ya kalkıyorsun? Bir kere sen doğmuş olmanı bize borçlu değil misin? babanın anneni alıp seni dünyaya getirmesi bizim yardımımızla olmadı mı? Söyle, bizlerden evlenme işleri üzerine olan kanunlara bir diyeceğin var mı? onları kötü buluyor musun?” Böyle sorarlarsa ben: “Hayır” derim. “Ya çocukların beslenip eğitilmesi yolunu gösteren kanunlar? Sen de o yolda yetiştin… Babana, sana beden eğitim, musiki öğretsin diye buyuran kanunlar kötü e müydü?” “İyi idi” derim. “Peki, madem seni biz dünyaya getirdik, biz besledik, biz yetiş­tirdik, senin de, atalarının da bizim çocuğu­muz, kölemiz olmadığını söyleyebilir misin?
Bu böyle ise, artık senin hakların bizim hakla­rımızla eşit olur mu? biz sana karşı neye kalkışırsak sen de bize karşı ona kalkışmayı doğ­ru bulur musun? Sen babanla, bir efendin olsaydı onunla, hakta eşit değilsin, ondan kötülük görsen sen de kötülük edemezsin, ağır söz  işitsen sen de karşılık veremezsin, böyle bir şeye kalkışmazsın; yurduna, kanunlara kar­şı kalkışabilir misin? Biz, doğru buluyoruz diye seni yoketmek istersek, sen de, elinden geldiği kadar bizi, kanunlarla yurdunu, yoketmeye mi çalışacaksın? Sen ki kendini gerçek­ten fazilete vermiş insansın, böyle bir işin doğ­ru olduğunu mu ileri süreceksin? Bu kadar akıllısın da yurdun anadan da, babadan da, bütün atalardan da üstün, ulu, mübarek oldu­ğunu, tanrılar katında da, aklı başında insan­lar gözünde de büyük yeri bulunduğunu anlayamadın mı? Yurda, öfkeli de olsa, bir babadan çok saygı göstermeli, boyun eğmeliyiz; ha­tırını saymalıyız; ya onu tatlılıkla kandırmalı, ya buyurduğunu yerine getirmeliyiz. Neye kat­lanmamızı dilerse, dövülmemizi, zincire vurulmamızı, savaşa gidip yaralanmamızı, ölmemizi dilerse, hepsine katlanmalıyız. Doğruluk budur. Geri çekilmek, yerimizi, işimizi bırakıp gitmek olmaz. Savaşta olsun, yargı yerinde ol­sun, nerede olursa olsun, devletle yurdun bu­yurduğuna uymalı, yahut kanunun kabul ettiği yollardan gidip kandırmalıyız. Bunları bil­miyor musun? Anaya, babaya karşı gelmek gü­nah ise yurda karşı gelmek daha büyük günah­tır.” Bunlara karşı ne deriz, Kriton? Bu söz­ler doğru olur mu, olmaz mı?
KRİTON. — Bence doğru olur, Sokrates.
SOKRATES. — Kanunlar bize diyebilir ki: “Bir araştır bakalım, Sokrates, bize karşı giriş­tiğin işler doğru değildir derken doğru söylü­yor muyuz, söylemiyor muyuz? Seni dünyaya getirmekle, beslemek, yetiştirmekle, elimizde­ki bütün iyiliklerden öteki yurttaşlar gibi seni de faydalandırmakla kalmadık; her Atinalının, yurttaşlar sırasına girip devlete neler oldu­ğunu, biz kanunları öğrendikten sonra, işine gelmiyorsak, varını yoğunu alıp dilediği yere göçebileceğim de her zaman açıkça bildirdik. İçinizden biri, bizi de, devleti de beğenmediği için, gidip uzak bir yere, yabancı bir ile yerleş­mek istedi mi, gönlü nereyi çekiyorsa oraya mallarını da götürmesine ses çıkarmıyor, yasak et­miyoruz; biz kanunlar, hiç birimiz buna engel olmuyoruz. “Ama bizim dâvaları da, devletin öteki iş­lerini de nasıl gördüğümüzü anladıktan sonra burada kalanı, bizim buyruklarımızı tutmayı üzerine almış sayarız; bizim dediğimize uymaz­sa onu üç yönden suçlu buluruz: kendini dün­yaya getirip beslemiş olanlara karşı geliyor, bir; size uyacağım demişken uymuyor, iki; biz yanlış bir iş görmüşsek bizi tatlılıkla yola ge­tirip düzeltmeye çalışmıyor, üç. Biz öyle zorbalıkla buyurmayız, ya bizi kandır, ya bize uy deriz, o bunların ikisine de yanaşmıyor. Sa­na söylüyoruz, Sokrates, aklına koyduğun o işe kalkışırsan senin için böyle deriz; Atinalı­ların hepsinden çok sen, bu suçlamalara uğrarsın.
“O da niçin?” diye sorsam belki bana pek yerinde olarak çıkışır, kendilerine uymayı her Atinalıdan çok benim üzerime aldığımı hatırlatırlar. Bana şöyle diyebilirler: “Bizi de, dev­leti de beğendiğini gösteren çok şeyler var, Sokrates: sen bu şehri her Atinalıdan daha çok beğenmeseydin, burada hepsinden çok kal­mazdın; buradan bir kerecik Korinthos berzahındaki bayrama gittin, başka hiçbir bayram için bile çıkmadın; savaş için bir kere ayrıldın, başka hiç ayrılmadın. Öteki yurttaşlar gibi sen yolculuğa çıkmak nedir, bilmedin, yaban­cı bir ile gitmedin, başka kanunlar tanımak istemedin. Biz de, bizim devletimiz de sana yettik. Bizi o kadar severdin! bize göre yaşa­mayı öyle candan kabul etmiştin! Şehri beğen­diğin için her işini burada gördün, çocukla­rın burada dünyaya geldi. Dahası var: dâvan görülürken isteseydin, sana sürgün cezası ve­rirlerdi; şimdi devletin buyruğuna karşı gele­rek girişmek istediğin işi o zaman devletin is­teği ile görmüş olurdun. Ama sen o zaman övü­nüyor: “Ben ölüme aldırmam, sürgün edilmektense ölmek daha iyi!” diyordun. Şimdi o söz­lerine aldırmıyor, biz kanunları saymıyorsun; bizi yıkmaya kalkıyorsun. Bizimle giriştiğin antlaşmaları, yurttaşça iş görmeyi üzerine almış olmanı hiçe sayıp buradan kaçmaya kal­kışmakla, en aşağı köle ne ederse sen de onu etmiş olacaksın. Sen bize önce şunu söyle: Sen, yalnız sözde değil, gerçekten de bizim buy­ruğumuz altında yaşamaya söz vermedin mi? yalan mı?” Buna ne deriz, Kriton? Doğru de­ğil denir mi?
KRİTON. — Denemez, Sokrates.
SOKRATES. — O zaman kanunlar şöyle diyebilir: “Senin kalkıştığın bu iş, bizimle olan antlaşmaların, bize verdiğin sözün dışına çıkmak değil de nedir, Sokrates? Biz seni zorla­madık, aldatmadık, çabucak bir karar veresin demedik, düşünmek için yetmiş yıl vaktin oldu, bizi beğenmiyor, aramızdaki antlaşmayı doğ­ruluğa uygun bulmuyor idisen başka bir yere gidebilirdin. Ama sen, iyi yönetildiklerini iki­de bir söylediğin İsparta’yı da, Girit’i de. Yu­nan olsun, yaban olsun, başka herhangi bir ili de Atina’dan üstün tutmadın; körü, topalı, türlü sakatı buradan çıkar gider de sen gene ayrılmazdın: belli ki sen bu ili de, bizleri de, onun kanunlarını da her Atinalıdan daha çok beğenirdin. Bir insan kanunlarını beğenmediği bir devletten hoşlanır mı hiç? Şimdi de ant­laşmalarımızdan dönüp hayırdık mı edecek­sin? Bizi dinlersen, Sokrates, bırak bu işi; buradan çıkıp gidersen kendini gülünç eder­sin.
“Düşün bir kere: sözlerinde durmazsan, birini tutmazsan bundan ya sana, ya dostla­rına ne iyilik gelir? Bir kere dostlarının da hiç olmazsa buradan sürülüp yurtlarından uzak düşeceklerinde, ellerinden mallarının alınaca­ğından şüphe mi var? Ya sen ne olursun, Sokrates? Yakın yerlerden birine, ya Thebai’ye, ya Megara’ya gitsen, ikisinin de kanunları iyidir, oralarda düzenlerinin düşmanı olarak va­rırsın; oralarda illerine bağlı herkes sana güvensizlikle, kanunların yıkıcısı diye bakar; böylece hâkimlerinin ününü yükseltmiş olur­sun, doğru hüküm vermişler dedirtirsin; çün­kü kanunları yıkan bir adamın gençlerle akıl­sızların ahlâkını yıkabileceği de elbette ileri sürülür. Yoksa sen kanunları iyi olan illerden, ahlâkları temiz insanlardan kaçacak mısın? Öyle olunca, yaşamanın değeri mi kalır? Yok­sa gene onların yanına varacak, hiç utanma­dan onlarla konuşacak… Onlarla ne konuşabi­lirsin ki, Sokrates? Gene burada söyledikleri­ni söyler, insanlar için faziletten, doğruluktan, kanunları sayıp onlara uymaktan daha değer­li bir şey yoktur mu dersin? O zaman Sokrates’in ettiği ayıp sayılmaz mı sanırsın? Şüphe mi var?
“Ama belki o yerlere uğramaz, Thessalia’ya, Kriton’un dostları yanına gidersin. İşte orası düzensizliğin, ahlâksızlığın tam yeridir! Kılığını değiştirip üzerine bir post, kaçan kö­lelerin büründükleri herhangi bir şey alarak, tanınmamaya çalışarak zindandan gülünççe kaçışını anlatır, oradakilere tatlı tatlı dinletir­sin! Ama bu yaşta, şunun şurasında yaşanacak olsa olsa üç beş yılın kalmışken, en büyük ka­nunları da çiğneyerek utanmadan hayata sarı­lışına sanır mısın ki kimse bir şey demez? Kim­seye dokunmazsan belki bunun sözünü eden olmaz. Yoksa, Sokrates, gücüne gidecek çok sözler işitirsin! Demek ki herkese yaltaklana­rak, köle gibi yaşayacaksın. Thessalia’da, bir yemeğe çağrılmışsın gibi hep eğlenip zevk et­meye nasıl katlanacaksın? Ya fazilet, doğruluk üzerine söylediğimiz sözler ne olacak?… Yok­sa sen çocukların için, onları büyütüp yetiştirmek için mi yaşamak istiyorsun? Ya? demek onları da Thessalia’ya götürüp orada bi­rer yabancı olarak büyütmek, yetiştirmek is­tiyorsun; yani bulunduklan ilde yabancı sa­yılmayı da sana borçlu olacaklar… Diyelim ki onlar burada kalıp burada büyüyecekler; sen yanlarında olmayacaksın ama sağ olduğun için daha iyi yetişecekler… Bunu aklın alır mı? On­lara kim bakacak? Dostların, Sen Thessalia’­ya gidersen bakarlar da öteki dünyaya gider­sen bakmazlar mı? Senin dostunuz diyenlerden bir iyilik beklersen, hiç tasa etme, onlar çocuklarına gene bakarlar.
“Haydi, Sokrates, seni yetiştirmiş olan bizlere inan: çocuklarını da, yaşamayı da, bu dün­yada hiçbir şeyi doğruluktan üstün tutma ki yarın öteki dünyaya varınca, orayı yönetenlere bunları söyleyip kendini temize çıkarasın. Kaç diyenleri dinleyip kaçarsan bu işin burada se­nin için de, seninkiler için de daha iyi, daha doğru, dine daha uygun sayılmayacağı gibi orada hayrını görmezsin. Hades’e, öteki dün­yaya şimdi gidersen, biz kanunların değil, insanların eğriliğine uğrayarak gitmiş olacaksın; yok, eğriliği eğrilikle, kötülüğü kötülükle karşılıyacağım der, aramızdaki antlaşmalara uy­maz, bize verdiğin sözde durmaz da zararın dokunmaması gereken kimselere, yani kendi­ne, dostlarına, yurduna, bizlere kötülük edip buradan çirkince kaçarsan biz bu dünyada sa­na düşman kesiliriz, yarın öteki dünyada bizim kardeşlerimiz, yani oranın kanunları da, elinden geldiği kadar bizi yıkmak istediğini bildikleri için, seni iyi karşılamazlar. Sen Kriton’un dediğine uyma, bize inan.”
İşte, benim iki gözüm Kriton, Korybant’lar coşunca kulaklarına hani filavta sesleri ge­lirmiş, ben de bu sözleri öylece işitir gibi olu­yorum. Evet, bu sözlerin yankısı içimde uğulduyor, başka hiçbir şey dinlememe bırakmı­yor. İyi bil ki ben böyle bir halde iken sen bunun tersine ne söylersen boşuna söylemiş olursun. Ama gene beni kandırırım diyorsan, buyur, söyle.
KRİTON. — Hayır, Sokrates, bir diyece­ğim yok.
e SOKRATES. — Öyle ise, Kriton, bırak da gene benim dediğim olsun; Tanrının buyurdu­ğu yol da o yoldur.

Dipnotlar:
1. Çaşıt: hafiye, sykophantes.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments