Herkesin bu dünyanın nimetlerinden ve zevklerinden eşit olarak yararlanma hakkı, her türlü otoritenin yıkılması, bütün ahlâki kısıtlamaların yadsınması; işte meselenin köküne inildiğinde 18 Mart ayaklanmasının ve bu ayaklanmaya bir ordu sağlamış olan korkunç ortaklık belgesinin varlık nedeni budur.
18 Mart ayaklanması ile ilgili meclis araştırması
73
Mevcut koşullan ortadan kaldıran gerçek hareket, burjuvazinin ekonomideki zaferinden itibaren ve gözle görünür şekilde de bu zaferin politik olarak ifade edilmesinden bu yana toplumu yönetmektedir. Üretici güçlerin gelişmesi, eski üretim ilişkilerini bozmuş ve durağan düzenin tamamı toza dumana karışmıştır. Mutlak olan her şey tarihselleşmiştir.
74
İnsanlar, tarihe karışarak, emeğe ve tarihi oluşturan mücadelelere katılmak zorunda kalarak ilişkilerini yanılsamalarından kurtulmuş bir şekilde gözden geçirmeye mecbur olurlar. Tarihsel döneme ait en son bilinçdışı metafizik bakış açısı, tarihin bizzat kendini açımlamak için kullandığı üretken ilerlemeyi tarihin nesnesi olarak görebilse bile bu tarihin kendinden başka nesnesi yoktur. Tarihin özne’s i, kendini üreten, dünyasının -tarihin- efendisi ve sahibi haline gelen ve kendi oyununun bilinci olarak var olan canlıdan başka bir şey değildir.
75
Burjuvazinin yükselmesiyle başlayan uzun devrimci dönemin sınıf mücadeleleri ile tarih düşüncesi, tek bir akım içinde gelişirler; bu düşünce yani diyalektik, var olanın anlamını aramakla yetinmez ve var olan her şeyin yok olmasının bilgisine erişir ve onun hareketi içinde her ayrılık yok olur.
76 ‘
Hegel artık dünyayı değil, dünyanın dönüştürülmesini yorumlamak durumundaydı. Sadece dönüştürmeyi yorumlayan Hegel, felsefenin felsefi tamamlanmasından başka bir şey değildir. O, kendi kendini yapan bir dünyayı anlamak ister. Bu tarihsel düşünce yine de her zaman geç kalan ve post festum* doğrulanmayı dile getiren bilinçten başka bir şey değildir. Dolayısıyla, ayrımı sadece düşiin- ce’de aşabilmiştir. Bütün gerçekliğin anlamını tarihsel tamamlanışına bağlı hale getirmek ile aynı zamanda bu anlamı kendisini tarihin tamamlanışı şeklinde oluşturuyormuş gibi ortaya çıkarmak arasındaki paradoks, XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki burjuva dev- rimleri düşünürünün, kendi felsefesinde, bu devrimlerin sonuçlarıyla uzlaşma’dan başka bir şey aramamış olmasından kaynaklanır. [Hegel] “Burjuva devriminin felsefesi olarak bile bu devrimin bütün sürecini değil sadece nihai sonucunu ifade etmektedir. Bu anlamda bu, devrimin değil, restorasyonun felsefesidir.” (Kari Korsch, Hegel ve Devrim Üzerine Tezler). Hegel, son bir defa filozof görevini yerine getirmiş, “var olanı yüceltmiştir”; ama zaten Hegel’e göre var olan, tarihsel hareketin bütünlüğünden başka bir şey olamazdı. Düşüncenin haricî konumu aslında korunmuş olduğundan, bu konum ancak önceden çözülmesi gereken bir Tin tasarısıyla, yani ne istediyse onu yapmış olan, ne yapmışsa onu istemiş olan ve tamamlanışı şimdiki zamanla çakışan mutlak kahramanla özdeşleştirilerek gizlenebilir. Böylece, tarih düşüncesi içinde ölen felsefe, şimdi, dünyasını ancak tarihi tekrar yadsıyarak yüceltebilmektedir, çünkü söz alabilmek için her şeyi indirgediği bu bütünlüklü tarihin artık tamamlandığını ve hakikate dair kararın verilebileceği tek mahkemenin kapandığını varsaymak zorundadır.
77
Proletarya bu tarih düşüncesinin unutulmadığını kendi eylemli varoluşu ile kanıtladığında, sonucun yalanlanması aynı zamanda yöntemin doğrulanması anlamına gelir.
78
Tarih düşüncesi ancak pratik düşünce haline gelerek kurtulabilir; ve devrimci sınıf olarak proletaryanın pratiği, kendi dünyasının bütünlüğü üzerinde işleyen tarihsel bilinçten başka bir şey olamaz. Devrimci işçi hareketinin bütün teorik akımları, Stirner ve Bakunin’den Marx’a kadar, Hegelci düşünce ile girişilen eleştirel bir çatışmadan doğmuştur.
79
Marx’ın teorisi ile Hegelci yöntemin birbirinden ayrılmama özelliği de bu teorinin devrimci özelliğinden, yani hakikatinden ayrılamaz. Bu nedenle bu ilk ilişki genelde es geçilmiş ya da yanlış anlaşılmış ve hatta aldatıcı bir şekilde Marksist bir doktrin haline dönüşmüş olan şeyin zayıflığı olarak gösterilmiştir. Bernstein, So- cialisme theorique et Social-democratie pratique\t [Teorik Sosyalizm ve Pratik Sosyal Demokrasi] diyalektik yöntem ile tarihsel taraflılık arasındaki ilişkiyi, 1847 Manifestosu’nun Almanya’da eli kulağındaki proleter devrimle ilgili fazla bilimsel olmayan tahminlerini eleştirerek, mükemmel bir şekilde ortaya koyar: “Siyaset konusunda hayalperest olan herhangi birinin daha iyisini başaramayacağı kadar yanlış olan bu tarihsel kendini-aldatmada, Engels kadar Marx’ın da kendisini asla tamamen kurtaramadığı Hegelci karşıtlık diyalektiğinin kalıntılarının ürününü görmesey- dik, o dönemde ekonomiyi ciddi bir şekilde incelemiş olan Marx’ta bu anlaşılmaz olurdu. Bu genel karışıklık dönemlerinde, Hegel’den kurtulmak Marx için daha da hayati bir hal almıştı.”
80
Burjuva devrimleri düşüncesinin “aktarım yoluyla kurtarılması” için Marx’ın gerçekleştirdiği tersine çevirme, nesnelleşmesi yabancılaşmasıyla özdeş olan ve tarihsel yaraları hiç iz bırakmayan ve zaman içinde kendisiyle karşılaşmaya doğru ilerleyen Hegelci Tin güzergâhının yerine kabaca üretici güçlerin materyalist gelişmesini koymak değildir. Gerçek haline gelen tarihin artık sonu yoktur. Marx, Hegel’in olupbiten karşısındaki ayrı konumunu ve herhangi bir dışsal yüce failin seyrini yıkmıştır. Bundan böyle teori artık sadece ne yaptığını bilmekle yükümlüdür. Buna karşılık, ekonominin hareketinin seyredilmesi, mevcut toplumun hâkim düşüncesi içinde Hegel’in döngüsel sistem arayışının diyalektik olmayan yanının tersine çevrilmemiş mirasıdır: Bu, kavram boyutunu yitirmiş ve doğrulanmak için artık Hegelciliğe ihtiyaç duymayan bir onamadır, çünkü övdüğü hareket mekanik gelişmesi gerçek anlamda her şeye hâkim olan dünya görüşsüz bir sektörden başka bir şey değildir. Marx’ın tasarısı bilinçli bir tarih tasarısıdır. Sadece iktisadi olan üretici güçlerin körü körüne gelişmesinde ortaya çıkan nicel şey, nitel bir tarihsel uygunluk içinde dönüştürülmelidir. Ekonomi politiğin eleştirisi, bu tarih öncesinin sonunun ilk edimidir: “Bütün üretim araçları arasında en önemli üretici güç, bizzat devrimci sınıftır.”
81
Marx’ın teorisini bilimsel düşünceye sıkı sıkıya bağlayan şey, toplumda gerçekten faaliyette olan güçlerin rasyonel kavranışıdır. Ancak Marx’ın teorisi temelde bilimsel düşüncenin aşılarak korunduğu bir bilimsel düşünce ötesidir: Yasa’nm değil, mücadele nin kavranışı söz konusudur. Alman ideolojisi’nde, “Biz bir tek bilim tanırız, o da tarih bilimidir” denir.
82
Tarihi bilimsel bir temelde inşa etmek isteyen burjuvazinin dönemi, kullanılabilir haldeki bu bilimin daha ziyade ekonomi ile birlikte tarihsel olarak inşa edilmesi gerektiğini es gfeçmiştir. Buna karşılık, tarih, iktisat tarihi olarak kaldığı ölçüde doğrudan doğruya iktisat bilgisine dayanır. Bilimsel gözleme dayalı bakış açısının tarihin ekonomideki payını -kendi temel bilimsel verilerini değiştiren global süreç- ne kadar ihmal ettiği, bunalımların kesin oluşma dönemlerini saptadıklarına inanan sosyalist hesapların beyhudeliği karşısında ortaya çıkmıştır; devletin sürekli müdahalesiyle bunalım eğilimlerinin etkilerini telâfi etmenin başarılmasından bu yana, aynı tür akıl yürütme, bu dengeyi kesin bir iktisadi uyum olarak görmektedir. Ekonominin üstesinden gelme tasarısı, tarihi sahiplenme tasarısı, eğer toplumun bilimini tanımak – ve özümsemek- zorundaysa, bilimsel olamaz. Bilimsel bilgi aracılığıyla mevcut tarihe hükmedebileceğine inanan bir harekette devrimci bakış açısı burjuva kalır.
83
Ütopik sosyalizm akımları, tarihsel açıdan, mevcut toplumsal örgütlenmenin eleştirisi üzerinde temellenmiş olsalar da, bilimi reddettikleri için değil, tarihi -yani hem mutlu toplum imajlarının değişmez mükemmelliğinin ötesine geçen zaman hareketini hem de halihazırdaki fiilî mücadeleyi- reddettikleri ölçüde tam anlamıyla ütopik olarak nitelendirilebilirler. Buna karşılık, ütopist düşünürler, geçmiş yüzyıllarda hâkim olduğu şekliyle bilimsel düşüncenin tamamen etkisi altındadırlar. Bu genel rasyonel sistemin tamamlanışının peşindedirler: Kendilerini hiçbir şekilde silahsız peygamberler gibi görmemişlerdir, çünkü bilimsel kanıtın toplumsal gücüne ve hatta Saint-Simonculuk örneğinde olduğu gibi iktidarın bilimle ele geçirileceğine inanırlar. Sombart, “kanıtlanması gereken şeyi mücadele yoluyla ele geçirmeyi nasıl isteyebildiler?” diye sormuştu. Bununla birlikte, ütopistlerin bilimsel anlayışı, bazı toplumsal grupların mevcut durumdan çıkarları olduğu, bu durumu korumak için güçlere ve bu tür durumlara uygun yanlış bilinç biçimlerine sahip oldukları şeklindeki anlayışı içermez. Bu anlayış, sadece neyin kabul edilebileceğini değil aynı zamanda neyin araştırılabileceğini de seçen ve bu tür etkenlerin sonucu olan toplumsal talep tarafından geniş ölçüde yönlendirilmiş olan bilimdeki gelişmenin tarihsel gerçekliğine bile erişememiştir. Bilimsel hakikatin sergileniş tarzının mahkûmları olarak kalan ütopik sosyalistler, bu hakikati soyut saf imajına (oldukça eski bir toplum aşamasında dayatılmış olan bir imaj) göre kavrıyorlardı. Sorel’in de saptadığı gibi ütopistler toplum yasalarını astronomi modeline dayanarak keşfedeceklerini ve göstereceklerini düşünmüşlerdi. Onların hedeflediği,,tarihe düşman olan uyum, tarihe ^en az bağımlı olan bilimi topluma uyarlama girişiminin sonucudur. Bu uyum, Nevvtonculuk ile aynı deneysel masumlukla öne sürülmüştür ve sürekli ortaya atılan mutlu gelecek kavramı, “onların toplum biliminde, ataletin rasyonel mekanikte oynadığı role benzer bir rol oynar” (Materiaux pour une theorie du proleturiat -Bir Proletarya Teorisi İçin Malzemeler-).
84
Marx’ın düşüncesindeki bilimsel-determinist yön, tam da, “ideolojikleştirme” sürecinin Marx’ın yaşamı boyunca işçi hareketine kalan teorik mirasa sızdığı boşluk olmuştu. Tarih konusunun gündeme gelmesi ertelenmeye devam eder ve en üstün tarihsel bilim olan iktisat, kendisinin gelecekteki yadsınma zorunluluğunu giderek daha fazla güvence altına alır. Ama bu şekilde teorik görüş alanının dışına itilen, bu yadsımanın tek hakikati olan devrimci pratiktir. Böylece, iktisadi gelişmeyi sabırla araştırmak ve acı çekmeyi hâlâ Hegelci bir sakinlikle kabul etmek önemli hale gelir ve sonuç “iyi niyetler mezarlığı” olarak kalır. Bugün, devrimlerin bilimine göre, bilincin her zaman çok erken geldiği ve öğretilmesi gerektiği keşfedilmiştir. Engels, 1895’te, “tarih bizi ve bizim gibi düşünen herkesi haksız çıkardı. Tarih, kıta üzerindeki iktisadi ge- lişrfle durumunun henüz olgunlaşmadığını açıkça göstermiştir…” diyecektir. Marx, tüm yaşamı boyunca, teorisindeki birleştirici bakış açısını korumuştur, ama teorisinin açıklanması hâkim düşünce alanını konu almış ve başta burjuva toplumunun temel bilimi olan ekonomi politiğin eleştirisi olmak üzere belli başlı disiplinlerin eleştirisi biçimi altında belirgin hale gelmiştir. “Marksizm”! oluşturan şey, daha sonraları kesin olarak kabul edilen bu bozulmadır.
85
Marx ın teorisindeki zayıflık, doğal olarak onun dönemindeki devrimci proletarya mücadelesinin zayıflığıdır. İşçi sınıfı, sürekli devrimi 1848 Almanyası’nda başlatmamıştı; Komün yalnızlık içinde yenilgiye uğramıştı. Devrimci teori henüz kendi bütünlüklü varoluşuna erişememişti. Marx’ın, British Museum’Aa., dünyadan uzak bir İlmî çalışmayla teoriyi Savunan ve açıklayan birisi haline indirgenmesi teorinin kendisinde bir kayba neden olmuştu. Daha ileri bir aşamada proleter bilincin önünde engel haline gelecek olan şey, özellikle Marx’ın işçi sınıfının gelecekteki gelişmesi üzerine yaptığı bilimsel doğrulamalar ve bu doğrulamalara bağlı örgütsel pratiktir.
86
Proleter devrimin bilimsel olarak savunulmasında görülen bütün teorik yetersizlikler, hem içerik hem de açıklama biçimi olarak, iktidarın devrimci bir şekilde ele geçirilmesi açısından proletaryanın burjuvazi ile özdeşleştirilmesine indirgenebilir.
87
Proletarya iktidarının bilimsel meşruiyetinin kanıtlanmasını geçmişin tekrarlanan deneyimleri üzerinde temellendirme eğilimi Manifesto’dan itibaren Marx’ın tarihsel düşüncesini bulanıklaştırmıştı ve her seferinde “ya bütün toplumun devrimci bir dönüşümü ya da mücadele içindeki sınıfların müşterek bir şekilde ortadan kalkmasıyla” sonuçlanacak sınıf mücadelelerinin yol açtığı üretim tarzlarının düz bir hat izleyerek geliştiği imajını desteklemeye zorlamıştır. Ama, nasıl serf ayaklanmaları hiçbir zaman toprak sahiplerini ve Antik Çağ’daki köle ayaklanmaları efendileri yenememişse, Marx’ın başka yerde gözlemlediği “Asya tipi üretim tarzı” da bütün sınıf çatışmalarına rağmen tarihin gözlemlenebilir gerçekliğinde kendi durağanlığını korumuştur. Düz hat izleyen şema öncelikle burjuvazinin asla yenilgiye uğramamış tek devrimci sınıf olma olgusunu gözden kaçırmaktadır; burjuvazi aynı zamanda, topluma el koymasının hem nedeni hem de sonucu ekonomideki gelişme olan tek sınıftır. Aynı basitleştirme Marx’ı sınıflı bir toplumun yönetilmesinde devletin iktisadi rolünü es geçmeye yöneltmiştir. Yükselen burjuvazi her ne kadar ekonomiyi devletten ayırıyormuş gibi göründüyse de bu sadece statik bir ekonomide eski devletin bir sınıf baskısı aracı olarak görülmesi ölçüsürrdeydi. Burjuvazi, özerk iktisadi gücünü, devletin zayıfladığı Ortaçağ döneminde, dengedeki güçlerin feodal parçalanması sırasında geliştirmiştir. Ama, merkantilizm ile burjuvazinin gelişmesini desteklemeye başlamış ve sonuçta “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” döneminde burjuvazinin devleti haline gelmiş olan modern devlet, daha sonra iktisadi sürecin hesaba dayalı yönetiminde merkezî bir güçle donatılmış bir halde kendini gösterecektir. Bununla birlikte Marx, Bonapartizm kavramı ile modern devletçi bürokrasinin aldığı biçimi, şeylerin iktisadi tarihine indirgenmeyen her türlü tarihsel yaşamı reddeden burjuvazinin “diğer sınıflarla aynı politik hiçliğe mahkûm olmayı” istediği “ulusal sermayenin emek üzerindeki iktidarının, toplumsal kölelik için örgütlenmiş bir kamusal gücün” oluşumunu, sermaye ve devletin kaynaşmasını tarif edebilmiştir. Proletaryayı tarihsel yaşam tahtının tek talibi olarak olumsuz anlamda tanımlayan modern gösterinin sosyo-politik temelleri daha burada atılmıştır.
88
Marx’ın teorisine gerçek anlamda uyan yegâne iki sınıf, Kapital’deki bütün analizlerin dönüp dolaşıp vardığı bu iki katıksız sınıf, burjuvazi ve proletarya, aynı zamanda, tamamen farklı koşullarda olmak şartıyla tarihin de yegâne iki devrimci sınıfıdır:
Burjuva devrimi gerçekleşmiştir; proletarya devrimi ise bir önceki devrimden doğmuş ama nitelik olarak ondan farklı bir tasarıdır. Burjuvazinin tarihsel rolünün özgünlüğü es geçildiğinde, bu proletarya tasarısının somut özgünlüğü de gizlenmiş olunur; bu tasarı kendi rengini taşımadan ve “görevlerinin sınırsızlığının bilincinde olmadan hiçbir sonuca erişemeyecektir. Burjuvazi iktidara gelmiştir çünkü o, gelişmekte olan ekonominin sınıfıdır. Proletarya, bilincin sınıfı haline gelmedikçe iktidara gelemez. Üretici güçlerin olgunlaşmasının giderek artan mahrumiyetlere yol açması bile böyle bir iktidarı garanti edemez. Devlete Jakoben yöntemle el koymak proletaryanın aracı olamaz. Hiçbir ideoloji proletaryanın kısmi amaçlarını genci amaçlar haline getirmesine hizmet edemez., çünkü proletarya gerçekten kendisine ait olan hiçbir kısmi gerçekliği koruyamaz.
89
Her ne kadar Marx’ın, proletarya mücadelesine katılımının belirli bir döneminde, bilimsel öngörüden ekonomizm yanılsamalarına entelektüel temel oluşturacak kadar fazla beklentisi olduysa da kişisel olarak bu yanılsamalara kendini kaptırmadığı bilinir. Kapitali bizzat eleştirdiği bir makaleye, Engels’in bir rakipten geliyormuş gibi basına göndereceği makaleye eşlik eden 7 Aralık 1867 tarihli meşhur mektubunda Marx kendi biliminin sınırlarını açıkça çizmiştir: Yazarın öznel eğiliminin (belki de politik ko
numunun ve geçmişinin dayattığı eğilimin), yani, mevcut hareketin, mevcut toplumsal sürecin nihai sonucunu görme ve başkalarına anlatma tarzının kendi gerçek analiziyle hiçbir ilişkisi yoktur.” Böylelikle Marx kendi nesnel tahlilinin “belirli bir amaca yönelik sonuçlarını” teşhir ederek ve kendisine dayatılmış olan aşırı-bilimsel seçeneklerle ilgili “belki” ironisiyle, aynı zamanda, iki durumun kaynaşmasının metodolojik anahtarını da gösterir.
90
Bilgi ve eylemin kaynaşmasını, bizzat tarihsel mücadelenin içinde gerçekleştirmek gerekir, öyle ki bu terimlerin her biri diğerinin hakikatinin güvencesi olmalıdır. Proleter sınıfın bir özne olarak oluşumu, devrimci mücadelelerin örgütlenmesi ve toplumun devrim anında örgütlenmesi demektir: Praksis teorisinin pratik teori haline gelerek doğrulandığı bilincin pratik koşulları işte bu anda var olmak zorundadır. Bununla birlikte, örgütlenmeye ilişkin bu temel sorun, işçi hareketlerinin oluştuğu dönemde, yani bu teorinin tarih düşüncesinden gelen birleştirici özelliğini hâlâ koruduğu (ve birleştirici bir tarihsel pratik geliştirmeyi özellikle görev edindiği) sırada, devrimci teorinin üzerinde en az düşündüğü sorüTıdu. Tersine bu, burjuva devriminden ödünç alınmış devletçi ve hiyerarşik uygulama metodlarının yeniden canlanmasını kabul eden bu teori için tutarsızlık alanıdır. Teorinin bu kendini çekmesi üzerine geliştirilmiş işçi hareketinin örgütlenme biçimleri ise, karşılık olarak birleştirici bir teorinin korunmasını, onu çeşitli uzmanlaşmış ve kısmi bilgilere bölerek engellemişlerdir. Teorinin bu ideolojik yabancılaşması, ihanet ettiği birleştirici tarih düşüncesinin pratikteki doğrulanmasını, böyle bir doğrulanma işçilerin kendiliğinden mücadelesinde ortaya çıktığında, artık kabul edemez; sadece bu doğrulanmanın ortaya çıkışını ve anısını bastırmaya yardımcı olabilir. Dahası, mücadele içinde ortaya çıkan bu tarihsel biçimler, tamamen teorinin doğru olmak için gerek duyduğu pratik ortamlardır. Bu biçimler teorinin bir gerekliliğidir ancak teorik olarak formüle edilmemişlerdir. Sovyet, teorinin bir buluşu değildi. Dahası Enternasyonal İşçi Birliği’nin en yüce teorik hakikati onun pratikteki varlığıydı.
91
Enternasyonal’in mücadelesinin ilk başarıları, Enternasyonal’de varlığını sürdüren egemen ideolojinin karmaşık etkilerinden kurtulmasını sağlamıştı. Ama bir süre sonra karşılaştığı yenilgi ve baskı, proleter devrimine ilişkin iki anlayış arasındaki çelişkiyi ön plana çıkarmıştır. Her iki anlayışta da işçi sınıfının bilinçli öz kurtuluşu terk edilmiş olduğundan otoriter bir boyut vardır. Gerçi, Marksistlerle Bakuninciler arasında uzlaşmaz bir noktaya varan tartışma, hem devrimci toplumdaki iktidara hem de hareketin mevcut örgütlenmesine yönelik, ikili olarak sürmekteydi ve bir taraftan diğerine geçmek rakiplerin konumlarını değiştiriyordu. Bürokratik bir egemen sınıfın yeniden yapılanışını ve en bilgililerin ya da böyle geçinenlerin diktatörlüğünü önceden gören Bakunin, devlet iktidarının otoriter kullanımı yoluyla sınıfların ortadan kaldırılacağı yanılsamasıyla mücadele ediyordu. İşçilerin demokratik eğitimi ile bunun ayrılmaz bir parçası olan iktisadi çelişkilerin olgunlaşmasının, proleter devletin işlevini, nesnel olarak dayatılan yeni toplumsal ilişkilerin meşrulaştığı basit bir evreye indirgeyeceğini uman Marx, Bakunin ve yandaşlarını kendilerini kasıtlı olarak Enternasyonal’in üstünde tutan ve en devrimcilerin ya da kendilerini böyle adlandıranların sorumsuz diktatörlüğünü topluma dayatmak gibi deli saçması niyetleri olan entrika yanlısı bir elit otoriterliğiyle itham ediyordu. Bakunin aslında yandaşlarını şöyle bir perspektif etrafında topluyordu: “Toplumsal fırtınanın ortasında yol alan, görünmez pilotlar olan bizler, fırtınayı ortalıktaki bir iktidarla değil bütün müttefiklerin kolektif diktatörlüğüyle denetim altına almalıyız. Nişansız, unvansız, resmî hakkı olmayan ve iktidar göstergelerinin hiçbirine sahip olmayacağı için daha da güçlü olan bir diktatörlük.” Her biri kısmen doğru eleştiriler getiren ama tarih düşüncesinin birliğini yitirmiş olan ve kendilerini ideolojik otoriteler olarak kurumsallaştıran işçi devrimine ilişkin iki ideoloji de böylece birbirine zıt düşmüştür. Alman Sosyal Demokrasisi ve İber Anarşist Federasyonu gibi güçlü örgütlenmeler bu ideolojilerin birine ya da diğerine sadakatle hizmet etmişlerdir; ve alman sonuç her yerde istenilenden büyük ölçüde farklı olmuştur.
92
Proleter devriminin hedefini hemen şimdi mevcut olarak görmek, gerçek anarşist mücadelenin hem büyüklüğü hem de zayıflığıdır (çünkü bireyci varyantlarında anarşizmin iddiaları her zaman gülünç olmuştur). Kolektivist anarşizm, modern sınıf mücadelelerinin tarihsel düşüncesinden sadece ulaşılan sonucu alır ve bu sonuçtaki mutlak ısrarı, yöntemi bilinçli bir şekilde küçümsemesinin ifadesidir. Böylece anarşizmin iktisadi mücadele tercihi sadece genel grev ya da ayaklanma gününde iktisadi alana indirilecek tek bir hamleyle kesin bir sonuca ulaşılabileceği yanılsamasına bağlı olarak ileri sürülürken, politik mücadele eleştirisi soyut kalmıştır. Anarşistlerin gerçekleştirilecek bir idealleri vardır. Anarşizm, devletin ve sınıfların, yani ayrılmış ideolojinin toplumsal koşullarının sadece ideolojik yadsınmasıdır. Bu, her şeyi eşitleyen ve tarihsel kötülük düşüncesini dışlayan katıksız özgürlük ideolojisi’d’u. Bütün kısmi istekleri kaynaştıran bu bakış açısı, anarşizme, var olan koşulları, ayrıcalıklı bir eleştirel uzmanlaşma adına değil, yaşamın tamamı adına reddetmeyi temsil etme onurunu vermiştir; ama fiilen gerçekleşmeden önce bireysel isteğe göre mutlak olarak kabul edilen bu kaynaşma, anarşizmi son derece bariz bir tutarsızlığa mahkûm etmiştir. Anarşizm her mücadelede aynı basit genel sonucu tekrarlamak ve yeniden ortaya koymak zorundadır, çünkü bu ilk sonuç başlangıçtan beri hareketin vardığı bütünlüklü sonuç ile özdeşleşmiştir. Böylece Bakunin, 1873’te Jura Federasyonu’ndan ayrılırken şunları yazabil- mişti: “Son dokuz yılda Enternasyonal’in bağrında dünyayı kurtarmak için gerekenden daha fazla düşünce geliştirilmiştir, keşke düşünceler tek başına dünyayı kurtarmaya yetebilseydi, ben kim olursa olsun yeni bir düşünce ileri sürecek olana hodri meydan diyorum. Devir düşünce devri değil, olguların ve eylemlerin devridir.” Şüphesiz bu anlayış tarihsel proletarya düşüncesinin bir unsurunu, düşüncelerin pratiğe dökülmesi gerektiği yolundaki kesinliği korur, ancak bu pratiğe geçmenin uygun biçimlerinin zaten var olduğunu ve asla değişmeyeceğini varsayarak tarih alanını terk eder.
93
İdeolojik inançlarıyla işçi hareketinin tamamından açıkça ayrılan anarşistler, bu yetki ayrımını kendi aralarında da yeniden üreteceklerdir; propagandistlerin ve ideoloji savunucularının, yani genel kural olarak entelektüel etkinlikleri esas olarak bazı kesin doğruların tekrarından oluştukça daha da sıradanlaşan uzmanların bütün anarşist örgütler üzerinde gayri resmî bir hâkimiyet kurmaları için uygun bir ortam sağlanır. Oybirliğiyle alınan karara duyulan ideolojik saygı, daha ziyade, özgürlük uzmanlarının bizzat örgüt içindeki kontrol dışı otoritesini kolaylaştırmıştır; ve devrimci anarşizm özgürleşmiş halktan aynı yollarla elde edilmiş aynı tarz oybirliğini bekler. Dahası, Ispanya’daki, yerel düzeyle sınırlı kalmış ve bozguna uğramış çok sayıdaki anarşist ayaklanma örneğinin de gösterdiği gibi, mevcut mücadelede mevzilenmiş bir azınlıkla özgür bireylerden oluşan toplum arasındaki koşulların zıtlığını hesaba katmayı reddetmek, ortak karar alma anında anarşistler arasında sürekli ayrılık çıkmasını beslemiştir.
94
Anında gerçekleşerek ideolojiye ve ideolojiden türeyen pratik örgütlenme modeline doğruluk kazandıracak olan bir devrimin pek yakında gerçekleşeceği yanılsaması otantik anarşizmde az çok açıkça sürmüştür. 1936 yılında anarşizm gerçekten toplumsal bir devrime, tüm zamanların en gelişmiş proletarya iktidarı modeline önderlik etmiştir. Bu bağlamda, bir yandan genel ayaklanma işaretinin ordunun muhtıra’sı tarafından dayatılmış olduğunu belirtmek gerekir. Diğer yandan ise, enternasyonal proleter hareketin geriye kalanı zaten yenilgiye uğramışken dışardan kuvvetli destek alan ve ülkenin yarısına hükmeden Franko iktidarının varlığı nedeniyle ve burjuva güçlerin veya diğer devletçi işçi partilerinin Cumhuriyetçiler safındaki kalıntıları nedeniyle bu devrim daha ilk günlerden itibaren eksik kaldıkça örgütlü anarşist hareket devrimin yarım kalmış zaferlerini yaygınlaştırma ve hatta bunları savunma konusunda bile yetersizlik göstermiştir. Anarşist hareketin tanınmış liderleri, iç savaşı kaybetmek için devrimi mahveden burjuva devletin bakanları ve rehineleri haline gelmişlerdi.
95
ILEnternasyonal’in “ortodoks marksizmi” sosyalist devrimin bilimsel ideolojisidir: Tüm hakikatini ekonomideki nesnel süreçlerle ve bu zorunluluğun örgüt tarafından eğitilen işçi sınıfınca tanınmasında sağlanan ilerleme ile özdeşleştirir. Bu ideoloji, ütopik sosyalizmin özelliği olan pedagojik kanıtlamaya duyulan güveni yeniden keşfeder, ama onu tarihin akışına yapılan seyirlik bir gönderme ile birleştirir. Bununla birlikte, böyle bir tutum ütopist eleştiride (en fazla Fourier tarafından geliştirilen eleştiride) mevcut olan durağan bütünlük imajını kaybettiği gibi, Hegelci bütünlüklü tarih boyutunu da kaybetmiştir. Hilferding’in, sosyalizmin zorunluluğunu tanımanın “benimsenecek pratik tutuma dair hiçbir bilgi” vermediğini, “çünkü bir zorunluluğu tanımakla bu zorunluluğun hizmetine girmenin başka başka şeyler olduğunu” (Fi- nans Kapital) belirttiği saçmalıkları, etik seçenekleri simetrik olarak yeniden ortaya atmaktan başka bir şey yapmayan bu bilimsel tutumdan kaynaklanmıştır. Marx ve devrimci proletarya için birleştirici tarih düşüncesinin benimsenecek pratik tutumdan hiçbir şekilde farklı olmadığını görmezlikten gelenler, anında benimsedikleri pratiğin de normal olarak kurbanları oldular.
96
Sosyal demokrat örgütlenme ideolojisi, bu örgütlenmeyi işçi sınıfını eğiten profesörlerin iktidarına bırakıyordu ve benimsenen örgütlenme biçimi bu edilgen çıraklığa en uygun düşen biçimdi. II. Enternasyonal sosyalistleri politik ve iktisadi mücadelelerde kuşkusuz somut olarak yer alıyorlardı, ancak bu tamamen eleştirel olmayan bir katılımdı. Bu katılım açıkça reformist bir pratiğe uygun olarak devrimci yanılsama adına sürdürülmekteydi. Böy- lece devrimci ideoloji bizzat bu ideolojiyi taşıyanların başarısı tarafından parçalandı. Hareketteki vekillerle gazetecilerin ayrılması, harekete önceden kazandırılmış olan burjuva entelektüelleri burjuva yaşam biçimine doğru çekiyordu. Hatta sanayi işçilerinin mücadeleleri sırasında kazanılan kişiler ve zaten işçi olanlar bile sendikal bürokrasi tarafından emeğini makûl bir fiyat karşılığında meta olarak satan işgücü simsarları haline getirilmişlerdi. Bu reformist etkinliklerin hâlâ devrimci bir şeyler taşıyormuş gibi gösterilebilmesi için, yasal ajitasyonlarına politik olarak müsamaha gösteren kapitalizmin bu reformizmi ekonomik anlamda tam zamanında desteklemekte yetersiz kalması gerekliydi. Bilimlerinin güvencesi altında olsa da tarih tarafından her an yalanlanan bir uzlaşmazlıktı bu.
97
Politik ideolojiden en uzak ve burjuva bilimin yöntembilimine açıkça en bağlı sosyal demokrat olan Bernstein bu çelişkinin gerçekliğini ortaya koymak dürüstlüğünü göstermiş, devrimci ideolojiden vazgeçen İngiliz işçilerinin reformist eylemi de bunu ortaya koymuştur. Ancak bu çelişki tarihsel gelişmenin içinde karşı düşünceye gerek olmadan kanıtlanmıştır. Bernstein, diğer hususlarda yanılsamalara düşmesine rağmen, kapitalist üretimde görülecek bir bunalımın, devrimi sadece böyle bir kanlı meşrulukla devralmak isteyen sosyalistleri olağanüstü zorlayacağını yad- sımıştır. Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıkan derin toplumsal çalkantı dönemi bilinçlenmeye uygun olsa da, Sosyal Demokrat hiyerarşinin Alman işçilerini devrimci bir şekilde eğitmediğini, onları asla teorisyen haline getirmediğini iki kere ispatlamıştır: İlk olarak, partinin büyük çoğunluğunun emperyalist savaşa katılmasıyla ve ardından da bozgun sırasında Spartakist devrimciler ortadan kaldırıldığında. Eski işçi Ebert, devrimden “günah gibi” nefret ettiğini itiraf ettiğine göre hâlâ günaha inanıyordu. Aynı lider, kısa süre sonra Rus proletaryasının karşısına mutlak düşmanı olarak çıkacak sosyalist temsilin habercisi olarak belirdi ve bu yeni yabancılaşmanın doğru programını formüle etti: “Sosyalizm çok çalışmak demektir.”
98
Lenin, Marksist bir düşünür olarak “ortodoks Marksizmin” devrimci ideolojisini, II. Enternasyonal’in bu Marksizme karşılık sürdürdüğü reformist pratiğe elverişsiz olan Rusya koşullarına uygulamış sadık ve tutarlı bir Kautskyciden başka bir şey değildi. “Profesyonel devrimciler” haline gelmiş entelektüellere boyun eğen disiplinli bir yeraltı partisi aracılığıyla hareket eden pro- lelaryanın dışardan yönetilmesi, Rusya’da, kapitalist toplumun hiçbir yönetici mesleği ile uyuşmak (çarlığın politik rejimi, temeli burjuva iktidarının ileri bir aşaması olan böyle bir açılım sunmaktan zaten acizdi) istemeyen bir meslek haline gelir. Bu durumda proletaryanın yönetimi, toplumu mutlak anlamda yönetme mesleği haline gelir.
99
Savaşla ve uluslararası Sosyal Demokrasinin savaş karşısında çökmesiyle birlikle bolşeviklerin otoriter ideolojik radikalizmi dünya çapında yaygınlaşır. İşçi harekelinin demokratik yanılsamalarının kanlı bir şekilde sona ermesi bütün dünyayı bir Rusya haline getirmişti ve bu bunalım döneminde ortaya çıkan ilk devrimci kopuşa hükmeden bolşevizm, bütün ülkelerin proleterlerine, yönetici sınıfla “Rusça konuşmak” için kendi hiyerarşik ve ideolojik modelini sunmuştur. Lenin II. Enternasyonal’in Marksizmini, devrimci bir ideoloji olduğu için değil, bundan vazgeçtiği için eleştirmiştir.
100
Bolşevizmin Rusya’da kendisi için zafere ulaştığı ve Sosyal Demokrasinin eski dünya için muzaffer bir şekilde savaştığı aynı tarihsel dönem, modern gösterinin hâkimiyetinin merkezinde cereyan eden bir olaylar düzeninin doğumunun tamamlandığına işaret eder: İşçi sınıfının temsili kendisini radikal bir şekilde sınıfının karşısına koymuştur.
101
Rosa Luxemburg, 21 Aralık 1918 tarihli Rot e Fahne ‘de, “bundan önceki bütün devrimlerde savaşçılar açıkça karşı karşıya geliyorlardı: Sınıfın karşısında sınıf, programın karşısında program.
Şimdiki devrimde eski düzeni koruyan gruplar, yönetici sınıfların alâmeti altında değil, bir “sosyal demokrat parti”nin bayrağı altında ortaya çıkıyorlar. Eğer devrimin temel sorunu ‘ya kapitalizm, ya sosyalizm’ olarak açıkça ve dürüstçe ortaya konulsaydı bugün büyük proletarya kitlesinde hiçbir şüphe ya da tereddüt ihtimali olmazdı,” diye yazmıştı. Böylece, Alman proletaryasının radikal akımı, yıkıma uğramadan birkaç gün önce, önceki bütün sürecin (bu sürece işçi sınıfının temsilinin büyük ölçüde katkısı olmuştur) yarattığı yeni koşulların sırrını keşfetmişti: Mevcut düzenin savunmasına yönelik gösterisel örgütlenme ve hiçbir “temel sorun”un “açıkça ve dürüstçe” ortaya konulamayacağı görünüşlerin toplumsal egemenliği. Proletaryanın devrimci temsili, bu aşamada, toplumdaki genel bozulmanın hem birincil etkeni hem de temel sonucuydu.
102
Rusya’nın geriliğinden ve ileri ülkelerdeki işçi hareketinin devrimci mücadeleyi terk etmesinden doğmuş olan bolşevik tipteki proletarya örgütlenmesi, bu örgütlenme biçiminin bilinçsiz bir şekilde özünde taşıdığı ve karşı-devrimci yön değişikliğine yönelten bütün koşulları da Rusya’nın geriliğinde bulacaktı; ve Avrupa işçi hareketi kitlesinin 1918-1920 döneminin Hic Rhodııs, hic saltanı” karşısında tekrarlanan gerilemesi, radikal azınlığın şiddetle çökmesini içeren bu gerileme, sürecin eksiksiz gelişmesini kolaylaştırmış ve bu sahte sonucun kendini dünyaya tek proleter çözüm gibi sunmasını sağlamıştır. İşçi iktidarının savunulmasının ve temsilinin devlet tekelinde tutulması, Bolşevik Partisi’nin doğruladığı gibi, Bolşevik Parti’yi geçmişten farklı kümamıştır: Esas olarak önceki mülkiyet biçimlerini ortadan kaldıran proletaryanın sahiplerinin partisi.
103
Rus sosyal demokrasisinin çeşitli eğilimlerinin yirmi yıl süren sonuçsuz teorik tartışmalar sırasında göz önünde bulundurduğu çarlığın tasfiyesinin bütün koşullan -burjuvazinin zayıflığı, köylü çoğunluğun nüfuzu, belirli bölgelerde yoğunlaşmış ve mücadeleci ancak ülkede son derece azınlık olan bir proletaryanın belirleyici rolü- nihayet pratikte, varsayımlarda yer almayan bir veri sayesinde çözümünü göstermiştir: Proletaryayı yöneten devrimci bürokrasi devlet iktidarını ele geçirerek toplumu yeni bir sınıfın hâkimiyetine sokmuştur. Tam anlamıyla burjuva olan bir devrim olanaksızdı; “işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü” anlamsızdı; Sovyetlerin proleter iktidarı, hem toprak sahibi köylüler sınıfına hem ulusal ve uluslararası Beyaz gericiliğe karşı hem de devletin, ekonominin, ifadenin ve kısa bir süre sonra da düşüncenin mutlak efendilerinin işçi partisi biçiminde dışlaşmış ve yabancılaşmış temsilcilerine karşı ayakta duramazdı. 1917 Nisanında Lenin’in de fiilen benimsediği Troçki ve Parvus’un sürekli devrim teorisi, burjuvazinin toplumsal gelişme açısından geri kaldığı ülkeler için doğru olacaktır, ancak bu teori bürokrasinin sınıf iktidarı denen bu bilinmeyen faktörün devreye girmesiyle doğruluk kazanacaktır. Bolşevik yöneticiler arasındaki sayısız tartışmalar sırasında, diktatörlüğün, ideolojinin yüksek temsilcilerinin elinde yoğunlaşmasının en sadık savunucusu Lenin’di. Lenin, mutlak azınlık iktidarının geçmiş tercihlerindeki çözümü destekleyerek hasımları karşısında her zaman haklı çıkıyordu: Devlet aracılığıyla köylülerden esirgenen demokrasi işçilere de verilmemeliydi; bu durum demokrasinin komünist sendika yöneticilerinden, bütün partiden ve nihayet hiyerarşik partinin zirvesinden de esirgenmesine yol açmıştı. Kronstad Sovyetinin silahla yenilgiye uğratıldığı ve iftirayla hasıraltı edildiği sırada yapılan X. Kongre’de, Lenin’in, “İşçi Muhalefeti”nde örgütlenmiş solcu bürokratlara karşı açıkladığı şu sonuç Stalin tarafından dünyayı tam anlamıyla bölme noktasına vardıracak şekilde en uç yoruma tabi tutulacaktır: “Nerede olursa olsun silahla, muhalefetle değil… Artık muhalefetten bıktık.”
104
Bir devlet kapitalizminin tek sahibi olarak kalan bürokrasi ilk olarak, Kronstad’tan sonra, “yeni iktisadi politika” sırasında köylülükle yaptığı geçici ittifakla ülke içindeki iktidarını sağlamlaştırmış, dışarda ise III. Enternasyonal’in bürokratik partilerine kaydolmuş işçileri Rus diplomasisinin destek gücü olarak kullanmak ve böylece bütün devrimci hareketi sabote ederek ve uluslararası politikada yardımına muhtaç olduğu burjuva hükümetleri (1925-1927 Çin’inde Kuo-Min-Tang iktidarı, İspanya ve Fransa’da Halk Cephesi, v.s.) destekleyerek kendini sağlama almıştır. Ama bürokratik toplum, tarihin en zorba ilkel kapitalist birikimini gerçekleştirmek için köylülere uygulanan terörle tamama ermek zorundaydı. Slalin döneminin bu sanayileşmesi, bürokrasinin son gerçeğini ortaya çıkarır: Bu sanayileşme ekonomi iktidarının devamı ve meta-emeği sürdüren pazar toplumunun özünün korunmasıdır. Bu, toplumu, kendisi için gerekli sınıf hâkimiyetini çıkarları doğrultusunda yeniden yaratma raddesine kadar egemenliği altına alan bağımsız ekonominin kanıtıdır: burjuvazi öylesine özerk bir güç yaratmıştır ki özerkliği sürdükçe bir burjuvazi olmadan da varlığını sürdürebilecektir. Totaliter bürokrasi, Brııno Rizzi’nin kastettiği anlamıyla “tarihin mülk sahibi son sınıfı” değil, sadece pazar ekonomisi için ikâme bir egemen sınıftır. Çökmekte olan kapitalist özel mülkiyetin yerine geçen şey sadeleştirilmiş, daha az çeşitli, bürokratik sınıfın ortak mülkiyeti olarak yoğunlaştırılmış bir alt üründür. Bu azgelişmiş egemen sınıf biçimi, iktisadi azgelişmişliğin de ifadesidir; ve bu gelişmedeki gecikmeyi dünyanın bazı bölgelerinde yakalamaktan başka perspektifi yoktur. Egemen sınıfın bu ilave baskısına hi- yerarşik-devletçi kadroyu sağlayan, burjuva ayrılık modeline göre örgütlenmiş olan işçi partisiydi. Anton Ciliga, Stalin’in cezaevlerinden birinde iken “örgütlenmeyle ilgili teknik sorunlar toplumsal sorunlar haline gelmiştir,” diye belirtiyordu (Lenitı ve Devrim).
105
Leninizmin en büyük iradeci çabayı gösterdiği devrimci ideoloji, yani ayrı olanın bağıntılı olması, bu bağıntıyı reddeden bir gerçekliği destekleyerek, Stalinizm ile birlikte bağıntısızlık içindeki kendi hakikatine geri dönecektir. Bu noktada, ideoloji artık bir silah değil, amaçtır. Artık karşı çıkılmayan yalan çılgınlık haline gelir. Gerçeklik ve amaç totaliter ideolojinin ilanıyla yok olurlar: Söylenen her şey zaten ortada olandan ibarettir. Bu, dünya çapındaki gösterinin gelişmesinde temel bir rol oynayan gösterinin yerel ilkelliğidir. Burada maddileşen ideoloji, bolluk aşamasına ulaşan kapitalizm gibi dünyayı iktisadi olarak değiştirmemiştir; sadece algı polisiye yöntemlerle değiştirilmiştir.
106
İktidardaki totaliter-ideolojik sınıf, altüst olmuş bir dünyanın iktidarıdır: Güçlendikçe varlığım inkâr eder ve gücü her şeyden önce var olmadığını doğrulamasına yarar. O, sadece bu konuda alçakgönüllüdür, çünkü resmen var olmaması aynı zamanda şaşmaz yönelimine borçlu olunan tarihsel gelişmenin nec plıts ultrdsına* da denk diişmelidir. Her yere yayılmış olan bürokrasi, bilinç için görülmez sınıf olmalıdır; sonuçta bütün toplumsal yaşam çığ- rından çıkar. Mutlak yalanın toplumsal örgütlenmesi bu temel çelişkiden kaynaklanır.
107
Stalinizm bizzat bürokratik sınıf içindeki terörün hükümranlığıdır. Bu sınıfın iktidar temelini oluşturan terörizm bu sınıfı da kırıp geçirmek zorundaydı zira üyelerine verebileceği hiçbir hukuksal güvence, mülkiyet sahibi sınıf olarak kabul edilmiş hiçbir statü yoktu. Gerçek mülkiyeti gizliydi ve sadece yanlış bilincin sayesinde mülkiyet sahibi haline gelmişti. Yanlış bilincin mutlak iktidarı sadece, bütün doğru motiflerin kaybolduğu mutlak terör yoluyla sürdürülür. İktidardaki bürokratik sınıfın üyeleri sadece temel bir yalana ortak olmak suretiyle toplum üzerinde kolektif bir mülkiyet hakkına sahip olurlar: Sosyalist bir toplumu yöneten proletarya rolünü oynamaları ve ideolojik sadakatsizlik metninin sadık oyuncuları olmaları gereklidir. Ama bu aldatıcı varlığa fiilî katılım bizzat gerçeğe uygun bir katılım olarak tanınmayı gerektirir. İktidar hakkım bireysel olarak sürdürebilecek bürokrat yoktur, çünkü sosyalist bir proleter olduğunu kanıtlamak bir bürokrat gibi davranmamayı gerektirir; ve bir bürokrat olduğunu kanıtlamak da olanaksızdır çünkü bürokrasinin resmî hakikati var olmamasıdır. Böylece her bürokrat, yok etmediği bütün bürokratların “sosyalist iktidan”na kolektif bir şekilde katılımı tanıyan ideolojinin sağladığı temel bir güvenceye mutlak olarak bağlıdır. Her ne kadar bürokratlar birlikte oldukları zaman her şeye karar veriyorlarsa da, kendi sınıflarının birliği ancak terörist iktidarlarının tek bir kişide toplanmasıyla sağlanabilir. İktidardaki yalanın tek pratik hakikati bu kişide toplanır: sürekli düzeltilen sınırının tartışmasız sürekliliği. Kimin neticede mülk sahibi bürokrat olduğuna; yani kimin “iktidardaki proleter” ya da “Mikado veya Wall Street’in emrindeki hain” olarak adlandırılması gerektiğine kesin kararı Stalin verir. Bürokratik atomlar sahip oldukları hakların ortak ruhunu ancak Stalin’in kişiliğinde bulurlar. Stalin, bu şekilde kendisini, daha yüce bir ruhun var olmadığının bilincinde olan mutlak kişi olarak gören bir dünya egemenidir. “Dünya egemeni, ona ters düşen kullarının Ben’inc karşı uyguladığı yok edici şiddette kendinin ne olduğunun -evrensel nüfuz gücünün- somut bir şekilde bilincindedir.” Bir yandan tahakküm alanını belirleyen bir güç iken diğer yandan da “bu alanı yıkıma uğratan güçtü.
108
Mutlak iktidara sahip olarak mutlaklaşmış ideoloji kısmi bir bilgiden totaliter bir yalana dönüştüğünde, tarih düşüncesi öylesine mükemmel bir şekilde yok edilir ki tarihin kendisi en ampirik bilgi düzeyinde bile artık var olamaz. Totaliter bürokratik toplum sürekli bir şimdiki zamanda yaşar; olupbiten her şey bu toplum için sadece polisinin ulaşabileceği bir alan olarak var olur. Na- polyon’un daha önce formüle etmiş olduğu “anıların enerjisini monarşiyle yönetme” projesi tam anlamıyla somutlaşmasını, geçmişin sadece anlamlar açısından değil, olaylar açısından da sürekli manipüle edilmesinde bulmuştur. Ama her türlü tarihsel gerçeklikten sıyrılmanın bedeli kapitalizmin tarihsel toplumu için kaçınılmaz olan rasyonel referansın yitirilmesi olmuştur. Çıldırmış ideolojinin bilimsel uygulamasının Rus ekonomisinde nelere mal olabildiği sadece Lysenko’nun yalanlarıyle bile görülür. Sanayileşmiş bir toplumu yöneten totaliter bürokrasinin bu çelişkisi, yani rasyonel olana duyduğu ihtiyaç ile rasyonel olanı reddetmesi, aynı zamanda normal kapitalist gelişme açısından da onun temel zayıflıklarından birini oluşturur. Bürokrasi nasıl tarım sorununu kapitalizm gibi halledemezse, aynı şekilde gerçekdışılık ve genelleşmiş yalancılık temelinde otoriter olarak planlanmış olan sanayi üretiminde de sonuçta kapitalizmden geri kalır.
109
İki dünya savaşı arasındaki dönemde devrimci işçi hareketi, örgütlenme modelini Rusya’da denenmiş totaliter partiden alan faşist totalitarizm ile Stalinist bürokrasinin ortak marifeti sonucu yok edilmiştir. Faşizm, bunalımın ve proletaryanın yol açtığı yıkımın tehdit ettiği burjuva ekonomisinin kendini aşırı bir şekilde savıınmasıydı; sayesinde kapitalist toplumun kendini kurtardığı ve devleti, yönetimine yoğun bir şekilde müdahale ettirerek acil bir rasyonalizasyon sağladığı bir sıkıyönetim di. Ama böyle bir ras- yonalizasyon, yöntemlerinin aşırı irrasyonelliği altında ezilmiştir. Fler ne kadar faşizm, küçük burjuvaziyi ve bunalım sonucunda sapıtmış ya da sosyalist devrimin yetersizliğiyle hayal kırıklığına uğramış işsizleri birleştirerek tutucu hale gelen burjuva ideolojisinin temel prensiplerinin (aile, mülkiyet, ahlâki düzen, ulus) savunmasını yapmaya kendini adamış olsa da, bizzat kendisi ideolojik bir kökene sahip değildir. Kendisini olduğu gibi gösterir: Arkaik sahte-değerlerle (ırk, kan, lider) tanımlanmış bir cemaate mensup olmayı gerektiren mit’in şiddetli bir dirilişidir. Faşizm teknik açıdan donanımlı arkaizmdir. Onun mitinin parçalanmış er- satz’ı* en modern şartlandırma ve yanıltma yöntemlerinin gösteri bağlamında yeniden canlandırılmasıdır. Böylece faşizm modern gösterinin oluşumundaki etkenlerden biri olur ve eski işçi hareketinin yok edilmesindeki rolü onu mevcut toplumun kurucu güçlerinden biri haline getirir; ama faşizm kapitalist düzeni korumanın en pahalı yolu olduğu için sahneyi, genellikle kapitalist devletlerin oynadığı başrollere terk etmek zorunda kalır ve bu düzenin daha güçlü ve daha rasyonel biçimleri tarafından dışlanır.
* (Alm.) ikame, (ç.n.)
110
Rus bürokrasisi, ekonomi üzerindeki egemenliğini engelleyen burjuva mülkiyetinin kalıntılarından nihayet kendini kurtarmayı, ekonomiyi kendi kullanımı için geliştirmeyi ve ülke dışındaki büyük güçler arasında tanınmayı başardığında sakin bir şekilde kendi dünyasının tadını çıkarmak ve kendi üstünde etki gösteren keyfi unsurları bastırmak ister: Kökenindeki Slalinizmi ihbar eder. Ama böyle bir ihbar da Stalinisttir, keyfi ve anlaşılmazdır, sürekli olarak düzeltilir, çünkü kökenindeki ideolojik yalan asla ortaya konamaz. Böylece bürokrasi ne kültürel anlamda ne de politik anlamda özgürleşebilir, çünkü bir sınıf olarak varoluşu bütün ağırlığıyla onun tek mülkiyet unvanı olan ideolojik lekeline bağlıdır. İdeoloji hiç kuşkusuz olumlu olarak onaylanma ihtirasını yitirmiştir, ancak ondaki ayrım gözetmeyen bayağılık hâlâ en ufak rekabeti bile yasaklayan, düşüncenin tamamını tutsak eden baskıcı işlevi sürdürür. Böylece bürokrasi arlık hiç kimsenin inanmadığı bir ideolojiye bağlı olur. Daha önce terörist olan şey gülünç hale gelmiştir, ama bu gülünçlük bile ancak kurtulmak islediği terörizmi arka planda korumak suretiyle sürebilir. Böylece bürokrasi, tam kapitalizmin alanı üzerindeki üstünlüğünü göstermek istediği sırada kapitalizmin fakir bir akrabası olduğunu itiraf eder. Nasıl ki bürokrasinin fiilî tarihi hukukuyla çelişki içindeyse ve kabaca sürdürdüğü cahillik bilimsel iddialarıyla çelişiyorsa, meta üretiminin bolluğu alanında burjuvazinin rakibi olma tasarısı da bu bolluk içkin ideolojisini kendi içinde taşıdığından ve genellikle gösterisel yanlış tercihler konusunda sınırsız bir özgürlüğü, bürokratik ideoloji ile uyuşmayan bir sahte-özgürlüğü kapsadığından engellenir.
111
Gelişmenin bu evresinde, bürokrasinin ideolojik mülkiyet unvanı uluslararası düzeyde zaten çökmektedir. Tamamıyla uluslararası bir model olarak ulusal düzeyde kurulmuş olan iktidar, aldatıcı bütünlüğünü artık her türlü ulusal sınırın ötesinde sürdürme iddiasında bulunamayacağım kabul etmek zorundadır. “Sosyalizm”lerine tek bir ülkenin dışında ulaşmayı başaran ve çıkarları çatışan bürokrasilerin eşitsiz iktisadi gelişmesi, Rus yalanı ile Çin yalanı arasında alenî ve toplu bir yüzleşmeye yol açmıştır. Bu noktadan itibaren, iktidardaki her bürokrasi ya da bazı ulusal işçi sınıflarına Stalinist dönemden kalan iktidar adayı her totaliter parti kendi yolunu izlemek zorunda kalır. Bürokratik aldatmaca iktidarının küresel çözülüşünün, “çelik işçilerinden oluşan bir hükümet” talebiyle bürokratlara karşı çıkan Doğu Berlin işçi ayaklanması ile dünya önünde kendini göstermeye başlayan ve bir defasında Macaristan işçi konseyleri iktidarına kadar yol almış olan iç yadsıma gösterileriyle daha da şiddetlenmesi son tahlilde kapitalist toplumun giincel gelişmesi için en elverişsiz etkendir. Burjuvazi, var olan düzenle ilgili tüm yadsımaları yamlsamalı bir şekilde birleştirerek kendisini nesnel olarak destekleyen hasınım yitirmek üzeredir. Bu gösterisel işbölümü, neticede sahte-devrimci rol de kendi içinde bölündüğü zaman sona erer. İşçi hareketinin çözülüşündeki gösteri unsuru da çözülecektir.
112
Leninist yanılsamanın günümüzde çeşitli Troçkist eğilimler dışında hiçbir temeli yoktur; bu eğilimlerde, proleter tasarının ideolojinin hiyerarşik örgütlenmesiyle özdeşleşmesi bütün sonuçlarından elde edilen deneyime rağmen sarsılmaz bir şekilde varlığını sürdürür. Troçkizmi, mevcut toplumun devrimci eleştirisinden ayıran mesafe, onun gerçek bir mücadelede kullanılmış oldukları sırada da zaten yanlış olan konumlara yönelik saygılı tutumunu korumasına izin verir. Troçki, 1927 yılına kadar yüksek bürokrasiyle tamamen dayanışma içinde kalmıştır; bu bürokrasiyi ülke dışında gerçekten bolşevik bir etkinlik yapar hale getirmek üzere ele geçirmeye çalışmıştır (o dönemde, Lenin’in meşhur “vasiyetini” saklamak için, bu belgeyi ortaya çıkaran yandaşı Max Eastman’ı iftira yoluyla eleştirecek kadar ileri gittiği bilinir). Troçki temel bakış açısı nedeniyle mahkûm edilmişti, çünkü bürokrasi sonuç itibariyle ülke içinde kendini karşı-devrimci sınıf olarak kabul ettiği anda, içerde olduğu gibi ülke dışında da, devrim adına fiilen karşı-devrimci olmayı seçmek zorundadır. Troçki’nin daha sonraları IV. Enternasyonal için verdiği mücadele de aynı tutarsızlığı taşır. Troçki tüm yaşamı boyunca, bürokrasiyi ayrı bir sınıf iktidarı olarak tanımayı reddetti, çünkü ikinci Rus devrimi sırasında bizzat kendisi bolşevik örgütlenme biçiminin kayıtsız şartsız savunucusu haline gelmişti. Lukâcs, 1923 yılında, proleterlerin kendi örgütlerinde gelişen olaylara artık “seyirci” kalmadığı, tam tersine onları bilinçli bir şekilde seçtiği ve yaşadığı bir örgütlenme biçiminin, teori ve pratik arasında nihayet bulunan dolayım olduğunu gösterdiğinde Bolşevik Partisi’nin sahip olmadığı her şeyi, onun gerçek faziletleri olarak tanımlamıştı. Lukâcs, kapsamlı teorik çalışmalarının yanı sıra, hâlâ, proleter hareketin en bayağı şekilde dışında olan iktidar adına konuşan, bütün kişiliğiyle, adeta kendi iktidarıymış gibi bu iktidarda yer aldığına inanan ve insanları buna inandıran bir ideologdu. Olayların gelişmesi bu iktidarın kendi uşaklarını nasıl inkâr ettiğini ve ortadan kaldırdığını gösterirken, kendini durmadan yadsıyan Lukâcs, özdeşleştiği şeyi karikatürvari bir açıklıkla göstermişti: Tarih ve Sınıf Bilinci’ nde savunduğu şeylerin ve kendinin aksiyle özdeşleşmişti. Lukâcs, bu yüzyılın bütün entelektüellerini yargılayan temel kuralı en iyi doğrulayan kişidir: Onların saygı duydukları şey, kendi aşağılık gerçekliklerinin tam ölçüsüdür. Bununla birlikte, “bir siyasi partinin, üyelerinin felsefeleriyle parti programı arasında çelişkiler olup olmadığını görmek amacıyla inceleme yapamayacağım” varsayan Lenin, kendi etkinliğiyle ilgili bu tür yanılsamaları hemen hemen hiç teşvik etmemişti. Lukâcs’ın, düşsel portresini zamansız bir şekilde sunmuş olduğu gerçek parti, sadece belirli ve kısmi bir görev için uygundu: Devlet iktidarını ele geçirmek.
113
Bugünkü Troçkizmin içine düştüğü neo-leninist yanılsama, bürokratik olduğu kadar burjuva da olan modern kapitalist toplumun gerçekliği tarafından sürekli yalanlandığı için, devletçi ve bürokratik sosyalizmin herhangi bir değişkeninin yarattığı yanılsamanın yerel yönetici sınıflar tarafından, iktisadi gelişmenin basit ideolojisi olarak bilinçli bir şekilde yönlendirildiği biçimsel olarak bağımsız “azgelişmiş ülkelerde” ayrıcalıklı bir uygulama alanını doğal olarak bulur. Bu sınıfların karma yapısı burjuva-bürok- rat tayf üzerindeki yerlerine az veya çok net bir şekilde bağlıdır. Mevcut kapitalist iktidarın bu iki kutbu arasında uluslararası düzeyde sürdürdükleri oyunları ve de ideolojik uzlaşmaları (özellikle İslamcılıkla) toplumsal temellerinin karma gerçekliğini ifade ederek ideolojik sosyalizmin bu son yan ürününden polis dışındaki her türlü ciddi şeyi çekip alır. Ulusal mücadelenin ve köylü isyanının kadrosu oluşturularak bir bürokrasi kurulur: Bu noktadan itibaren bürokrasi tıpkı Çin’de olduğu gibi 1917 Rusya’sından daha az gelişmiş bir toplumda Stalinist sanayileşme modelini uygulamaya yönelir. Ulusal sanayileşmeye muktedir bir bürokrasi, Mısır örneğinde görüldüğü gibi, iktidarı elinde tutan ordu kadrolarını küçük burjuvaziden yola çıkarak oluşturabilir. Cezayir bağımsızlık savaşının sonucunda olduğu gibi, mücadele sırasında devletten yana bir liderlik olarak oluşmuş bürokrasi bazı durumlarda zayıf bir ulusal burjuvaziyle kaynaşmak için dengeli bir uzlaşma noktası arayışına girer. Son olarak, açıkça Batılı olan Amerika ve Avrupa burjuvazilerine bağlı kalan Siyah Afrika’nın eski sömürgelerinde burjuvazi (genellikle geleneksel kabile şeflerinin gücüne dayanmak suretiyle) devleti ele geçirerek oluşur: Ekonominin- gerçek efendisinin yabancı emperyalizm olduğu bu ülkelerde, kompradorların, yerli ürünlerin satışlarına karşılık olarak yerel kitleler ııezdinde bağımsız ama emperyalizm nezdinde bağımlı olan yerli devletin mülkiyetini elde ettikleri bir aşama gelir. Bu durumda, birikim yapmaya muktedir olmayan yapay bir burjuvazi sözkonusudur. Bu burjuvazinin tek yaptığı, kendisini koruyan devletlerden ya da tekellerden gelen yabancı para yardımlarını ve yerel emeğin sağladığı artı-değerden payına düşeni israf etmektir. Bu burjuva sınıflarının burjuvazinin normal iktisadi işlevini yerine getirmede gösterdikleri alenî yetersizlik nedeniyle bu sınıfların her biri, burjuvazinin mirasını ele geçirmek isteyen ve yerel özelliklere az çok uyum sağlamış bürokratik modele dayanan bir yıkıma maruz kalır. Fakat bir bürokrasinin temel sanayileşme projesinde kaydettiği başarı bile gelecekteki tarihsel yenilgisini zorunlu olarak içerir: Bürokrasi sermaye biriktirirken proletaryayı da biriktirir ve henüz var olmadığı bir ülkede kendi yadsınmasını yaratır.
114
Sınıf mücadeleleri çağını yeni koşullara ulaştırmış olan bu karmaşık ve korkunç gelişmede, sanayileşmiş ülkelerin proletaryası özerk perspektifinin onaylanmasını ve son tahlilde yanılsamalarını tamamen yitirmiş ama varlığını korumuştur; yok edilmemiştir. Modern kapitalizmin yoğunlaşmış yabancılaşmasında küçümsenemeyecek bir şekilde varlığını sürdürür: Bu proletarya, yaşamlarının kullanımı üzerindeki bütün iktidarlarını kaybetmiş ve bunu anladıkları andan itibaren kendilerini proletarya olarak, yani bu toplumda faaliyette bulunan yadsıma olarak yeniden tanımlayan emekçilerin büyük çoğunluğudur. Bu proletarya köylülüğün giderek ortadan kalkması ve “hizmet” sektörüne ve entelektüel mesleklerin büyük bir çoğunluğuna uygulanan fabrikada çalışma mantığının yaygınlaşması ile nesnel olarak güçlenmiştir. Öznel olarak ise bu proletarya sadece beyaz yakalılar arasında değil aynı zamanda eski politikanın güçsüzlüğünü ve aldatmacasını henüz keşfetmiş olan işçiler arasında da pratik sınıf bilincinden hâlâ uzaktır. Bununla birlikte, proletarya dışsallaşmış gücünün sadece emek biçiminde değil aynı zamanda sendika, parti ya da kendi kurtuluşu için kurduğu devlet gücü biçiminde de kapitalist toplumun sürekli güçlenmesiyle işbirliği içinde olduğunu keşfettiğinde, bütün donmuş dışavurumlara ve her türlü iktidar uzmanlaşmasına tümüyle düşman bir sınıf olduğunu da somut tarihsel deneyim sayesinde keşfeder. Hiçbir şeyin kendi dışında kalmasına izm veremeyen devrimi, bugünün geçmiş üzerindeki sürekli hâkimiyet talebini ve ayrımın topyekün eleştirisini taşır; ve eylemde uygun biçimini bulması gereken şey de budur. Sefaletiy-le ilgili hiçbir nicel iyileşme, hiçbir hiyerarşik bütünleşme yanılsaması onun tatminsizliğine iyi gelecek uzun süreli bir tedavi olamaz, çünkü proletarya, maruz kaldığı özel bir haksızlıkta, özel bir haksızlığın ya da bu haksızlıkların büyük çoğunluğunun düzeltilmesinde değil sadece onu yaşamın dışına atan mutlak hak- sızlık’ta kendisini gerçek anlamda tanıyabilir.
115
İktisadi açıdan daha ileri olan ülkelerde çoğalan ve gösteri düzenlemeleri sayesinde yanlış anlaşılan ve tahrif edilen yeni olumsuzluk işaretlerinden, zaten yeni bir çağın başladığına dair şu sonuç çıkarılabilir: İşçilerin ilk yıkıcı girişiminin yenilgisinin ardından şimdi de yenilgiye uğrayan kapitalist bolluktur. Batılı işçilerin sendika-karşıtı mücadeleleri öncelikle sendikalar tarafından bastırıldığında ve isyankâr gençlik akımları tarafından ortaya atılan ilk amorf protesto biçimleri, doğrudan doğruya, uzmanlaşmış eski politikaların, sanatın ve gündelik yaşamın reddini ifade ettiğinde, cezai bir kisveye bürünerek başlayan yeni bir mücadelenin iki yönünü görürüz. Bunlar, proletaryanın sınıflı topluma karşı başlattığı ikinci saldırının habercileridir. Hâlâ hareketsiz duran1 bu ordunun yitik çocukları, değişen ve aynı kalan bu mücadele alanında yeniden ortaya çıktıklarında, bu defa, onları izin verilmiş tüketimin makinalarını imha etmeye teşvik eden yeni bir “General Ludd”un peşinden giderler.
116
“Nihayet keşfedilen ve emeğin iktisadi kurtuluşunu gerçekleştirebilecek olan siyasi biçim”, bu yüzyılda, bütün karar ve yürütme işlevlerini kendilerinde toplayan ve taban karşısında sorumlu olan ve her an azledilebilen delegeler aracılığıyla federasyonlar halinde birleşen devrimci işçi konseylerinde net bir biçim almıştır. Bu konseylerin fiilî varoluşları, sınıflı toplumu savunan çeşitli güçlerin -ki genellikle işçi konseylerinin kendi yanlış bilinçlerini de bu güçler arasına katmak gerekir- mücadele ettikleri ve yenilgiye uğrattıkları henüz kısa ömürlü bir başlangıçtan ibaretti. Pannekoek, işçi konseyleri iktidarı tercihinin bir çözüm getirmekten ziyade “sorunları ortaya koyacağı” konusunda haklı olarak ısrar ediyordu. Ama bu iktidar özellikle proleter dev- riminin sorunlarına doğru çözümler bulunacak yerdir. Burası, tarihsel bilincin nesnel koşullarının bir araya geldiği; aktif doğrudan iletişimin gerçekleştirildiği; uzmanlaşma, hiyerarşi ve ayrımın sona erdiği ve mevcut koşulların “birlik koşulları”na dönüştürüldüğü yerdir. Proleter özne seyre karşı verdiği mücadeleden bu iktidarda doğabilir: Bilinci, kendisini adadığı pratik örgüte eşittir, çünkü bu bilinç tarihe bütünlüklü müdahaleden ayrı düşünülemez.
117
Uluslararası düzeyde diğer bütün iktidarların ayağını kaydırması gereken Konseyler iktidarında, proleter hareket proletaryanın kendi ürünüdür ve bu ürün üreticinin kendisidir. O, kendisini amacı olarak görür. Burada yadsınan tek şey, yaşamın gösterisel yadsınmasıdır.
118
Konseylerin ortaya çıkması proleter hareketin bu yüzyılın ilk çeyreğindeki en yüce gerçekliğidir, dönemin bütün tarihsel deneyiminin yalanladığı ve dışladığı hareketin geri kalanıyla birlikte yok olduğu için fark edilmemiş ya da kılık değiştirmiş bir gerçekliktir. Proleter eleştirinin yeni döneminde bu sonuç, yenilgiye uğramış hareketin yenilgiye uğramamış yegâne noktası olarak yeniden gündeme gelir. Kendisinin var olabileceği tek ortamın burası olduğunu bilen tarihsel bilinç, artık geri çekilenin etrafında değil, yükselenin merkezinde yer alan bu gerçekliği şimdi tanıyabilir.
119
Konseyler iktidarından önce var olan ve asıl şeklini mücadele sırasında alacak olan devrimci bir örgüt bütün bu tarihsel nedenlerden ötürü sınıfı temsil etmediğini zaten bilir. Kendisini sadece aynlık dünyası’nAzn radikal bir ayrılma olarak tanımak zorundadır.
120
Devrimci örgüt, pratik teori haline gelme sürecinde, pratikteki mücadelelerle tek yanlı olmayan bir iletişim kuran praksis teorisinin bağıntılı ifadesidir. Devrimci örgütün pratiği, bu mücadelelerdeki iletişimin ve bağıntının genelleşmesidir. Toplumsal ayrılığın yok olduğu devrimci dönemde bu örgüt, ayrı bir örgüt olarak kendisinin de yok olacağını kabul etmelidir.
121
Devrimci örgüt, birleştirici bir toplum eleştirisinden başka bir şey olamaz; yani dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ayrı iktidar biçimiyle uyuşmayan ve yabancılaşmış toplumsal yaşamın tüm yönlerine global olarak yöneltilen bir eleştiridir. Devrimci örgütün sınıflı topluma karşı mücadelesindeki silahlar mücadeleyi yürütenlerin öz«’nden başka bir şey değildir. Devrimci örgüt, hâkim topluma ait olan ayrılık ve hiyerarşi koşullarını kendi içinde üretemez. Egemen gösteride deformasyona uğramamak için sürekli mücadele etmek zorundadır. Devrimci örgütün tam demokrasisine katılmanın tek sınırı, kendi eleştirisinin bağıntılılığının, tam anlamıyla eleştirel teoride ve teoriyle pratik etkinlik arasındaki ilişkide kanıtlanmak zorunda olan bağıntılılığının örgütün bütün üyeleri tarafından tanınması ve benimsenmesidir.
122
Bütün düzeylerde giderek artan kapitalist yabancılaşma, işçilerin sefaletlerini tanımalarını ve adlandırmalarını giderek zorlaştırarak onları ya sefaletlerini tamamen reddetme ya da hiçbir şeyi reddetmeme alternatifiyle karşı karşıya bıraktığında, devrimci örgüt artık yabancılaşmış biçimler altında yabancılaşmayla mücadele edemeyeceğini öğrenmek zorundadır.
123
Proletarya devrimi tamamen şu zorunluluğa dayanır: İnsan pratiğinin zekâsı olan teori, ilk defa kitleler tarafından tanınmak ve yaşanmak zorundadır. Proletarya devrimi, işçilerin diyalektik uzmanı olmalarını ve düşüncelerini pratiğe geçirmelerini gerektirir; böylece, burjuva devriminin, kendi görevlerini yerine getirme yetkisini verdiği nitelikli insanlardan talep ettiğinden daha fazlasını niteliksiz insaıılar’dan talep eder: Çünkü burjuva sınıfının bir bölümünün oluşturduğu kısmi ideolojik bilinç temelde ekonomiye, yani bu sınıfın zaten iktidarda olduğu toplumsal yaşamın bu önemli atam’na dayanmaktaydı. Sınıflı toplumun, yaşam-dışını bile gösteri halinde örgütlemeye kadar varan gelişmesi devrimci tasarının zaten temeldeki halinin görünür hale gelmesini sağlamıştır.
124
Devrimci teori artık her türlü devrimci ideolojinin düşmanıdır ve böyle olduğunu bilmektedir.
Özne ve Temsil Olarak Proletarya | Gösteri Toplumu – Guy Debord