Günümüzde artık başımızın üstünde tepişip ruhumuza sahip olmaya çalışan Tanrı ya da Şeytana atfedilebilecek türden metafizik bir kötülük anlayışı yok.
Mefisto ya da Frankenstein tarafından temsil edilen kötülük ilkesine benzeyen mitolojik bir kötülük anlayışı da yok.
Düş gücü ve bir çehreden yoksun bir kötülük anlayışına sahibiz. Başımızı ne yana çevirsek karşımıza tekniğe özgü soyut biçimler arasından kendini homeopatik dozlarda gösteren bir Kötülük çıkıyor ancak bunun mitolojik bir ağırlığı yok.
Bununla birlikle modern sanayi adlı talihsizliğin merkezinde yer alan birkaç Kötülük kırıntısından söz edilebilir. Bunun saf kötülüğün kendisi olduğu söylenemez ancak yine de kırıntı kırıntıdır. Örneğin şu Palermo banliyösünün tam merkezindeki Palagonya villası gibi, bu villada mutluluk ve mutsuzluk birlikle çekilen bir fiil gibidir. Âşık koca, sevdiği eşini tuzağa düşürebilmek amacıyla bütün evi görüntüyü deforme eden aynalarla donatma gibi uğursuz bir girişimde bulunur.
Örneğin Yuki Mishima’nın şu ünlü Altın Mabet adlı müthiş öyküsünde anlattığı kötülük gibi:
Öyleyse bu güzel şey kısa bir süre sonra kül hâline gelecek…
Bir yandan bu şekilde düşünerek, öte yandan kopyanın gerçeginin birebir aynısı olması dolayısıyla düşümdeki Altın Mabet’in en küçük ayrıntısına kadar gerçekteki mabedin tıpatıp aynısı olduğu sonucuna vardım.
Benim çatım gerçek çatıyla birebir örtüşüyordu örneğin. Altın Mabet sanki fenomenal dünyanın ortadan kayboluşunun simgesi olarak biçimsel bir dönüşüme uğruyordu. Bu şekilde Altın Mabet benim düşlerimdeki kadar güzel bir nesneye dönüşmüş oldu…Yarın belki de gökten tepesine alevler yağacak ancak şu an için o zarif silueti yaz sıcağının ortasında oldukça sakin bir şekilde önümüzde duruyordu.
İtirafta bulunmak bir cesaret işi midir? İtiraf etmeyi reddetmek kötülük diye bir şey var mıdır sorusunun yanıtını aramaktan başka bir şey olabilir mi? İtiraf etmeyi reddettiğim, bu konuda direndiğim sürece atom boyutunda bile olsa bir kötülükten söz edebilmek mümkündü… İtiraf ettiğim takdirde yaşamımdaki kötülüğün o ilk ve zerrecik boyutundaki görünümünü engelleyebileceğim düşüncesi kendimi tutmama yol açtı…
İyiliğin doğasında kendini dışa vurmak, kötülüğün doğasındaysa gizlenmek vardır.
Cinsel ilişki bu yüzden itiraf edilir, yakın bir gelecekte kendimizden geçmiş bir şekilde yalnızca ondan söz edebilmek amacıyla yapacağımız bir şeye benzeyecektir. Cinsel ilişkideki gösteriş, kendisinden pek hoşlanılmayan bir şey olma aşamasından zararsız bir şey olduğuna düşünme aşamasına geçiş, konuşarak/sözünü ederek aklama ve aşağılama. Cehenneme özgü bir özellik varsa o da her şeyin en ince ayrıntısına kadar birbirinden ayrılabildiği bir yer olmasıdır.
Bir yandan insana özgü kolayca yok edilebilecek bir sonsuzluk simülakn -buna karşın Altın Mabet ‘in o yok edilmesi olanaksız güzelliği bir yok etme olanağı sunuyordu
İnsan da dahil olmak üzere ölümlü hiçbir nesnenin kökünü kurutamazsınız -buna karşın Altın Mabet gibi yok edilmesi olanaksız bir şeyin ancak canını alabilirsiniz.
Alıuı Mabeti yakarak katıksız bir can alma. yok etme suçu işleyeceğim ve insan elinden çıkma bir güzelliği normal boyutuna indirgeyeceğim.
Dünyayı başka bir şekilde değiştirme olanağı yoktur. Dünyayı yalnızca bilgi değiştirebilir ancak bu işi dünyayı olduğu gibi bırakarak, değiştirmeyerek yapar. Bu pencereden bakıldığında dünya sonsuza dek hem değişmeyecek hem de sürekli değişecek bir yere benzer.
Bunun bir önemi olmadığını söyleyebilirsin. Oysa hayatta kalabilmek için insanların sahip olduğu bir silah varsa o da bilgidir. Hayvanların bu silaha ihtiyaçları yoktur, çünkü onların yaşama katlanmak gibi bir sorunları yoktur. Oysa insan yaşayabilmek için bu güçlüğün ne olduğunu bilmek ve onu bir araca dönüştürmek zorundadır.
Hoşlandığın bu güzellik, her şeyi yutup yok eden bilgi bir kenara konulacak olursa, insan ruhunda hâlâ yaşayan bu işe yaramaz şeyin hayaleti gibidir…Bu, yaşamı başka bir şekilde çekilir kılmanın karşılığıdır.
Altın Mabet i yaktığım takdirde, insanlar dünyada yok edilemeyecek bir şeyler olduğu gibi bir düşüncenin saçmalığının bilincine varacaklardır. Beş yüzyıl boyunca kıyıda suyun yüzeyinde bir yansıma olarak ayakla kalmış olmanın, varlığını sürdürmenin bir önemi olmadığını anlayacaklardır…
Hayatla kalmamızı sağlayan, yaşama şansımızı arttıran şey şu katılaşmış zaman adlı ambalajdır…Örneğin evlerde kullanılan şu çekmecelere bir bakın.
Uzun bir zaman dilimi sonunda, zaman bir nesneye dönüşmektedir. Kırk, elli ya da birkaç yüzyıl sonunda zaman katılaşarak. bir nesne görünümüne bürünmektedir. Başlangıçta küçük bir mekâna sahip olan nesne şimdi, bir anlamda, katılaşmış bir zaman dilimini işgal etmektedir. Katılaşmış zamansa bir tür tinsel töz hâlini almış gibidir.
Söz gelişi yüzyıllık zaman dilimi sonunda bir eve ait nesneler biçimsel dönüşüme uğrayarak ruhları temsil etmeye başlamakta ve insanların yüreklerine uğursuzluk düşüncesini sokmaktadırlar -bu olaya Tsukumogami ya da mutsuzluğun ruhu denilmektedir. Her yıl ilkbahar öncesinde ev eşyalarını sokağa atma âdeti vardır. Buna evi temizlemek deniliyor. nedeniyse şeylerin başına bir felâket gelmesini engellemek.
Görüleceği gibi gerçekleştirmek istediğim eylem insanların Tsukumogaminin yol açacağı felâketleri görmelerini sağlayacaktır. Bu eylemim Altın Mabet ‘in ait olduğu dünyayı alt üst edecek ve Altın Mabet’in varolmadığı bir dünyaya geçilmesini sağlayacaktır…Hiç kuşkusuz bu olaydan sonra bir başka dünyada yaşanmaya başlanacaktır.
Altın Mabet öyküsü müthiş bir alegoridir. Bu İntikam alan kötülük alegorisi olarak adlandırılabilir. Güzellik hattâ abartılı bir güzellikten kurtulmanın tek yolunun onu yok etmek olduğunu göstermektedir.
Yalnızca güzellik değil, zekâ da böyle kötü bir duruma düşürülebilir.
Zekâ insanı hiçbir şeyden korumaz, hattâ aptallık yapmasını bile engelleyemez.
Zeki olmak insanın aptalca davranmasını engellemediği gibi kimi zaman zekâ aptallığı besler -tersi de geçerlidir.
Zekâ, aptallığa bir son veremeyeceği gibi çok zeki olmak kaçınılmaz bir şekilde aptallıkla noktalanmaktadır. Zekânın peşini bırakmayan aptallık karşı konulması olanaksız karşılık verme kuralı gereğince onu bir ikiz, bir gölge gibi izlemektedir.
Bu cehennem azabından yalnızca, zekâya aptallık düzeyinde karşı koyabilen düşünce ve zihin açıklığı kaçabilir.
Aslında iyilik ya da kötülüğe özgü bir oyun kuralı yoktur. Bunların, Möbiyüs şeridine benzer bir şekilde iç içe geçmiş oldukları söylenebilir.
Tahammül edilmesi olanaksız şu kolektif zekâ üretimine bakılarak, gelecekte yapay aptallık oranının giderek artacağı söylenebilir.
Geçen yüzyılı andıran birkaç bin yılın ardından insanın gerçekleştirdiği şeylere bakıldığında en üst zekâ düzeyine varıldığı görülecek ve bu yüzden zekâ bütün saygınlığını yitirecektir. Hiç kuşkusuz zeki olmanın yararları olacak ancak zeki olmak o kadar sıradan bir şey hâline gelecektir ki, daha üst düzey bir zevk anlayışı bu zorunluluğu ayağa düşmüş bir şey gibi yorumlanacaktır. Bilim ve hakikat despotluğu nasıl yalana kucak açabilecekse, zekâ despotluğu da yeni bir tür soyluluk duygusu üretebilecektir. İşte o zaman belki soylu olarak çılgınca düşüncelere sahip olmak anlamına gelecektir. (Gaya Scknza)
Nietzsche’nin kehânetinin gerçekleşmesi için yüzlerce yılın geçmesine gerek kalmadı. Yapay Zekânın “zekânın en üst aşaması”, bütünsel/integral ve sınır tanımayan bir zekâ – ortaya çıkmasıyla bu kehânet kısa bir sürede gerçekleşti.
Cinsellikten yoksun, bitişiklik ve zihinsel aşılama yöntemiyle dur durak tanımadan gelişen bir zekâ. Bu fraktal, sınırsız bir bölünme kapasitesine sahip bir zekâ olmakla birlikte kendi kendine karşı direnemediği için bölünemeyen bir zekâdır.
Öyleyse bu tek hücreli varlıkların çoğalması yönünde kesin bir gelişmedir. Bu her türlü karmaşık ve analitik düşünce aşaması öncesine denk düşen, sayısal bir zincir ve otomatik hesaplama biçimidir. Bu biyolojik anlamda cinselliğe sahip olma aşaması öncesine gerilemenin eşdeğerlisi olarak kabul edilebilecek zihinsel bir gerilemedir. Türümüz klonlama sayesinde benzer bir genetik kendi-içine-çekilme surecine girerek, üremenin sıfır noktasına doğru gerilemiştir. Ait olduğumuz tür, zihinsel düzeyde, düşüncenin sıfır noktası denilebilecek Yapay Zekâya doğru gerilemiştir.
Görünüşe göre hiçbir şey düşüncenin sıfır noktası olarak nitelendirilebilecek bu yapay Zeka sürecinin yaygınlaşmasını engelleyememektedir.
Aptallık ve zekânın yer değiştirme olasılığı dışında hiçbir şey bu sürece karşı koyamamaktadır. Aptallık muzaffer zekâya karşı yeniden bir meydan okuma biçimine dönüşmekledir.
Burada da sanki kötülüğün intikamına benzer bir şeyler vardır.
Gerçekliğin inanılmaz baskısıyla oluşan bir şey. Akla gelebilecek her türlü çılgınlık ve illüzyondan hoşlanma türünden bir şey.
Yapay Zekânın bu baskısı kaçınılmaz bir şekilde bugüne kadar hiç bilinmeyen bir aptallık biçiminin: (ekranlar ve enformatik bilgi ağlarını sarmış olan bir şey) yapay aptallığın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu durumda doğal aptallık, deliliğin Bütünsel Gerçeklik karşısındaki duygusal boşalmasına (abreaksiyon) benzer bir şekilde, eski asaletine kavuşabilir.
Zekâ, teknik, kolektif ve otomatik bir uyumlanma biçimine dönüşebilmek amacıyla her şeyi egemenliği altına almaya kalkıştığı zaman zekâ dışında kalan her türlü varsayım çekici hâle gelmektedir. İnsanın aptallığı yeğleyesi gelmektedir.
Zekâ varsayımının üstünlüğü sona erip, hâkimiyeti ilân edildiğinde, bu durumda, aptallık varsayımı üstün bir konuma geçmektedir. Aptallık neredeyse radikal düşüncenin sınırlarında dolanan, bir başka deyişle hakikatin ötesine geçmiş olan bir tür üstün zekâya dönüşmektedir.
Yapay Zekâ, bütün aptallık türlerinden kurtulmak isterken aslında zekâ ve aptallık arasında bitmek bilmeyen mücadeleyi bir tıkanma noktasına getirmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında Yapay Zekânın aptalca bir şey olduğu söylenebilir. Bedenini yitirmiş bir düşüncenin gölgesini kaybetmesine benzer bir şey. Oysa gölgesini yitirmiş bir varlık kendi kendinin gölgesine dönüşmüş demektir.
Hiç kimse bu zekâ işinin sonunun nereye varacağını bilemez.
Belki de doğal ayıklama süreci yapay canlıları da egemenliği altına alabilir.
Her gün internet üzerinde binlerce web sitesi ölüp gitmektedir. Canlı varlıklar için geçerli olan bu süreç zamanla yapay sayısal, genetik, sibernetik varlıklar için de geçerli hâle gelmiştir. Kitleler hâlinde yok olup gitmeye mahkûm olan bu varlıklardan geriye yalnızca birkaç tanesi ya da dijital zincir üzerinde yer alabilen uzak akrabalar kalacaktır. Biz bu acımasız doğal ayıklama sürecinin henüz başlangıç noktasındayız. Doğal canlılar düzeninde bakteri hangi aşamaya denk geliyorsa. yapay varlıklar düzeninde o aşamada olduğumuz söylenebilir.
Stephcn J. Gould: Zekâyı ölçmek bir zekâdan yoksunluk göstergesidir demektedir.
Simgesel zincirde bu türden bir şeyle kesinlikle karşılaşılmamaktadır. Bu konuda bir ölçüm cetveli yoktur. İnsan ve hayvanın yanı sıra tüm diğer biçimler birbirine karışmadan birbirleriyle ilişki içindedirler.
Bütün bu biçimler bir kez “özgürlüklerine” kavuşup, birbirlerinden koptuklarında birbirleriyle karşılaştırılabilcek, ölçülebilecek ve neredeyse otomatik bir biçimde birbirlerinden üstün ya da aşağı denilebilecek bir konuma gelmektedirler. Bütün hiyerarşiler, ayrımcılıklar,, üstünlük ölçekleri şu karşılaştırabilme, ölçme ve ideolojik ölçüm araçlarına geçişle birlikle başlamıştır. IQ yöntemi bu işin komik bir örneğidir.
Neden böyle bir zekâ ölçme saplantısı var? Eğer zekâ diye bir şey varsa, bu, suç ortaklığının en üst aşamasına gönderme yapmaktadır (düşmanla işbirliği yapmak, bilgi sızdırmak, salmak. yani casusluk, vs) Bu anlamda ölçüm cetvelinin en alt sırasında yer alan bir zekâ en üst basamakta yer alandan daha zeki olabilir.
Teknik ve sayısal zekânın katlanarak artma özelliğiyle sanal düzeyde sınırsız bir şekilde katlanarak çoğalma özelliğine sahip iletim/ bilgi ağlarının tersine, düşünce sınırlı bir şeydir.
Özgünlüğü nedeniyle düşünce sınırlı ve öğreti özellikleri taşıyan bir biçimdir.
Günümüzde bilim, enformasyon ve bilgi alanını doldurup, taşıran cinsten sınırsız bir düşünce üretiminden asla söz edilemez.
Turing’in modern analiz yöntemine göre ampirik ve mekanik bir işlev açısından ele alındığında makine, matematik hesaplama ve genel anlamda tekniğin ulaşabileceği bir en üst düzey -bir sınır- olmalıdır.
Bu analitik işlev bir geçmişe sahipken, düşüncenin bit tarihi yoktur( Adorno: “Bizi bir kültürden diğerine sürükleyen evrensel bir tarih yoktur. Oysa sapandan atom bombasına giden bir tarihî açıklama bulabilirsiniz”) demektedir.
Düşüncenin sınırlı olmasına karşın teknik zekâ sınırsız olup, tersine çevrilmesi olanaksız bir gelişme. Turing’in kalıcı bir ideal olarak öngördüğü nihai bir aşama anlayışı üzerine oturmaktadır.
Düşünce bir başka ölçüm kuralına sahip olup, daha çok şu eski efsanelerde karşımıza çıkan sınırlı sayıdaki ruha benzemektedir.
O zamanlar, sınırlı sayıda ruh ya da ruhsal töz olduğuna ve bunların ölümler aracılığıyla bir canlıdan diğerine aktarıldığına inanılırdı. Bu yüzden kimi bedenler bazen bir ruha sahip olabilmek için beklemek zorunda kalırlardı. Bugün kendilerine uygun bir kalp bulunmasını bekleyen hastalar gibi.
Bu varsayıma göre nüfus arttıkça ruh sahibi beden sayısında giderek bir düşüş olacaktır. Bu pek demokratik sayılamayacak durumu bugün zeki insan sayısı arttıkça (ki onformatik inayet sayesinde sanal düzeyde herkes zeki görünmekledir) düşünce üretiminde bir düşüş olacaktır şeklinde yorumlayabiliriz.
Dünyada ilk kez Hıristiyanlık bir tür demokrasi düşüncesi oluşturmuş ve (her ne kadar kadınlar konusunda uzun süre mütereddit kalınmışsa da ) her insanın bir ruha sahip olma hakkı olduğunu söylemiştir. Bu yüzden ruh üretiminde, tıpkı enflasyon dönemlerindeki karşılıksız para basımı gibi müthiş bir hızlanma görülmüş ve bu kavram değerini büyük ölçüde yitirmiştir. Günümüzde geçerli bir kavram olma özelliğini de yitirdiğinden, artık değer borsasında mübadele edilmemektedir.
Günümüzde pazara aşırı miktarda ruh sürülmektedir. Bu noktada eski metaforu gözden geçirip ona yeni bir açıklama getirecek olursak: Bedenlerden geriye aşırı miktarda bilgi, anlam ve tinsel veri kaldığı söylenebilir. Buna karşın canlı tözden geriye çok fazla sinir hücresi kalmaktadır. Buna göre günümüzdeki durumu şöyle toparlayabiliriz: Bu durumda, arkaik âyinlerdeki gibi, ruh peşinde koşan bedenler yerine, beden peşinde koşan ruhlardan ya da bir özne peşinde koşan çok çeşitli bilgi biçimlerinden söz etmek daha doğru olacaktır.
Bizimki işte böyle bir zekâdır. Kat sayısal bir artış göstermesi gereken stok düşüncesiyle, illüzyonuyla kendini kandıran bir zekâ.
Oysa en akla yakın varsayım, insanlığın, dün olduğu gibi bugün de az çok güvenilir sınırlı bilgi stokunu kuşaklar boyunca çalışarak elde etmiş olduğunu ve çağlar boyunca üretilmiş bilgi miktarının her dönemde birbirlerine eşit olduğunu söyleyendir.
Zekâ açısından çok üst düzeylere gelmiş olabiliriz, ancak düşünce üretimi açısından geçmiş ve gelecek kuşaklarla neredeyse aynı düzeydeyiz.
Hiçbir dönem diğerinden daha ayrıcalıklı olmadığı gibi, birilerinin diğerlerinden kesinlikle daha fazla gelişmiş oldukları gibi bir şey de söylenemez, en azından bu konuda bir eşitsizlikten söz edilemez. İnsanlık varlığını her zaman demokratik bir şekilde sürdürmüştür.
Bu varsayım her türlü muzaffer evrimcilik anlayışından sakınılması gerektiğini göstermenin yanı sıra insanlığa özgü “simgesel sermayenin’ yitirilmesi konusundaki Kıyamet benzetmeleriyle zaman yitirilmesini de engellemektedir. Bunları hümanizma anlayışına uygun bir şekilde: muzaffer ya da depresif bakış açıları olarak adlandırabiliriz. Zira o ilk başlangıçtaki doğal ruh, zekâ ya da düşünce sayısı sınırlı olmakla birlikte ortadan kaldırılması olanaksız şeylerdir. Geleceğin dünyasında da en az bizimki kadar çok zeki insan, özgünlük ve buluş olacaktır, daha fazla değil. Daha önceki dönemlerden de ne daha fazla ne de daha az sayıda olacaktır.
Bu varsayımlar: olumlu aydınlanmacılık -Yapay Zekâ çılgınlığı- ve- regresif nihilizm- -ahlâkî ve kültürel depresyon- olarak adlandırılabilecek, birbirlerini karşılıklı olarak doğuran iki bakış açısına karşı ileri sürülmektedir
Bütün bunların nedeni bizim zekâ ve dünyaya müdahale etmeye kaikışmamızdır. Oysa düşünceye müdahale edemiyoruz. Düşünmemizi sağlayan şey bizi biçimlendiren dünyadır.
Dünyaya özgü bir zekâ yoktur ve düşüncenin zekâyla bir ilişkisi yoktur. Dünya bizim olduğunu sandığımız yer değildir, tam tersine bizim düşünce biçimimizi oluşturan yerdir.
Şeytana Satılan Ruh Ya Da Kötülüğün Egemenliği | (Pavillon D’or/) Altın Mabet’in Yakılması – Jean Baudrillard
Çeviri: Oğuz Adanır