Tek eşli aile, yani bildiğimiz aile biçimi, bu koşullar altında biçimlenmeye başladı. Modern aile sadece tek bir amaçla ortaya çıktı: mülkiyeti miras yoluyla bir kuşaktan diğerine aktarmak. Günümüz toplumunda evliliği idealize etmeye yarayan bütün o romantik “gerçek aşk” imgesi, evliliğin temelde bir mülkiyet ilişkisi olduğu gerçeğini değiştiremez. Kendilerini boşanma davasında bulan pek çok kişi, bu gerçeği tam anlamıyla kavrıyor.
Çekirdek ailenin sınıflı toplumlardaki maddi temelleri başından itibaren Marx ve Engels için çok açıktı. 1846’da Alman İdeolojisi‘nde özel mülkiyetin ortadan kalkmasıyla “ailenin de ortadan kalkacağı aşikârdır” deniyordu.
Engels, çağının yönetici sınıf evliliklerinin ikiyüzlülüğünü ve ona eşlik eden kadınların alçaltılışını çok iyi biliyordu. Kökenler‘de yönetici sınıfın evliliğini tipik bir “ailevi huzur olarak bilinen kasvetli sıkıntıda ortaklık” olarak tanımlıyordu. Ancak esas önemlisi Engels, sınıflı toplumlarla el ele gelişen bir mülkiyet ilişkisi olarak ailenin tarihsel olarak ortaya çıkışının izlerini sürüyordu. Bu ilişkiyi, Roma İmparatorluğu’nda “aile” kavramına yüklenen anlamı göstererek örnekliyordu:
“Aile” (familia) kavramının orijinal anlamı, günümüzdeki yoz ideale şekil veren duygusallık ve ailevi çekişmenin toplamından oluşmamaktadır. Romalılarda başlangıçta evli çift ve çocukları için bile kullanılmıyordu bu kelime; sadece köleler için kullanılıyordu. Famulus ehlileşmiş köle, familia ise bir adamın sahip olduğu toplam köle anlamına geliyor. Ancak Gauis dönemine gelindiğinde familia, yani patrimonium (aile, yani babadan devralınan miras, kalıtım) vasiyet yoluyla miras bırakılmaya başlandı. Terim Romalılar tarafından, reisin karısı ve çocuklarının yanı sıra bir dizi köleyi yönettiği yeni bir sosyal organizmayı tanımlamak üzere türetildi ve babanın bunların hepsi üzerinde yaşamsal tasarruf hakkına sahip olduğu Roma baba hâkimiyeti altında yetkilendirildi.
Engels, Marx’tan bir alıntı yaparak ekliyor: “Modern aile özünde sadece köleliği (servitus) değil serfliği de barındırır, çünkü başından itibaren tarımsal faaliyetlerle ilgili olmuştur. Sonraları toplum geneline ve devlete yayılan bütün çelişkileri içinde barındıran minyatürdür.”
Ancak Engels, ilk komünal sosyal örgütlenmelerle ortaya çıkan sınıflı toplumlar arasında başka çelişkiler de olduğunu ileri sürmektedir. Zenginlik erkeklerin mülkiyetindeydi ama var olan toplumların çoğu ana soylu olduğu için miras baba değil anne üzerinden bırakılıyordu. Ayrıca, mutlak bir tek eşliliğin olmadığı durumlarda, bir erkek karısının çocuklarının kendinden olup olmadığından emin olamıyordu. Engels şöyle diyor:
Bu nedenle zenginlik arttığı oranda erkeğin aile içindeki konumunu kadınınkine oranla yükseltirken, diğer yandan da babada, kendi çocukları lehine geleneksel miras sistemini yerle bir etmek için güçlenmiş konumunu suistimal etme dürtüsü yaratıyordu… Bu yüzden analık hakkı alaşağı edilmeliydi ve edildi de.
“Ailenin bu dönüşümü tarih öncesi zamanlarda gerçekleştiği için tam olarak nasıl ve ne zaman olduğunu bilemeyiz” diye not ediyor Engels. Ancak “gerçekleştiği, toplanan çok sayıda analık hakkına dair bulguyla kanıtlanmıştır. Engels büyük olasılıkla bu noktaya gereğinden fazla vurgu yapıyordu. Engels’in (ve Morgan’ın) analiz ettiği toplumlar ana soylu yapılar sergiliyordu. Ancak Irokualar görece ilerlemiş bahçecilikle uğraşan toplumlardı. Evrim teorisi doğrultusunda Engels, bunun bütün ilk avcı- toplayıcı toplumların ana soylu olduğu anlamına geldiği hatalı sonucuna varmıştır. Bu varsayımın doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamanın bir yolu yok, çünkü yazılı bir belge bulunmuyor. Her ne kadar kimi ilk insan toplumlarının ana soylu olduğu akla yatkın bir şekilde varsayılsa bile, hepsinin akrabalık yapılarını bu doğrultuda örgütlediğini ileri süremeyiz.
Bütün ilk toplumların ana soylu olup olmadığı göründüğü kadar önemli değildir. Tartışmasız ortada olan şey, sınıflı toplumların evrensel bir ataerkil yapıya geçişe ve daha önemlisi erkeklerin hane “reisi” rolünü kazanmalarına yol açtığıdır. Engels, çekirdek ailenin ortaya çıkışının sınıflı toplumlar öncesinde hiç olmayan bir şekilde kadının konumunu alçalttığı görüşünde kesinlikle haklıydı. Yazdığı dönemdekinden çok daha fazla destekleyici bulguyla bugün bunu söyleyebiliyoruz. Engels şunu iddia ediyordu:
evde de ipleri eline aldı; kadın hizmetkârlığa indirgendi ve alçaltıldı, erkeğin şehvetinin kölesi ve çocukların yaratılmasında basit bir araç haline geldi… Kadının sadakatini ve erkeğin çocukları üzerinde babalık hakkını sağlama almak için kadın koşulsuz bir şekilde erkeğin gücüne tâbi kılındı; eğer erkek kadını öldürürse bu onun hakkıydı.
Ailenin ortaya çıkışının, kimi feministlerin iddia ettiği gibi nedeni değil sınıfların ortaya çıkışının bir sonucu olduğu Engels’in savının merkezinde yer alıyordu. Eleanor Burke Leacock, modern ailenin ortaya çıkan sınıflı toplumların ihtiyaçlarına bir yanıt olarak geliştiğini şöyle betimliyor:
Ailenin klandan koparılması ve tek eşlilik kurumu, gelişen özel mülkiyetin sosyal ifadeleriydi. Sözde tek eşlilik, mülkiyetin bireysel olarak miras edinilmesinin yolunu açıyordu. Kimileri için özel mülkiyet diğerlerinin mülkiyeti olmaması ya da farklı sosyal gruplar açısından farklı üretim ilişkilerinin ortaya çıkması anlamına geliyordu. Engels’in formülasyonunun merkezinde, ailenin erkeğin hâkimiyet kurduğu ekonomik bir birim olarak ortaya çıkması ile sınıfların gelişimi arasındaki yakın ilişki yer almaktadır.
Ayrıca Engels neden erkeklerin değil de kadınların baskı uygulanan cinsiyet olduğuna dair ikna edici açıklamalar yapmaktadır. Engels’in çekirdek ailenin ortaya çıkışı analizini kabul eden pek çok yazar yine de bu analizin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini açıklayamadığını ileri sürmektedir. Bu ise, özellikle de erkeklerin savaş veya ticaretteki rolüne belirli bir açıklama getirme çabalarını beraberinde getirmiştir. Ancak Coontz ve Henderson’ın not düştüğü gibi:
Birbirinden ayrılmış cinsiyet alanlarının varlığı, eğer erkek alanı kadın alanı pahasına genişliyorsa kesinlikle erkek hâkimiyetine yol açacaktır. Ancak bu türden parçalanmaların savaş, göç, ticaret veya kültürel gerginlik gibi bilinen pek çok örneği, hâlihazırda eşitsiz ve saldırgan toplumlarla temasın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Engels’in analizi yalındır, geliştirilmeye ihtiyacı olabilir ama özü apaçık ortadadır. Doğrudan kullanım için üretimin hâkim üretim biçimi olduğu sınıflı toplumlar öncesinde var olan cinsiyete dayalı iş bölümü herhangi bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği içeriğine sahip değildi. Kadınlar üretici ve yeniden üretici rollerini bir arada sürdürebiliyordu, yani her iki cinsiyet de üretici emek sergiliyordu. Ancak sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla değişim için üretim hâkim biçim olmaya başlayınca, cinsiyete dayalı iş bölümü cinsiyetler arasındaki eşitliği aşındırmaya yaradı. Üretim ve ticaret gitgide evin dışında gerçekleşmeye başladıkça hane esas olarak yeniden üretim alanına dönüştü. Coontz ve Henderson’ın ileri sürdüğü gibi:
Yeniden dağıtıma giderek artan ihtiyaç (hem yerel grupların kendi içinde hem de birbirleri arasında) ve bunun doğurduğu politik görevler cinsiyet rolleri açısından birtakım sonuçlara yol açmıştır. Bu politik roller ise ana soylu/ana yersel toplumlarda bile genelde erkekler tarafından üstleniliyordu. Bu durum, muhtemelen erkekleri uzun mesafeleri kapsayan faaliyetlerle, dış ilişkilerle ve grup genelinde dağıtıma ihtiyaç duyan üretimle ilişkilendiren iş bölümünden kaynaklanıyordu. Kadınlar ise daha çok yokluklarını kaldıramayacak gündelik üretici faaliyetlerle meşgul oluyorlardı.
Böylece “kamusal” ve “özel” alan ayrımı başladı, mülk sahibi ailelerde de kadınlar giderek daha fazla eve hapsoldu. Ailenin yükselişi bile kadının aile içindeki bağımlı rolünü açıklamaya yeterlidir. İnsanlık tarihinde ilk kez kadınların doğum yapabilme yetisi onları üretimde önemli bir konum işgal etmekten alıkoyuyordu.
Kadınlar ve Sosyalizm – Çekirdek Aile: Kadınlara Uygulanan Baskının Kökeni | Sharon Smith