NEŞE, HAZ, HUZUR, MUTLULUK… Günümüzde hepsi aynı kefeye konuyor. Antik Yunan bilgeleri bu iyi olma hâllerini birbirinden ayırmaya büyük özen gösterirdi, çünkü felsefe okulları da birbirinden ona göre ayrılıyordu. Bir süreliğine, bütün felsefe okulları bilgeliğin herkese kendi varlığının ışığını bulma olanağı vermesi gerektiği yönünde hemfikir olsa da, hayatın anlamı olarak görülen ve üstüne çokça düşünülmüş bu hâlin tanımı üzerinde fikir ayrılıklarına düşmüşlerdir. Kireneliler, Epikürcü-ler, Şüpheciler, Platoncular, hepsi de bu iyi olma hâlini neşe, mutluluk ya da huzura dayalı olarak birbirinden tamamen farklı şekillerde tanımlamışlardır.
Fakat yürüme deneyiminin bu farklılıklarla alakası yoktur. Yürümek iyi olma hâllerini farklı durumlara göre farklı derecelerde hissetme şansı vermek suretiyle bütün olasılıklara açıktır. Yürümek, bütün büyük kadim bilgeliklere iyi bir girizgahtır.
Öncelikle hazzı ele alalım. Haz bir karşılaşma meselesidir. Bir bedenle, bir doğa gücüyle, bir maddeyle karşılaşınca ortaya çıkması muhtemel bir histir. Haz sadece hoşa giden, tatlı, eşsiz, olumlu anlamda ani, vahşi duygularla ilgilidir. Her zaman duyularla alakalıdır ve her zaman coşmak için tetikte bekleyen, bedenlerimize kayıtlı şeylerle açığa çıkar. Haz, bedenlerimizde tetikte bekleyen hisleri ateşleyecek şeye kavuşmaktır. Hazzın sıkça irdelenen kötü yanı, tekrarın onun yoğunluğunu azaltmasıdır. Beni tatmin eden o şeye ikinci seferde daha büyük coşkuyla atılırım çünkü kendimi gelecek hazza önceden hazırlamışımdır.
Onun her boyutunu keşfetmeye, tek bir detayım kaçırmadan tadına varmaya çalışırım. Bunu üçüncü, dördüncü sefer izler, böylece o da bilindik, alışılmış şey olur. Aynı meyve, aynı şarap, aynı temastır belki ama izleri belli belirsiz bedenimdedir; artık bedenimde güçlü bir etki bırakmadan geçer gider. Hazda aranan bu yoğunluktur işte; hissetme melekelerinin şaşkına döndüğü, uyandığı, çalkalandığı, uyarıldığı o an. Tekrarla birlikte yavanlaşır, tazeliğini kaybeder, meşakkatli görünür, bayağılaşır. Bu noktada şu iki stratejiden birini seçersiniz: çeşitlilik ya da nicelik. Ya türleri değiştirip farklı çeşitlilikler bulur, ya başka tarzlara geçer ya da dozu artırırsınız. Bu stratejiler ilk uygulandığında biraz işe yarar. Azalmış yoğunluğun bir kısmı yeniden kazanılır. Fakat bu etkiler için fazla beklentiye girilir ki, bu beklenti hazzı öldürür.
Yürürken de bu hazzı karşılaştığımız şeylerden alırız. Ka-radut ve yaban mersinlerinin kokusundan, yaz güneşinin tatlılığından, akarsuların ferahlığından. Daha önce karşılaşmadığımız her şeyden. Yürümek, bizi hissizleştiren hastalığı yol boyunca karşılaştığımız bu gibi şeylerle iyileştirir, tıpkı azar azar ilaç zerk eder gibi.
Neşe ayrı bir hâldir; pasifliği az ve talepkarlığı fazladır, yoğunluğu az ve bütünlüğü fazladır, kapsamı daha dar olsa da zenginliği fazladır. Yürürken, bir faaliyete duyulan bağla tecrübe edilir neşe. Aristoteles ve Spinoza’da da aynı temel düşünce vardır: Neşe bir olumlamaya eşlik eder.
Üzüntüyse pasifliktir; ben yapamadığımda belirir. Kendimi zorlarım, elim kolum bağlıdır, her şey bana karşıdır. Sebat ederim, zorlarım. Yeniden başlarım ama üstümde yine aynı ölü toprağı vardır: yapamama hissiyatı. Daha boş bir sayfaya bakarken tükenirim, çok zordur. Kelimeler aklıma gelmez, tıpkı sarsak ve grotesk kalın derili hayvanlar gibi ayak sürüyüp bir-birleriyle çarpışarak, düzensiz bir sırayla bozuk cümleler oluştururlar. Spor müsabakalarında bir şeyi yapamamak da bunun bir örneğidir; insan kendini zorlar, bacaklar birer direk ve beden de örstür sanki. Ona söylenen hiçbir şeyi yapmayıp karaya oturur, biçimsiz bir kütleye dönüşür. Keza bir müzik aletiyle cebelleşe cebelleşe hevesin kırılması da böyledir; parmaklar yanıt vermez, tokmak gibi ağırlaşmışlardır. Şarkıcının sesi kayar, detone olur. Ses çatlar. Ya da aşırı çalışmadan bıkmak da öyledir; çok fazla tekrar ister, çok katmanlıdır. Makineyi can sıkıntısına ve yorgunluğa karşı durmadan iteklemek gerekir. Hiçbir şey fayda etmediğinde, üzüntü peyda olur. Engellenmiş, kösteklenmiş, karşı çıkılmış, rayından çıkmış bir olumlamadır üzüntü.
Zor bir eylemi gerçekleştirmek zorunda olduğumda yeniden başlarım, inat ederim ve nihayetinde eylem gerçekleşir. Bundan sonra aynı şey bana gitgide daha kolay gelir. Her şey daha çabuk ve rayında gider. İdman yaparken bedenin başlangıçtaki hamlığını atmaya benzer bu. Zamanla beden hafifler, bir yanıt verir. Neşe bir şeyi sonucuna erdirmenin verdiği haz, bir zafer duygusu veya başarıya ulaşmanın tatmini değildir. Ustalıkla harcanan bir enerjinin göstergesi, bağımsız bir olumlamadır: Bu hâlin içinde her şey mümkün görünür. Neşe bir faaliyettir; zor olan ve zaman alan şeyi kolaylıkla icra etmek, zihnin ve bedenin melekelerini olumlamaktır. Bulduğunda ve keşfettiğinde düşünceye dolan neşe, bir işi çaba sarf etmeden yaptığında bedene dolan neşe. İşte bu yüzden hazzın aksine neşe tekrarlarla artar ve zenginleşir.
Yürürken, sürekli duyulan gümbürtüdür neşe. Elbette yer yer çaba sarf etmek zorunda kalabilir, güçlüklerle karşılaşabilirsiniz yine. Ayrıca gönül rahatlığıyla dolu anlarınız da olacaktır, inip ardınızda bıraktığınız dik yamaca gururla bakmak mesela. Fakat bu tatminler çoğunlukla yeniden nicelikler, puanlamalar, sayılar dünyasına girilmesine sebep olur (Hangi yol? Ne kadar uzun? Hangi yükseklikte?). İşte o zaman yürümek yarışa dönüşür. Dağlarda yapılan uzun yürüyüşler (her biri ayrı bir mücadele olan dorukları fethetmek) bu yüzden her zaman hafiften kirlidir, çünkü narsistik tatminlere yol açar. Caka satmayla alakası olmayan yürüyüşe, bedeni en eski doğal eylem içinde hissetmenin getirdiği basit neşe hâkimdir, ilk adımlarını atan bir çocuğun bir ayağını diğerinin önüne koyarken ışıldayan yüzüne bakın. Siz yürürken sürekli gümbürdeyen neşe, bedenin bu hareket için nasıl da biçilmiş kaftan olduğunu, her adımda bir sonrakinin enerjisini nasıl da yakalayıverdiğini hissetmekten ileri gelir.
Hatta yürüme eyleminin ötesinde ama yine onunla uyumlu olan, doygunluk şeklinde tecrübe edilen yaşama neşesi vardır bir de. Bütün gün yürüdükten sonra bacakları uzatıp dinlenmek, sade bir yemekle karnı doyurmak, hafif bir şeyler içmek ve biten günü, tatlı tatlı çöken akşamı seyretmek…3 Karnı doymuş, susuzluğu dinmiş, ağrıları saymazsak huzura ermiş bir beden, yaşadığını hissediyor olmak, duru bir yoğunluğa ve sahici bir alçakgönüllülüğe sahip neşenin en büyük kaynağıdır: yaşamanın, burada olduğunu hissetmenin, kendi varlığıyla bu dünyanın varlığının uyumunu tatmanın verdiği neşe. Ne yazık ki, uzun zamandır pek çoğumuz, doygunluğa ulaşmanın nesnelere sahip olmaya ve toplumsal itibara dayandığı inancını aşılayan kötü imajların tuzağına düşmüş durumdayız. Aslında çok yakınımızda ve çok basit olan -ve belki de bu yüzden zor görünen- neşeyi aramaya çok uzaklardan başlarız. Halbuki biz çoktandır bunun ötesindeyiz, hep ötesindeydik. Yürüme deneyimi bu durumun yeniden fethedilmesini sağlar, çünkü bedeni, neşenin yanı sıra can sıkıntısı ve yorgunluk da veren uzun süreli bir faaliyete maruz bırakmak, sonrasında beden dinlenirken, doygunlukla ve bu defa daha derinden gelen ve daha gizli bir olumlamayla (beden sakince soluk alıp vermeye devam etmektedir, hayatta ve buradasınızdır) ilişkili ikincil bir neşenin daha belirmesine yol açar.
Yürürken belki de adına “mutluluk” diyebileceğimiz bir şeyi yakalarız. Yazarlar ve şairler onu büyük düşünürlerden daha iyi anlatmışlardır, çünkü mutluluk bir karşılaşma meselesidir ve duruma bağlı olarak yoğunluğu değişir. Yaban meyvelerini tadını çıkara çıkara yemekten ya da bir esintinin yanakları okşamasından alman haz. Yürümenin, “bir başına” ilerlediğini hissetmenin verdiği neşe. Yaşamanın tattırdığı doygunluk. Günbatımında mora çalan vadinin manzarası, bütün gün keskin güneşin altında ezilmiş renklerin nihayet birkaç dakikalığına da olsa altın rengi ışıkla ortaya çıkıp nefes aldığı o mucizevi yaz akşamlarının yaşattığı mutluluk. Ardından, yürüyüşlerde karşılaşan ve bir çatı altına hep beraber sığınabildikleri için sevinen insanların akşamına eşlik eder mutluluk. Fakat bunların hepsinde almaya, kabul etmeye ilişkin bir şey vardır. Mutluluk kendini bir manzaranın, bir anın, bir ortamın alıcısı olarak bulmayı ve anın lütfünü almayı, kabul etmeyi, yakalamayı gerektirir. Bunun ne yolu yordamı vardır ne de hazırlığı; sadece an geldiğinde orada olmalıdır insan. Öbür türlü başka bir şeye, bir şeyi başarmış olmanın tatminine, zaten bildiğiniz şeyi yapmış olmanın neşesine dönüşür. Mutluluk tekrarlanamaz olduğu için hayli kırılgandır; mutluluk anları nadirdir, bu anlar dünyanın kumaşındaki altın iplere benzer, onları yakalamak gerekir.
Son iyi olma hâli huzurdur. Bu da farklı bir mevzudur; kayıtsızlıkla merak, reddetmeyle olumlama arasındaki dengedir. Ruhun her yönüyle dengede bulunması hâlidir. Yürüyüş, birbirini izleyen dinlenme ve hareket anlarında gizliden gizliye, ağır ağır huzurun kapısına çıkar. Huzur belli ki yürüyüşün yavaşlığına, bütünüyle tekrarlardan müteşekkil olmasına bağlıdır; kendinizi ona teslim etmeniz gerekir.
Korku ve umudun yarattığı tedirgin dalgalanmalardan kurtulmuş olmak ve hatta kendini bütün kesinliklerin ötesine konumlandırmaktır huzur (çünkü kesinlikler savunulur, tartışılır ve inşa edilir). Günübirlik bir yola çıktığınızda ve bir sonraki aşamaya varmanın kaç saat alacağını bildiğinizde yürümekten ve yolu takip etmekten başka bir şey yapmazsınız. Yapacak başka hiçbir şey yoktur. Her hâlükarda bu vakit alacaktır; her adım saniyelerin üzerinden atlayacak ama saatleri kısaltmayacaktır. Her hâlükarda akşam gelecek ve bacaklar aşılması imkansız mesafeyi azar azar yiyip bitirmiş olacaktır. Kaçınılmaz etkileri olan bir kaçınılmazlıktır bu. Karar vermeye, düşünmeye, hesap etmeye gerek yoktur. Tek yapılacak şey yürümektir. Belki ileriyi düşünebilirsiniz, ama yürürken her şey yavaşlar; tahminler, beklentiler cesaretinizi kırar. O hâlde yolculuğun bu ayağım bitirmek için kendi temponuzda yola devam etmeniz gerekir sadece. Huzur yalnızca yolu takip etmekten gelir. Sıkıntı ve trajediler, yaşamlarınız ve bedenlerinizdeki boş tarlaları eşeleyen şeylerdir. Siz uzaklarda yürürken bütün bunlar, durumunuzla alakasız ve müphem oldukları için rafa kalkar, bu yüzden huzur sizi yürürken yakalar. Büyük tutkuların yarattığı yorgunluğun, stres altında ezilen harala gürele yaşamların tat-sızlığınmm yerini sadece ama sadece yürüyüşün amansız bitkinliği alır. Huzur artık hiçbir şey beklemiyor olmanın, yalnızca yürümenin, yalnızca ilerlemenin hissettirdiği tazeliktir.
İyi Olma Halleri – Yürümenin Felsefesi | Frederic Gros