Ahlaken etkin varlıklar ile ahlaken edilgin varlıklar arasında ayrım yaparak başlamakta fayda var. Ahlaken etkin varlıklar, karmaşık bazı yetilere sahip olan bireylerdir; bunlar arasında en önemlisi de, bir bireyin, ahlaken neyin yapılması gerektiğini belirlemek için tarafsız ahlakî ilkelere başvurabilme ve bunu belirledikten sonra -kendi tasavvur ettiği biçimiyle- ahlakın gerekleri doğrultusunda eylemeyi özgürce seçme ya da seçmeme yetisidir. Ahlaken etkin varlıklar bu yetilere sahip oldukları için, onları eylemlerinden sorumlu tutmak adilcedir – tabii belli bir durumda belli bir şekilde eylemelerine neden olan koşullar aksini gerektirmiyorsa.
Ahlaken edilgin varlıklar, ahlaken etkin varlıklardan farklı olarak, onları eylemlerinden ahlaken sorumlu tutmamızı gerektirecek önkoşuldan, yani kendi davranışlarını denetleyebilme yetisinden yoksundurlar. Ahlaken edilgin bir varlık, bir dizi eylem olanağı arasından hangisini gerçekleştirmenin doğru ya da uygun olduğuna karar vermek için ahlakî ilkelere başvurmak şöyle dursun, böylesi ilkeleri oluşturamaz da. Kısacası, ahlaken edilgin bir varlığın doğru ya da yanlış eylemlerde bulunması söz konusu olamaz. Eylemleri başkalarının esenliğine zarar verebilir elbette – örneğin, başka bir bireyin ciddi ölçüde acı çekmesine, hatta ölmesine yol açabilir. Ayrıca, böyle durumlarda, ahlaken etkin varlıkların bu zararı önlemek için -kendilerini ya da başkalarını korumak amacıyla- zor kullanmaları ya da şiddete başvurmaları gerekebilir. Ama ahlaken edilgin bir varlık, başkasına ciddi ölçüde zarar verdiği zaman bile yanlış bir şey yapmış olmaz. Sadece ahlaken etkin bir varlık yanlış bir şey yapabilir. Bebekler, küçük çocuklar, yaşı ne olursa olsun zihinsel dengesi bozuk ya da zihinsel gelişimini tamamlamamış olanlar, ahlaken edilgin insan bireylerinin paradigmatik örnekleridir. Ceninlerin ya da gelecek insan kuşaklarının ahlaken edilgin varlıklar sayılıp sayılmayacağı ise tartışılmaktadır. Her halükârda, bazı insanların bu şekilde değerlendiriliyor olması, buradaki amaçlarımız için yeterli.
Ahlaken edilgin bireyler, ahlakî değerlendirme açısından anlam taşıyan bazı özellikleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Özellikle önemli olan ayrımlardan biri de şudur: a) bilince ve hissetme yetisine (yani, haz ve acı duyma kapasitesine) sahip olup başka zihinsel yetileri olmayan bireyler, b) bilince, hissetme yetisine ve (inanç, bellek gibi) başka bilişsel ve iradî yetilere de sahip olan bireyler. Bazı hayvanlar ikinci kategoriye, bazılarıysa büyük ihtimalle ilk kategoriye girer.
Bizim asıl ilgilendiklerimiz, ikinci kategoriye giren hayvanlar. Dolayısıyla, bundan böyle ahlaken edilgin varlık kavramıyla, ikinci kategoriye giren hayvanları ve sayılan özellikler itibariyle onlara benzeyen diğer ahlaken edilgin varlıkları kastettiğimiz anlaşılmalı – yani arzuları ve inançları olan, algılayan, anımsayan, bir amaca yönelik olarak eyleyebilen, kendilerininki de dahil olmak üzere gelecek duygusu olan (yani kendinin farkında ya da bilincinde olan), duygusal hayatı olan, zaman içinde gelişen psikolojik-fiziksel bir kimliği olan, bir çeşit özerkliğe (yani, seçim yapma özerkliğine) sahip olan ve yaşantılarına dayalı bir esenliği olan varlıklar. Ahlaken edilgin bazı insan bireyleri bu özelliklere sahiptir. Örneğin, küçük çocuklar ve ahlaken etkin olma vasfı taşımalarına engel olacak bazı zihinsel rahatsızlıkları olmasına rağmen, sayılan özelliklere sahip olan kimseler. Bu yetilere sahip olan bireyler ile sahip olmayanlar arasındaki sınırı nereye koyacağımızı belirlemek çok zor, hatta böyle kesin bir sınır olmayabilir. Ama insanlar söz konusu olduğunda bu soruyu ele alırken benimsememiz gereken yaklaşım ile, hayvanlar söz konusu olduğunda benimsememiz gereken yaklaşım arasında fark yok. Bir insan söz konusu olduğunda bilmek isteyeceğimiz ilk şey şudur: Bu insanın davranışını, hayvanları nitelendiren yetilere (arzulama, inanma, tercih etme vs.) başvurarak doğru bir şekilde betimleyebiliyor ve dar bir anlamda açıklayabiliyor muyuz? Bir insanın davranışını bu terimler çerçevesinde betimleyip açıklayabildiğimiz ölçüde, o insanın ahlaken etkin olma vasfı taşımasını sağlayacak yetilerden yoksun olduğunu düşünmemize yol açan başka gerekçeler olduğunu da varsayarsak, o insanı hayvanlarla eşit derecede ahlaken edilgin bir varlık olarak görmek için yeterli nedenimiz var demektir. Daha önce de öne sürdüğüm gibi, bazı insanlar burada söz ettiğimiz anlamda ahlaken edilgin bireylerdir ve burada “ahlaken edilgin varlık” kavramını kullandığım her yerde, ister insan olsunlar ister insandışı, sadece bu anlamda ahlaken edilgin olan bireyleri (yani, yukarıda saydığımız yetilere sahip olanları) kastediyorum.
Daha önce de söylemiştik: Ahlaken edilgin varlıklar doğru ya da yanlış eylemde bulunamazlar. Bu açıdan ahlaken etkin varlıklardan esaslı bir şekilde ayrılırlar. Ama ahlaken edilgin varlıklar, ahlaken etkin olanların doğru ya da yanlış eylemlerinin sonuçlarına maruz kalabilirler ve bu açıdan ahlaken etkin varlıklara benzerler. Örneğin, küçük bir çocuğun zalimce dövülmesi yanlıştır, ama çocuk kendisi yanlış bir şey yapamaz; aynı şekilde çok yaşlı bir insanın biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak doğrudur, ama o insan artık doğru eylemlerde bulunamaz. O halde, ahlaken etkin varlıklar arasında geçerli olan ilişkiden farklı olarak, ahlaken etkin olanlarla edilgin olanlar arasındaki ilişki, karşılıklılık esasına dayanmaz. Ahlaken edilgin varlıklar, ahlaken etkin olanlar üzerinde tesir edecek hiçbir doğru ya da yanlış eylemde bulunamazlar; ama ahlaken etkin varlıklar, ahlaken edilgin varlıklar üzerinde tesir edecek doğru ya da yanlış eylemlerde bulunabilirler.
DEĞER BAKIMINDAN EŞİT OLAN BİREYLER
Burada savunulan biçimsel adalet yorumu -bireylerin eşitliği olarak ifade edeceğiz- belirli bireylere kendi içlerinde değer taşıyan varlıklar olarak bakmayı gerektirir. Ben bu tarz değerden söz ederken “içsel değer” ifadesini kullanacağım ve bu kavramı ele alırken önce ahlaken etkin varlıklara atfedilen değer üzerine yoğunlaşacağım.
Ahlaken etkin bireylerin içsel değeri, kavramsal olarak, içkin değerlerinden, yani sahip oldukları deneyimlerden (hazlarından ya da tercihlerinin gerçekleşmesinden) farklıdır. İçsel değer, bu ikinci tarzdaki değerlere indirgenemez ve bu değerlerle kıyaslanamaz. İçsel değerin, bir bireyin deneyimlerinin içkin değerine indirgenememesi şu anlama gelir: Ahlaken etkin bireylerin içsel değerini, deneyimlerinin toplam içkin değerine bakarak belirleyemeyiz. Hoş ya da mutlu bir yaşam süren bireylerin içsel değeri, daha az hoş ya da daha az mutlu bir yaşam süren bireylerinkinden daha yüksek değildir. Ya da, daha “incelmiş” tercihleri olan bireyler (örneğin sanat ya da edebiyat beğenisi olanlar) daha yüksek bir içsel değere sahip değildir. Ahlaken etkin bireylerin içsel değerinin, onların (ya da herhangi başka bir bireyin) deneyimlerinin içkin değeriyle kıyaslanamaz olması, iki değer türünün birbiriyle karşılaştırılabilir olmadığı ve birbirinin yerini tutamayacağı anlamına gelir. “Elmalarla armutlar toplanmaz” deyişinde olduğu gibi, bu iki değer türü aynı ölçütlerle ölçülemez. Örneğin, “A kişisinin içsel değerinin içkin değeri ne kadar?” gibi bir soru sorulamaz. Ahlaken etkin bir varlığın içsel değerinin, içkin değerlerin toplamına, o bireyin deneyimlerinin içkin değerine ya da ahlaken etkin bütün varlıkların deneyimlerinin içkin değerine eşit olması söz konusu değildir. Bu nedenle, ahlaken etkin varlıkları içsel değere sahip bireyler olarak görmek, onları salt içkin değerlerin taşıyıcıları olarak görmekten farklı, bundan öte bir şeydir. Bu bireylerin kendi başlarına bir değeri vardır ve bu değer, sahip oldukları ya da yaşadıkları deneyimlerin değerinden ayrıdır, ona indirgenemez ve onunla kıyaslanamaz.
Ahlaken etkin varlıklarla ilgili olarak öne sürülen faydacı görüş, yani bu varlıkların değerlerin taşıyıcısı oldukları görüşü ile içsel değer ilkesi arasındaki fark, bardak analojisiyle daha açık şekilde görülecektir. İlkinde, değerli olan, bardağın içindekilerdir (örneğin hazlar ya da tercihler); bardağın kendisinin (yani, bireyin) hiçbir değeri yoktur. İçsel değer ilkesinde bu duruma bir alternatif sunulur. Bardak (yani birey) bir değere sahiptir ve bu değer bardağın içindekilere (örneğin haz) indirgenemez, onunla kıyaslanamaz. Bardak (birey), değerli olan şeyleri (haz) içerebilir (yaşayabilir), ama bardağın (bireyin) değeri, içindeki değerli şeylerin herhangi biriyle ya da hepsinin toplamıyla aynı değildir. İçsel değer ilkesine göre, ahlaken etkin bireylerin kendi başlarına ayırt edici nitelikte bir değeri vardır.
Faydacı bakış açısında adil muameleyi güvence altına almak için yapılması gereken tek şey, sonuçtan etkilenecek olan bütün bireylerin tercihlerini (hazlarını vs.) dikkate almak ve eşit tercihleri (hazları vs.) eşit olarak saymaktır. Ama ahlaken etkin varlıkların, kendilerinin ya da herhangi başka birinin değerli deneyimlerinin değerine indirgenemeyecek, bu değerle kıyaslanamayacak bir içsel değeri varsa, o zaman onlara nasıl muamele edilirse o muamelenin adil olacağına, yalnızca etkilenecek bütün varlıkların arzularını vs. dikkate alıp eşit şekilde tartarak ve sonra en mükemmel iyi-kötü dengesini sağlayacak seçeneği saptayarak karar veremeyiz. Bunun aksini varsaymak, adil muamaleyle ilgili soruların, ahlaken etkin olan bireylerin değeri göz ardı edilerek yanıtlanabileceğini düşünmek demektir; ama ahlaken etkin varlıkların tümünün eşit içsel değeri olduğu yolundaki görüş çerçevesinde bu düpedüz yanlıştır. Dahası, ahlaken etkin bütün varlıkların eşit içsel değere sahip oldukları düşünüldüğü için, bu varlıklardan herhangi birinin böyle bir değere sahip olması demek, bazısı için uygun görülen adil muamele şeklinin, ırkı ya da örneğin cinsiyeti ne olursa olsun bütün hepsi için geçerli olması demektir. İçsel değer ilkesi uyarınca, ahlaken etkin herhangi bir varlığa verilen zararın, etkilenecek bütün varlıklar için en iyi sonuçları doğurduğu gerekçesiyle meşrulaştırılması mümkün olamaz. Böylelikle, ahlaken etkin varlıkların değerlerin taşıyıcısı olduğu anlayışı yerine eşit içsel değere sahip olduklarını kabul ettiğimiz takdirde, eylem yararcılığının sezgilere de ters düşen içerimlerini bertaraf etmiş oluruz.
Bir bireyin içsel değere sahip olmasının yeterli koşulunun canlılık olduğu söylenebilir. Bu yaklaşım, canlılığın gerekli koşul olduğu görüşüne özgü sorunları bertaraf edebilir, ama geçerli sayılabilmesi için sağlam çözümlemelere ve argümanlara ihtiyacı var. Örneğin bir bitkiye, bir patatese ya da kanser hücresine karşı neden doğrudan görevlerimiz olması gerektiği ya da böyle bir gerekliliği hangi mantık çerçevesinde temellendirebileceğimiz açık değil. Ama bunların hepsi de canlı ve içsel değerleri varsa onlara karşı doğrudan görevlerimiz de olmalı. Öte yandan, bu bireylerden oluşan gruplara -yani çayırlara, patates tarlalarına ya da kanserli tümörlere- karşı neden doğrudan görevlerimiz olması gerektiği ya da böyle bir gerekliliği hangi mantık çerçevesinde temellendirebileceğimiz de açık değil. Bu güçlüklere cevaben, canlıların bütününe değil bazılarına karşı doğrudan görevlerimiz olduğu ve sadece bu canlılar sınıfının bireylerinin içsel değeri olduğu söylenirse, o zaman içsel değere sahip canlıları sahip olmayan canlılardan ayıracak bir ölçüt bulmamız gerekir; ayrıca, içsel değere sahip olmanın yeterli koşulunun canlılık olduğu görüşünden de vazgeçmemiz gerekir. Canlılığı içsel değerin gerekli koşulu olarak ele alan görüşte de yeterli koşulu olarak ele alan görüşte de kaçınılmaz bazı güçlükler söz konusu; ahlaken etkin ve ahlaken edilgin varlıkların, canlı olma şeklindeki bu önemli özelliği paylaştıkları muhakkak, ama değindiğimiz güçlükler yüzünden, ahlaken etkin ve ahlaken edilgin bütün varlıkların içsel değere sahip olmasını canlı olmaları gerekçesine dayandırmak son derece zor görünüyor.
İÇSEL DEĞER VE BİR YAŞAMIN ÖZNESİ OLMA KRİTERİ
İçsel değer açısından anlamlı olan ortaklığı canlı olma özelliği şeklinde belirlemenin bir alternatifi, burada bir yaşamın öznesi olma şeklinde ifade edeceğimiz özelliktir. Bu ifadeye burada vereceğim anlam çerçevesinde bir yaşamın öznesi olmak için, salt canlı ya da salt bilinçli olmak yetmez. Bir yaşamın öznesi olan bireyler, inançlara ve arzulara; algılama, hatırlama gibi yetilere ve kendilerininki de dahil olmak üzere gelecek duygusuna; haz ve acı hisleriyle birlikte bir duygusal hayata; tercihlere ve esenliklerini belirleyecek çıkarlara; arzuları ve amaçları doğrultusunda eyleme geçme yetisine; zaman içinde gelişen psiko-fiziksel bir kimliğe; başkalarına sağladıkları yararlardan ya da başkalarının çıkarlarına alet olmalarından mantıken bağımsız olarak, yaşantılarının kendileri açısından iyi ya da kötü olması anlamında bireysel bir refaha sahip olan bireylerdir. Bir yaşamın öznesi olma kriterini yerine getiren bireyler, kendi başlarına bağımsız bir değere -içsel değere- sahiptir ve salt değerlerin taşıyıcıları olarak değerlendirilip muamele göremezler.
Bir yaşamın öznesi olma kriteri, ahlaken etkin varlıklar ile ahlaken edilgin varlıklar arasındaki bir ortaklığa işaret eder. Peki bu ortaklık, her ikisinin de içsel değere sahip olduğu savını mantıken temellendirebileceğimiz, keyfî olmayan bir ortaklık mıdır? Bu soruya verilen olumlu yanıtın gerekçeleri şöyle:
1) Eşit içsel değere sahip oldukları koyutlanan bütün varlıklar arasında bu açıdan anlamlı olan bir ortaklık, böyle bir değere sahip olduğu öne sürülen, ahlaken etkin ve edilgin bütün varlıklara ait bir özellik olmalıdır. Bir yaşamın öznesi olma kriteri, bu gereği yerine getiriyor. Bütün ahlaken etkin varlıklar ve bütün ahlaken edilgin varlıklar, yukarıda açıkladığımız anlamda, başkalarına sağladıkları yararlardan ya da başkalarının çıkarlarına alet olmalarından mantıken bağımsız olarak, kendileri için iyi ya da kötü olan bir yaşamın öznesidirler.
2) İçsel değer, herhangi bir derecelendirmeye izin vermeyen, kategorik bir değer olarak görüldüğü için, içsel değer açısından anlamlı olduğu varsayılabilecek bir ortaklığın da kategorik olması gerekir. Bir yaşamın öznesi olma kriteri, bu gereği yerine getiriyor. Bu kriter, ona uyanların, olumlanan bir yetiye ya da erdeme (örneğin matematik yeteneğine ya da sanatla ilgili erdemlere) sahip olmaları ölçüsünde daha yüksek ya da daha aşağı bir derecede bir yaşamın öznesi olma statüsünde olacağını öne sürmez ya da ima etmez. Bir birey, ya -açıkladığımız anlamda- bir yaşamın öznesidir, ya da değildir. Bir yaşamın öznesi olan bütün bireyler eşittir. O halde bir yaşamın öznesi olma kriteri, ahlaken etkin bütün varlıklarda ve ahlaken edilgin varlıkların burada bizi ilgilendiren bütün bireylerinde ortak olan kategorik bir statünün sınırlarını çizer.
3) Ahlaken etkin varlıklarla edilgin varlıklar arasında anlamlı olacak bir ortaklık, şu soruya yanıt vermemizi sağlamalıdır: Neden ahlaken etkin ve edilgin varlıklara karşı doğrudan görevlerimiz vardır ve neden, bu varlıklar gibi canlılık özelliği taşıyanlar da dahil olmak üzere, ahlaken etkin ya da edilgin olmayan varlıklara karşı doğrudan görevlerimiz olduğuna inanmak için daha az nedenimiz vardır? Bir yaşamın öznesi olma kriteri, bu gereği de yerine getiriyor. Bütün canlılar, açıkladığımız anlamda bir yaşamın öznesi değildir; dolayısıyla bütün canlılar bu kriter doğrultusunda aynı ahlakî statüye sahip değildir; bazılarına (özne olanlara) yönelik doğrudan görevlerimiz varken bazılarına yönelik doğrudan görevlerimiz olmadığı konusunda emin olmamızı sağlayan farklılıklar kısmen ortaya çıkar, çünkü ilk sayılanlar bir yaşamın öznesi olma kriterine uyar, diğerleri uymaz. Bütün bu nedenlerle, bir yaşamın öznesi olma kriterinin, ahlaken etkin ve edilgin varlıklar arasında anlamlı olan, her ikisine de içsel değer atfetmeyi hem mantıken temellendirilebilir hem de gayri keyfî hale getiren bir ortaklığa atıfta bulunduğunu savunmak mümkün.
ADALET: BİREYLERE SAYGI İLKESİ
Bireyler eşit içsel değere sahipse, onlara gösterilecek muamaleyi bir adalet meselesi olarak belirleyen her ilke, onların eşit değerini göz önüne almalıdır. Şu ilke (saygı ilkesi) bu koşulu yerine getirir: İçsel değere sahip bireylere, içsel değerlerine saygılı bir şekilde davranmalıyız. Saygı ilkesi, eşitlikçi, mükemmelci olmayan bir biçimsel adalet yorumu ortaya koyar. Bu ilke, içsel değere sahip bazı bireylere (örneğin sanatsal ya da bilimsel erdemlere sahip olanlara) göstereceğimiz muamale için geçerli olmakla kalmaz, içsel değere sahip bütün bireylere içsel değerlerine saygılı bir şekilde muamele etmemizi emreder, dolayısıyla bir yaşamın öznesi olma kriterine uyan bütün bireylerin saygın muamale görmesini şart koşar. Ahlaken ister etkin ister edilgin olsunlar, biz bu varlıklara eşit içsel değerlerine saygılı şekilde muamele etmeliyiz.
Hayvanlara saygı göstermek, bir nezaket meselesi değildir, bir adalet meselesidir. Çocuklara, zihinsel gelişimini tamamlamamış olanlara, demanslı yaşlılara ya da ahlaken edilgin diğer varlıklara karşı görevlerimizin temelinde, ahlaken etkin varlıkların “duygusal ilgileri” yatmaz; onların içsel değerine saygı duyulması yatar. Ahlaken etkin varlıkların ahlaken ayrıcalıklı konumda oldukları anlayışı, mitten ibarettir.
Hayvan hakları kuramı için sunduğumuz argümanlar bunlar. Eğer bunlar sağlamsa, hayvanlar da bizim gibi bazı temel haklara sahip demektir – özellikle de, içsel değer sahibi varlıklar olarak adalet gereği hak ettikleri saygılı muameleyi görme hakkına.
Tom Regan’ın The Case for Animal Rights (1983) adlı
kitabından seçilmiş bölümlerden oluşan metin
The Animal Ethics Reader, ed. Susan J. Armstrong ve Richard G. Botzler, Londra ve New York: Routledge, 2003, s. 17-21’den kısaltıp
çeviren ELÇİN GEN