Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Aralık 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeFelsefe (Genel)İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma'nın Tam Metni | Jean-Jacques...

İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma’nın Tam Metni | Jean-Jacques Rousseau

Cenevre Cumhuriyetine

Şanlı, çok saygıdeğer ve yüce Beyler:” Yurduna açıkça benimseyebileceği saygılar sunmanın ancak erdemli yurttaşların hakkı olduğuna inandığımdan size halkın gözü önünde saygılarımı sunmaya lâyık olmak için, otuz yıldır çalışıyorum. Çabalarımın yapamadığını kısmen olsun bu mutlu fırsat yerine getireceğine göre, bana bu yetkiyi veren hakka değil, daha çok, bana canlılık veren inancıma ve bu inancın bana verdiği büyük gayrete başvurmanın mümkün olacağına inandım. Aranızda doğmuş olmak mutluluğuna sahip bir insan olmakla, doğanın insanlar arasına koyduğu eşitliği ve insanların kurmuş bulunduğu eşitsizliği, doğa kanununa en yakın ve topluma en yararlı bir tarzda, aynı yere, kamu düzeninin korunması ve bireylerin mutluluğu amacına, elbirliğiyle yürüyecek biçimde bu Devlette mutlu bir ölçüde birleştirmiş olan aklı ve bilgeliği hatırlamadan nasıl olur da düşünebilirdim?

Bir hükümetin kuruluş ve yapısında sağduyunun zorunlu kılabileceği en iyi özdeyişleri araştırırken, bunların sizin kuruluş ve yapınızda gerçekleşmiş bulunduğunu görerek çok şaşırdım. Şehrinizde doğmuş olamasaydım bile, en büyük üstünlüklere sahip olan ve her türlü yolsuzluğu bunlarla en iyi önlemiş gördüğüm bu insan toplumu tablosunu, başka insan toplumlarının gözleri önüne sermekten geri kalmazdım, sanırım.

Doğacağım yeri seçecek durumda olsaydım, insanların yetilerinin erimi yani iyi yönetilmek olanağı ile sınırlanmış büyüklükte olan, herkes kendi yaptığı işe yettiği için kimsenin kendi yükümlü olduğu işi yapmak üzere başkalarını görevlendirmek” zorunda olmadığı bir toplumu; herkes birbirini tanıdığı için karanlık manevraların ve erdemden doğan alçak gönüllülüğün halkın gözünden ve yargısından uzak kalamayacağı, birbirini bilip tanımak tatlı alışkanlığının yurt sevgisini kuru toprak sevgisi olmaktan çıkarıp yurttaş sevgisi haline getireceği bir Devleti seçerdim.

Bütün hareketlerin ortak mutluluktan başka bir yere yönelmemesi için, hükümdarın ve halkın sadece bir ve aynı çıkara sahip olduğu bir ülkede doğmak isterdim. Bu ise halk ile hükümdar aynı kişi olmadıkça gerçekleşmeyeceği için’*, ben, bilgece ılımlı demokratik bir hükümet ile yönetilen bir ülkede dünyaya gelmek isterdim.

Özgür yaşamak ve özgür ölmek, yani, ne benim ne de hiç kimsenin kanunların onurlu boyunduruğunu, başka hiçbir boyunduruğa koşulmamak için yaratılmış en gururlu başların daha da uysallıkla taşıdığı bu kurtarıcı ve yumuşak boyunduruğu, silkip atamayacağı tarzda kanunlara boyun eğerek yaşamak ve ölmek isterdim.

Şu halde Devlet içinde hiç kimsenin kendisinin Kanun’un üstünde olduğunu söyleyememesini ve dışardan hiç kimsenin, Devlet’e kanun dışında bir şeyi zorla kabul ettirmemesini isterdim. Çünkü bir hükümetin kuruluşu ve yapısı ne olursa olsun, orada Kanuna boyun eğmeyen tek bir kişi varsa, bütün ötekiler, zorunlu olarak, onun keyfine ve insafına bağlı hale gelirler. Bir ulusal şef ile bir de yabancı şef varsa bunların arasında yetkiler nasıl paylaşılmış olursa olsun, bunlardan birine itaat edilmesi ve Devletin en iyi yönetilmesi olanaksız olur.

Yeni kurulmuş bir Cumhuriyet bazı iyi kanunlara sahip olsa bile, yönetimin belki de o an için gerekli olmayan bir tarzda kurulmuş olduğu, yeni yurttaşlar için elverişli olmadığı ya da yeni yurttaşların bu yönetim için elverişli olmadığı, Devletin daha doğar doğmaz sarsılacağı ya da yıkılacağı korkusundan, orada yaşamak istemezdim. Çünkü özgürlük buna alışık olan sağlam, gürbüz huyları beslemek ve güçlendirmek için uygun, ama yapısı böyle olmayan zayıfları, narinleri ezen, yıkan, sarhoş eden güçlü ve lezzetli besin maddeleri ve iyi cins şaraplar gibidir.

Efendiler tarafından yönetilmeye alışmış olan insanlar, artık, onlardan vazgeçemezler. Bunlar boyunduruğu silkip atmaya kalkışırlarsa özgürlükten o kadar uzaklaşırlar ki, özgürlüğe karşıt olan dizginsiz, aşırı bir başıboşluğu özgürlük diye aldıklarından yaptıkları devrimler, onları, hemen her zaman, zincirlerini daha ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmayan baştan çıkarıcıların eline düşürür. Bütün, özgür insanların modeli olan Roma halkı Tarquins’lerin baskısından çıkmakla hiç de kendi kendini yönetecek duruma girmiş olmadı. Köleliğin ve zorla yüklenen utanç verici angaryaların aşağılaştırıp değerden düşürdüğü bu halk, önceleri, en büyük bilgelikle yönetilmesi gereken ahmak bir topluluktan başka bir şey değildir; özgürlüğün kurtarıcı havasını teneffüs etmeye yavaş yavaş alıştı; zorba yönetim altında umutsuzluğa düşmüş daha doğrusu sersemleşmiş olan bu halk, sonunda, bütün insanların en saygıya değeri olmalarını sağlayan sert töreleri ve cesaretin verdiği gururu kazandı.

Demek ki kendime yurt olarak, eksiksiği geriye doğru zamanın karanlığında kaybolan, sakinlerinde cesareti ve yurt sevgisini pekiştiren saldırılardan başkasına uğramamış bulunan, uzun süreden beri bilgece bir bağımsızlığa alışmış yurt. taşların sadece özgür değil ama bir de bu özgürlüğe lâyık olarak yaşadıkları, muÜu, yatışık, sakin bir Cumhuriyet aramam gerekirdi.

Kendime, kanlı istilâlar sevdasından mutlu bir güçsüzlükle vazgeçmiş, daha da iyisi, kendisi başka bir Devletin istilâ alanı olmak korkusuna karşı teminatlı bir yurt; onu ele geçirmeye istekli olmayan, başkalarının istilâlarını önlemekte de çıkarı olan komşulara sahip, kısacası komşuların hırsını uyandırmayan, gerektiği zaman da bu komşuların yardıma koşacağına haklı olarak güvenebilen bir serbest şehir seçmeyi isterdim. Bunun sonucu olarak bu yurdun, kendinden başka, korkacağı kimse olmayacak, yurttaşları si lâh talimi yaparlarsa bu, savunma gereğinden çok, onlarda, özgürlüğe o kadar yaraşan, özgürlük zevkini besleyen, savaşçılık ateşini ve cesaretin kazandırdığı gururu ayakta tutmak için olacaktır.

Kanun yapma hakkının bütün yurttaşlar arasında ortak olduğu bir ülke arardım; aynı toplum içinde birlikte yaşamanın hangi şartlar altında daha elverişli olduğunu onlardan daha iyi kim bilebilir? Fakat devlet reislerinin ve devletin yaşamasında en fazla çıkarı olanların, devletin selâmetinin çoğu zaman bağlı bulunduğu tartışma ve oylamaların dışında bırakıldıkları, basit yurttaşların kullandıkları haklardan, saçma bir tutarsızlıkla, yöneticilerin (magistrate*) yoksun bırakıldıkları Roma tipi halk oylamalarını uygun bulmazdım.

Tersine, çıkarcı ve yanlış tasarıları ve Atinalıları sonunda yok etmiş olan tehlikeli yenilikleri önlemek için, herkesin kendi keyfine göre kanunlar önermek yetkisine sahip olmamasını; bu hakkın sadece yüksek görevlilere (magistrate) ait olmasını , onların da bu hakkı ölçülü kullanmalarını; halkın bu kanunları uygun gördüğünü bildirirken çok ihtiyatlı olmasını; kanunların törenle yayınlanmasını; temel kuruluş ve yapı değiştirilip sarsılmadan önce, kanunları değerli ve saygıya lâyık kılan şeyin onların çok eski olmaları olduğuna, halkın her gün değiştiğini gördüğü kanunları küçümsediğine eski alışkanlıkların -daha iyilerini yapmak bahanesiyle- ihmal edilmesine alışınca daha küçük fenalıkları düzeltmek için daha büyük fenalıklar getirildiğine inanmaya vakit bulunmasını isterdim.

Hele halkın yüksek görevlilerden vazgeçebileceğini ya da onlara sadece dar ve iğreti bir otorite bırakabileceğini sandığı, sivil işlerin yönetimini ve kanunların yürütülmesini sıkıntısızca elde bulundurduğu, bu yüzden de ister istemez kötü yönetilen bir Cumhuriyetten kaçardım; uygarlık öncesi doğal halinden henüz çıkmış olan hükümeUerin kaba kuruluş ve yapısı böyle olmuş olsa gerektir; Atina Cumhuriyetini ortadan kaldıran kusurlardan biri de bu olmuştur.

Herkesin kanunları onaylamakla, onlara yürütülme gücü sağlamakla, şeflerin raporları üzerine, kurul halinde en önemli kamu işleri üzerinde kararlar vermekle yetindiği; saygı duyulan mahkemelerin kurulduğu, bunların çeşitli bölümlerinin birbirinden dikkatle ayrıldığı, adaleti ve hükümeti yönetmek için her yıl yurttaşların en yetenekli, en dürüst olanlarının seçildiği, böylece yüksek görevlilerin erdeminin halkın bilgeliğini belli ettiği, yüksek görevlilerle halkın birbirine onur verdiği bir cumhuriyeti seçerdim. Öyle ki kamudaki genel anlaşma düzenini bazı uğursuz anlaşmazlıklar bozacak olursa, o körlük ve yanlışlıklar zamanında bile, ılımlı davranışlara, karşılıklı hatır saymaya, içten ve sürekli bir barışıklığın işareti ve güvencesi olan kanunlara ortak saygı görülsün.

Şanlı, çok saygıdeğer ve yüce Beyler!

Kendim için seçeceğim yurtta arayacağım üstünlükler, bunlar olurdu. Tanrı’nın inayeti bunların arasına bir de hoş bir konum, ılımlı bir iklim, verimli bir toprak ve göğün altında bulunabilecek en tatlı görünümü katmış olsaydı, ben de mutluluğumu tamamlamak için bu mutlu yurdun koynunda, bütün bu nimetleri tatmaktan, yurttaşlarımla en tatlı ilişkiler içinde esenlikle, onlar gibi insanlığın, dostluğun, erdemin gereklerini uygulayarak, kendimden sonraya iyi bir insanın, dürüst, erdemli bir yurtseverin şerefli anısını bırakarak yaşamaktan başka bir şey istemezdim.

Eğer daha az mutlu olsaydım, ya da aklım başıma daha geç gelmiş olsaydı, bu yüzden hastalıklı, bitkin bir hayatı, sakmmasız bir gençlik hayatının beni yoksun bıraktığı sakinlik ve barışa boş yere yanarak, başka diyarlarda tüketmek durumuna düşseydim bile, gene de, kondi yurdumda yararlanamayacağım bu duygulan hiç değilse kendi ruhumda besleyip yaşatırdım. Uzakta kalmış yurttaşlarım için beslediğim şefkatli, çıkar gözetmeyen bir sevgiyle dolu olarak, onlara, kalbimin derinliklerinden gelen şu demeci verirdim:

«Aziz yurttaşlarım: ya da hem kanunlar hem de kan ilintileri hemen hepimizi birleştirdiği için. Kar­deşlerim! Yararlandığımız, ama belki de hiçbirinizin bunları yitirmiş bulunan benim kadar değerini hissetmediği nimetleri de aklıma getirmeden sizleri düşünememem, benim için hoş bir şeydir. Sizin politik ve uygar hayatınız üzerinde düşündükçe, insanlara ait şeylerin ve durumların bundan daha iyi olabileceğine o kadar daha az inanabiliyorum. Bütün öteki hükümetlerde, devlete en büyük iyiliği sağlamak söz konusu olduğu zaman, her şey, fikir halinde projelerle ve olsa olsa basit olanaklarla sınırlı kalır. Sizin ise, mutluluğunuz tamdır, bu mutluluğu tatmanızdan başka hiçbir şey gerekli değildir. Tam anlamıyla mutlu olmanız için, mutlu olmakla yetinmeyi bilmekten başka bir gereksinmeniz yoktur.

Kılıçla kazanmış, yeniden elde etmiş olduğunuz, iki yüzyıl boyunca akıl ve cesaretle koruduğunuz egemenliğiniz nihayet herkes tarafından, tam olarak tanınmış bulunuyor. Şerefli antlaşmalar sınırlarınızı tayin ediyor, haklarınızı sağlıyor, sükûnetinizi ve rahatınızı pekiştiriyor. En yüksek aklın emrettiği saygıdeğer dost devletlerin de güvence altında bulundurduğu temel yönetim kuruluşunuz ve yapınız, mükemmeldir; devletiniz, sükûnet içindedir; savaşlardan, saldırganlardan korkmanız için sebep yok; elinizle yaptığınız ve kendi seçtiğiniz dürüst yöneticiler tarafından yürütülmekte olan, uygun kanunlardan başka efendiniz yok. Siz, ne zevk düşkünlüğü ile gevşeyecek, boş zevkler içinde asıl mutluluğun ve sıhhatli erdemlerin tadını kaybedecek kadar zengin; ne de kendi çalışmanızla elde edemediğiniz şeyleri sağlamak için başkalarının yardımına bağımlı olacak kadar fakir de değilsiniz. Büyük milletlerde ancak aşın vergilerle sağlanabilinen bu değerli özgürlüğün korunması, size, hemen hiçbir şeye mal olmuyor.

«Keşke bu kadar bilgece, bu kadar mutlu bir şekilde kurulmuş olan bir cumhuriyet, yurttaşlarının mutluluğu için, bütün insanlara da örnek olarak, uzun süre dayanabilse! îşte sizin ileri sürmeniz gereken biricik dilek, göstermeniz gereken biricik özen, budur. Bundan böyle size, düşen görev, sadece mutluluğunuzu sağlamak değil, çünkü atalarınız sizi bu sıkıntıdan kurtarmışlardır-, bu mutluluğu iyiye kullanmak akıllılığını göstermek suretiyle, onu süreli kılmaktır. Varlığınızı korumanız süreli birliğinize, kanunlara boyun eğmenize, kanunları yürüten yöneticilere göstereceğiniz saygıya bağlıdır. Yüreğinizde en küçük bir acılık ya da güvensizlik tohumu kaldıysa onu, ergeç sizin mutsuzluklarınızı ve devletin yıkılmasını doğuracak tehlikeli bir maya olduğu için, hemen yok etmekte acele ediniz. Kalbinizin derinliklerine inmenizi, vicdanınızın gizli sesine danışmanızı yalvarırım.

Hiçbiriniz, bütün dünyada, sizin yöneticilerinizden daha dürüst, daha bilgili ve görgülü, daha çok saygıdeğer bir kurul gördü mü? Bu topluluğun bütün üyeleri sizlere ılımlılık, sade töreler, kanunlara saygı ve en içten uzlaştırma örneği vermiyorlar mı? Öyleyse aklın erdeme göstermeye borçlu olduğu güveni bu bilge şeflere, kısıntısızca gösteriniz; onları sizin seçtiğinizi, buna lâyık olduklarını bu yüksek orunlara sizin getirmiş olduğunuz kişilere gösterilmesi gereken saygı ve onurun zorunlu olarak gene size ait olacağını düşününüz. Kanunların ve kanunları savunanların otoritesinin yürürlükte olmadığı bir yerde hiç kimse için güvenlik ve özgürlüğün var olamayacağını bilmeyecek kadar bilgisiz değilsiniz. Sizin gerçek bir ilgi, görev ya da akıl gereği olarak yapmaya her zaman zorunlu olacağınız bir şeyi kendi isteğinizle ve haklı bir güvenle yapmanızdan başka bir şey söz konusu değildir.

Anayasanın savunulması konusunda suçlu ve tehlikeli bir kayıtsızlığa kapılıp aranızdaki en aydın, en gayretli olanların bilge görüşlerine gereğinde başvurmak gereksinmesini asla savsaklamayın; hakkaniyet, ılımlılık, en saygıdeğer ciddiyet, sizin bütün girişimlerinizi, düzenlemeye, bütün dünyaya örnek olarak gururlu, alçakgönüllü, özgürlüğüne olduğu kadar ününe ve onuruna karşı da kıskanç bir halk göstermekte devam etsin. Son öğüdüm de şu: Gizli nedenleri, çoğu kez konularını teşkil eden eylemlerden daha tehlikeli olan, kötü yorumlara ve zehirli konuşmalara kulak vermekten kendinizi özellikle koruyunuz. Sadece hırsızlar yaklaştığı zaman havlayan iyi ve sadık bir bekçi köpeğinin ilk haykırışları ile bütün bir ev halkı uyanır, tetikte bekler; ama herkesin huzurunu durmadan kaçıran, devamlı ve yersiz uyarmaları bunlara gerekli olduğu zaman da kulak verilmemesinden başka bir sonuç vermeyen, haddini bilmez, yaygaracı hayvanlardan da herkes nefret eder.»

Ve siz şanlı, çok saygıdeğer ve en yüce Beyler!

Siz özgür bir halkın soylu ve saygıdeğer yüksek görevlileri, sizlere saygılarımı ve hizmetimi ayrıca sunmama izin veriniz. Dünyada sahibine ün ve onur kazandıran bir rütbe varsa o da yetilerin ve erdemlerin kazandırdığı, sizlerin sahip olmaya lâyık bulunduğunuz, yurttaşlarınızın sizi yükselttiği mevkilerdir. Yurttaşlarınızın kendi erdemleri, sizinkilere yeni bir parlaklık katıyor; başkalarını yönetebilecek güçte insanlar tarafından kendilerini yönetmek için seçilmiş olan sizleri başka yüksek görevlilerden -özgür bir halk, özellikle yönetmekle onur kazandığınız halk, bilgisi ve aklıyla, başka devletlerin ahalisinden üstün olduğu kadar-, sizi üstün buluyorum.

En iyi izlenimlerden biri olarak kalması gereken, kalbimde hep yaşayacak olan bir örneği anmama izin verilsin. Bana hayat vermiş olan, çocukluğum boyunca, sizlere gösterilmesi gereken saygıyı bana öğretmiş bulunan erdemli yurttaşın anısını tatlı bir heyecan duymadan hatırlayamıyorum. Onu, hâlâ, ellerinin emeğiyle yaşar ve ruhunu en yüce doğrularla besler görüyorum. Tacite’i, Plutarque’i ve Grotius’ü onun önünde, onun iş âletlerine karışmış olarak görüyorum. Onun yanıbaşinda, babaların en iyisinin” şefkatle öğrettiklerini çok az verimle öğrenen, sevgili bir oğul görüyorum. Ama çılgın bir gençliğin sapıtmaları bana, bu çok bilgece dersleri bir süre için unutturduysa da, ne mutlu ki, kötülüğe biraz eğilimli de olsa, yüreğin katıldığı bir eğitimin sürelice yitirilmiş kalması zor olduğunu tatmış, denemiş bulunuyorum.

Şanlı, çok saygıdeğer ve en yüce Beyler! Yönettiğiniz devlette doğmuş olan yurttaşlar, hatta basit hemşeriler işte böyledirler; başka uluslarda işçi ve halk adı altında o kadar küçük görülen, haklarında o kadar yanlış fikirler beslenen bu okumuş, sağduyu sahibi insanlar, işte böyledirler*1. Sevinçle, açıkça söyleyeyim ki babamın yurttaşları arasında seçkin bir kişi değildi; hepsi nasılsa o da öyleydi; ama bu haliyle onun arkadaşlığı en dürüst hemşeriler tarafından aranmış, verimli olarak beslenmiştir. Doğuş ve doğal haklar bakımından olduğu gibi eğitim bakımından da eşitiniz olan, oysa kendi istekleriyle bir de sizin erdeminize karşı borçlu bulundukları, karşılığında sizin onlara teşekkür borçlu olduğunuz üstünlük bakımından sizden aşağı olmayı kabul eden bu insanların sizden bekleyebilecekleri saygıdan bahsetmek, çok şükür, bana ait olmadığı gibi, gerekli de değildir. Yöneticiler için gerekli olan vekar’ı tatlılıkla, alçakgönüllülükle ne kadar hafiflettiğinizi, size itaat ve saygı borçlu olanlara sizin ne kadar saygı ve özen gösterdiğinizi büyük bir sevinçle öğreniyorum.

Bu davranış, adalet ve bilgelik doludur; yeniden görmemek için unutulmaları gereken tatsız anıları bellekten gittikçe daha fazla uzaklaştırmak için, gerekli ve uygundur. Bu davranış, adaletli ve yüce gönüllü olan bu halk görevini bir zevk haline getirdiği, size şeref vermeyi doğal olarak istediği, kendi haklarını savunmakta en ateşli olanların sizin haklarınıza saygı duymakta en ileri gidebilecek olanlar olduğu ölçüde de akıllıca davranıştır.

Bir uygar toplumun başlarının o toplumun çanını ve mutluluğunu sevip istemelerine şaşmamak gerekir; fakat kendilerini yüksek görevli olarak, daha doğrusu sağlam ve yüce bir vatanın efendileri olarak görenlerin, kendilerini besleyen vatan toprağına karşı sevgi göstermeleri, insanların iç dirliği bakımından aşırıdır. Kendi lehimize böyle bir ayrıcalık yapabilmek, kutsal kuralların bu gayretli taşıyıcılarını, ruhların bu saygıdeğer yöneticilerini, canlı ve tatlı uz-dilliliği İncil’in öz sözlerini kalplere o kadar iyi ileten, bu öz sözleri önce kendileri uygulayan bu rahipleri en iyi yurttaşlarımızın arasına koyabilmek, benim için ne kadar hoş oluyor! Büyük kürsü sanatımın Cenevre’de ne büyük bir başarıyla yürütüldüğünü herkes bilir. Fakat insanlar başka türlü söyleyip başka türlü hareket edilmesine çok alışık oldukları için Hıristiyanlık ruhunun, törelerinin aziz tutulmasının, kendine karşı sert ve insafsız ama başkalarına karşı yumuşak olmanın bakanlarımızda hangi ölçülere kadar yürürlükte olduğunu az kişi bilir.

Bir Tannbilimciler topluluğu ile edebiyatçılar arasında bu kadar mükemmel bir birlik örneği göstermek, belki de sadece, Cenevre şehrine özgüdür. Ben bu devletin ölümsüz ve sonsuz sükûneti umudumu, büyük ölçüde bunların ünlü bilgelikleri ve ılımlılıkları üzerine, bunların devletin refahı için gösterdikleri çaba üzerine dayandırıyorum; hayret ve hürmetle karışık bir zevkle onların; tarihte nice örnekleri bulunan barbar kutsal kişilerin korkunç özdeyişleri ile sözümona Tanrı kanunlarını, yani kendi çıkarlarını desteklemek için -kendi kanunlarına her zaman hürmet edileceğinden emin- başkalarının kanununun cömertçe harcamalarına karşı ne kadar dehşet duyduklarını izliyorum”.

Cumhuriyetin, yumuşaklığı ve bilgeliği barışı ve iyi töreleri ayakta tutan, öteki yarının mutluluğunu yapan, değerli yansını, yani kadınlan unutabilir miyim? Sevimli ve erdemli hanım yurttaşlar, sizin cinsinizin kaderi, her zaman, bizim cinsimizi yönetmek olacaktır. Sizin, etkisi sadece evlilik birliğinde görülen iffetli gücünüz, iyi ki, kendisini ancak devletin şanı ve kamunun mutluluğu yolunda duyurur. Kadınlar Ispar. ta’da bu yolla hükmederlerdi; Cenevre’de de hükmetmeyi siz bu yolla hak ediyorsunuz. Şefkatli bir eşin ağzından onurun, aklın sesi çıkınca buna hangi barbar erkek dayanabilir? Sizden aldığı parlaklıkla güzelliğe en uygun gibi görünen sade ve mütevazi süslerinizi gören herkes, anlamsız, boş lüksü küçümser.

Sevimli, masum egemenlğinizle, usulca sokulan zekânızla, devlet içinde kanunların sevilmesini, yurttaşlar arasında duygu birliğini devamlı olarak sürdürmek; ayn ayn aileleri mutlu evliliklerle birleştirmek; vereceğiniz derslerle, tutumunuzdaki alçak gönüllü zarafetle, gençlerimizin başka diyarlardan getirdikleri sapıklıkları düzeltmek sizin elinizdedir. O yabancı ülkelerde o kadar yararlı şeyler varken, yitik kadınlar arasında edin. dikleri çocukça eda ve acayip havayla birtakım çalışmalara, özgürlüğün değerini hiç karşılamayan çeşitli bağımlılıklara hayranlığı alıp getiriyorlar. Öyleyse siz, şimdiye kadar olduğunuz gibi, hep törelerin iffetli bekçisi, tatlı barış bağları olmakta, kalbin ve doğanın haklarını görev ve erdem yaranna değerlendirmekte devam ediniz.

Yurttaşların ortak mutluluğu ve Cumhuriyetin şanı konusundaki umutlarımı böyle inançlara dayandırırken olayların beni hiç yalanlamayacağını umarım. Cumhuriyetin, bütün bu üstünlüklere rağmen, çoğu gözleri kamaştıran, verdiği çocukça ve uğursuz zevk mutluluğun ve özgürlüğün en büyük düşmanı olan, pırıltıyla parlamayacağını itiraf ederim. Sefih gençler kolay elde edilen zevklerin, sonra da uzun süren pişmanlıkların ardında dolaşsın dursun; sözde zevk sahibi kimileri de başka yerlerde sarayların büyüklüğüne, giysilerin güzelliğine, döşemelerin üstün güzelliğine, görünüşlerin şatafatına, zevk düşkünlüğünün, lüksün bütün inceliklerine hayran olsunlar.

Cenevre’ de sadece insanlar bulunacaktır; ama böyle bir görünümün de bedeli vardır; ve bu görünümün peşinde olanlar da öteki zevklerin hayranları kadar değerli olacaklardır.

Şanlı, çok saygıdeğer ve en yüce Beyler! Sizin ortak gönencinize duyduğum ilginin saygılı kanıtlarını hepiniz aynı iyilikle lütfen kabul etmeye tenezzül ediniz. Kalbimin içini böyle dökerken patavatsızca bir taşkınlıktan suçlu isem, bunu, bir yurtseverin şefkatli bağlılığına, hepinizi mutlu görmekten daha yüksek hiçbir mutluluk gözetmeyen bir insanın ateşli ve meşru çabasına bağışlamanızı dilerim.

Şanlı, çok saygıdeğer ve en yüce Beyler!
En derin saygılarımla,
Çok alçakgönüllü ve söz dinler kulunuz ve yurttaşınız.
Jean-Jacques Rousseau – Chambery, 12 Haziran 1754

Rausseau’nun İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşması’nın Tam Metni

* Birçok sözcük gibi «Magistrate sözcüğünün de Türkçemizde tam, en doğrusu tek karşılığı yoktur, çünkü aynı kurumlaşma olmamıştır. «Magistrate yerine göre: Yönetici: adli, idari veya politik otoriteye sahip memur veya görevli: hatta cumhurbaşkanı, vali, polis müdürü olabileceği gibi, özellikle hakim ve de savcı manalarına gelmektedir.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments